• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: TÜRK DIù POLøTøKASININ TARøHSEL ARKA PLANI

1.3. Çok Partili Hükümetler Dönemi Türk Dı Politikası (1950-1990)

2.1.1. Souk Sava’ın Bitmesi ve Etkileri

2.1.2.1. Türkiye-AT ølikileri

Hükümet programında Avrupa Toplulu÷u ile iliúkiler ayrıcalıklı bir yer tutmuútur. “Hükümet, esasen siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda ülkemizde son 6 yıl içinde gerçekleútirilen hamleler sayesinde Avrupa Toplulu÷una tam üyelik için gerekli zemini oluúturma yönünde önemli bir mesafe kat edilmiú oldu÷u görüúünde ve bu yöndeki çabaları azimle sürdürme kararındadır.” (TBMM Kütüphanesi, 17.09.2011)

Türkiye’nin 1987’de yapmıú oldu÷u AT’ye tam üyelik baúvurusu, Akbulut hükümeti döneminde 18 Aralık 1989’da cevap bulmuú ve AT, Türkiye’nin tam üyelik baúvurusunu reddetmesine ra÷men Türkiye’yi kaybetmek istemedi÷inden Türkiye’nin AT’ye ehil oldu÷unu belirtmiútir. AT, Türkiye’nin bu baúvurusunu zamansız kabul etmiú ve üyelik konusunda aceleci davranmamasını istemiútir. (Çalıú, 2006)

AT, baúvuruya maddeler halinde, cevap olarak;

“10. Genel düúüncelerde ifade edildi÷i gibi, Komisyon o görüútedir ki, Avrupa’nın tamamı bir de÷iúme içindeyken ve Toplulu÷un kendisi büyük de÷iúimlerden geçerken, bu aúamada yeni katılım müzakerelerine girilmesi uygun olmayacaktır. 11. Ayrıca, Türkiye’deki politik ve ekonomik durum Komisyon’u, Türkiye ile derhal katılım müzakereleri baúlatılmasının yararlı olmayaca÷ı inancına sevk etmektedir.

12. Bununla beraber, Komisyon, bu ülkenin Avrupa’ya do÷ru genel açılımı dikkate alındı÷ında, Toplulu÷un Türkiye ile iúbirli÷ini sürdürmesi gerekti÷ine inanır. Topluluk, Türkiye ile iliúkilerini yo÷unlaútırmada ve politik ve ekonomik modernleúme sürecini bir an önce tamamlaması için bu ülkeye yardım etmede temel bir menfaate sahiptir. Topluluk ile ortaklık ba÷ı olan Türkiye, geniúleyen büyük bir ülkedir; aynı zamanda, stratejik açıdan önemli bir jeopolitik konum iúgal ederek, Atlantik ittifakı içinde Üye Devletler’in ortaklarından biridir.

13. Türkiye’nin modernleúme çabalarına katkıda bulunmak için, komisyon, Topluluk tarafından Türkiye’ye bu ülkenin Toplulu÷a üye olma ehliyeti üzerinde úüphe yaratmaksızın, Ankara Anlaúması imza edildi÷i zaman gösterilmiú olan siyasi iradeye uygun olarak, her iki orta÷ın daha fazla karúılıklı ba÷ımlılık ve bütünleúme yoluna girmelerine imkan verecek bir dizi somut tedbir teklif etmesini

tavsiye eder.”

(http://www.mfa.gov.tr/turkiye_nin-topluluga-katilim-talebiyle-ilgili-olarak-komisyon-tarafindan-verilen-gorus-_20-aralik-1989_.tr.mfa 15.10.2011)

AT ülkeleri Türkiye’nin diniyle, kültürüyle ve kimli÷i ile AT’ye uzak oldu÷unu düúünmektedirler. Fakat AT, her úeye ra÷men 1989 yılında, Demir Perde’nin düútü÷ü günlerde bile Türkiye’nin AT’ye girme iste÷ini onaylamamaktadır. Bunun yanı sıra Türkiye’yi kaybetmemek için net olarak hayır da diyememektedir. Bu úekilde geliúen olaylar neticesinde AT kendi içerisinde derinleúmeye gidece÷ini, ancak ondan sonra AT’nin geniúlemesinin gündeme gelebilece÷ini belirtmiútir. (Çalıú, 2006)

1990 yılında AT’nin bu cevabının Türkiye-AT iliúkilerini fazla olumsuz etkilememesi için Komisyon’a bir iúbirli÷i paketi hazırlama görevi verilmiútir. (Alkan, 2012)

Bu iúbirli÷i paketi Matutes Paketi olarak adlandırılmaktadır ve dört hedefi vardır. Bunlar;

1) AT ve Türkiye arasındaki Gümrük Birli÷i’ni 1995 sonuna kadar gerçekleútirebilmek

2) Mali øúbirli÷i’nin yeniden baúlatılması

3) Gümrük øúbirli÷ine do÷rudan ve dolaylı úekilde ba÷lı alanların bütününde iúbirli÷inin yo÷unlaútırılması

4) Siyasi iúbirli÷inin geliútirilmesidir. (T.C.Baúbakanlık Dıú Ticaret Müsteúarlı÷ı, 1999:352-353)

2.1.2.2. Türkiye-Orta Dou ølikileri

1987 Haziran’ında Turgut Özal, ùam’ı ziyaretten döndü÷ünde Suriye ile Kargamıú’taki sınırdan Suriye’ye, Fırat’tan en az 500 metreküp su akıúını garanti eden bir protokol imzalandı÷ını bildirmiútir. Bu protokol de bölge ülkeleri ile su gerginli÷ini azaltmayacaktır. Türkiye’nin 13 Ocak ile 12 ùubat 1990 arasında, Atatürk Barajı gölünü doldurmak amacıyla Fırat’ın sularını tutmaya baúlaması, úimdiye kadarki en ciddi bunalıma neden olmuútur. (Gönlübol ve Bingün, 1996:677)

5-7 Mayıs 1990 tarihlerinde Baúbakan Yıldırım Akbulut’un Ba÷dat ziyaretinde ilk konu olarak su sorunu Irak Devlet Baúkanı Saddam Hüseyin tarafından gündeme getirilmiútir. Irak’ın istemiú oldu÷u 700 m³/sn su talebi, Akbulut tarafından reddedilince 1984 yılında Irak ile imzalanan Güvenlik Protokolünün, su sorununun çözülmeden yenilenmeyece÷ini Irak Devlet Baúkanı Yardımcısı Taha Yasin Ramazan açıkça belirtmiútir. Bölgede artan Irak’ın askeri gücü Türkiye’yi endiúelendirmektedir. Ancak, bu dönemde Irak’ın Kuveyt’i ilhaka kalkıúmasıyla baúlayan Körfez Savaúı cereyan etmiútir. Böylece Türkiye’nin endiúelendi÷i su konusu Irak’ın gündeminden bir süreli÷ine çıkmıú bulunmaktadır. (Pamukçu, 2004)

2 A÷ustos 1990 tarihinde Irak’ın Kuveyt’i iúgali ile baúlayan ve ABD öncülü÷ündeki Körfez Koalisyonu kuvvetlerinin, 28 ùubat 1991 tarihinde Kuveyt’ten çıkarması ile son bulan Körfez Savaúı bu hükümet döneminde gerçekleúmiútir. So÷uk Savaúın bitmesi ile birlikte bu Yeni Dünya Düzeni’nde Türkiye’nin stratejik öneminin azaldı÷ı tartıúmaları yapılırken Körfez Savaúı, ABD nezdinde Türkiye’nin stratejik açıdan halen bir önem arz etti÷ini görmesine neden olmuútur. (Abramowitz, 2001)

Türkiye’nin øran-Irak Savaúı süresince Irak ve øran’a karúı hassas bir dıú politika izlemesi gerçekçi bir tarafsızlık politikası olarak de÷erlendirilmektedir. Irak’ın Kuveyt’i iúgali ile Türkiye’nin bu krize tavrı, 1980’de baúlayan øran-Irak Savaúı’na göre farklı bir tutumda olmuútur. Türkiye, hızlı hareket ederek Irak’ın karúısında yer almıú, iliúkilerini kesmiú, ambargo uygulamıú, koalisyon güçlerine dolaylı askeri katkıda bulunmuútur. Özetle, Türkiye 1970’lerden beri sürdürdü÷ü tarafsızlık politikasını bu geliúmeler çerçevesinde hızla de÷iútirmiútir. (Gözen, 2004)

Irak’ın Kuveyt’i iúgal etmesine baúta ABD olmak üzere, Batılı ülkeler ve bölge ülkeleri tepki vermiúlerdir. “ABD’nin öncülük etti÷i ve Körfez Koalisyonu olarak adlandırılan devletler koalisyonu, Irak’ın Kuveyt’ten çıkartılması ve bu arada cezalandırılması için çok yönlü bir “kıskaç operasyonu” eyleme koymuútur”. (Gözen, 2004: 276) Irak’ın Kuveyt topraklarından çıkarılması için uygulanan kıskaç operasyonunun hedefi Irak’ın ekonomik, diplomatik, siyasi, hukuki, psikolojik ve askeri araçlar kullanılarak köúeye sıkıútırılmasıdır. Irak’ın Kuveyt’i iúgal etmesinden hemen sonra operasyonun baúarılı olabilmesi için kritik noktadaki ülkeler Körfez Koalisyonu’na dahil edilmeye çalıúılmıútır. Bunun için bölgedeki ve dünyadaki tüm ülkelere istekleri dahilinde veya zorla bir takım metotları uygulayarak Irak karúıtı ortak bir pozisyon oluúturulmuútur. Uluslararası hukukun iúletilmesi aúamasında BM Müúterek Güvenlik sistemi devreye sokulmuútur. Geniú çaplı ve etkili bir ambargo Irak’a karúı uygulanmıútır. Koalisyonun askeri kanadında oldukça fazla sayıda silah ve askeri güç Irak’ın Kuveyt’ten çıkarılması için Irak’ın çevresine yerleútirilmiútir. Tüm bu geliúmeler uluslararası sistemin yapısını bir anda çift kutupluluktan tek kutuplulu÷a do÷ru kaydırmıútır. (Gözen, 2004)

2.1.2.3. Türkiye-ABD ølikileri

So÷uk Savaú sonrası, Yeni Dünya Düzeni’nde Körfez Savaúı ile birlikte uluslararası platformda ABD tek lider olarak boy göstermektedir. So÷uk Savaú sonrasında ekonomik çıkarları açısından ABD Körfez Savaúı’nı de÷erlendirmeyi baúarmıútır. Böylece silah üretimi ve satıúını azaltmak durumunda kalmamıútır. Sovyetler Birli÷i’nin da÷ılmasıyla ve iki kutuplulu÷un bu úekilde sona ermesi ile ABD’nin dünyanın tek ve süper gücü oldu÷unu gösterebilmesi ve liderli÷ini kanıtlayabilmesi için bu savaú iyi bir fırsat olmuútur. Körfez Savaúı ile birlikte ABD Orta Do÷u bölgesine yönelik hakimiyetini göstermiútir. (Alkan, 2012)

Türk dıú politikasının öteden beri süregelen karar almadaki iúleyiú tarzı, Körfez Savaúı úartları içerisinde kendisi ile çeliúen bir görüntü sergilemiútir. Dönemin Cumhurbaúkanı Turgut Özal, geleneksel kurumları ve yetkilileri kenarda bırakarak, kendisi dikkat çekici úekilde ön plana çıkmıútır. Özal bu dönemde dıúiúleri konularında sanki hem bir Baúbakan hem de Dıúiúleri Bakanı gibi hareket etmiútir. Bu hareketleri ile karar alma mekanizmasındaki kurum ve kiúileri devreden çıkarmıú, onların görevlerini gasp etmiú, kendisini karar alıcıların yerine koymuú ve kararların bu yetkili kurum ve kiúilerden

çıkmasına müsaade etmemiútir. Özal, dıúiúleri bürokratlarının görüúlerini gereksiz, iúe yaramaz ve etkin olmayan dıú politik görüúler olarak algılamakta ve bilgilerini almaya bile gerek duymamaktadır. (Gözen, 2004)

Dıúiúleri Bakanlı÷ı bürokratları Körfez Savaúı’nın baúlamasından itibaren görüúlerinde Türkiye’nin ihtiyatlı hareket etmesi gerekti÷ini savunmuúlardır ve Özal’ı bu konuda uyarmıúlardır. Özal ise ihtiyatlı olunmalı tavsiyelerine kulak asmamıútır. Özal, tedbirli olundu÷unda savaúın getirdi÷i fırsat ve avantajlardan yararlanılamayaca÷ını düúünmektedir. Bu nedenle hızlı ve etkili hareket ederek bu úekilde savaúın getirdi÷i avantajlardan yararlanabilmeyi planlamıútır. (Gözen, 2004)

1982 Anayasası ile dıú politikada görev da÷ılımı çok belirsiz bırakılmıútır. Dıú politikanın yürütülmesinden birinci derecede sorumlu olan Hükümet ve Dıúiúleri Bakanlı÷ı’dır. Bunun yanında Cumhurbaúkanı da yürütme erkinin bir kolu olarak dıú iliúkilerde söz sahibi olabilmektedir. Bu ayrım o süreçte yetkili olan kiúilerin karizmasına, kiúisel becerilerine ve siyasi a÷ırlı÷ına göre de÷iúebilmektedir. Böyle de olmuútur; Özal geleneklerin aksine Baúbakan ve Dıúiúleri Bakanı’na göre daha aktif bir tutumla, bir Cumhurbaúkanı’ndan daha çok Dıúiúleri Bakanı gibi hareket etmiútir. Özal’ın Cumhurbaúkanıyken de parti ve hükümette etkinli÷ini sürdürmesinin nedeni kendi kurdu÷u partinin iktidarda olmasıdır. Böylece yürütme erkinin iki kısmını da kontrol altında tutmuútur. Özal’ın düúüncelerine göre;

“Türkiye aktif bir dıú politika izleyerek hala stratejik açıdan önemli bir ülke oldu÷unu gösterecek, ABD’den ticari ve ekonomik avantajlar sa÷layacak, AB’ye giriúi kolaylaúacak, Körfez ülkelerinden savaú sonrasında ekonomik kazançlar sa÷layabilecek ve savaú sonrasında Orta Do÷u’daki yeni yapılanmada önemli bir aktör konumuna gelecektir. Özal “bir koyup üç almak” úeklinde formüle etti÷i bu yaklaúımı iç politikada da malzeme olarak kullanmıútır”. (Oran, 2001:254)

Özetlemek gerekirse bu süreçte Özal’ın kendisine yakın olan Yıldırım Akbulut’u Baúbakanlı÷a getirerek kendisinin istedi÷i gibi yönlendirece÷i bir baúbakanlık istemiútir. Baúbakanın pasif olması, dıú politika konusunda tecrübesiz bir dıúiúleri bakanının bulunması, Özal’ın Baúbakanlı÷ı döneminde seçilmiú olan milletvekillerinin bu dönemde de ço÷unlukta olması ve bu milletvekillerinin Özal’ın politikalarına karúı çıkmamaları, Özal’ın dıú politika yapımına aktif olarak katılmasına neden olmuútur. (Gözen,1996) Bu dönemde Türkiye dıú politika alanında daha atak, giriúken, risk

almaya yatkın bir davranıú içerisinde olmaya çalıúacaktır. Ancak Özal’ın fevri dıú politika hamleleri ile dıú politikada ba÷ımsızlık ilkesi oldukça zarar görmüútür.

Özal, Sovyet tehdidinin ortadan kalkması sonrasında Türkiye’nin Batı ittifakı açısından rolünün ve öneminin fazla kalmadı÷ı iddialarından endiúe etmektedir. (Özal, 1989:3-9) So÷uk Savaúın bitmesiyle birlikte belirsizliklerin yaúandı÷ı bir ortamda meydana gelen Körfez Savaúı tekrardan Türkiye’nin Batı’da ve Ortado÷u’da hala etkinli÷inin devam etti÷ini gösterecek önemli bir fırsat olmuútur.

Krizin ilk günlerinden beri çok sayıda yabancı devlet adamıyla yaptı÷ı telefon diplomasisinden çıkarımlarıyla Özal, “dünyada hiçbir farklı görüú yok” (Güneú, 5 A÷ustos 1990: Gözen 2004) demektedir. “BM Güvenlik Konseyi kararlarının oy birli÷i ile alındı÷ını ve tarihte ilk defa tüm dünyanın saldırgan bir devlete karúı birleúti÷ini ...” (TBMM Tutanak Dergisi, 1990:12) dikkate almak gerekir demiútir. Bu cümleler Özal’ın iç politikada yapılan eleútirileri gö÷üslemek adına söyledi÷i cümlelerdir.

Irak’a karúı uluslararası tepkinin tüm dünyanın tepkisi oldu÷unu anlayan Özal, Iraklı liderleri tüm dünyayı birleútiren bu koalisyona karúı gelmemeleri konusunda uyarmıútır. Türkiye’nin de tüm dünyaya karúı gelerek Irak’ın yanında bulunması imkansızdır. Özal’ı Körfez Savaúında Irak’a karúı oluúan Körfez Koalisyonuna dahil olmaya BM Güvenlik Konseyi kararları ikna etmiútir. Özal, Türkiye’nin geleneksel politikası olan tarafsızlık politikasını hiçbir zaman gündeme getirmemiútir. Kendisinin düúünce tarzında Irak yanlıları ve Irak karúıtları úeklinde bir düúüncesi vardır. (Gözen 2004) Özal, “Türkiye’ye maliyetinin çok fazla olaca÷ının bilincinde olmasına ra÷men, Irak’a ambargo uygulamaktan baúka bir alternatifin kalmadı÷ını” CNN’den Reit Collins’e verdi÷i mülakatta anlatmıútır.

BM’nin 6 A÷ustos’taki ambargo kararını Türkiye, ABD Baúkanı Bush’un Özal’ı telefonla aramasının ardından, Irak’tan gelen Kerkük-Yumurtalık boru hattını 8 A÷ustos’ta kapatmıútır. Böylece Irak’la tüm ticari iliúkiler kesilmiútir. Özal’ın Cumhurbaúkanı sıfatıyla aldı÷ı bu karardan zamanın Baúbakanı Yıldırım Akbulut ve Bakanlar Kurulunun daha sonra haberi olmuútur. (Oran 2001) “ABD’nin yanına

kapatan ülke olmaktan çekindi÷i bir sırada bu karar Washington için önem taúımaktadır”. (Oran, 2001:255)

ABD, Ankara’dan üç konuda yardım istemiútir;

1) Türkiye’deki üslerin Irak’a yönelik hava harekatları sırasında kullandırılması,

2) Saddam’ın Kuveyt cephesindeki asker sayısını azaltması için Türkiye’nin Irak sınırına asker kaydırması,

3) Suudi Arabistan’da toplanan müttefik kuvvetlerine Türkiye’nin de birlik göndermesidir. (Abramowitz, 2000:5)

Türkiye bunlardan ilk ikisine olumlu cevap verirken, üçüncüsüne Özal’ın ısrarına ra÷men TSK’nın karúı çıkması sonucu uymamıútır. (Oran,2001:255)

Özal’ın bu ısrarına karúı çıkan TSK’nın baúı Genel Kurmay Baúkanı Orgeneral Necip Torumtay görevinden istifa etmiútir. Bu durum, Özalcı yaklaúım ile klasik dıú politika anlayıúı arasındaki çekiúmeyi açıkça ortaya koymuútur. Körfez Savaúı, Türk karar mekanizmalarında, asker- sivil iliúkilerindeki bir de÷iúmeyi de yansıtmıútır. Ço÷u güney Avrupa ülkelerinin tersine Türkiye’de siviller asker deste÷i verilmesi gerekti÷ini, askerler ise daha temkinli olunması gerekti÷ini savunmuúlardır. (Larrabe ve Lesser, 2004) “Ancak bu kez geri çekilen sivil kanat de÷il, askeri kanat olmuútur”. (Laçiner, 2004)

Bu istifanın ardından sivil otoriteler de Özal’ın çalıúma sisteminden kaynaklanan ciddi görüú ayrılıkları oldu÷unu vurgulamıúlardır. 11 Ekim 1990 tarihinde Dıúiúleri Bakanı Ali Bozer ve 19 Ekim 1990 tarihinde ise Milli Savunma Bakanı Sefa Giray da istifa etmiútir. Bu istifalar neticesinde Türkiye’nin savaúa girmesi engellenmiútir. (Özcan, 2004)

Bu durumda Genel Kurmay Baúkanı Torumtay'ın istifası, sivil rejim açısından önemli bir olumlu geliúmedir. Türkiye açısından ise Özal’ın bu tavrı beklenilmeyen bir geliúmedir. Çünkü úimdiye de÷in Menderes ve Demirel Ordu tarafından gelen muhalefet karúısında geri adım atmıúlardır. Ancak Özal, bu beklenilenin dıúında oldukça özgüvenli davranmıútır. (Laçiner, 2004)

“20 Ocak 1991’de alınan bir kararla Çevik Kuvvet Türkiye’de konuúlandırılmıútır. Üslerin kullanıma açılması ve savaúta Meclis onayı alınmadan Irak’a karúı kullandırılmaları, kamuoyunda büyük endiúe yaratmıútır”. (Oran, 2001:258) Türkiye üslerini kullandırması ve sınıra asker yı÷ması nedeniyle ekonomik olarak zarara u÷ramıútır. Bütçede kamu açıkları artmıú ve dıú ülkelerden mali destek gelmemiútir. Körfez savaúı ile Irakta baúlayan ‘çözülme süreci’Türkiye’de de Kürt ayrılıkçılı÷ını hızlandırmıútır. PKK önceden açıkladı÷ı ordu kurma amacına ulaúamamıú ancak Nisan 1991’den sonra Irak’ta yaratılan Kürt güvenli bölgesini Türkiye’deki eylemleri için geri bölge olarak kullanmıúlardır. (Özcan, 2012 :796)

Körfez Savaúı’nda iki kaybedenin oldu÷u belirgindir. Irak’a uygulanan kısıtlama rejimi yüzünden Türkiye’nin Irak’la yapılacak ticaretten ve boru hattı gelirinden kaybı çok fazla olmuútur. Ayrıca Körfez Savaúı sırasında uyguladı÷ı politikalar Türkiye’nin AB ve ABD ile iliúkilerinde Özal’ın öngördü÷ü faydaları da sa÷lamamıútır. ønsan hakları ve Kıbrıs gibi hassas konular Batı ile iliúkilerde kısıtlayıcı olmaya devam etmektedir. Kuzey Irak’ta ve Türkiye’nin Güneydo÷u Anadolu bölgesinde uzayıp giden çatıúmalar ekonomik geliúmeye darbe vurmuú, hatta Bakü-Ceyhan boru hattı görüúmelerine bile etki etmiútir. (Larrabe ve Lesser, 2004)

2.1.2.4. Türkiye-Sovyetler Birlii ølikileri

Akbulut’un TBMM’de sundu÷u hükümet programında Sovyetler Birli÷i ve Do÷u Avrupa ülkeleri ile, egemenlik, ba÷ımsızlık, hak eúitli÷i, toprak bütünlü÷üne saygı ve içiúlerine karıúmama ilkeleri çerçevesinde iliúkilerin geliútirilmesi; özellikle ekonomik ve ticari alanda mevcut geniú iúbirli÷i potansiyelinin azami ölçüde de÷erlendirilmesi amaçlanmıútır. (TBMM Kütüphanesi, 17.09.2011)

1989-1990 yıllarında uzun çabalar sonucu Karadeniz’de bir FIR hattı belirlenmiútir. Bunun yanı sıra Moskova, Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaúması (AKKA) sürecinde Ankara’nın isteklerini destekler bir tutum sergilemiútir. Yine bu dönemlerde Sovyetler Birli÷i ile 6 Temmuz 1989’da Sınır ve Kıyı Ticareti Anlaúması Akbulut hükümeti tarafından imzalanmıútır. Bu antlaúma ile iki ülke arasında turistik gezi ve bavul ticareti olarak bilinen kayıt dıúı ekonomiyi destekleyen nitelikteki alıú-veriú

gezileri baúlamıú ve bu iki ülke arasında yeni bir kültürel yakınlık oluúmuútur. (Sönmezo÷lu, 2006)

Türkiye ile SSCB arasında 1990’ların baúlarında oluúturulan Karadeniz Ekonomik øúbirli÷i (KEø) ile iki ülke arasında iliúkiler çok boyutlu bir hal almıútır. (øúyar, 2012)