• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: AKP DÖNEMø TÜRK DIù POLøTøKASI

3.1.1. AKP’nin Dı Politika Felsefesi

AKP’nin 14 A÷ustos 2001’de kurulması ve çok yeni bir parti olarak 2002 seçimlerinde tek baúına hükümet kurması, Türk siyaset tarihi açısından benzerine zor rastlanacak bir örnektir. 3 Kasım 2002 ve 22 Temmuz 2007 seçimlerini yüksek oy oranları ile kazanarak tek baúına iktidar olan AKP’nin Türk dıú politikasında da farklılık yaratması söz konusu olmuútur. (Koçer, 2012) Bu farklılık 12 Haziran 2011 tarihindeki seçimle de günümüze kadar devam etmektedir.

AKP’nin Necmettin Erbakan’ın siyasi çizgisinden geldi÷i bilinmektedir. Bu yüzden özellikle 2002 seçimlerinden sonra iktidarın ilk dönemlerinde kimli÷i konusunda tartıúmalar oluúmuú, bunun yanında da izlenecek iç politika kadar dıú politikanın da seyri merak edilmiútir. AKP’nin kimli÷i konusunda direkt kendisi muhafazakar demokrat olarak tanımlama yapmıútır. Bu tanımlama ile birlikte bu tartıúmalar büyük oranda son bulmuútur. AKP, de÷iúen bölgesel ve küresel gerçekler karúısında, Türkiye’nin dıú politika önceliklerini yeniden tanımlaması ve bu gerçekler ile ulusal çıkarları arasında yeni bir denge oluúturması gerekti÷i inancındadır. (http://www.akparti.org.tr/gnsayfa/program.asp?dizin=50&hangisi=2 eriúim tarihi 18.11.2011)

2002 seçimleri ile tek baúına iktidar olan AKP ile eskiye oranla siyasal ve ekonomik istikrar sa÷lanmıútır. Bu úekilde Türkiye’nin dıú politikasının da rahatladı÷ı ve elinin güçlendi÷i bir gerçektir. Bunun en büyük göstergesi AB ile iliúkilerde görülmüú ve müzakerelerin baúlaması somut örnek olmuútur.

2002 sonrasında, Türkiye, ABD ekseninden AB eksenine kaymıútır. Bu ise, ciddi bir de÷iúim olarak algılanmaktadır.

AKP’nin dıú politika anlayıúı klasik Türk dıú politika anlayıúından biraz farklıdır. Dönemin Baúbakanlık Dıúiúleri Baú Danıúmanı Ahmet Davuto÷lu, AKP’nin bu farklı dıú politika görüúünde beú temel ö÷enin var oldu÷unu vurgulamaktadır ve úöyle açıklamaktadır:

“Bunlardan ilki özgürlük ile güvenlik arasında kurulacak ba÷lantıdır. 11 Eylül sonrasında baúta ABD olmak üzere, küresel aktörler, sivil toplum kuruluúları ve akademi camiası güvenlik a÷ırlıklı bir söyleme yönelmiútir; ancak bunun bir tek istisnası Türkiye'de yaúanmıútır. Bu dönemde, güvenli÷ini riske etmeden, sürekli demokratikleúme paketleriyle özgürlük alanını geniúleten tek ülke Türkiye'dir. Biz bunu gerçekleútirebildi÷imiz ve iç siyasal meúruiyeti dengeli bir özgürlük ve felsefî bir güvenlik anlayıúı ile irtibatlandırabildi÷imiz oranda Türkiye di÷er ülkelere de model olacaktır. Türkiye bu anlamda hem co÷rafî, hem de tarihî açıdan bölgesinin merkez ülkesidir.

økinci temel esas ise komúu ülkelerle sıfır problem iliúkisidir. Komúu ülkelerin tümüyle gelinecek sıfır problem noktası, aynı zamanda birinci esas ile de bütüncül bir noktaya ulaúmayı sa÷layacaktır. Bu esas 'Türkiye'nin etrafı sürekli düúmanlarla çevrilidir" psikolojisinden ve buna ba÷lı geliúen defansif refleksten kurtulup, bütün komúuları ile iliúkilerini iyi düzeye getiren bir ülke olma üzerine kuruludur.

Üçüncü esas Türkiye'nin bu merkez karakteri dolayısıyla dıú politikasının çok

boyutlu ve çok kulvarlı bir yapı kazanmasıdır. Bugün uluslararası iliúkilerin

seyretti÷i dinamik úartlarda, Türkiye'nin statik ve tek parametreli bir politika yürütmesi mümkün de÷ildir. Irak'ta su yüzüne çıkan, hem Atlantik øttifakı içindeki bölgesel, hem de Transatlantik'le Avrasya arasındaki küresel parçalanma ve Asya-Avrupa, øslam-Batı, Güney-Kuzey kutuplaúmaları içinde Türkiye, kendisi problem kayna÷ı olmayan, aksine problem çözücü, küresel ve bölgesel barıúa katkı sa÷lama yönünde inisiyatif kullanan ve çekim alanı oluúturan bir ülke olmalıdır. Türkiye de÷iúik kulvarlarda çok boyutlu bir politika izlemek durumundadır.

Dıú politikamızdaki dördüncü temel esas, yeni bir diplomatik üslup geliútirmektir. Türkiye'nin uluslararası sistemdeki rolü tanımlanırken genellikle kullanılan kavram 'bir köprü olma’rolü idi. Hâlbuki köprünün tek iúlevi, iki entite arasında irtibat kurmak ve bir tarafı di÷er tarafa taúımaktan ibarettir; kendi ba÷ımsız varlı÷ı olan bir aktör olarak algılanmaz. Bu tanımlamanın benimsenmesi, Do÷u ile iliúkilerimizde Batı'nın de÷erlerini empoze etmeye çalıúan bir Batılı, Batı ile iliúkilerimizde ise Do÷u'nun olumsuz görülen unsurlarını taúıyan bir Do÷ulu olarak algılanmamıza yol açtı. Türkiye yeni dönemde 'köprü’de÷il, 'merkez’ülke olarak tanımlanmalıdır.

Beúinci esas; statik diplomasi anlayıúından dinamik úartlara intibak etmemizi sa÷layacak ritmik diplomasiye geçiútir.” (Davuto÷lu, 2004)

AKP’nin 2002’deki seçimlerle tek baúına hükümet olmasından sonra dıú politikanın oluúturulmasına geniú bir çevrenin katıldı÷ı söylenmektedir.

ønat ve Duran’ın görüúlerinde;

“Dıú politikanın belirlenmesinde etkili olan bu çevre iki ana eksenden oluúmaktadır. Birinci eksen, Ömer Çelik, Cüneyt Zapsu, ùaban Diúli ve Egemen Ba÷ıú gibi isimlerin yer aldı÷ı ve ABD ile iliúkilere daha fazla önem veren kesimdir. økinci eksen ise Abdullah Gül, Ahmet Davuto÷lu ve Murat Mercan gibi isimlerin yer aldı÷ı ve çok boyutlulu÷a, komúularla iliúkide bazen ABD’ye karúın bir iúbirli÷i geliútirme iste÷inde olan kesimdir. Recep Tayyip Erdo÷an ise, AB’yi

temel alan perspektif ile bu iki ekseni de dıú politikanın getirdi÷i konjonktür açısından tamamlayan ve yönlendiren lider konumundadır.” (ønat ve Duran, 2006:40-41)

2007 seçimlerinden sonra ise dıú politika konusunda dönemin Baúbakanlık Dıúiúleri Baú Danıúmanı Ahmet Davuto÷lu’nun öne çıktı÷ı görülmektedir. Klasik Türk Dıú Politikasında görülmemiú bir úekilde Davuto÷lu’nun, temsilci, arabulucu gibi sıfatlarla bazı ülkelere görevli olarak gönderilmesi benzerine az rastlanan örneklerdir. Zaten kendisi de 1 Mayıs 2009 tarihinde Dıúiúleri Bakanlı÷ı görevine getirilecektir. (Koçer, 2012)

1996’da Necmettin Erbakan’ın Baúbakanlı÷ı döneminde de görüldü÷ü üzere geçmiúten günümüze MNP-MSP-RP-FP, Türk dıú politikasının klasik çizgisine en fazla karúı olan kesimdir. Yıllarca bu kesim AB karúıtı bir tutum sergilemiúlerdir. Ancak bu gelenekten gelen AKP beklentilerin aksine çok büyük bir úaúkınlık yaratmıútır. AKP, muhafazakar demokrat bir parti oldu÷unu kendisi açıkladı÷ı halde dıú politikada muhafazakar davranmayarak özellikle AB üyeli÷i yönünde bir tutum sergilemiútir. Daha da önemlisi bundan önce hiçbir siyasi parti bu derece AB taraftarı olmamıú veya kendisini bu úekilde tanıtmamıútır. AKP Hükümetleri çıkardıkları birçok yasalar ile Cumhuriyet tarihinin en AB’ci hükümetleri olarak anılabilecek bir çalıúma sergilemiúleridir.

Sadece AB konusunda de÷il tüm dıú politika konularında da AKP’nin sergiledi÷i tutum koalisyon dönemlerine göre oldukça farklıdır. AKP’nin Kıbrıs, Orta Do÷u, Ege gibi konularda da Türk dıú politikasının klasik anlayıúının dıúında bir yaklaúımı vardır. Bu durum dıú politika alanında Kıbrıs konusu baúta olmak üzere geleneksel devlet politikası ile hükümet politikası arasında ikilem meydana getirmiútir. (Koçer, 2012) Tüm farklılı÷ına ra÷men AKP’nin dıú politika felsefesinin kurulan hükümetler içerisinde tamamıyla de÷iúen bir dıú politika yapısına sahip oldu÷u da söylenememektedir. Zaman zaman AKP’nin dıú politika konusunda beyan ettikleri ile uygulamak zorunda kaldı÷ı politikaları farklılıklar göstermiútir. Bunun nedeni sadece AKP’nin iddialı beyanları de÷ildir. Bunda içsel faktörler kadar dıúsal faktörlerin de etkisi vardır. AB, Irak, Kıbrıs ve Ermenistan gibi konularda dıú unsurların etkili oldukları aúikardır.

AKP iktidarı döneminde, Türk dıú politikasında liberal bazı araçlar kullanılmıútır. “Sıfır toplamlı çatıúmacı model yerine sıfır toplamlı olmayan uzlaúmacı model daha fazla tercih edilmiútir. Ancak, kazan-kazan olarak da ifade edilen bu yaklaúım, ço÷u zaman muhalefet tarafından ödün verme olarak eleútirilmiútir”. (Koçer, 2012:926)

AKP hükümetinin eski RP ba÷lantısı ve aynı ideolojik e÷ilimler üzerinde olmaları dıú politikadaki yaklaúımları açısından çeúitli spekülasyonlara yol açmıútır. Özellikle Cumhurbaúkanı Ahmet Necdet Sezer’in görevinin bitiúinin ardından Abdullah Gül’ün 28 A÷ustos 2007 tarihinde Cumhurbaúkanı seçilmesi, dıú politika yapımının tamamıyla aynı siyasal e÷ilimin tekeline girmesi nedeniyle gerek yurt içinde gerekse di÷er ülkeler açısından Türk dıú politikasında bir ‘eksen kayması’ úüphesi olarak de÷erlendirilmiútir. Eksen kayması, Türkiye’nin sırtını geleneksel müttefiklerinden oluúan Batı dünyasına dönerek “Do÷u” ya, AKP’nin do÷al müttefikleri olarak görülen “øslam dünyası” na yönelmesidir. økinci Körfez Savaúı öncesinde yaúanan “tezkere krizi” ile ABD ile yol ayrımına gelinmesi, Orta Do÷u’da diplomatik aktivitenin hiç olmadı÷ı ölçüde artması ve nihayet øsrail ile yaúanan kriz, Türk dıú politikasında ilkesel de÷iúimler meydana geldi÷i biçiminde yorumlanmaya baúlanmıútır. Son dönemde dıú politika karar vericilerinin bu yönde bir irade gösterip göstermedikleri aúa÷ıda incelenecektir. (Koçer, 2012)

Yeni yönetimin dıú politika konusundaki en önemli tavrı “komúularla sıfır sorun” stratejisini takip etmesidir. Ne var ki bu yaklaúımın net ve çarpıcı bir sonuç verdi÷ini söylemek oldukça zordur. Zira birçok komúu ülke ile süregelen sorunlar çözümlenememiú sadece üstleri örtülmüútür. Örneklersek Yunanistan’la Ege’deki sorunlar devam etmektedir. Aynı úekilde Irak’la ve Ermenistan’la iliúkiler istenilen düzeyde de÷ildir. Tabi bu noktada Türkiye’nin oldu÷u kadar muhatap ülkelerin de çözüm getiren bir yaklaúım içinde bulunup bulunmadıklarına da bakılması gerekir. Bu noktada Ermenistan’ın uzlaúmaz tavrı da dikkat çekicidir. (Tezcan, 2012)

3.2.1. 58. Cumhuriyet Hükümeti-Gül Hükümeti (18.11.2002 – 14.03.2003)

3 Kasım 2002’de yapılan genel seçimlerde AKP oyların %34.28’ini, CHP oyların %19.39’unu, DYP ise oyların %9.54’ünü almıútır. AKP’nin, 11 yıllık ve 9 hükümetlik sürecin ardından tek parti olarak iktidar olması ve bu hükümeti kuran siyasetçilerin büyük ölçüde laiklik aleyhtarlı÷ı gerekçesiyle kapatılan Refah Partisi kadrolarından

oluúması iki en büyük ve önemli özelli÷idir. AKP, Tayyip Erdo÷an baúkanlı÷ında sürpriz bir atakla beklenenin üstünde oy alarak tek baúına iktidar olmuútur. Bu durum Türk Dıú Politikası açısından da yeni bir dönemin baúlangıcı olmuútur.

Ancak gelinen bu durum, 1983’de ANAP’ın oldu÷u gibi AKP’nin de dıú politika konusunda pek hazırlıklı olmadı÷ı görüntüsü vermektedir. Örne÷in Tayyip Erdo÷an’ın yasaklı olması nedeniyle Abdullah Gül’ün Baúbakanlı÷ı üstlenmesiyle birlikte dönemin Dıúiúleri Bakanlı÷ı’na getirilen Yaúar Yakıú, dıúiúleri kökenli olmasına ra÷men bazı tecrübesizlik belirtileri göstermiútir. Bu sebepten dolayı Recep Tayyip Erdo÷an’ın yasa÷ının kalkması sonucu kurdu÷u hükümette kendisine Dıúiúleri Bakanlı÷ı verilmeyecek, yerine Abdullah Gül atanacaktır. (Tezcan, 2012)

Ancak AKP’nin problem çözücü bir yaklaúım içinde olması dıú politikada da bir takım açılımlar sa÷lamıútır. Tayyip Erdo÷an Hükümeti’nin ilk testi 2002 Kophenhag Zirvesi öncesi yaúanmıútır. O dönemde siyasi yasaklı olan, bu nedenle resmi bir sıfatı olmayan Recep Tayyip Erdo÷an, yo÷un bir çalıúma temposuyla zirve öncesi tüm Avrupa baúkentlerini ziyaret ederek nabız yoklamıú ve temaslarda bulunmuútur. (Tezcan, 2012)

3.2.1.1. Türkiye-AB ølikileri

Hükümet programında Baúbakan Abdullah Gül AB ile ilgili olarak úu görüúlere yer vermiútir:

“Avrupa Birli÷i’ne tam üyelik, ekonomik ve demokratik geliúimin sa÷lanması bakımından öncelikli hedefimizdir. Öte yandan AB’nin sundu÷u ekonomik ve demokratik standartlar, yasal ve kurumsal düzenlemeler, tam üyelik úartına ba÷lı olmaksızın desteklenecektir.

Türkiye’nin Avrupa Birli÷ine tam üyeli÷i Hükümetimizin hedeflerinin baúında gelmektedir. Bu amaçla, Türkiye’nin adaylı÷ının geniúleme sürecinde geri çevrilmez bir niteli÷e sahip oldu÷unun tescil edilmesini teminen, katılım müzakerelerinin baúlatılmasına çalıúılacaktır. Hükümetimiz, Kopenhag kriterlerini tam olarak yerine getirme konusunda kararlıdır. Türkiye’nin Avrupa Birli÷i ailesi içerisinde hak etti÷i yeri en kısa zamanda almasının iki tarafa getirece÷i kazanımların yanı sıra Avrupa kıtasının ötesinde barıú, istikrar ve güvenlik yönlerinden olumlu sonuçlar do÷uraca÷ı kuúkusuzdur.

Tarihi, co÷rafi ve ekonomik ba÷larımızdan kaynaklanan di÷er bölgesel entegrasyonlar ve komúu ülkelerimizle ekonomik iúbirli÷i çabaları da AB’nin tamamlayıcısı olacak bir anlayıú içinde sürdürülecektir.” (TBMM Kütüphanesi, 15.12.2011)

3 Kasım 2002’de erken seçimler sonrası iktidar de÷iúikli÷i gerçekleútirmiútir. øslamcı felsefe ile tanınan ve Batı dünyası ve AB’ye çok ılımlı bakmayan Erbakan’ın yetiútirdi÷i kadrolar AKP çatısında göreve gelmiútir. Fakat umulanın tam tersine AKP iktidarı büyük bir hız ve kararlılıkla AB’ye girmek için Kopenhag siyasi ve ekonomik kriterlerini yerine getirmeye baúlamıútır.

Aralık 2002 Kopenhag Zirvesi'nde AB bütünleúme tarihinde en kapsamlı geniúleme kararı alınmıútır. Zirve'de, 13 aday ülkeden Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Slovenya, Estonya, Letonya, Litvanya, Malta ve Güney Kıbrıs'ın 1 Mayıs 2004'ten itibaren AB’ye üye olmaları kararlaútırılırken, Bulgaristan ile Romanya’ya da 2007 yılında üyeliklerini hedefleyen bir yol haritası verilmiútir. Türkiye’ye iliúkin olarak, yapılan reformlar ve yeni hükümetin bu yöndeki kararlılı÷ı övülmüú ve 2004 yılı Aralık ayındaki Zirve toplantısında, Avrupa Komisyonu'nun hazırlayaca÷ı 2004 Yılı ølerleme Raporu ve tavsiyesi do÷rultusunda, Kopenhag siyasi kriterlerinin karúılandı÷ının belirlenmesi halinde gecikmeksizin katılım müzakerelerine baúlanması kararlaútırılmıútır. (øKV, 30.11.2011)

AKP iktidarının ilk yılları boyunca belirli bir dönüúümden geçilmiú ve küreselleúen dünya úartlarına adapte olmak isteyen AKP kadrosu AB’ye önem vermiútir. 2002-2004 yılları arasında AB Reform Paketleri ile iç yapıda bazı çevreler tarafından eleútirilen bazı çevreler tarafından ise hoúnutlukla karúılanan büyük bir dönüúüm gerçekleúmiútir; Davuto÷lu döneminde ise Orta Do÷u, AB’nin yerini almıútır.

3.2.1.2. Türkiye-Orta Dou ølikileri

Hükümet programında Orta Do÷u ile ilgili aúa÷ıdaki ifadelere yer verilmiútir: “Do÷u’da akan kan, tüm dünya kamuoyunu oldu÷u gibi, bu bölge ile yakın kültürel ve tarihi iliúkileri olan Türk halkını da üzmekte ve endiúeye sevk etmektedir. Hükümetimiz, din ve ırk ayırımı yapmaksızın, kime ait olursa olsun dökülen kanın ve göz yaúının acilen durdurulmasını sa÷layacak tek yolun, kalıcı bir barıútan geçti÷ine inanmaktadır. Türkiye, Filistin’de Birleúmiú Milletler kararları do÷rultusunda ve Filistin halkının süregelen acılarını dindirecek úekilde barıúın tesisine yönelik çabaları desteklemeye devam edecektir. Türkiye Filistin ve øsrail taraflarıyla iyi iliúkilerini sürdürerek barıúın tesisine yönelik çabalara katkıda bulunma imkanına sahip olacaktır.

Türkiye, yakın komúusu Irak’la ilgili belirsizlikten tedirginlik duymaktadır. Hükümetimiz Irak’ın toprak bütünlü÷üne ve siyasi birli÷inin korunmasına büyük önem atfetmektedir. Irak’ın toprak bütünlü÷ünün bozulması Orta-Do÷u’daki tüm

dengeleri de÷iútirecektir. Hükümetimiz, Irak yönetiminin Birleúmiú Milletler kararlarını tam olarak uygulaması, kitle imha silahlarından arınmıú, komúularıyla barıú içinde yaúayan bir Irak’ın uluslararası toplum içindeki yerini alması ve sorununun barıúçı yönden çözümünden yanadır.” (TBMM Kütüphanesi, 15.12.2011)

Abdullah Gül hükümeti döneminde Türkiye’nin Orta Do÷u politikası açısından en önemli meselesi ABD’nin Irak’ı iúgali ve sonrasında yaúanan geliúmeler olmuútur. 1 Mart 2003 tezkeresinin TBMM’de kabul edilmemesi yine bu dönemde Orta Do÷u politikası açısından önemli bir geliúmedir. Savaúın hemen öncesinde Türkiye’nin Irak ile ilgili beklentisinin oluúmasına sebebiyet vermiútir. Bu beklenti sadece Kuzey Irak’ta geliúebilecek yeni oluúumlar açısından de÷il, Irak’taki her türlü bölünmenin gerek Türkiye gerekse bölgeye verebilece÷i zararlar açısından bakıldı÷ında Irak’ın toprak bütünlü÷ünün korunması olmuútur. Böylece Türkiye Irak’ta istikrar için üniter bir yapının daha faydalı olaca÷ını düúünmüútür. (Çetinsaya, 2012)

Türkiye 2003 yılı Irak savaúı öncesinden itibaren Türkmenler konusunda hassas davranmıú, Türkmenlerin siyasal ve kültürel haklarının sa÷lanması için çaba sarf etmiútir. Türkiye’nin üzerinde yo÷unlaútı÷ı bir di÷er konu ise Kerkük hakkında olmuútur. Türkiye hem hassas oldu÷u Türkmenlerin varlı÷ından hem de Irak’ın bütünlü÷ü açısından Kerkük’ün ve petrol kaynaklarının tüm Irak’a ait olmasını istemiútir. Kerkük’ün Kürt bölgesine dahil edilmemesi ve özel statülü bir vilayet haline gelmesi için Türkiye yo÷un çaba sarf etmiútir. (Çetinsaya, 2012)

3.2.1.3. Türkiye-ABD ølikileri

Baúbakan Gül, programda ABD konusuna kısaca de÷inmiútir. “Amerika Birleúik Devletleri ile uzun yıllardan beri savunma a÷ırlıklı olan iúbirli÷ini devam ettirecek ve bu iúbirli÷i ekonomi, yatırım, bilim ve teknoloji alanlarına yaygınlaútırılacaktır” görüúlerine yer vermiútir. (TBMM Kütüphanesi, 15.12.2011)

Türkiye, bu dönemde Amerika ile de bir takım sorunlar yaúamıútır. Bunların en baúında 1 Mart Tezkeresi gelmektedir. ABD, askerlerini Irak savaúına katılmak isterken Türkiye toprakları üzerinden geçirmeyi istemektedir ancak AKP yönetiminde konu bir anda krize dönüúmüútür.

TBMM’nin tezkereye hayır demesi hem Avrupa’da hem de komúu ülkelerde büyük bir úaúkınlık yaratmıútır. TBMM’den hayır, çıkması Türkiye’de demokrasinin yerleúmiú oldu÷u yorumlarına neden olmuútur. (Tezcan, 2012)

Türkiye-ABD iliúkilerine 1 Mart tezkeresinin reddi büyük darbe vurmuútur. Konuya iliúkin ABD Savunma Bakanı Rumsfeld ve birçok ABD’li yetkili dönem dönem bu durumu ifade etmiúlerdir. Zaten daha sonra Kuzey Irak’ta yaúanan Türk askerlerine “çuval geçirme olayı” bu durumu do÷rulamaktadır. Yine Barzani ve Talabani gibi Kürt yetkililerin son dönemdeki vurdumduymaz tavırları ve demeçleri ABD’den aldıkları cesaretin göstergesidir. Yine bu duruma ek olarak Kuzey Irak’taki Kürt grupların üstü kapalı destekleri ve muhtemelen lojistik destek sa÷ladıkları PKK terörünün de son dönemde yo÷unlaúmıú olması bu durumun sonuçlarındandır. Türkiye’nin bu tezkereyi reddetmesi ABD ile iliúkilerde önemli bir olumsuz etki yaratmıútır. (Tezcan, 2012)

3.2.1.4. Türkiye-RF ølikileri

Abdullah Gül, ABD konusunda oldu÷u gibi RF ile ilgili olarak da hükümet programında kısaca bir açıklamada bulunmuútur. Açıklamada; “øyi komúuluk iliúkileri içinde Rusya Federasyonu ile, kültürel yakınlı÷ımız çerçevesinde Orta-Asya ve Kafkasya ülkelerinde tarafların çıkarlarını zedelemeyen, iúbirli÷ine dayalı iliúkiler sürdürülecektir.” demiútir. (TBMM Kütüphanesi, 15.12.2011)

Abdullah Gül’ün Baúbakanlı÷ı döneminde Türk-Rus iliúkilerinde de bazı geliúmeler yaúanmıútır. Bu geliúmelere baúlangıç noktası olarak Recep Tayyip Erdo÷an’ın 23-24 Aralık 2002 tarihli Moskova ziyareti gösterilebilmektedir. Yapılan bu ziyarette gündeme ticari iliúkilerin geliútirilmesi ve enerji sahasında iúbirli÷i konuları gelmiútir. Dıú ticaret hacminin, ticari iliúkilerin geliútirilmesi aúamasında 10 milyar dolara yükseltilmesi hedeflenmiútir. (Tezcan, 2012)

3.2.1.5. Türkiye-Kafkaslar ve Orta Asya ølikileri

Programda Kafkaslar ve Orta Asya ile ilgili olarak “Petrol ve do÷al gaz politikalarımızın; dıú politikamız ile uyumlu hale getirilerek kardeú Orta-Asya ve Kafkasya ülkeleri ile iliúkilerimizde birleútirici bir unsur olması sa÷lanacaktır.” sözlerine yer verilmiútir. (TBMM Kütüphanesi, 15.12.2011)

2000’li yıllarla beraber önem kazanan enerji güvenli÷i kavramı ve 11 Eylül olayları sonrasında Orta Asya-Kafkasya bölgesinde küresel güç rekabeti yo÷unlaúmıútır. Böylece Rusya’nın Kafkasya üzerindeki politikalarının sonu gelmiú, bölge uluslararası politika gündeminde kendine önemli bir yer bulmuútur. Özellikle ABD, AB ve Rusya olmak üzere küresel güçlerin yanı sıra Türkiye ve øran gibi bölgesel güçlerin rekabetlerine de sahne olmuútur. (Andican, 2012)

Bu dönemde Gürcistan Rus nüfuzundan kurtulmaya çalıúmakta, yüzünü batıya ve bölgede batının temsilcisi olarak gördü÷ü Türkiye’ye dönmektedir. Bu durum Gürcü Cumhurbaúkanı ùakaúvili tarafından “eskiden Rusya bizim dünyaya açılan penceremizdi, ùimdi dünyaya açılan penceremiz Türkiye oldu” ifadesiyle de belirtilmektedir. (Andican, 2012)

3.2.1.6. Türkiye-Balkanlar ølikileri

Balkanlarla ilgili olarak hükümet programında úu kısa ifadelere de÷inilmiútir; “Balkan politikamız, bölgedeki ülkelerle tarihi, kültürel ve ekonomik iliúkilerimiz ıúı÷ında geliútirilecek, gerekirse yeniden úekillendirilecektir. Bölge içindeki gerilimi düúürmek ve barıú ortamını kalıcı kılabilmek amacıyla ortak çıkar alanları oluúturmak için ekonomi a÷ırlıklı projeler geliútirilecektir.” (TBMM Kütüphanesi, 15.12.2011)

Türkiye NATO’nun do÷uya do÷ru geniúleyerek yeni Balkan ülkelerinin üyeli÷e kabul edilmesine çok sıcak bakmamaktadır. Yeni ülkelerin NATO’ya kabul edilmesi demek, Türkiye’nin sorumluluklarının artması anlamına gelecektir. Buna karúılık sorumlulu÷u artan Türkiye’ye yeni üye olacak ülkelerin güvenlik ba÷lamında bir faydası