• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: TÜRK DIù POLøTøKASININ TARøHSEL ARKA PLANI

1.2. Tek Partili Hükümetler Dönemi Türk Dı Politikası (1923-1950)

1.2.1. Genel Bir Bakı Açısıyla Dönemin Olayları

28 Ocak 1920’de Meclis-i Mebusan’ın kabul etti÷i Misak-ı Milli/Ulusal And ile tespit edilen ilkeler, Türk Dıú Politikasının temelini oluúturmuútur. 29 Ekim 1923’te cumhuriyetin ilan edilmesiyle birlikte yeni cumhuriyetin ilk cumhurbaúkanı Mustafa Kemal olmuútur. Baúbakanlık görevi ise øsmet ønönü’ye aittir. Ordunun baúına da Fevzi Paúa geçmiútir. Arkasına güvendi÷i isimleri alan Mustafa Kemal böylece Türk Dıú Politikasına devamlı olarak dikkatini vermiútir. (Çiftçi, 2010)

“Mustafa Kemal’in Anadolu’da giriúti÷i hareket Batılı devletlere karúı olmakla beraber Batılı devlet anlayıúına karúı bir hareket de÷ildir”. (Ülman,1968:245) Türkiye’nin Lozan’dan sonra dıú iliúkilerini belirleyen en önemli unsur Türkiye’nin güvenli÷inin korunmasıdır. Türkiye’nin temel e÷ilimi anti revizyonist cephe oldu÷undan 1930’lu yılların sonlarına do÷ru øngiltere ve Fransa’ya daha fazla yaklaúmaya ve onlarla iliúkiler kurmaya yönelmiútir. (Çufalı, 2010:253)

Mustafa Kemal’in dıú politika görüúündeki temel özellik, birbiri ile çeliúir gibi görünen çeúitli görüú ve davranıúları baúarıyla ba÷daútırması ile alakalıdır. Hem iç hem de dıú politika uygulamalarında karúımıza çıkan bu özellik, çeliúkilerin daha yo÷un oldu÷u dıú politika alanında daha kesin bir úekilde görülmektedir.

Mustafa Kemal Anadolu’ya ayak bastı÷ı zaman, Osmanlı ømparatorlu÷u, øngiltere, Fransa, øtalya, Gürcistan, Ermenistan ve Yunanistan’la savaú durumunu sona erdirmiú fakat, halen barıú anlaúmasını imzalamıú durumda de÷ildir. Bu olumsuz koúullar içerisinde, Mustafa Kemal, bu devletler arasındaki (özellikle de Fransa ve øtalya) çeliúkileri koz kullanarak diplomasi alanında baúarı kazanmıú, bu baúarısını cephelerdeki askeri baúarılara eklemiútir. (Ateú, 2004:32)

Kurtuluú Savaúı sırasında çok yo÷un bir diplomatik trafik vardır. Mustafa Kemal ve TBMM, sadece askeri alanda de÷il, diplomasi alanında da büyük baúarılar kazanmıúlardır. Ayrıca dıú politika konuları TBMM’de en ufak ayrıntılarına kadar görüúülmüú ve tartıúılmıú, bu esnada çok sert tartıúmalar cereyan etmiútir (TBMM Gizli Celse Zabıtları, 1921-22) Ölüm – kalım savaúı veren bir ülkede, dıú politika sorunları elbette temel konuyu oluúturacaktır. Mustafa Kemal dıú politika konusu üzerinde son söz sahibi olmasına ra÷men, bu eleútirilerden zaman zaman etkilenmiútir. (Ateú, 2004) 1921 Anayasası, her alanda oldu÷u gibi, dıú politika konularındaki yetkileri de Meclis’in elinde toplamaktadır. Fakat Meclis bu yetkileri Meclis Baúkanı konumundaki Baúbakan ve Dıúiúleri Bakanı eliyle kullanmaktadır. Mustafa Kemal’in kiúisel a÷ırlı÷ı dıú politikada da etkin olmuútur. Kurtuluú Savaúı’ndan sonra kabul edilen 1924 Anayasası’nda ise dıú konularda, – savaú ilanı, dıú ülkelere kuvvet gönderilmesi gibi - , Meclis yetkili kılınmakla birlikte, yürütme organının yetkileri de arttırılmıútır. (Ateú, 2004)

24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Antlaúması (Soysal, 1989:67) imzalanmıútır. Bu antlaúma, Osmanlı ømparatorlu÷u’na Sevr Antlaúması’nın zorla kabul ettirilmek istenmesi üzerine ulusal mücadeleye giriúen ve bu mücadeleden baúarı ile çıkan Türkiye’nin, Birinci Dünya Savaúı’nın galipleri ile eúit úartlara göre yaptı÷ı bir antlaúmadır. 6 A÷ustos 1924 tarihinde øngiltere Parlamentosunun onay vermesiyle yürürlü÷e giren anlaúmayla ilgili daha en baúında bir takım sorunlar çıkmıútır. ølk olarak yeni devletin baúkentinin Ankara olması kararını Batılı devletler tasvip etmemiúlerdir. økinci olarak yabancı devletlerin Türkiye’deki okulları ile ilgili problem çıkmıútır. Bir baúka konu da Bo÷azlar Komisyonu’nun bayra÷ı sorunudur. øtilaf devletleri, komisyonun bayra÷ı olması konusunda ısrar etmiúlerdir. Ancak Türkiye bu üç konuda da kendi isteklerinde ısrar etmiú, taviz vermemiú ve isteklerini kabul ettirmiútir. (Çufalı, 2010) Lozan Antlaúması bazı ekonomik ve politik sorunlara çözüm getirememiútir. Ancak, Türkiye, Lozan’da, ba÷ımsızlı÷ını ve toprak bütünlü÷ünü, hukuksal olarak tüm dünyaya tanıtmıútır.

Türkiye 1924 ve 1930 yıllarında çok partili siyasal yaúama geçiú deneyimini yaúamıútır. O yıllarda birbirinden farklı bir biçimde oluúan iki siyasi partinin ömrü çok kısa olmuútur.

Mustafa Kemal Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de ölümüyle birlikte Atatürk döneminde Baúbakanlık yapmıú olan øsmet ønönü Cumhurbaúkanı, Celal Bayar ise tekrar Baúbakan olmuúlardır. Böylece rejimin kesintiye u÷rayaca÷ı konusunda fikirleri olan iç ve dıú kamuoyundaki fırsat kollayıcılara güçlü bir mesaj verilmiú olmaktadır. Cumhurbaúkanı ønönü’nün Atatürk’e ve kendisine muhalefet ettikleri için ötekileútirilmiú olan eski bazı kadroları tekrar CHP’nin içerisine çekmesi ve ayrıca CHP’nin içerisindeki potansiyel muhalefetin de yine parti içerisindeki güçlü grupla kontrol altına alınmasıyla, devlet otoritesi sekteye u÷ramayacaktır. Böylece ulusal birlik ve bütünlük sa÷lanarak iç güvenlik oluúturulabilecektir. (Çiftçi, 2010)

II. Dünya Savaúı’na do÷ru gelinirken Türkiye’nin güvenli÷inin korunması, Lozan’dan sonra Türkiye’nin dıú iliúkilerini belirleyen en önemli unsur olmuútur. Türkiye hem revizyonist hem de anti-revizyonist devletlere bu zaman zarfında eúit mesafede durmaya gayret etmiútir. 1930’ların sonlarına do÷ru Türkiye’nin e÷ilimi anti-revizyonist cephe olan øngiltere ve Fransa’ya yönelmiútir. (Çufalı, 2010)

“Türkiye, øngiltere, Fransa ve Sovyetler Birli÷i ile iliúkilerini sıkı tutma yoluna gitse de bunda baúarılı olamaz ve sonunda 19 Ekim 1939’da Türk-øngiliz-Fransız ittifakı imzalanır”. (Ataöv, 1963:60) Türkiye, imzalamıú oldu÷u bu ittifak anlaúmasına koydurdu÷u madde ile antlaúmadan do÷abilecek herhangi bir soruna karúın, Sovyetler Birli÷i ile bir savaúa girmeyece÷ini garanti etmektedir.

Bu ittifak antlaúması, Türkiye’nin savaú içerisindeki konumunu göstermektedir. 9 Temmuz 1942-8 Mart 1943 yılları arasında ùükrü Saraço÷lu’nun Baúbakanlı÷ındaki XIII. Bakanlar Kurulu’nun hükümet programında dıú politikaya ayrılan bölümde úu satırlar görülmektedir: “...Hudutları haricinde hiçbir sergüzeút arkasından koúmayan ve koúmayacak olan Türkiye, harbin dıúında kalmak imkanları aramıú ve bu imkanları da úuurlu müspet bir bitaraflık üzerinde yürümekte bulmuútur”. (Da÷lı ve Aktürk, 1988:99) “Genellikle II. Dünya Savaúı sırasında Türkiye için “tarafsız” kliúesi kullanılmıútır.” (Criss, 2002:150) Türkiye de kendi konumunu tarafsızlık olarak yorumlamaktadır. Dıúiúleri Bakanlı÷ı görevini üstlenen Numan Menemencio÷lu, savaú yıllarında uzun bir dönem, usta bir diplomat olarak görev yapmıútır. Türkiye’nin stratejik konumu, onun normal ve alıúılagelmiú anlamda bir tarafsızlık politikası izlemesini olanaksız

getirmiútir. “Türkiye’nin konumu onun “güçlü dostları” için hayati bir önem arz etmektedir, ama bu “dostlar” fazla baskıcı olmaya baúladıkları zaman karúıtlarıyla da diyalo÷a girerek durum dengelenebilirdi”. (Deringil, 1994:251)

Türkiye’nin II. Dünya Savaúı’ndaki konumunu “savaú-dıúı taraf” olarak de÷erlendirmek mümkündür. Türkiye, konumu ve stratejik mevkiisinin önemi sebebiyle II. Dünya Savaúı’nda, gerek Müttefikler, gerek ise Mihverler, Türkiye’yi kendi yanlarında savaúa sokmak için Türkiye üzerinde çaba harcamıú ve baskı yapmıúlardır. Türkiye, savaú dıúı konumunu savaúın son günlerine kadar sürdürmesine ra÷men savaú ekonomisi koúullarını uygulamak zorunda kalmıútır. Bütün ekonomik sıkıntılar ve siyasi baskılara ra÷men, Türkiye savaú dıúında kalmayı baúarabilmiútir. Türkiye’yi o koúullar altında dahi savaú dıúında tutan, bu dönemin dıú politikasını yürüten ekibin baúarısının altında Mustafa Kemal’in barıúçı ve serüvenci olmaktan uzak politika çizgisi bulunmaktadır. Bu durumlar göz önünde bulunduruldu÷unda, büyük devletler arasında bir denge politikasını yürüterek Türkiye’nin toprak bütünlü÷ünü korumak mümkün olmuútur. (Ateú, 2004; Criss, 2003; Çiftçi, 2010)

II. Dünya Savaúı tarihin gördü÷ü en yıkıcı savaúlardan biri olmuútur. Ülkeler yanmıú,

yıkılmıú ve milyonlarca insan ölmüútür. Bu savaú tam bir “dünya savaúı” olmuútur. Savaúın tesirlerini hissetmeyen hiç bir ülke kalmamıútır. Fakat altı yıllık bu dönemden

sonra, dünyanın ve insanlı÷ın barıúa hemen kavuúabilmesi mümkün olamamıútır. Milletlerarası mücadeleler, büyük devletlerin çatıúması ve mahalli savaúlar, insanlı÷ı zaman zaman üçüncü bir dünya savaúının eúi÷ine kadar getirmiútir. Böyle bir sıcak savaú patlak vermemiútir ama barıúta olmamıútır. Dünya bir “So÷uk Savaú” atmosferi içinde, heyecanlı ve gergin bir on beú yıl geçirmek zorunda kalmıútır. So÷uk Savaú dedi÷imiz dönem; de÷iúen dengelerin sonucunda oluúmuú ve etkisini 90’lı yıllara kadar sürdürmüútür.

(http://74.125.155.132/scholar?q=cache:y7i62dpDk3gJ:scholar.google.com/&hl=tr&as_ sdt=2000, eriúim tarihi, 27.05.2010)

Türkiye II. Dünya Savaúı’ndan sonra hayli sıkıntılı ve zor bir dönemi geride bırakmıútır. SSCB ile iliúkiler so÷umuú, dıú politikada yön tamamen Batı’ya çevrilmiútir. Savaúta Türkiye, tarafsız olmayı seçmiú, böylece savaúın getirece÷i yıkımdan kurtulmuútur. Sonuçta kazançlı çıkan Türkiye olmuútur. (Aktaú, 2012)