• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de Üniversitelerin Gelişimi

2.2. Türkiye’de Üniversite – Sanayi İşbirliği

2.2.1. Türkiye’de Üniversitelerin Gelişimi

Üniversiteler, kuruldukları bölgenin kültürel özelliklerini içinde barındırmaktadırlar. Timur (2000: 50)’a göre; Avrupa’da üniversiteler öğretmenlerin örgütledikleri feodal bir lonca olarak doğmuş; İslam dünyasında ise yönetici zümre mensuplarının ve varlıklı ailelerin çoğu kez mülklerini korumak ve bazen de iktidar ve itibar sağlamak için kurdukları vakıflar şeklinde oluşmuştur. Her ulusun, her

toplumun üniversiteye bakış açısı farklılık göstermektedir. Toplumlar, üniversitelerin temel görevlerini, kendi ihtiyaçlarını en iyi biçimde karşılayacak önceliklere göre belirlemişlerdir. Günümüzde üniversiteler sadece bilimsel araştırmalarla bilgi üreten ve bilgi aktaran kurumlar olmanın yanında, kuruldukları bölgenin kalkınmasına katkı sağlayan, bölgedeki kurumlarla işbirliğine yönelen, araştırma bulgularını toplumun sosyal, ekonomik ihtiyaçlarının kullanılmasını sağlayan kurumlar olarak görülmektedirler.

Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’nde Türkiye’de; üniversitenin tarihsel gelişiminde Fransa, Almanya, Avusturya ve ABD etkili olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1773’te Mühendishane-i Bahri Hümayun, 1795’te Mühendishane-i Berri Hümayun, 1826’da Tıbhane-i Amire ve Cerrahhane-i Mamure ve 1834’te Mekteb-i Ulum-u Harbiye gibi çok sayıda yüksekokul kurulmuştur (Tekeli 2011b: 130-131). Bu dönemde 1845 tarihinde ve “bilimyurdu” anlamına gelen darülfünun ilk olarak 1863’te açılmıştır (Timur, 2000: 81 ). Türkiye’de açılan ilk bilim kurumuna “fenler yurdu” anlamına gelen “darülfünun” ismi verilmiştir. Darülfünun, 1849 ve 1870’deki kısa dönemli açılış-kapanışını takiben 1900’dan itibaren eğitim-öğretim faaliyetlerini sürdürmüştür. ve 1933 reformuyla da “üniversite”ye dönüşmüştür (Seçen, 2011: 1). Defalarca açılıp kapanan darülfünun 1923’ten 1932’ye kadar geçen süre içinde de varlığını sürdürmüş, Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra, 1924 de, 493 sayılı Yasa ile İstanbul Darülfünunu adını almıştır. Her ülke ve her dönemde yaşandığı gibi Osmanlı İmparatorluğunda da yönetim değişiklikleri üniversiteye yansımış bunun sonucu olarak da Darulfünun ismi zaman zaman değişikliğe uğramıştır. 1924 yılında çıkarılan 430 sayılı “Eğitimin Birleştirilmesi” Yasası ile medreseler kapatılmıştır (Başkan, 2001: 25).

Cumhuriyet Dönemi’nde İstanbul Darulfünun’u tıp, hukuk, edebiyat, fen ve ilahiyat fakültelerinden oluşmaktaydı. Tüzel kişiliğe sahip olan bu kurum katma bütçe ile yönetilmekteydi. Atatürk, Darülfünun’u çok önemsemiştir. Ancak, İstanbul Darülfünun’u Atatürk ilkelerine ayak uyduramamış, devrimleri desteklememiş, hatta bu ilkelerden bazılarına ters düşmüştür (Başkan, 2001: 25). Darülfünunla ilgili tüm bu yaşanan sorunlara ilişkin için Atatürk tarafsız biri olan İsviçreli Profesör Albert Malche’yi bu kurumu değerlendirmek üzere Türkiye’ye davet etmiştir. Yaptığı

incelemeler sonucu Prof. Malche, Darülfünun’un yetersiz olduğunu belirtmiştir. Bunun üzerine Darulfünun 1933’de 2252 sayılı Yasa’yla kapatılmış ve yerine Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı İstanbul Üniversitesi kurulmuştur (Tanilli, 1991: 379-380, Aktaran: Arap, 2010: 8). 1933 reformu, çağdaş üniversitenin ülkemizdeki gerçek başlangıç tarihi olarak kabul edilmiştir Bu reform ile, özerklik kaldırılmış, Türk hukuk dilinde ilk kez üniversite, rektör, fakülte, dekan gibi terimler girmiştir. Darülfünunun öğretim üyeleri tasfiye edilmiş, II. Dünya Savaşı sırasında Almanya’dan Nazi baskısından kaçan çok sayıda Musevi asıllı profesör İstanbul Üniversitesi’nde istihdam edilmeye başlanmıştır.1946’li yıllarda; çıkan 4936 sayılı yasa ile hem üniversiteye hem de fakültelere tüzel kişilik bilimsel ve idari özeklik tanınmıştır. Bu kanun ile Ankara Üniversitesi de kurulmuştur. İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi aynı kanuna bağlanmıştır. Böylece, çok üniversiteli dönem başlamıştır (Günay, 2004: 12).1950’lerde Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ile Amerikan üniversite modelinin benimsenmesiyle Ankara’da Orta Doğu Teknik Üniversitesi (1956), Trabzon’da Karadeniz Teknik Üniversitesi (1955), Erzurum’da Atatürk Üniversitesi (1957) ve İzmir’de Ege Üniversitesi (1955) gibi bölge üniversiteleri kurulmuştur. 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra 115 sayılı kanunla 1946 da çıkarılan kanunda bazı değişikliklere gidilmiştir. Anayasaya ilk defa üniversite ile ilgili bir madde konulmuştur (Madde 120). Anayasada; ‘Üniversiteler, bilimsel ve idari özerkliğe sahip kamu tüzel kişileridir’ ile ‘Üniversiteler, kendileri tarafından seçilen yetkili öğretim üyelerinden kurulan organlar eliyle yönetilir ve denetlenir’ ifadeleri yer almıştır (Günay, 2004: 12). Anayasa Mahkemesi’nin 1971’de Anayasa’ ya aykırı bulması ile 1418 sayılı Kanunla, bu dönemde genç nüfusun talebi doğrultusunda kurulan çeşitli alanlarda mesleki öğretim yapan kar amaçlı yüksekokullar, devletleştirilmiştir Yabancı dilde eğitim-öğretim ve araştırma yapan, Ankara’da kurulan Hacettepe Üniversitesi ve İstanbul’da kurulan Boğaziçi Üniversitesi iki yeni üniversite olarak üniversiteler alanına girmiştir (Çetin, 2009: 103).12 Mart 1971 askeri darbesi; 1968’deki öğrenci direnişleri ile birlikte 1961 Anayasasının üniversitelere tanıdığı kurumsal özerklik ve akademik özgürlüklerin üniversitelerce kötüye kullanıldığı düşüncesiyle yapılmıştır (Çetin, 2009: 104). 29 Eylül 1971 tarih ve 1488 sayılı kanunla 120. maddede değişiklik yapılmış, özerkliğe sınırlamalar, öğretim elemanlarına siyaset yasağı getirilmiştir.

1973 yılında çıkarılan 1750 sayılı üniversiteler kanunu ile üniversite tanımında ağırlık öğretime, öğretimin hedefi de “milli” değerlere yönelmeye başlamıştır. Yasanın denetim işlevini ise radikal bir yenilik olan YÖK (Yüksek Öğretim Kurulu) ile ilgili hükümler oluşturmuştur (Timur, 2000: 291-293). Bu yasadan sonra Adana’da Çukurova, Eskişehir’de Anadolu, Diyarbakır’da Dicle, Sivas’ta Cumhuriyet, Malatya’da İnönü, Bursa’da Uludağ, Konya’da Selçuk, Elazığ’da Fırat, Samsun’da Ondokuz Mayıs ve Kayseri’de Erciyes Üniversiteleri 1975 yılında da Yükseköğretim Kurulu kurulmuştur. 1980 askeri darbesinden sonra 1981 yılında çıkarılan 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kurumları Yasası önceki yasalarda olmayan bir takım yenilikleri kapsamaktadır. Bunlar, adları ve organizasyonları farklı olan bütün üniversiteleri kendi çerçevesinde toplaması; akademileri üniversiteye dönüştürmesi, yeni bir üniversite türü olan Vakıf üniversitelerinin kurulmasına imkan tanıması ve Yüksek Teknoloji Enstitülerinin kurulma yolunu açmasıdır

(

http://www.universite-toplum.org/text.php3?id=190, 10.08.2013). Ancak 2547 Sayılı YÖK kanunu, çıktığı günden itibaren eleştiri oklarının hedefi olmaktadır.

Türk üniversitelerinin tarihsel gelişim sürecinde görüldüğü üzere; Üniversitede gerçekleşen söz konusu düzenlemeler; tek parti dönemin otoritesi yada askeri darbeler sonunda dışsal otoriteler tarafından gerçekleştirilmiş, kendi içinden kaynaklanan dinamikler gündeme bile girmemiştir. 1933 den beri üniversitelerimiz sorunlarını kendisinin çözebildiği bir mekanizma geliştirememekle birlikte, özellikle 2003 yılından sonra, yeni bir yasal düzenleme çalışmaları içinde yaşanan tartışmalara rağmen yeni bir düzenleme gerçekleştirilememiştir. Üniversitelerimiz, 2547 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği 1981 yılından beri tartışma gündemindedir. Fakat üniversitelerimiz yeni bir üniversite modeli ya da, sorunlarını kendi içinde çözebilecek bir mekanizma gerçekleştirememektedir. Türk Üniversiteleri’nde kapalı toplum tarzında bir yapı söz konusudur. Kapalı toplumlar, statik yapılardır, kendi kendilerini dönüştürememektedirler. Dış etkilere karşı savunma refleksi ile direniş gösterirler. Ancak dış etkinin gücü iç direnişi aşabilirse, değişim söz konusu olmaktadır. Kapalı toplumlar, otoritenin koyduğu kurallar çerçevesinde yaşamaktadırlar. Bu durum üniversite teorisi alanındaki yetmezlik ve sosyolojik sorunlardan kaynaklanmaktadır. Yirmi birinci yüzyılın başından tüm dünyada, daha verimli işleyen bir bilim ve teknoloji sistemi, bilim ve teknolojiyi üreten ve yöneten

bir üniversite inşası için olağanüstü bir tartışma ve çaba yaşanmaktadır. Ülkeler, çağın gerektirdiği en üstün nitelikli insan gücü yetiştirme, bilim ve teknoloji üretme yarışı içindedirler. Günümüzde batı ülkeleri, bilgiye sahip olan ve kullanan bilgi toplumundan sonra, şimdilerde bilgi ve teknolojiyi üreten ve yöneten bilgi-tabanlı toplum (knowledge-based society) aşamasından söz etmektedirler (Günay, 2004: 15). Türk üniversiteleri bu çağı yakalamak durumundadır. Bunu yakalamak içinde sanayi ile işbirliği gereklidir.