• Sonuç bulunamadı

1.3. Üniversite ve Sanayi Kavramları

1.3.1. Üniversite Kavramı

Yirminci yüzyılın sonlarında gelişmiş ülkelerde bilgi toplumuna geçiş süreci başlamış ve bilgi ekonomisi adı verilen yeni bir küresel ekonomik yapı oluşmuştur. Bu yeni yapıda bireylerin ekonomik gücü, bilgi ve öğrenim düzeyleri çerçevesinde ülkelerin rekabet gücü beşeri ve sosyal sermayeleri ile ölçülür hale gelmiştir. Bu süreç, bilginin üretilmesi ve paylaşılmasından birinci derecede sorumlu olan üniversitelerden beklentileri arttırmış, hemen hemen tüm ülkelerde yükseköğretim toplumların ilgi odağı haline gelmiş ve bu artan beklentileri karşılayacak şekilde, üniversitelerin yeniden yapılandırılması gündeme getirilmiştir (YÖK, 2007: 13). Üniversite, akademik özgürlük ve üniversite özerkliği kavramları üniversite tarihi boyunca incelenen, analiz edilen, üzerinde konuşulan kavramlar olarak literatürde yerini almıştır. Kavramlar incelenirken; kavramın açık olması önemlidir. Kavramın seçik olması ise; kişilere göre değişiklik göstermemekle beraber, zaman boyutunda görece sabit kalırken, içeriği veya açıklığı kişilere göre farklılık arz etmektedir ve tarihsel gelişimde değişime uğramaktadır. Bu bilgiler ışığında; üniversite kavramını tarihi süreç içinde değerlendirmek gerekmektedir (Günay, 2004: 1). Çünkü üniversitelerin tarihte ne zaman ve hangi amaç için ortaya çıktığı “gerçeği araştırmak ve bulmak” görevini yerine getirip getirmediği siyasal anlamda ilişkilerinin nasıl geliştiği bugünkü işlevlerini tarihsel olarak nasıl yerine getirdikleri, üniversitelerin bugününü anlamak ve geleceğe ilişkin bir bakış açısı oluşturmak açısından önemlidir (Tural, 2004: 15). Üniversiteler tarihte, amaç, yapı ve fonksiyonları bakımından önemli dönüm noktalarından geçip, önemli dönüşümler geçirmişlerdir. İlk başlarda “eğitim” yönü ağır basan üniversiteler, sanayi toplumunun gerektirdikleri doğrultusunda; “araştırmacı” üniversite misyonunu yüklenmişlerdir. Bugün ise üçüncü misyon çerçevesinde üniversiteler, ekonomik ve sosyal kalkınmaya doğrudan katkı

sağlamayı hedefleyerek; farklı şekillerde kavramsallaştırılmışlardır (Sakınç ve Bursalıoğlu, 2012: 93).

Üniversitelerin değişim sürecini geleneksel üniversite, modern üniversite, post modern üniversite olarak incelemek mümkündür:

a) 1. Kuşak Üniversite (Geleneksel Üniversite-Ortaçağa Özgü-Klise Merkezli Üniversiteler): Latince üniversite kavramı “üniversitas” kavramından türetilmiştir. İlk olarak ortaçağda kullanılan bu kelime herhangi bir birlik anlamına gelmekteydi (Güler, 1994; Aktaran, Erdem, 2006:299). İlk üniversiteler Latin okullarından, Eflatun’un Akademi’siyle - M.Ö.400- (Academia), Aristo’nun Lise’sinin- M.Ö. 387- (Lyceum) mirasına kadar dayanmaktadır. Araştırma kurumu niteliğinde olması nedeniyle, İskenderiye Müzesi’ne (M.Ö. 330- 200) Çin’deki İmparatorluk Akademisi’ne (M.Ö.124) kadar da uzanmaktadır. Günümüzde yükseköğretim sisteminin en önemli kurumunu oluşturan üniversite örnekleri Bologna Üniversitesi (1088), Paris Üniversitesi (1160), Oxford Üniversitesi (1167) gibi üniversitelerden oluşmaktadır (Gürüz, 2003:1; Wissema, 2009: 3-5).

Orta Çağ’da Batı Avrupa’daki umutsuzluk, birçok katedral ve manastır okulundaki öğrenim merkezlerinin önem kazanmasına sebep olmuştur. 13. yüzyıla kadar gelişme gösteremeyen ve yüksek öğretim kurumları olarak kabul edilen bu okullar, bölgesel nitelik taşımaktan öteye gidememişlerdir. 13. yüzyıl öncesine kadar, bugünkü anlamda üniversitelere benzer eğitim ve öğretim kurumları bulunmamaktaydı. Orta Çağ üniversitelerinden önce özel hocaların belli bir gruba ders verdikleri “Studium generale” adlı merkezlerin yanı sıra, Avrupa’da kilise, katedral ve manastır okulları mevcuttu (Rukançcı ve Anamerç, 2004: 172). Orta Çağ’da kurulan bu ilk üniversiteler, gerek eğitim sistemleri yönünden, gerek idari yapı yönünden farklı özellikler sergilemekteydi. Bu özellikleriyle Avrupa’da kendilerinden sonra kurulan üniversiteler için model teşkil etmekteydiler. Paris Üniversitesi; hristiyanların dinsel merkezi olarak görülmekteydi. Oxford Üniversitesi matematik ve doğa bilimleri alanlarında önemli bir yere sahipti. 13. yüzyılın başlarında Oxford’dan ayrılıp, Cambridge Üniversitesi’ni kuran öğretim üyeleri, bu üniversiteyi Studium generale olarak nitelendirmişlerdir. Bu iki İngiliz üniversitesinin yanı sıra Kuzey Fransa ve Almanya’da kurulan üniversiteler öğretim

sistemlerindeki benzerlikleriyle, Paris modelinden sonra Orta Çağ’da adlarını duyurmuşlardır. Bu kapsamda 1348-1450 yılları arasında Avrupa’da faaliyet gösteren Studium generalèlerin sayısının 52’ye kadar yükseldiği görülmüştür. Kısa bir süre sonra Avrupa’da birçok Studium generale ortaya çıkmış, ilk olarak Paris’te ve daha sonra İngiltere’de sonraki 300 yıl boyunca çeşitli şehirlerde çok sayıda üniversite kurulmuştur (Rukançcı ve Anameriç, 2004: 176). 15. yüzyıldan sonra mutlak monarşilerin kurulması ve o zamana kadar kiliseye bağlı olan üniversitelerin siyasi otoritelerin kontrolü altına girmesi Avrupa’da üniversiteleri etkileyen en önemli gelişme olmuştur (Timur, 2000: 56). Üniversitelerin siyasi otoritelerin kontrolü altına girmesiyle, aydınlanma çağı denilen dönem başlamış, Descartes, Spinoza, Leibnitz gibi filozoflara, Galileo ve Newton gibi bilim adamlarının ortaya çıkmasına sebep olmuştur (Çetin, 2009: 7). Bu dönemde Mısır ve Mezopotamya’da ise “yaşamı güvenilir ve rahat kılma” ve “dünyayı anlama”ya yönelik çabalar, aritmetik geometri, astronomi ve tıp alanlarında bilgi üretimine olanak sağlamakla birlikte, dinsel düşünüşün egemenliği altında olmuştur. Eski Yunan’da dinsel düşünüşün bir aşaması olan mitolojik düşünüşten, toplumsal ve siyasal olarak felsefi düşünüşe geçilmiştir (Tural, 2004: 55).Ortaçağ’da Avrupa, Hıristiyanlığın etkisiyle dinsel dogmaları, akıl yoluyla açıklama çabası içinde olmuştur. Bu kapsamda bilim, İncil’in izin verdiği ölçüde ve gündelik yaşamın gereklerini karşılayacak biçimde yapılmaktaydı. Üniversite, ortaçağın bölünen ve yerelleşen uygarlığının önemli bir ürünü olmuştu (Tural, 2004: 56). Batıda Kilise-Okul ilişkisi, Osmanlıda Cami- Medrese şeklinde olup Osmanlı skolastiği içinde din, felsefe ve bilim ilişkisi daha farklı durumda değildi. Yani doğuda da baskın referans İslamiyet olmuştur (Timur, 2000: 38-39). Dünyada bilimsel olayların meydana gelmesiyle birlikte, bilgi üretim sürecinde kilise otoritesinin de zayıflamasıyla, üniversitelerin, üniversite dışındaki gelişmelere ayak uydurması şarttı. Üniversitelerin bu sorunu aşması için, araştırma çalışmalarına önem vermesi gerekmekteydi. Bu süreçte, yeni bir üniversite modelinin ortaya çıkması gündeme gelmiş ve ikinci kuşak olarak ta adlandırılan modern üniversiteler oluşmaya başlamıştır.

b) Modern Üniversite - 2. Kuşak Üniversite: İnsanlık tarihinde 15. yüzyıl yeni bir dönemin başlangıcıdır. İstanbul’un fethiyle başlayan coğrafi keşifler, bilim

ve teknikteki buluşlar, dinde reform, matbaanın icadıyla yazılı kültüre geçiş, hümanizm hareketleri, bu yeni dönemin başlangıcının habercisidir. 19. yüzyılın başında Batı’da Wilhelm Von Humbolt Mesleki öğretim ile araştırmanın birlikte yürütülmesi ilkesine dayalı modern üniversiteyi (Berlin Modeli Üniversitesi) Humbold Üniversitesi’ni kurmuştur. Modern üniversitenin felsefi temelini, Alman düşünürü ve devlet adamı, Humbolt (1767-1835) ortaya koymuştur (Günay, 2004: 2). Böylece, bilimsel bilgi üretimini ve ücretsiz ve evrensel eğitim ilkesini merkeze alan modern üniversite (ikinci kuşak üniversite), Fransız Devrimi’nin ve Napoleon savaşlarının etkisiyle Almanya’da doğmuştur. Fransa’da ise bu gelişmeler Napoleon’un 1806’da çıkardığı üniversite kanunu ile üniversiteleri kapatıp yerine elit yükseköğretim kurumlarının kurulmasıyla gerçekleşmiştir (Timur, 2000: 65). Ancak Fransa’da kurulan bu üniversite tipinden daha çok Almanya’da kurulan üniversite tipi modern üniversitenin kaynağı olarak değerlendirilmektedir (Timur, 2000: 64-66). Berlin Üniversitesi; diğer Alman üniversitelerine, İsviçre, Avusturya-Macaristan, Rusya ve İskandinav ülkelerine, İngiltere’de Civie ve Manchester Üniversitesi’ne, 1871 den sonra Fransa’da Emperyal Üniversitesi ve Anglosakson üniversite sistemine örnek olmuştur (Gürüz, 2003: 1-185; Günay, 2004: 2). Berlin Üniversitesi kuruluşundan hemen sonraki yıllar içinde felsefede Schopenhauer ve Hegel, psikolojide Wundt, tarihte Ranke, kimyada Liebig ve fizikte Helmholtz gibi dönemin bilim devlerini öğretim üyesi olarak istihdam etmiş ve dünyanın en önemli bilim merkezi haline gelmiştir (Gürüz, 2003: 80) Humbolt Üniversitesi modelinin arka planında 18. yüzyıl sonundaki büyük siyasal ve ekonomik devrimlerin itici gücü aydınlanma felsefesinin yankıları bulunmaktaydı (Türel, 2004:151-180). Üniversite yönetiminin kurumsal bir yapı kazanmasının kökenlerinin Humbolt’un fikirlerine dayandığı ve kurduğu üniversite sisteminde yer alan araştırma ve öğretimin birliği ilkesinin günümüz üniversitesini kalıcı bir şekilde etkilediği belirtilmektedir (Arap, 2010: 5). Humbolt modeli ile birlikte, profesörlere iş güvencesi veren “tenür” sistemlerinin geliştirilmesi; kurullar eliyle yönetilmesi ve eşitler arasında birinci olarak görülen rektörün bir yıllığına üniversite profesörleri tarafından seçilmesi; üniversitenin bilimsel ve örgütsel otonomiye sahip olması ve yalnızca finansal denetime tabi tutulması, üniversitenin, fırsat eşitliği kapsamında toplumun tüm kesimlerine açık olması ve devlet tarafından finanse edilmesi öngörülmüştür (Tekeli,

2003: 130-131; Aktaran, Arap, 2010: 5). Bu modele göre; araştırma alt yapısının oluşturulması için profesörlerin yönetiminde uzmanlaşmış kürsüler ya da enstitüler kurulmuştur. Üniversiteleri biçimlendiren iki olgudan biri üniversite dışında gelişen bilim devrimiyken, öteki ulus devletlerin doğmuş olması ve ulusçuluğun gelişmesi olmuştur(Çiftçi, 2010: 343). Birçok akademisyene göre Humboldt, bir anlamda ideal üniversitenin modelini çizmiş ve bu nedenle o dönem Alman üniversiteleri tüm dünyaya örnek olmuştur. Humbolt Üniversitesinin diğer önemli özellikleri devlet bütçesinden finanse edilen bir harcama düzeni olması, latincenin terk edilerek ulusal dilde eğitim yapılması, öğrencilerin daha özgür davranabilmesi, üniversitelerin fakülte olarak bölünmesi, yönetsel örgütlenmenin (rektör, senato, dekanlık gibi) günümüzdeki gibi olması şeklindedir (Wissema, 2009: 17-20). Kusursuz ve devrimsel olarak tanımlanan Humbolt modeli, bugüne kadar bütünüyle hiçbir ülkede kurulamamıştır (http://american_almanac.tripod.com/ humboldt.htm,10.02.2013).

c) Post Modern Üniversite 3. Kuşak Üniversite: Çağdaş üniversitelerin temeli Hollanda ve İskoçya’da başlayan, Almanya’da 19. yüzyılın başında kurumsal yapı kazanan araştırıcı kürsü profesörlüğünün kurulmasıyla atılmıştır. 20. yüzyıl başlarında meydana gelen bilimsel patlamanın temellerinin atılmasından sonra Mucitler devrinin kapanması, bilime dayalı teknolojiler devrini başlatmıştır (Gürüz, 2003: 88). 1960’lı yıllarda üniversiteler hızlı bir gelişme göstermiştir. Bu dönemde Humbolt modeli çökmüştür. Özellikle ABD’de üniversiteler 1970’lerde, Hewlett Packard, Dell, Intel, Sun Microsystems gibi temelleri teknolojiye dayanan yeni firmaların etkisi altına girmiştir. Üniversiteler, temel araştırma çalışmalarını dışarıya yaptırma isteği artan sanayi kuruluşları ile ortak araştırma projelerine başlamıştır. 20. yüzyılın ilk yarısında Humbolt tipi üniversite sistemi tekrar ele alınarak üniversite anlayışının yeniden biçimlenmesine çalışılmıştır. Bu dönemin örnek üniversitesi II. Dünya Savaşı sonrasında ABD’de gelişmeye başlayan üçüncü kuşak üniversitelerdir (Çiftçi, 2010: 343). Modelin oluşmasındaki etken, toplumların refah seviyelerinin yükselmesi, emek ve sermaye gibi üretim faktörlerinden değil, teknolojik gelişmenin sağlanmasından kaynaklanmaktadır. Teknolojik gelişme ve yeniliğin kökeninde ise üniversitelerin araştırma istekleri yatmaktadır (Türel, 2003: 3). Bu üniversitelerde; rektör, artık daha uzun süreli olarak seçilen/atanan, lider niteliği ön plana çıkan,

toplam kalite anlayışında girişimci bir konumdadır. Bu dönüşüm dünyanın sanayi toplumundan bilgi toplumuna, (Tekeli, 2003: 128, 132-133; Aktaran, Arap, 2010: 7). fordist üretimden esnek üretime geçişi ile yakından ilgili olup, üniversite yönetiminden üniversite yönetimine geçiş olarak dünyanın ekonomik ve siyasal değişimleri ile benzer bir gelişim süreci izlemektedir. Devlet artık üniversite hizmetlerinin sağlayıcısı olmaktan çok düzenleyicisi olma işlevini üstlenmeye doğru bir eğilim sergilerken, bunun doğal sonucu olarak üniversiteler de mali sorunlarını gidermek için ihtiyaçlarını öğrencilerden ve girişimci üniversite olmanın gereği olarak üniversite-sanayi işbirliği çerçevesinde piyasaya yönelik bilim üretimi karşılığı piyasadan karşılamaya başlamıştır (Arap, 2010: 7).

3. Kuşak üniversitelerin özellikleri şu şekildedir (Wissema, 2009: 40-41):  Üniversitenin üç temel görevi eğitim-öğretim, araştırma-yayın, bilgi

kullanımı, toplumsal sorun çözmedir.

 Hedef kitleleri, sadece öğrenci değildir, çok geniş kitlelere yayılmaktadır. (Ar-Ge birimleri, endüstriyel kuruluşlar, yatırımcılar, profesyonel hizmet sunucular, meslek kuruluşları, diğer üniversiteler vd)

 Örgütlenmesi post-fordist (yatay örgütlenme) şeffaf ve müşteri odaklıdır.  Bilgi kullanımı, sorun çözme, yaratıcılık becerileri çok önem kazanmıştır.  Doğrudan finansman ve devletle ilişkileri zayıflamıştır.

 Yönetim yapısı ve çalışma şekli belli olup; araştırma ve eğitim etkinlikleri çok disiplinlidir.

 Küresel rekabete açıktır, kitlesel ve kozmopolit niteliktedir.  Ulusal olmaktan çok küresel niteliktedir ve eğitim dili İngilizcedir

Yeni üniversite arayışlarının ortaya çıktığı bu dönemde girişimci üniversite, Şirket Üniversitesi, Multiversite, Sanal Üniversite gibi üniversite modelleri ortaya çıkmıştır.

Girişimci Üniversite: Küreselleşme, rekabetin hızla artması, artan yükseköğretim talebi karşısında kamusal fonların yetersiz kalması girişimci veya piyasa üniversitesi kavramlarının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Üniversitelere

yönelik devlet desteğinin zayıflaması, üniversiteleri yeni kaynak arayışına itmiş ve bu çerçevede gelir tasarrufu ve maliyet azaltma stratejileri üstlenme, bilgiye dayalı fon arttırma stratejileri üretme, öğrenci harç ve yardım formülleri geliştirme ve çeşitli yollarla ticari hayata entegre olma konusuna yönlendirmiştir (www.usc.edu/dept/ chepa/gov/rf2002/eckel.pdf 12.02.2013). Bu kapsamda girişimci üniversite, yenilik, yaratıcılık ve değişim üzerine şekillenen “girişimcilik” olgusunun üniversite ayağını oluşturmuştur (Sakınç ve Bursalıoğlu, 2012: 93). 1800’lü yılların sonlarında; girişimci üniversite modeli, MIT(Massahusetts Institute Of Technology- Massahusetts Teknoloji Enstitüsü) ve Standford Üniversitesi gibi araştırmacı ve yenilikçi ABD üniversitelerinde akademik personelin sanayi ve ticaret alanında danışmanlık hizmeti sunması ile şekillenmiştir. Bu model; günümüzde Cambridge, Twente gibi Avrupa üniversitelerine yayılmış, üniversite ile sanayi arasında çalışan bağımsız kuruluşların oluşturulmasını sağlamıştır. Ve üniversiteye yeni özellikler ve işlevlerin yüklenmesine fırsat vermiştir. Üniversiteler, sanayi ile etkileşim içerisinde bölgesel, sosyal ve ekonomik refah artışı sağlamaya yönelik değişim göstermişlerdir (Odabaşı, 2007, Aktaran Sakınç ve Bursalıoğlu, 2012: 93).

Öğretim üyelerinden bazıları üniversitelerin kendi kaynaklarını oluşturmak durumunda kalmasının “girişimci üniversite” anlayışının önemli göstergelerinden birisi olduğunu düşünmektedirler. Öğretim üyeleri bu konuda üç gruba ayrılmıştır. Birinci gruptaki öğretim üyeleri; üniversitelerin kendi kaynaklarını “kısmen oluşturması” gerektiğini savunan ancak “girişimci üniversite” kavramının sakıncaları olabileceğini belirten akademisyenlerdir. İkinci gruptaki öğretim üyeleri, Üniversite harcamalarının kamu finansmanı ile karşılanması gerektiğini düşünmektedirler. Bu öğretim üyelerine göre,” girişimci üniversite” mantığıyla kamusal nitelikten uzaklaşılarak, üniversitede bir zihniyet dönüşümünün yaşanmasına sebep olunmasıdır. Üçüncü gruptaki öğretim üyeleri ise; “girişimci” kendi kaynaklarını yaratan üniversite anlayışının üniversiteyi geliştireceğini düşünmektedirler (Aslan, 2010: 13-14-15).

Şirket Üniversitesi: Şirket üniversiteleri tüzel kişilikli organizasyonlar tarafından yürütülen eğitimsel oluşumlar olarak tanımlanmaktadır. Bazı şirketlerin Ar-Ge birimlerine bilgi ve becerileri öğretecek eğitim birimlerini ekleyerek, bilgi

üretme ve uygulama faaliyetlerinde bulunması şeklinde de ifade edilebilmektedir (Barnett, 2000:409-422). 1980’li yıllarda Carnegie Foundation tarafından yayınlanan bir kitapla gündeme gelen (Allen, 2002, Aktaran, Çetin, 2009: 13) bu üniversiteler son yıllarda ABD ve Avrupa’da şirket eğitim ve geliştirme programları açısından önemli bir konuma gelmiştir. Yapılan araştırmalar şirket üniversitelerinin artış oranlarının gelecek on yıl içerisinde geleneksel üniversiteleri geçeceğini göstermektedir. Şirket üniversiteleri geçmiş yılların geleneksel eğitim departmanlarının yeniden adlandırılması olarak, son 20 yılda insan sermayesinin stratejik oluşumunu betimlemektedir. Bu durum şirket üniversitelerinin stratejik olarak gelişen insan sermayesinde bir değişimi oluşturup oluşturmadığı veya eğitimde yeni bir çalışma olup olmadığı ile ilgili literatürde tartışmalara yol açmıştır (Holland ve Pyman, 2006: 19-31). Şirket üniversitelerinin ne olduğu, nasıl çalışmalar yaptığı ile ilgili tartışmalar ortaya çıkmaktadır.Genellikle şirket üniversitelerinin lineer bir şekilde belirli dönemlerde geliştiği düşünülmektedir (Jansink, vd., 2005: 41). Genellikle üniversiteler stratejik ve örgütsel misyon ile ilgilidirler ama şirket üniversitelerinde taktik ve operasyonel odak ön planda olmaktadır (Allen 2010:48- 53). Konuya üniversitenin tarihsel süreçteki işlevi olan bilgi oluşturma ve bu süreçte bilgiyle toplumların gelişmesini yönlendirme şeklinde bakılması gerekmektedir (Arslanoğlu, 2002: 3).

Multiversite: Clark Kerr 1963 yılında “multi-versite” kavramını ortaya atarak, yeni bir üniversite anlayışının doğmasını sağlamıştır. Yeni üniversite multi- versite olarak bir ulusun değeri ile bir eğitim sisteminin değerinin birbirine bağlılığını ifade etmektedir. Bu yaklaşım üniversitenin çeşitli amaçlara sahip bir kurum olarak tanımlanmasını sağlamaktadır. Üniversite bir “amaç ve ruh birliği olan bir organizma” anlayışından farklı olarak; “çoğulcu bir örgüt” halini almaktadır (Bingöl, 2012: 42; Tural, 2004: 50). Buna göre; Multiversite, post- modern dönemin yapısına uygun olarak çoğulcu bir yapıya sahiptir.

Her üç kuşak üniversitenin kendine özgü nitelikleri karşılaştırmalı olarak; belirleyici faktörlerle açıklanarak (hedef, rol, yöntem, oluşturulan, yönelim, dil, örgütlenme ve yönetim) Tablo 1.1.’de özetlenmektedir.

Tablo 1.1: Her Üç Kuşak Üniversitenin Kendine Özgü Nitelikleri Belirleyici Nitelikler

Üniversite Birinci Kuşak

Üniversite

İkinci Kuşak Üniversite

Üçüncü Kuşak Üniversite

Hedef Eğitim Aynı+araştırma Aynı+bilginin

kullanımı

Rol Hakikati savunma Doğayı keşif Değer oluşturma

Yöntem Skolastik Modern bilim, tek

bilim dallı Aynı+disiplinler arası

Oluşumu Profesyoneller Aynı+bilim insanları Aynı+ girişimciler

Yönelim Evrensel Ulusal Küresel

Dil Latince Ulusal diller İngilizce

Örgütlenme Fakülteler, kolejler Fakülteler Üniversite enstitüleri

Yönetim Şansölye (yarı zamanlı)

akademisyenler Profesyonel yönetim

Kaynak: Wissema, 2009: 29.

Tablo 1.1.’de görüldüğü gibi; birinci kuşak üniversitelerin; hedefi eğitim, rolü hakikati savunma, yönetimi skolastik, oluşumu profesyoneller, yönelim evrensel, dili Latince, örgütlenmesi fakülteler kolejler, yönetimi şansölyedir. İkinci kuşak üniversitelerin; hedefi eğitim ve araştırma, rolü doğayı keşif, yöntemi modern bilim ve tek bilim dalı, oluşumu profesyoneller ve bilim insanları, yönelimi ulusal, dili ulusal diller, örgütlenmesi fakülteler, yönetimi yarı zamanlı akademisyenlerdir. Üçüncü kuşak üniversitelerin; hedefi eğitim ve bilginin kullanımı, rolü değer oluşturma, yönetimi modern bilim, tek bilim dalı ve disiplinler arası yönetim, oluşumu profesyoneller bilim insanları ve girişimciler, yönelimi küresel, dili İngilizce, örgütlenmesi üniversite enstitüleri, yönetimi profesyonel yönetim şeklindedir.