• Sonuç bulunamadı

Halkla en yoğun ilişki yaşayan kurumlardan birisi olarak polis teşkilatları genel olarak devletlerin bir aynası olarak kabul edilmekte ve devletler polislik anlayışlarına göre değerlendirilmektedir.

Türkiye’de polis teşkilatı, Türk Devletinin ve bürokrasisinin genel karakteristiklerini aynen yansıtmaktadır. Türk Emniyet Teşkilatı devletin güçlü ve aşırı merkeziyetçi yapısından etkilenmiştir ve otoriter bir yapı arz etmektedir. Otoriter polislik modelinin önemli bir özelliği özel sektör ve gönüllü kuruluşların katılımının mümkün olmaması ve buna izin verilmemesidir. Türkiye’de güçlü devlet

anlayışının polislik uygulamalarına da doğrudan yansıdığı söylenebilir. Bunun doğal sonucu olarak devlet-toplum arasındaki kopukluğun polis teşkilatının halkla ilişkilerine de yansıdığını söylemek mümkündür. Aşırı merkeziyetçi ve yukarıdan aşağıya yönetme anlayışının bir sonucu olarak topluma rağmen toplum için bir şeyler yapma anlayışının polis teşkilatı içinde geçerli olduğu söylenebilir. Bu haliyle polis teşkilatının toplumdan kopuk bir görüntü çizdiği, dolayısıyla da kısa dönemde genel konjöktürden dolayı aradaki kopukluğun giderilmesinin çok kolay olmadığı söylenebilir (Çevik, 2002:46-49).

Türkiye’de toplumun genel anlamda kamu hizmetlerinden şikayetçi olduğu dikkate alındığında, kamu kurumları hakkında olumsuz bir imajın söz konusu olabileceği tahmin edilmektedir. Kamu kurumları hizmetlerini yürütürken özel sektördeki gibi rekabet ortamı söz konusu değildir. Söz konusu bu ortamda kamu kurumlarının, kalite, etik, hizmet bilinci gibi özelliklerden de yoksun olması durumunda halkın memnuniyetini sağlamaları ve olumlu bir imaja sahip olmaları mümkün görünmemektedir. Ortaya çıkan bu olumsuz imajın düzeltilmemesi durumunda ise yapılan işin kalitesi daha da azalmakta ve buna bağlı olarak ta memnuniyetsizlik artmaktadır. Bu sebeple ülkemizde, özellikle kamu kurumlarının imajlarının ölçülmesi ve bu imajlarda pozitif anlamda değişiklikleri sağlamaya yönelik programların geliştirilmesine öncelikle ihtiyaç vardır (Taslak ve Akın, 2005:264).

Ülkemizde, güçlü devlet anlayışının polisin davranışlarına da yansıdığını söylemek mümkündür. Polis hem kendi bakış açısı hem de toplum nazarında önemli bir konumdadır ve “devletin polisi” olup devleti temsil etmektedir. Bu konuda herkesin hem fikir olduğu söylenebilir. Polise karşı yapılan bir eleştiri veya karşı koyma durumunda yapılan hareketin devlete karşı yapıldığı iddia edilir. Bu durum polisin çalışmalarını genellikle sorgulanamaz bir hale getirir. Sonuç olarak ta polis halkın değil, üstlerinin isteklerine uygun bir hizmet sunmaktadır (Çevik, 2002:47). Halkın isteklerine uygun olmayan hizmet anlayışının sonucunda ise polis imajının olumsuz etkilenmesi kaçınılmazdır.

Polislik mesleğinin toplumdaki statüsü ve polisin çalışma şartlarının zorluğu doğal olarak bu mesleği seçenlerin sosyal yapısını da etkilemektedir. Bu çerçevede

polislik mesleğinin ülkemizde sosyal yönden çekici ve saygın bir meslek olduğunu söylemek oldukça güçtür. Ülkemizde mesleklerin saygınlığı konusunda yapılan bir araştırmada polislik mesleği altmış meslek arasında otuz altıncı, kırk meslek arasında ise on altıncı sırada yer almıştır. Polislik mesleğinin saygınlığının düşük olması, polis memurlarının kişiliğinden değil, yapılan işin niteliği, çalışma şartlarının zorluğu ve gelir durumunun düşüklüğünden kaynaklanmaktadır. Ancak polislik mesleğinin saygınlığındaki bu nispi düşüklük sadece ülkemizde özgü bir durum olmayıp ABD’de benzer bir durum söz konusudur. Polisin görev alanına giren işler, temiz, saygınlığı ve prestiji olan işler değil, aksine kirli, karanlık, karmaşık ve bunun yanında da riskli işlerdir. Polisin görevi sırasında muhatap olduğu kişiler suça eğilimli ve toplum içerisindeki problemli ve hastalıklı tiplerdir (Fındıklı, 2000:9).

Ülkemizde polisin imajını belirlemeye yönelik çalışmalar oldukça sınırlıdır. Özellikle Toplam Kalite Yönetimi ve Toplum Destekli Polislik Uygulamaları çerçevesinde çeşitli emniyet birimlerince yapılmış çalışmalar mevcut olmakla birlikte bu çalışmalar yetersizdir.

1992 yılında Hacettepe Üniversitesinde, polis-halk ilişkileri konulu bir yüksek lisans tez çalışması kapsamında yapılan ankette “Polise güveniyor musunuz?” sorusuna katılımcıların %75’i evet, %25’i hayır şeklinde cevap vermiştir (Okutan, 1992). Görüldüğü gibi katılımcıların büyük bir çoğunluğu polise güvendiğini bildirmiştir. Ancak azınlıkta olsalar da polise güvenmeyen %25’lik oranda ciddi bir nüfusa karşılık gelmektedir ve Türk Polis Teşkilatı bu oranı daha aşağılara çekmek zorundadır.

2001 yılında Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı (TESEV) tarafından yapılan “Yolsuzluk Hane Halkı Araştırması”nda ankete katılanların %74’ü trafik polislerinin, %52’si ise genel olarak polislerin rüşvet ve yolsuzluğa karıştığını düşündükleri tespit edilmiştir. Kurumların en zayıf yönlerini belirlemeye yönelik sorulan soruda ise polis teşkilatının en zayıf yönünün “halka eşit davranmamak” olduğu tespit edilmiştir (Bıçakçı, 2001:100). Görüldüğü gibi yapılan bu çalışmada polisin imajı açısından oldukça önemli olan “rüşvet” ve “halka eşit davranma” konusunda halk gözünde oldukça olumsuz bir durumun söz konusu olduğu söylenebilir.

Her mesleğin sosyal bir saygınlığı vardır. Meslek saygınlığı bir toplumun bir mesleğe atfettiği önem, imaj ve beğeni düzeyini ifade eder. Meslek saygınlığı daha çok mesleki eğitime, mesleğin getirisine ve sağladığı statüye göre

şekillenmektedir. Bu üç husus göz önünde tutulduğunda ülkemizde polislik

mesleğinin saygınlığının düşük olmasının öncelikli sebebi eğitim düzeyinin düşük olmasıdır (Fındıklı, 2000:9). Son dönemde yapılan değişikliklerle polis memurları kısa dönemli eğitimlerin yerine en az iki yıl eğitim veren Polis Meslek Yüksek okullarına devam etmektedirler. Bunun yanı sıra dört yıllık lisans eğitimi mezunlarının mesleğe alınması ile eğitim sorunun nispeten çözülmüştür. Ancak bu lisans mezunlarının fakültelerde aldıkları eğitimler polislik mesleğiyle ilgili olmadığından meslek başarısı açısından yeterli olmamaktadır. Ülkemizde polislik mesleğiyle alakalı eğitim sorununun çözümü ancak ve ancak her polisin en az lisans düzeyinde ve dört yıl süreyle polislik eğitimi almasıyla mümkün olacaktır.

Ülkemizde polislik mesleğiyle alakalı değerlendirmelerde sorun teşkil eden bir diğer husus ise polisliğin, iyi bir üniversite kazanamamış, mesleksiz ve işsiz kişilerin son çare olarak gördükleri bir istihdam kapısı olmasıdır. Adeta, “Hiçbir şey olamazsam polis olurum” diyenlerin mesleği haline gelen polisliğin saygınlığı, bu durum sebebiyle hem teşkilat içerisinde hem de toplum nazarında düşmüştür. Son dönemde ise kendi alanlarında bir iş imkanı bulamamış üniversite mezunlarının zorunlu olarak polisliği seçtikleri ve ilk fırsatta da kendi alanlarıyla ilgili bir kuruluşa geçiş yapma çabası içerisinde oldukları görülmektedir. Polislik, kısa yoldan ve kolay bir biçimde geçimini sağlamanın yolu ve bir istihdam fırsatı olarak görülmektedir. Ülkemizde polisliğin olumsuz imajını kaldırmak, hiçbir şey olamayanların değil, bu mesleği severek ve isteyerek yapacakların, her şeyden önce mesleğine saygı duyan meslek mensuplarının polisliğe kazandırılması ile mümkündür.

Türkiye’de polis-halk ilişkileri konusunda farklı bir yaklaşım ortaya koyan Bıçakçı, polis ile yurttaş arasındaki iletişim kopukluğunun önemli nedenlerinden birinin ülkemizin içerisinde bulunduğu ekonomik şartlar olduğunu belirtmiştir. Ekonomik yönden zor durumda olan geniş kitleler sık sık polisle karşı karşıya gelmektedir. Oysa görece gelişmiş demokrasilerde yaşam standartları daha üst düzeyde olduğundan ve iletişim kanalları açık olduğundan polis ile halk karşı karşıya

gelmemektedir. Halkın iradesine karşı bir takım yaptırımların dayatılmasında polis gücünün bir tehdit olarak kullanılması polis imajını olumsuz yönde etkilemektedir (Bıçakçı, 2001:103).

Ülkemizde Hacettepe Üniversitesi öğrencilerinin polise karşı tutumlarını belirlemeye yönelik bir çalışmada, anket uygulanan öğrencilerin %55.3’ü kendilerinin kullandığı ya da içinde bulundukları bir aracın trafik kurallarını ihlal ettikleri gerekçesiyle işlem yapıldığını bildirmişlerdir. İşlem yapıldığını bildiren öğrencilerin %43’ü polisin işlem sırasında “uyarıda bulunarak ceza kestiğini”, %15.4’ü polisin cezai işlem yaparken “sert davrandığını”, %3’ü polisin “azarlayarak serbest bıraktığını”, %20’si ise polisin “görevini kötüye kullandığını” bildirmişlerdir. Trafik dışında bir suç işlendiğinde veya yasa ihlaline şahit olduğunda polisin tutumu konusundaki soruya ise, %53’ü “ilgisiz ve katı”, %13.1’i ise “duyarlı, ilgili ve yardımsever” şeklinde cevap vermişlerdir (İçli, 1995:61). Polis-halk ilişkilerini en üst seviyeye çıkarmak, halk gözünde olumlu ve güçlü bir polis imajı oluşturmak için, meslek mensuplarının yaptığı işlemi muhatabına net bir şekilde, sabırla ve kibar bir

şekilde anlatması, duyarlı, ilgili ve yardımsever bir anlayışla görev yapması ve bu

anlayışın tüm birimlere hakim kılınması gerekmektedir.

Bir kurumun halkla ilişkiler konusunda yapması gereken en önemli şey yaptığı işin dünya standartlarına uygun bir kalitede olmasıdır. İşini kaliteli yapmayan bir kurumun toplumun saygı, sevgi, destek ve işbirliğini kazanması ve iyi bir imaj oluşturması mümkün değildir. Dünya standartlarına uygun kalitede iş yapabilmek ise büyük ölçüde kurumun çalışanlarına bağlıdır. Bu noktada ise insan kaynaklarının iyi yönetilmesi zorunluluğu karşımıza çıkmaktadır. Polis teşkilatı açısından bakıldığında olumlu bir imaj oluşturabilmenin, ancak mesleki bilgi ve beceri düzeyi yüksek, kültürel olarak yeterli polislerin sayısını arttırmakla mümkün olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu nitelikteki polis sayısını arttırabilmek içinde polis adaylarının seçimi ve eğitimi konusunun öncelikle ele alınması gerekmektedir (Taslak ve Akın, 2005:271).

İnsanlar bir uyarının farkına varırken, ön kayıtları doğrultusunda veya daha

önce vardığı taraftarlık noktasından bakıp çarpıtarak ya da işine gelmesi oranında filtre edip hafızasında tutarak bir tür seçicilik durumu sergilerler. Ülkemiz ise tarım,

sanayi ve bilgi toplumunun aynı anda yaşandığı, karmaşık toplumsal tutumların sergilendiği dinamik bir ülkedir. Bunca sofistike ve karmaşık bir süreç içinde, polisle ilgili algıyı yönetmek, iletişim kirliliği arasından sıyırıp toplumun tümünü kapsayan hedef kitlenin akıl ve gönlüne istediğimiz mesajı yerleştirmek ve neticede hedef kitlede pozitif bir polis imajı oluşturmak ancak sistemli, planlı ve kararlı bir çalışma ile mümkündür (Saydam, 2006:340).

Ancak ülkemizde halkı polise yaklaştırmak amacıyla yapılan çalışmaların genellikle kişisel çabalar olduğu ve belli makamlarda bulunan kişilerin yükselme amaçlarına hizmet eden faaliyetler olduğu söylenebilir. Kişisel çabalar o kişinin görevden ayrılmasıyla sona ermekte ve kazanımlar zaman içerisinde yok olmaktadır. Ayrıca polis teşkilatı bu çalışmalarında başarılı olsa bile, Türkiye’deki genel yönetim anlayışı nedeniyle halkın devlete ve siyasete (hükümete) olan güven kaybı polise de aynen yansıyacaktır (Çevik, 2002:49).

Polis, yaptığı iş itibariyle sürekli suç ve suçlularla karşılaşır ve nadiren kibar ve prestijli insanlarla muhatap olur. Bir süre sonra polislerde, toplumda iyi insan olmadığı, “herkesin suçlu”, “herkesin düşman” olabileceği gibi oldukça tehlikeli bir kanaat oluşur. Bu kanaatteki polisin ihtiyatlı davranmak gerektiği inancı polis-halk ilişkileri önündeki en büyük engellerden birisidir. Toplumun hastalıklı ve sorunlu tipleriyle uğraşmak bir süre sonra polisinde bu insanlar gibi kaba ve sert davranmasına sebep olmaktadır. Bunun yanı sıra ülkemizin yaklaşık otuz yıldır yaşadığı yaygın şiddet ve terör olayları da ülkemizde polisin davranışını olumsuz etkileyen faktörlerden birisidir (Göksu, 2002:83).

Doğu toplumlarında hakim anlayış olan devletin oldukça yüceltilmesi anlayışının bir sonucu olarak vatandaşa karşı ciddi durma ve sert davranma klasik yönetim anlayışının bir özelliğini oluşturmaktadır. Bu anlayışta devlet memurlarının vatandaşa gülümsemesi gayri ciddilik olarak algılanır ve yanlış bir davranış olarak değerlendirilir. Çünkü devletin temsilcisi olan memurun gülümsemesi aynı zamanda devletinde gayri ciddi olduğunu gösterir. Buna bağlı olarak bürokrat ve devlet adamlarının sert davranması gerekir. Bu sertlik ise zaman zaman ölçüsü kaçırıldığında şiddete dönüşebilmektedir. Bu durum ülkemizde polisin yaşadığı olumsuz imaj sorununun en önemli sebeplerinden birisidir. Devletin ciddiyetini

gösterme adına, sert, asık suratlı ve nadiren de olsa şiddet kullanılması halk gözünde polis imajını olumsuz şekilde etkilemektedir (Göksu, 2002:84).

İngiltere’de uygulanan “Uzlaşmacı Polislik” anlayışının aksine ülkemizde

polisin meşruiyeti “zor kullanma” ya dayalıdır. Ülkemizde polisin meşruiyeti güç kullanmaya dayanmakta, meşru güç ise otorite anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Türkiye’de polisliğin “otoriter” bir sistemle uygulandığı söylenebilir. Ancak bu gayrimeşru, baskıcı bir durum değildir. Sadece, gerçek bir uzlaşmaya dayanmaması sebebiyle meşruiyetinin zayıf olduğu söylenebilir (Aydın, 2002:110).

Son dönemde önemli ölçüde azalmış olmakla birlikte kaba ve sert davranışın suçları aydınlatmada bir yöntem olarak kullanılması poliste ciddi davranış sorunlarına sebep olmaktadır. Polisin, suçları aydınlatmaya çalışırken kaba ve sert davranışlarının sayesinde olumlu sonuçlar elde etmesi, gelecekte bu tip davranışlara sık sık başvurması için bir motivasyon oluşturmaktadır. Maruz kaldığı şiddet karşısında korktuğu için suçunu kabul eden suçlularla birkaç kez karşılaşan polis meslek hayatının kalan bölümünde suçları aydınlatmak için uzun uzun uğraşıp dil dökmek yerine kestirmeden sonuca gitmeye çalışmaktadır (Göksu, 2002:84).

Ülkemizde polisin yaşadığı imaj sorununun en önemli kaynaklarından birisi de meşruiyet sorunudur. Meşruiyet kavramıyla bağlantılı iki kavram “güç” ve “otorite” kavramlarıdır. Güç, bir kişinin (veya grubun) kendi amaçlarını gerçekleştirmeye yardım edecek şekilde diğer bireylerin davranışlarını, bireysel veya kolektif olarak kanalize etmek veya yönlendirmek suretiyle etkileyebilme yeteneğidir (Aktaran: Aydın,2002:92). Otorite ise, literatürde meşru güç olarak açıklanır ve bir kişinin ve grubun diğer insanlar üzerinde etki yaratma hakkı ve niteliği olarak tanımlanabilir. Bir örgütte otorite, bir kişiye, diğerlerine talimat verme ve onların buna uyup uymadıklarını denetleme yetkisi verir. Meşruiyet olmadan güç sahibi olunabilir, fakat otorite sahibi olunamaz (Aydın, 2002:94).

Sonuç olarak ülkemizde polisin genel imajının çok kötü olmamakla birlikte ciddi olumsuzlukların söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Bu olumsuzluklar, geleneksel devlet yapısından kaynaklanabildiği gibi genel olarak tüm dünyada polislik mesleğinin doğasında var olan bazı olumsuzluklardan da kaynaklanabilir.

Tüm bu olumsuzlukları bertaraf etmek ise ancak polis teşkilatının, halkın desteğini güçlü bir şekilde arkasına alabilmesi ile mümkündür. Bu halk desteğini kazanmak için de çağdaş polis strateji ve taktikleri kararlı bir şekilde uygulanmalıdır.

Uygulanacak bu strateji ve taktiklerin halka doğru biçimde anlatılması, halkın bu süreci doğru özümseyebilmesi ve halkın desteğinin sağlanarak olumlu bir polis imajı oluşturulabilmesi ise ancak medya desteğinin etkin bir şekilde sağlanabilmesi ile mümkündür. Geniş halk kitlelerinin desteğinin kazanılmasında ve genel polis imajı üzerinde medya en önemli faktördür.

Son dönemde yapılan araştırmalar insanların kitle iletişim araçlarıyla geçirdiği zamanın gün geçtikçe düzenli bir biçimde arttığını göstermektedir. Bu değişimin sonucu olarak insanlar bilgilenme ihtiyaçlarının önemli bir kısmını yüz yüze ilişkilerden ziyade kitle iletişim araçlarıyla gidermeye başlamışlardır. Bu açıdan bakıldığında medyanın polisle ilgili haberlerin en önemli kaynağı olduğunu söylemek mümkündür. Halkın büyük bir kesimi polisle ilgili haberleri medyadan ve onların bakış açısıyla öğrenebilmektedir. Polis ve polis teşkilatı hakkında medyada yer alan bu haberler bireylerin zihninde olumlu veya olumsuz polis imajlarının oluşmasında, var olan imajların güçlenmesi veya değişmesinde önemli etkiler yapmaktadırlar. Dolayısıyla genelde kitle iletişim araçları özelde ise yazılı basın dediğimiz gazete ve dergiler halkın zihnindeki polis imajı üzerinde ciddi etkiler yapmaktadır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

DOĞU ve GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGELERİNDE POLİS İMAJI ve BU İMAJA ETKİ EDEN FAKTÖRLER