• Sonuç bulunamadı

Kuruluşundan 1850’li yıllara gelinceye kadar Osmanlı Devleti’nde bir belediye örgütlenmesi var olmamıştır. Devlet tarafından yerine getirilmesi gereken belediye hizmetleri; vakıflar, kadılar vs. aracılığıyla sunulmuştur. Temizlik, su ve aydınlatma hizmetleri, yol ve alt yapı hizmetleri, park ve bahçeler, mezarlıklar, halk sağlığını korumaya yönelik çalışmalar vakıfların üstlenmiş olduğu hizmetler arasında sayılabilmekteyken; esnaf ile ilgili konularda kadıların büyük rolü olmuş ve kadılar, esnafa narh sistemi uygulamışlardır. Bu uygulama ile devlet, fiyat artışlarını kontrol altında tutarak halkını korumayı amaç edinmiştir. 19. yüzyılda ise, merkeziyetçiliği güçlendirme ve devleti yeniden yapılandırma anlayışı ile birlikte geleneksel örgütlenmenin yerini modern örgütlenme biçimi almaya başlamıştır (Uyar, 2004: 2-3).

Böylelikle ülkemizde ilk belediye örgütlenmesi 1854 yılında İstanbul’da kurulmuştur. Ancak, belediyelerin halkın yaşamını doğrudan etkileyen kuruluşlar haline gelmeleri Cumhuriyet Dönemi sonrasında çıkarılan 1930 tarihli ve 1580 sayılı Belediye Kanunu ile gerçekleşmiştir. Bu kanun belediyelere kentsel hizmetlere yönelik oldukça geniş görev ve sorumluluklar vermiş, ancak belediyeler yeterli kaynaklara sahip olmadıklarından dolayı görevlerini tam olarak yerine getirememişlerdir. 1950’li yıllarla başlayan merkezileştirme süreci, hızlı nüfus artışı ve kent merkezlerine olan yoğun göç sonucu belediyeler, kıt kaynaklarını kentin alt yapı hizmetlerine yöneltmek zorunda kalarak, sosyal ve kültürel hizmetleri geri plana atmışlardır (Ersöz, 2007: 35). Bu durum sonucunda 1960’ların sonlarına doğru, orta sınıfların öncülük ettiği ve kendisini solda gören toplumcu bir hareketlenme şekillenmeye başlamıştır. Kentlerde ortaya çıkan eşitsizliklere karşı toplumun geniş kesimlerine yönelik sosyal adalet ve refah isteğinde bulunan bu hareketlenme, gelişme imkânını CHP içerisinde bulmuş ve 1973 yılı yerel seçimlerinde birçok büyük kentte belediye yönetimlerini ele geçirmiştir (Bayraktar ve Penpecioğlu, 2008: 55). 1973 yılı yerel seçimleri öncesinde merkezi yönetim ile belediye yönetimlerinin aynı partilerden olma eğilimi varken; bu seçimle birlikte durum değişmiştir. Belediye yönetimlerinin merkezi yönetimle olan ideolojik temelli

çatışmaları ve kıt kaynaklarla belediye hizmetlerini görmek zorunda oluşları (Aydınlı, 2004: 167) kendilerine yeni kaynaklar yaratmalarını zorunlu kılmıştır.

Yeni belediyecilik ya da toplumcu belediyecilik gibi isimlerle anılan belediyecilik akımıyla birlikte belediyeler, yalnızca gıda maddelerini ve bu maddelerin temizliklerini vs. denetleme görevinde bulunmayarak; ulaşım, yol, su, elektrik, konut gibi üretim alanlarında doğrudan etkin girişimlerde bulunmuşlardır. Kentte oluşan tekelci rantların oluşmasını engellemeyi amaçlayarak, üretimlerini topluma aktarıcı bir biçimde gerçekleştirmeye çalışmışlardır (Keleş, 2000: 424-426). Belediyeler, asfalt fabrikaları gibi büyük işletmeler kurma yoluyla hem kendi ihtiyaçları olan kent içi asfaltlama çalışmalarını yapmış hem de karayollarının büyük ihalelerine girerek kazanç elde etmişlerdir. Yine belediyeler, otoparklar, plajlar, belediye taşınmazlarında toplantı ve düğün salonları, halk ekmek, tanzim satış mağazaları açarak bu hizmetleri halka ucuz, aracısız olarak sunmuşlar ve bu şekilde kaynak yaratmaya çalışmışlardır (Güler, 2004: 117). Böylelikle halk için hizmet sunarak, her kesimin sosyal adaletini ve refahını artırıcı projeler gerçekleştirmek istemişlerdir. Özellikle yoksul kesimler için halk ekmek ve tanzim satış mağazalarının açılması bu kesimlerin yüzünü güldüren uygulamalardan olmuştur.

Ayrıca belediyeler, merkezi yönetim için de ufuk açıcı hizmetlere girişmişlerdir. Konut alanından (İzmit Yeni Yerleşmeler Projesi, Ankara Batıkent Projesi vs.) mesleki eğitime, kültür merkezlerine kadar pek çok ilk ve öncü uygulamalar o dönemde gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla 1970 sonrasında belediye hizmetlerinde sosyal belediyecilik uygulamaları görülmeye başlanmıştır (Kesgin, 2008: 97-98). Ancak toplumcu belediyecilik anlayışı başta 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin etkisiyle, değil hakim belediyecilik anlayışı, Türk sosyal demokrasisi içinde bile kurumsal nitelik gösterememiş ve Ankara’da Vedat Dalokay, İzmit’te Erol Köse, İstanbul’da Ahmet İsvan gibi belediye başkanlarının girişimleriyle sınırlı kalarak bu isimlerle özdeşleşmiştir (Bayraktar ve Penpecioğlu, 2008: 56).

12 Eylül 1980 Askeri Darbesi ile 1984 yılına kadar devam eden ara dönemde ekonomik, toplumsal ve siyasal alanda yeni bir yapılanma ortaya çıkmış; bu durumdan belediyeler de etkilenmiştir (Aydınlı, 2004: 171). Bu dönemde yerel yönetimlerde merkeziyetçi, bürokratik, hiyerarşik ve vesayetçi anlayış katı bir biçimde uygulanmıştır

(Kesgin, 2008: 100). Belediyeler, bir yandan depolitizasyon politikası doğrultusunda partizanca siyasetin dışına atılmaya çalışılırken, öte yandan da mali yönden güçlendirilmek istenmiştir. Böylelikle birbiriyle çelişir gibi görünen, ancak ara dönem felsefesiyle tutarlı olan bir yapı sergilenmiştir. Bu dönemde çıkarılan 2380 sayılı Belediyelere ve İl Özel İdarelerine Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkındaki Kanun ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu, belediyeleri bir ölçüde rahatlatmıştır. 1984 yılında ise 3030 sayılı kanunla, belediye hizmetlerinin etkin ve verimli bir biçimde sunulması, düzenli kentleşmenin sağlanması ve yerel halkın hizmetlere daha etkin katılımının gerçekleşmesi amacıyla büyükşehir belediyeleri kurulmuştur (Aydınlı, 2004: 171-175). Bu belediyeler zamanla önemli sosyal politika uygulamalarını yerine getirmeye başlamışlardır.

Ülkemizde sosyal belediyecilik açısından 1990’lı yıllar oldukça önemlidir.

1994 yılındaki yerel seçimlerden sonra Refah Partisi’nin adayları, öncelikle İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyeleri olmak üzere pek çok belediye yönetimini devralmış ve bu iki büyükşehir belediye başkanının başlatmış olduğu sosyal ve kültürel hizmetler, yavaş yavaş diğer belediye başkanları tarafından da uygulanmaya başlanmıştır. Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediyeleri klasik kentsel hizmetlerin yanında sosyal yardım, sosyal hizmetler, sağlık, eğitim, konut gibi alanlara yönelmişler; ayrıca yaşlılar, engelliler, kadınlar, çocuklar, dar gelirliler ile acilen yardım edilmesi gereken kimselere yönelik olarak birtakım uygulamalar yürüten kurumlar haline dönüşmüşlerdir (Ersöz, 2011: 144). Örneğin RP’li belediyeler, ilçe merkezlerindeki meydanlara Ramazan çadırları kurmuş, erzak, yakacak, ilaç, ucuz kitap, okul araç gereçleri dağıtımı gibi yardımlarda bulunmuşlardır (Erder ve İncioğlu, 2008: 13).

1990’lı yıllarda temelleri atılan belediyecilik anlayışı, 2000’li yıllara gelindiğinde iyice hızlanmış ve belediyelerin sunduğu hizmet yelpazesi daha da genişlemiştir. Bu hizmet yarışı zamanla sosyal belediyecilik anlayışından bile öteye giderek, yerel halkın sosyo-ekonomik, kültürel ve fiziki gelişiminden sorumlu belediyecilik anlayışını doğurmuştur. Öyle ki, belediyeler geniş çaplı kültürel etkinlikler, sosyal yardım ve sosyal hizmet projeleri gerçekleştirdikleri gibi, gittikçe kendi bölgelerinin ekonomik kalkınmasında da önemli sayılabilecek roller üstlenmişlerdir (Ersöz, 2011: 144-145). Belediyelerin bu denli geniş yetki ve sorumluluklara kavuşturulması ise kamu yönetimi reformu sonrası yeniden düzenlenen

belediye kanunlarıyla mümkün olmuştur. Bu bağlamda sosyal politikanın gelişmesi açısından kamu yönetimi reformu oldukça önem arz etmiştir.

Kamu yönetimi reformu, bütünüyle kamu yönetimi alanını, merkezi yönetim ile yerel yönetim arasındaki ilişkiyi yeniden biçimlendirmeyi amaçlayan bir kanunlar dizinidir (Aydın, 2008: 107). Reform hareketlerine yön veren dinamikler ise, yönetsel sistemde yaşanan sorunların ortadan kaldırılmasını amaçlayan ve sistemin kendisinden kaynaklanan iç dinamiklerden çok, yerel yönetimleri dünyanın diğer kuruluşlarının istek ve beklentilerine göre biçimlendirme ve küresel değişim dalgasına ayak uydurma isteğinin bir sonucu olarak ortaya çıkmış olan dış dinamiklerdir (Emini, 2009: 32). Bu çerçevede yerel yönetimler alanında 2004 ve 2005 yıllarında Belediye, Büyükşehir Belediyesi ve İl Özel İdaresi Kanunu çıkarılmış (Aydın, 2008: 107); böylelikle yerel yönetimlerin sosyal yardım ve sosyal hizmetler alanındaki görev ve sorumlulukları artırılmıştır.

2.10. KAMU YÖNETİMİ REFORMU SONRASI BELEDİYE KANUNLARINDA