• Sonuç bulunamadı

Sosyal devlet, ekonomik ve sosyal dönüşümlere bağlı olarak gelişen ve yine bunlara bağlı olarak şekillenen bir yönetim tarzı, devlet ve toplum arasında oluşan özel bir ilişki biçimidir. Sosyal devletin temel amacı, yoksulluğu azaltmak, vatandaşlarına adil bir refah dağılımı sağlamak, piyasa mekanizmasından kaynaklanan birtakım risklere karşı önlemler almak, sosyal yardım ve sosyal hizmetleri sunmaktır (Bayraktar, 2012: 252). Sosyal devlet, devletin ekonomiye aktif ve kapsamlı müdahalelerde bulunmasını öngören bir devlet anlayışıdır (Aktan, 1999: 43). Devletin ekonomiye müdahalesiyle toplumsal adaletsizlikleri ve ekonomik yoksunlukları asgari düzeye indirgemek hedeflenmiştir (Gül ve Gül, 2007: 4).

Sosyal devlet, bireylerin yalnızca yasalar karşısında eşitliğini savunmayarak, bireylere şans ve fırsat eşitliği getirmeyi istemektedir. Güçsüzleri koruyucu önlemlerle birlikte sosyo-ekonomik nedenlerin meydana getirdiği eşitsizlikleri azaltmaya ve zenginliklerin daha adil bir biçimde dağılımını sağlamaya çalışarak, sosyal adaleti gerçekleştirmeyi hedeflemektedir (Duman, 1997: 27). Bu hedefini gerçekleştirmek için ise yasal düzenlemeler yapmakta ve birtakım kurumların oluşturulmasını sağlamaktadır (Özdemir, 2007: 22).

Sosyal devlet, vatandaşlara yalnızca kişisel ve siyasal haklar tanımakla yetinmeyerek (Bulut, 2013: 175), ekonomik ve sosyal hakların sağlanmasında da aktif rol almaktadır. Eğlence ve dinlenme hakkı, çalışan kadın ve çocukların korunması, sendika kurma hakkı, grev hakkı, eğitim hakkı gibi haklar bu tür haklara örnek gösterilebilir (Altan, 1999: 45). Temel hakların yanında bu tür sosyo-ekonomik hakların da anayasal güvence altına alınmasıyla birlikte birey, insanca yaşamanın gerektirdiği tüm haklara kavuşturulmuş bulunmaktadır.

Sosyal devlet, sosyal güvenliği sağlama görevi üstlenerek, bireylerin hem bugününü hem de geleceğini güvence altına alan, onları çeşitli sosyal risklere karşı koruyan sistemler oluşturur (Göze, 1995: 104). Sosyal devlet; yoksul, muhtaç, dar gelirli birey ve aileler ile vatanı koruma görevi sırasında gazi olmuş ya da şehit düşmüş bireylerin ailelerine sosyal yardımlarda bulunmakta ve darülaceze, huzurevi, eğitim, sağlık, konut gibi birçok sosyal hizmeti karşılıksız ya da düşük ücret karşılığında sunmaktadır (Aktan, 1999: 44). Devletin bu tür işlevleri yerine getirmek üzere yaptığı

düzenleme ve uygulamalar, yani sosyal politikalar onun sosyal niteliğini ön plana çıkarmaktadır. Bu nedenle devletin rolü eğitim politikalarından sağlık politikalarına, ekonomi politikalarından konut politikalarına, ücret düzeyinden gelir dağılımına, çalışma koşullarının iyileştirilmesinden sosyal güvenlik önlemlerine kadar oldukça geniş bir alanı içine almaktadır (Erbaş, 2005: 32). Böylelikle sosyal devlet, toplumsal refahı artırarak, herkesin barış içinde yaşamasını hedeflemektedir.

Sosyal devlet, toplumda pozitif ayrımcılığa tabi tutulması gereken gruplara, özellikle çocuklara, yaşlılara, kadınlara ve engellilere yönelik hizmetler geliştirerek ve yardımda bulunarak, bu grupların toplum tarafından dışlanmasına engel olmaktadır.

Yine sosyal devlet, bireylere yeni istihdam alanları açmakta ve işsizliği önlemeye çalışmaktadır. Bu bağlamda sosyal devlet; hiç kimseye dilinden, dininden, ırkından dolayı bir ayrım yapmayan, herkesin insanca yaşamasına yönelik önlemler alan, sosyal harcamalara önemli pay ayıran, güçlünün karşısında güçsüzün ezilmesine engel olan politikalar düzenleyen, sosyal adaletin ve sosyal dengenin sağlanmaya çalışıldığı bir devlet anlayışını ifade etmektedir.

Gøsta Esping-Andersen’in sınıflandırmasına göre sosyal refah devleti modelleri (liberal refah modeli, korporatist/muhafazakâr refah modeli, sosyal demokrat refah modeli olmak üzere) üç gruba ayrılmaktadır. Barlow ve Durcan bu modellere bir yenisini (rudimenter refah modeli) dahil etmişlerdir (Esping-Andersen, 1990: 26-29;

Barlow ve Durcan, 1994: 26-31’den akt. Olgun, 2014: 92):

Liberal Refah Modeli: Devletin sağlamış olduğu yardımlar asgari düzeyde, sınırlı ve sıkı kurallara bağlıdır. Bu yardımlar maddi durumu iyi olmayan, minimum gelire sahip gruplara yöneliktir ve yardımlardan yararlanan vatandaşlar sosyal yönden damgalanma tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Devlet, çok fazla refah programı oluşturmak istememekte ve piyasayı birtakım özel refah önlemleri geliştirip uygulaması noktasında teşvik etmeye çalışmaktadır.

ABD, Avustralya, Kanada ve İngiltere bu gruba örnek olarak gösterilebilmektedir.

Korporatist/Muhafazakâr Refah Modeli: Piyasayı merkezine alan liberal öğretiler bu gruptaki modelde egemenliğini sürdürememiş, statüye dayalı farklılıkların muhafaza edildiği bir sosyal düzen temel alınmıştır. Bu modelde

devletin otoritesi oldukça güçlüdür (Baştürk, 2013: 394’ten akt. Olgun, 2014:

92) ve devlet, sosyal refah hizmeti sunumunda tek başına yeterli gelebilecek konuma sahip bulunmaktadır. Böylelikle piyasanın bu husustaki görevine gerek duyulmamaktadır. Ancak statüye dayalı farklılıkların muhafaza edildiği bir sosyal düzen temel alındığından dolayı, devletin üstlenmiş olduğu hizmetlerin yeniden dağıtıcı gücü azdır. Korporatist model ile kilise arasında yakın bir ilişkinin olması, aile kurumuna özel bir önem verilmesini sağlamıştır. Bu doğrultuda devlet, yalnızca aile kurumunun risk altında olduğu durumlarda sosyal alana yönelik müdahalede bulunmaktadır. Bu grubun en karakteristik örneği Almanya olsa da Fransa, İtalya gibi ülkeler de örnek olarak gösterilebilmektedir (Olgun, 2014: 93).

Sosyal Demokrat Refah Modeli: Bu modelde hedeflenen, minimum standartlara dayanan bir eşitlikten ziyade, yüksek standartlara dayanan bir eşitliğin oluşması için gerekli şartların hazırlanmasıdır. Devlet, sosyal refah hizmetlerini yoğun bir biçimde sunmaya çalışarak önemli bir aktör haline gelmiş ve büyük oranda piyasanın yerine geçmiştir. Devlet, geniş bir alana müdahalede bulunarak çocuklara, yaşlılara ve yardıma muhtaç kimselere yönelik tedbirler almaya başlamaktadır. Kapsamlı refah uygulamalarının artırmış olduğu maliyetler, yüksek vergi oranlarıyla birlikte sosyal sorunların minimum düzeye indirilmesini de gündeme getirmekte, böylelikle sosyal yardımlarla hayatını idame ettiren bireylerin sayısının azaltılması ve iş piyasasında daha fazla sayıda bireyin istihdamının sağlanması söz konusu olmaktadır. Bu gruba öncelikle İsveç olacak şekilde Norveç, Danimarka gibi İskandinav ülkeleri örnek olarak gösterilebilmektedir (Olgun, 2014: 93).

Rudimenter Refah Modeli: Sosyal refah hizmetlerine yönelik geniş haklar bu grupta görülmemektedir. Bu model, hem yardıma muhtaç durumda olanlara ilişkin uygulamaları hem de bireylerin iş piyasasına yönlendirmeleri konusunda zorlanmaları bakımından liberal refah modeline benzemektedir. Sosyal refah hizmeti anlayışı ise aile yaşantısı içinde kadınların ekonomik anlamda sorumluluk üstlendiği, daha çok dini temelli ve gelenekçi bir toplum yapısına dayalı bulunmaktadır. Bu yapı, hala belli bir oranda tarımsal niteliklere sahip ve temel ihtiyaçların giderilmesi doğrultusunda üretimlerini gerçekleştiren

ekonomiler için söz konusudur. Rudimenter modele Yunanistan ve Portekiz örnek gösterilebilir (Olgun, 2014: 94). Ayrıca benzer sınıflandırmalara bakarak, Türkiye’nin de tarihsel açıdan bu gruba dahil edilebileceğini belirtmek gerekmektedir.

Yukarıda kısaca birtakım özelliklerine değinilen refah modelleri, saf gruplar şeklinde değerlendirilmemelidir. Nitekim, söz konusu ülkelerin her gruptan kimi özellikler taşımaları mümkün olmakla birlikte, zamanla başka bir gruba konumlandırılabilmelerinde de bir engel bulunmamaktadır (Barlow ve Durcan, 1994:

31’den akt. Olgun, 2014: 94).