• Sonuç bulunamadı

1.2. Ara Rejimin Dinî Dünya Tasarımı ve Dinin Sınırları

1.2.3. Türk İslam Sentezi

1.2.3.1. Türk İslam Sentezinde Dinin Yeri

Millî kültürün devamı açısından taşıdığı önem bu bağlamda dine açılan yerin niteliğini de belirleyici bir faktördür. Sentez çerçevesinde öncelikle devletin ve aydınların dinle mesafelerini kapatmaları beklenmektedir. Aydınlar Ocağının

Görüşü’ne göre “Türkiye'deki dincilik akımları, din (İslam) düşmanlığına tepki

olarak doğmuş ve gelişmiştir. (O günkü) dincilik cereyanı, din düşmanlığının sonucudur. Dincilik (irtica) istenmiyorsa, Devletin dine karşı soğuk davranmaması, münevverlerdeki din allerjisini tedavi etmesi gerekmektedir. Şu yalın gerekçeyle ki, milli kültür ve milli tarih karşısında milli dinin hakkını vermeyen devlet, millilik vasfını kaybeder.” (Güvenç vd., 1994: 38). F. Timurtaş’ın Türk Kültürü dergisinde 1978’de yayımlanan yazısında dine bağlı olması gereken Türk milliyetçilerin benimsemesi gereken yirmi maddelik liste içinde dinle kurulacak irtibat ve bunun mahiyetine dair ipuçları bulunmaktadır. Dil ve dinin milliyetçilik için iki temel unsur olduğu belirtilirken milliyetçilerin din anlayışı “her türlü hurafe ve batıl şeylerden uzak, Müslümanlığı asri şekliyle kavrayan bir anlayış” olarak tarif edilmektedir (Copeaux, 2006: 104-105).

Sözü edilen asrîlik, sentezci dinselliğin kritik ilkelerinden biridir ve millî kültür içindeki dinin yerinin temsilî bir ifadesidir. Bu fikrin açılımı olarak AKDTYK tarafından 1986 yılında hazırlanan raporda geçen ifadeler, dinî beklentinin sınırlarını şöyle çizmektedir. “Milli kültürün oluşturulması ve kuşakların uyum sürecinde İslam

69 dininin sekülarizasyon-dünyevileşme vasıflarından istifade etmesini bilmeliyiz. Bu sayede sosyo-kültürel değerlere tamamlayıcı kültür unsurunu doğru olarak eklemiş oluruz. İslam'da sekülarizasyondan yararlanmasını bilmeliyiz. Batı'da bunun örnekleri vardır. Calvin Fransa'da, Luther Almanya'da sanayileşmenin temelini sekülarizasyonda kurmuşlardır. Türk milliyetçiliğinin manevi kaynağının bir kısmına kültür unsuru olarak meşruiyet ölçüsünde dini eklemek mümkündür. Milleti bütünleştiren kültür unsurlarından biri olan din, hayat görüşünü yüzyıllarca şekillendirmiştir. Kültür de bir hayat tarzı olduğuna göre, bu sistemin içine laiklik prensibini zedelemeden din unsurunu eklemeliyiz” (Güvenç vd., 1994: 73; Şen, 2001: 171).

Sentezin, 12 Eylül öncesinin yükselen dinî radikalizminin ve irticanın aşılmasındaki desteği nokta-i nazarından bakılınca, yukarıda alıntılanan sentezci metin örneklerinde işlenen biçimiyle faydacı bir din tanımının gereği tartışılmazdır (Subaşı, 2005: 111). Ocak çevrelerine ve TİS izleyicilerine sirayet eden denetimcilik fikri, dinin devletçe benimsenen biçimi dışında kalan fraksiyonlarını dışlayıcı bir din anlayışına kaynaklık etmektedir. Hurafe karşıtlığı ve çağdaşlığın yanı sıra sünnilik merkezli resmî dinden sapmalara karşı devlet eliyle alınan asayişçi tedbirler Kemalist yaklaşıma benzer biçimde sentezci çevrelerce de itiraz götürmeyen bir tercih olarak kabul edilmektedir (Taşkın, 2006: 389). Diğer yandan otoriter devletçi anlayış, bir devlet tercihi olarak “asrî” biçimiyle benimsenen dinselliğe karşılık, nizam kurucu bir sistem olarak dinin ve dinsel aktörlerin devlet yapılanmasında etkin bir rol oynamasına izin vermemiştir (Subaşı, 2005: 100).

“Asrî” bir din anlayışı, İslam dininin evvelemirde tarihten gelen ve yeniden yükseltilmesi gereken niteliklerinden biridir. Sentezin üzerinde yükseldiği diğer bir kaide, Milli Kültür Şurası’nda ifadesini bulduğu şekliyle evrensellikten ya da diğer milletlerin kültürel etkilerinden arındırılmış inanç pratiklerinin İslam dininin Türk milletine özgü biçimiyle canlandırılmasıdır. Anılan hedef, diğer ulusların hikayelerinden bağımsız olarak kendi hedefine doğru ilerleyen millî tarihin canlandırılmasına dayalı tarih bakış açısıyla (Güvenç vd., 1994: 37) tutarlı bir misyona karşılık gelmektedir. Tarihin bu bağlamın adeta mitsel bir ögesi olarak

70 idealize edildiği söylemin numunelerine sentezci yazarların ifadelerinde sıklıkla rastlanmaktadır. Kültür Bakanı Evliyaoğlu, “Türkler Türklüklerini asla kaybetmeden, kendi değerleriyle İslam dininin sentezini yaparak…Türk İslam sentezi ile oluşan kültür değişimi Arap ve Fars kültürü içinde erimeden…özü, biçimi, düşünce ve zevkiyle tamamen Türk olan kültür ve sanat eserleri kazandırdılar” (MKŞ-K, 1983: 14) ifadeleri gelenek, tarih ve toplumun ürettiği dinsel yapı ve eğilimleri kapsayıcı vüs’atteki bir din yorumunun oldukça dışında kalan bir kültür vizyonuna kaynaklık etmektedir. Sözü edilen teyakkuz hali, coğrafya, kültür ve toplum merkezli çeşitli dinlere ya da dindarlık yorumlarının tezahürü olarak mezhepler açısından olduğu kadar, dinî cemaatlerde belirginleşen yaşam ve anlayış biçimlerindeki farklılıklar açısından da geçerlidir. Mezhep farklılıklarının genellikle mezhep kışkırtıcılığı eşliğinde anılması ve bunun için alınacak tedbirler zümresi içinde zorunlu din eğitimine eğitsel içeriğinin üstünde anlamlar yüklenmesi de din meselesinin çoğunlukla millî bir meselenin parçası olarak görülüyor olmasından kaynaklanmaktadır (DMTD, C. IX, 01/ 09/1982, s. 278, 301, vd.).

Sentezci görüş sahiplerinin ara dönemin en çok tartışılan konularından din dersi meselesindeki görüş ve talepleri bu çevrelerin din anlayışına ışık tutucu niteliktedir. 1982’de gerçekleştirilen I. Milli Kültür Şurası’ndaki genel kurul görüşmeleri ve komisyon raporlarında derslerin amacı, içeriği ve hedefleriyle ilgili dile getirilen görüşler din konusundaki yaklaşımların ara dönemin ideolojik bagajına bağlılığını göstermektedir. Şura’daki ortaya çıkan yaklaşım açısından askeri müdahale öncesi toplumsal yarılmada din eksenli farklılıkların payı, din eğitiminde bundan sonra tutulacak istikameti belirlemektedir. Genelde Kültür ve Temel Değerler

Komisyonu raporunun müzakereleri sırasında üyelerden Bahaeddin Ögel,

“Anayasaya din öğretimi girmiştir. Ama bu dinin esası, çekirdeğidir. Tefsire gelmez, tefsire geldiği an mezhepler doğar, iki yıl önceki gibi millet ikiye üçe bölünür. 700 yıl önceki Baba İshak devrine döneriz. Onun için din sınırlı olarak Anayasaya alınmıştır” demektedir (MKŞ-G, 1983: 181). Bu, toplumun tüm yapı ve katmanlarındaki birliğin sürdürülebilirliğini din açısından/yoluyla sağlayacak bir tercihtir. Anılan komisyon üyelerinin önerileri arasında, “11-Milletin bölünmezliği, aile bütünlüğünün, dinde bölünmezliğin temini” de bulunmaktadır. Bir diğer öneride

71 de tüm çeşitliliğiyle yaşanan din ile resmî dinî alan arasında kurulan özdeşlik göze çarpmaktadır. Aynı zamanda devlete dinî bir kimlik de yükleyen bu ifadede: “21- Devletin dili, sanatı, dini başka, halkınki başka olmamalıdır” denilmektedir (MKŞ-K, 1983: 94).

23-27 Ekim 1982 tarihlerinde toplanan ve açılışını Devlet Başkanı Kenan Evren’in yaptığı I. Milli Kültür Şurası, 15 dalda kurulan komisyon raporlarıyla devletin kültür politikalarına rehber olacak parametrelerin ortaya konulduğu danışma niteliğinde bir toplantı mahiyetindedir. Şurada kültürün bir çok sahasında benimsenmesi öngörülen yaklaşım ve uygulamalar bu sahalara tahsis edilmiş komisyonlarda görüşülmesine rağmen din bu listenin dışında kalmış ve ayrı bir komisyon teşkil edilmemiştir. Ancak din ve din eğitimi meselesi özellikle başta

Genelde Kültür ve Temel Değerler Komisyonu olmak üzere zaman zaman çeşitli

bağlamlarda dile getirilmiştir. Burada Atatürk’e dayandırılan millîlik kültürün temel vasfı olarak kabul edilmekte dinin, millî kültürün gelişimindeki katkısı üzerinde durulmaktadır. Adı geçen komisyonun önerilerine şerh koyan Hüseyin Atay, din bahsinin ele alınacağı bağımsız bir komisyon oluşturulmamasına tepkisini ortaya koyarak din kültürüne önem verilmemesinin 12 Eylül öncesine gelişteki payını hatırlatmakta; din ve dille ilgili iki komisyon kurulmasını önerirken “Millileştirme din ile başlar dil ile devam eder” demektedir (MKŞ-K, 1983: 96). Atatürk’ü anma programı uyarınca DİB tarafından, Ahmet Gürtaş’a hazırlatılan Atatürk ve Din

Eğitimi adlı kitabın konuya yaklaşımındaki benzerlik dikkat çekicidir: “Din dersleri

milli kültürün yeni nesillere aktarılması açısından büyük önem taşımaktadır….Milleti yapan unsurların başında dil ve din gelir. Hele bu durum bizim için daha önemlidir. Çünkü İslamiyet Türk’ün milli dini gibidir” (Gürtaş, 1982: 136). Milli Kültür Şurası’na da katılan dönemin Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Ahmet Gürtaş Genel Kurul görüşmelerinde temenniler faslında dinle ilgili bağımsız komisyon teşkil edilmemesini eleştirirken o sırada DPT’nin sürdürdüğü Özel İhtisas Komisyonu’nda din ve ahlak adlı bir alt komisyonun kurulduğuna dikkati çekmektedir (MKŞ-G: 1983: 250).

Şura’nın genel kurul görüşmelerinde, kabul edilen raporlardaki “millet” ya da “milli” kavramlarına bazı üyeler tarafından itiraz edilerek daha seküler/din dışı bir

72 birim olarak görülen “ulus” tabirinin önerilmesi, kültürün dinsel bir tanımına dair endişelerin açıktan dile getirilmesine yol açmıştır. Genelde Kültür ve Temel Değerler

Komisyonu raporuna şerh koyanlardan biri olan Anıl Çeçen, itirazında “ulusal

kültür” kavramını önerirken “ümmi” kavramından gelen ve sadece dinî bir topluluğu belirten “ümmet”ten gelen “milli kültür” kavramına karşı çıkmaktadır (MKŞ-K, 1983: 97). 1982’de oluşturulan komisyonca hazırlanan Anayasa taslağının DM’deki görüşmeleri sırasında “millet” sözcüğüne yöneltilen itirazda, aynı endişeye İslamcı siyasetin dinsel içerikli programının bir sembolü olmasının rahatsızlığı eklenmektedir.36 Buna karşın İ. Kafesoğlu’nun ulus’a karşı millet lafzını üstün tutması da yine kültürle ilgili bellli bir kabulün göstergesidir. Kafesoğlu Moğolca’dan geçen “ulus”un Atatürk devrinde “yağmurdan kaçarken doluya tutulmak” diye tabir ettiği kullanımını “bir nevi lüzumsuzluk, yani boşa bir zahmettir” diyerek eleştirmekte, “miletin müşterek malı olmuş, millet, milli kelimelerini kullanmaya devam edelim” demektedir (MKŞ-G, 1983: 191).