• Sonuç bulunamadı

Din Derslerinin Temellendirilmesine Dair Bir Çalışma: Atatürk ve

2.1. Okullarda Zorunlu Din Dersleri Meselesi

2.1.4. Din Derslerinin Temellendirilmesine Dair Bir Çalışma: Atatürk ve

Bu dönemde din eğitimi meselesiyle ilgili dikkat çekici bir gelişme Atatürk’ün 100. doğum yılında DİB tarafından Konya YİE hocalarından Ahmet Gürtaş’a,

Atatürk ve Din Eğitimi adlı çalışmanın hazırlatılmasıdır. DİB’nin özellikle zorunlu

din eğitimi ile ilgili tezlerini destekleyen çalışma adının da gösterdiği gibi din eğitiminin Atatürk’ün görüşlerine uygunluğunu açıklamaya çalışmaktadır. Çalışma hazırlandıktan sonra DİYK’nin söz konusu eserle ilgili kararıyla kitabın Başkanlıkça basılması kimi düzeltmelerle onaylanmıştır (DİYKK, 06/01/1982:1). 54

54Çalışmanın bölüm başlıkları, Giriş; Atatürk ve Din Eğitimi; Tevhid-i Tedrisat ve Din Eğitimi;

Anayasa ve Din Eğitimi; İlim ve Din Eğitimi; Laiklik ve Din Eğitimi; -çıkarılan- İslam ve Laiklik; Atatürk İslam’a Karşı Mıdır ve Sonuç kısımlarından oluşmaktadır (DİYKK ve raporu 06/01/1982: 1).

102 Çalışmanın dinin doğuşu, toplum ve ferd için öneminin anlatıldığı giriş bölümünde Atatürk’ün dine dair sözlerine; çok partili hayata geçildikten sonra din eğitiminin resmî kanallarının yeniden açıldığı dönemlerdeki uygulamalara Atatürkçülük ve laiklik adına yapılan eleştirilere yer verilmektedir. DİB’nin din eğitimi raporundaki kurumsal görüşleriyle örtüşen biçimde konunun istismarının önüne geçilmesi için, Atatürk’ün din hakkındaki fikirlerine açıklık getirilmeksizin din eğitimi meselesine kalıcı çözüm bulmanın imkansızlığı vurgulanmaktadır. Balıkesir hutbesi başta olmak üzere, Atatürk’ün dinin gerekliliğine inancını ve İslam’ın aklîliğine dair kanaatlerini içeren sözlerine yer verilmektedir.

Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki tefsir ve tercüme çalışmalarında, en büyük payın Atatürk’e ait olmasına karşın tercüme faaliyetlerini namazda Türkçe Kur’an okutma niyetiyle ilişkilendiren görüşün yanlışlığına dikkat çekilmekte; namazın Türkçe kılınmasının vaki olmadığı belirtilmektedir. Gürtaş’a göre, anılan girişimler kutsal kitabın, ilahî vahyin halk tarafından anlaşılması isteğinden öte bir anlam taşımamaktadır. Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk’ün huzurunda yapılan Türkçeleştirme tecrübeleri sırasında temel alınan ve Fransızca’dan Cemil Said’in çevirisi olan tercümenin iyi bir tercüme olmadığının anlaşıldığından hareketle, Atatürk’ün “bu işi burda bırakalım” dediği aktarılmaktadır (Gürtaş, 1982: 42, 47). Türkçe namazın uygulanmamış olması veri olarak alınırken, bunun dönemin din siyasetine mahsus nedeni/nedenleri hakkında herhangi bir mütalaa belirtilmemektedir. Diğer taraftan 1932-1950 yılları arasında resmî olarak geçerli olan Arapça ezan yasağına dair tek değerlendirme kitabın laiklik ve din eğitimi kısmında Bülent Daver’den yapılan ve Türk devriminin dine karşı olmadığı, ezan yasağı gibi kısıtlamaların “milliyetçi bir cereyanın tesiriyle” olduğu alıntısının içinde geçmektedir (Gürtaş, 1982: 126).

Atatürk’ün DİB’yi kurması kendi ifadeleriyle “din oyunu aktörlerine” meydan vermemek; dinin “her türlü hurafelerden tecerrüt ederek, hakiki ulûm ve fünûn nurlarıyla musaffa ve mükemmel hale gelmesi”ne matuftu (Gürtaş, 1982: 56). Onun gerçek din adamlarına daima hürmetkar olduğu din adamlarıyla diyaloglarına nazaran anlatılmakta; devlet görevlisi din adamlarının uhdesindeki dinî bilgi ve

103 yalnız onların giyebileceği kıyafetlere karşı “din adamı olmadığı halde din adamı kisvesine bürünen cahillerin halkın mümessiliymiş gibi davranmalarına dikkat çeken sözlerine atıf yapılmaktadır (Gürtaş, 1982: 56-62).

Az gelişmişlik probleminin kaynağında dine giren batıl itikatlar ve İslam’ın tarihteki yanlış yorumlarının bulunduğunu söyleyen Atatürk’ün ifadeleri, Müslüman toplumların diğer milletler karşısındaki geriliklerine dair dinin aslı ile ondan anlaşılan ve hayata geçirilen biçimleri arasındaki uçuruma dikkat çeken söylemi tasdik ve tekrar eden bir noktada durmaktadır. Atatürk’ün bu yöndeki ifadeleri onun İslam’ı gerilik kaynağı olarak görmediğini ispat etmektedir (Gürtaş, 1982: 62-66).

Atatürk’ün din eğitimi meselesindeki menfi tutumu babında sıklıkla dile getirilen, medreselerin kapatılması hadisesiyle ilgili açıklama, Atatürk’ün bu kurumların nihayette “taassubun elinde ıslah olmayacak kadar tereddiye uğramış harabeler” olduğundan bahisle, din eğitimi de dahil olmak üzere vazifelerini yeni açılan okullara bırakmış olduğuna dair sözlerine dayandırılmaktadır (Gürtaş, 1982: 68-69). Ne Atatürk’ün programı, ne çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun amacı din eğitimine son vermek değildi. Bu bağlamda İsmet İnönü’nün, Cumhuriyet’in dinî politiğine dair siyasi bir kararlılık ima eden; aynı zamanda din adına endişe duyanlara yönelik bir teminat olarak anlaşılabilecek beyanları paylaşılmaktadır.55

Diğer yandan metinde Atatürk ve İnönü’nün beyanlarına karşılık, uygulamanın endişeleri haklı çıkartan sonuçlarına dair tek eleştiri, kötü uygulamanın sebebinin “kanunun uygulanmasında tutulan yanlış yol ve bu yanlışlığın uygulayıcılar elinde, bu kanunun din eğitimine karşı bir silah haline getirilinceye kadar vardırılmasıdır” denilerek (Gürtaş, 1982: 80), bir dönemin adı anılmadan yapılan değerlendirmedir. Buna karşın din eğitiminin genel ve mesleki eğitim ile yüksek öğrenim düzeyindeki geriliğinde Tevhid-i Tedrisat’ın olumsuz bir tesiri olmadığına odaklanılmaktadır. Çeşitli düzeylerdeki din eğitimine dair “gerçi bu okullar bir ara kapatılmış veya

55 İnönü’nün anılan ifadeleri “Yaptığımız işi dine münâfi görmek, yapılan işi görmemektir. Biz şu

kanaatteyiz ki, azimle, muvaffakiyetle tuttuğumuz bu yolda yürüyelim; on sene sonra bütün dünya ve şimdi bize muarız olanlar, yahut tuttuğumuz yoldan din nâmına endişe edenler göreceklerdir ki, Müslümanlığın asıl temiz, en saf, en hakiki şekli bizde tecelli eylemiştir. O fiili tecelliye kadar, biz bu hakikati kanunen, cebren, inkılapla telkin ve tatbik edeceğiz...Hedefe varmak için her cahilâne itiraz ve teşebbüs bertaraf edilecektir” (Gürtaş, 1982: 79)

104 kapanmıştır, fakat bu neticede Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun herhangi bir menfi tesiri söz konusu değildir” denilmekte, 1949’da fakülte ve okulların yeniden açıldığına işaret edilmektedir (Gürtaş, 1982: 78-79).

MGK tarafından alınan din derslerinin mecburi tutulması kararı Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun yanlış uygulamasına kesin olarak son verecek bir adım olarak görülmektedir (Gürtaş, 1982: 80). Tevhid-i Tedrisat gibi 1924 ve 1961 Anayasaları açısından da din eğitiminin men edilmiş olmadığı; 1961 Anayasının din derslerini isteğe bağlayan 19. Maddesinin laikliğin icabı değil, Anayasa yapıcılarının zihniyetlerinin eseri olduğu belirtilmektedir (Gürtaş, 1982:81-84).

İlim ve Din Eğitimi bahsi ise, izahı yapılan İslam’da düşünmeye ve bilgiye verilen önemin doğal bir sonucu olarak dinin bilimsel bilgiyle çatışmayacağı; Kur’an’ın modern bilimsel buluşlarla uyumu üzerinden anlatılmaktadır. Fransız bir doktor Maurice Bucaille’in eserine atıfla, son bilimsel keşiflerle bazı Kur’an ayetlerinin kabul edilen tefsirlerinin örtüşüyor olmasının modern ilmin İslam’ı tasdik ettiği; bu nedenle ilim-din/İslam çatışmasının geçersizliği ve bu iddianın din derslerine karşı bir mesnet olarak kullanılmayacağı ortaya konulmaktadır.56

Laiklik ve Din Eğitimi adlı bölümde din eğitimiyle ilgili doğru, yanlış tüm uygulamaların laikliğe dayandırılmasından dolayı, laikliğin anlamına dair yanlış bilinenlerin izalesine çalışılmaktadır. Buna göre, Ziya Gökalp’in kullandığı biçimiyle lâdinî olarak çevirisi bir talihsizliktir. Ne dinsizlik, ne din düşmanlığı şeklinde anlaşılamayacak olan laiklik ilkesi, kökeni olan Hristiyan Batı dünyasında Kilisenin dinî işler yanında dünyevî hakimiyet iddiasına tepki olarak doğmuş; ona din dünyasının sınırları içerisinde serbestlik tanımıştır (Gürtaş, 1982: 116-121). Türkiye’ye gelince laikliğin anlam dairesi din ve devlet işlerinin ayrılmasının yanı sıra, devlet açısından tüm vatandaşların din ve ibadet hürriyetini tekeffül etmek demektir (Gürtaş, 1982: 122). Bu yanlış anlaşılmada en büyük pay uygulamada “din

56 Örneğin, güneş sisteminin uzayda belli bir noktaya ilerlediğinin bilgisi ile ayetin (Zâriyat, 47)

göğün genişlediği şeklinde açıklanan tercümesinin birbirini teyidi; ya da insanın yaratılışıyla ilgili surenin (Alak) hatalı olarak kan pıhtısı şeklindeki tercümesi yerine modern tıbbın verilerine uygun biçimde “insanı bağlı kalan şeylerden yarattı” şeklindeki mealin esas kabul edilmesi gereği, anılan din-ilim karşıtlığına karşı deliller olarak zikredilmektedir (Gürtaş, 1982: 85-115).

105 düşmanlığı çizgisine kadar varılmış” olmasına bağlanmaktadır (Gürtaş, 1982: 124). Anayasa maddeleri ve Tevhid-i Tedrisat Kanununun yanı sıra Türkiye’nin 1949’da benimsediği İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi dinsel özgürlüklerin kullanımının garantörü hukukî kaynaklardır. MEB Din Eğitimi Çalışma Grubu’nun raporu ve K. Evren’in Meclisteki konuşmasından çıkan sonuç da aynı istikamettedir. Buna göre laiklik din özgürlüğünü ve bunun kullanımı demek olan din derslerinin okullarda verilmesini destekleyen “tabii bir sonuç, tabii bir gerek”, hatta bunu devlet için yükümlülüğe dönüştüren bir ilkedir (Gürtaş, 1982:128-131).

Çalışmanın laiklikle ilgili benimsediği öncelikli yaklaşımdan, bu ilkeden kaynaklanan din eğitiminin, inanç sahiplerine devletin sağladığı –ve tabii olarak kullanımının kişilerin kendi isteğine tâbi olduğu- bir özgürlük sahası olduğu sonucu çıkmaktadır. Ancak 1961 Anayasası 19. Maddeyle ilgili ifadede, maddenin din hürriyetinden faydalanmayı “isteğe bağlılık gibi bir kayda tâbi” tuttuğu belirtilmek suretiyle, laiklikle ilgili öncekiyle uyuşmayan ikinci bir fikir benimsenmekte, uygulama alanını daraltan bu hükmün laikliğin gereği sayılamayacağı belirtilmektedir. Dersi seçmek isteyenlerin yazılı beyanının esas olmasının eğitim hakkının kullanımını zorlaştırdığı açık olmasına karşın, dersi seçenlere kolaylık getirilmesi bu hakkın kullanımı için yeterli görülmemektedir (Gürtaş, 1982: 132).

Çalışmada zorunlu din dersine dair üzerinde durulan diğer husus temel dinî bilginin temellükünün tüm toplum fertleri açısından taşıdığı önemle ilgilidir. Dini bilmek ile ona inanma ve yaşama arasındaki farka işaretle, kişiyi din konusunda bilgili ve kültürlü kılmanın laiklikle çatışmadığı belirtilmektedir (Gürtaş, 1982: 134). Buna göre okularda örneğin tarih öğretiminin verilmesi ne kadar tartışmasız bir gereklilikse, din dersi de öyledir. Tarih bilgisinin kişiye bırakılamayacağı gibi din bilgisi için de kişisel tercih söz konusu olamaz. Kaldı ki dersler, İslam’ın Türk kültüründeki yeri ve “Türk’ün milli dini gibi” olduğu dikate alınırsa, milli kültürün yeni nesillere aktarımında hayati bir vasıtadır (Gürtaş, 1982: 136-137). Türk tarihi ve kültürünün parçası olan dinin öğreniminin bir vatandaşlık görevi olduğu belirtilirken, “devletin her türlü imkanından istifade eden” bir kimsenin ve her ferdin din dersi alması laikliği değil, vatandaşlık borcunu ilgilendiren bir konu olarak görülmektedir

106 (Gürtaş, 1982: 136-137). Vatandaşın din konusunda yetiştirilmesi devletin başta gelen görevlerindendir; kişinin kendi isteğine bırakılması bilgiyle cehalet arasında serbest bırakılması anlamına gelir ki bunun sonucu taklit ve taassup olacaktır. Bu anlayışa göre zorunlu dersler kişiye seçme hürriyetini kullanma konusunda yardımcı olacaktır. Çünkü kişinin seçeceği/seçmeyeceği şey hakkında bilgi sahibi olmasını sağlayacaktır (Gürtaş, 1982: 138).

Son kısımda anlatılanlardan çıkan sonuç, din derslerinin zorunlu dersler arasına alınmasının devletle vatandaş arasındaki vazife/yükümlülük eksenli bir ilişkiden doğduğudur. Ayrıca dinin bilgisi, okul programlarında kişiye verilen ve hayatta gerekli olan diğer bilgilerden aşağı kalmayan bir öneme sahiptir. Böylece dersler dine inananlarla birlikte inanmayanlar için de gerekli ve her ikisini de kapsayıcı; bilgi ve kültür temelli bir müfredata sahip olacaktır.

Yukarıda zorunluluk ilkesiyle ilgili temel gerekçeleri özetlenen çalışmanın ikircikli tarafı, hem benimsenen şekliyle din özgürlüğünü garanti eden laiklikle ilişkilendirilerek bir hak kullanımına ve hürriyet sahasına tekabül ettiğinin; hem de kültüre dair bir mesele olarak tercihe bağlanmayan öğretim süreçlerinin bir parçasını oluşturduğu fikrinin aynı anda benimsenmesidir. Aslında laiklikle ilgili anlatılmak istenen şey, inananların hakkını koruma altına alması bakımından derslerle ilgili bir kısıtlama için kaide olamayacağıdır. Ancak zorunluluk söz konusu olduğunda, dersi almak istemeyecek ya da dinî hassasiyet taşımayan kesimler açısından bir açıklamaya olan ihtiyacın, içeriğin inandırmaya değil bilgilendirmeye dayalı olduğu şeklinde öncekinden bağımsız paralel bir izahı zorunlu kıldığı görülmektedir.

2.2. Diyanet İşleri Başkanlığının Anayasal Tanımının Yeniden