• Sonuç bulunamadı

2.1. Okullarda Zorunlu Din Dersleri Meselesi

2.1.2. Din Derslerinin Fonksiyonu

Anayasa’nın 24. Maddesiyle ilgili tartışmalar açısından, devlet içinde dine önceki dönemden daha geniş bir yer açılması birçok yönden gerekli ve fonksiyonel bir tedbir olarak görülmektedir. DM’de 24. Maddenin din derslerini tercihe bağlayan fıkrasına yöneltilen eleştiriler, askeri yönetimin derslere ilişkin kararlılığı dikkate alınınca ara rejimle uyumlu bir çizgiyi temsil etmektedir. Maddenin yeniden düzenlenmesini isteyen üyeler öncelikle ülkenin içinden geçtiği tecrübeler ve askeri

sonra kapatıldı hem sakalı gitmiş oldu. Özek anılarında bunu kabul etmediği için toplantıya katılmadığını yazmaktadır (Yıldırım, 2012: 267).

91 yönetimin tercihlerine referansla derslerin zorunlu hale getirilmesi gerekliliğini dile getirmişlerdir.

Bütün bir toplum olarak yaşanan siyasi, ideolojik ve mezhepsel ayrılıkların tetiklediği düşünülen terör olaylarıyla ilgili hakim yorum tüm bunların son tahlilde inanç temelli bir boşluğun istismarından ibaret olduğudur.49 Gençleri inanç

eksikliğinden ve buna dayalı materyalist görüşlerden korumak için din manevî bir savunma olarak görülmekte, toplumsal disiplinin sağlanmasında din derslerinin önemi üzerinde durulmaktadır (Recai Dinçer) (DMTD, C VII, 12/08/1982, s. 478). Gerçekte din, sadece insanın ruhsal dünyasını değil, millî varlığı da güçlendiren bir olgudur. Almanya’da yapılan bir saha araştırmasına atıfla din eğitiminin millî benliğin muhafazasındaki etkinliğini anlatan Nahid Dinçer’e göre, asıl problem yurt dışındaki işçi ve çocuklara din eğitimi verme meselesi değil, “kendi kültürünü, millî şahsiyetini muhafaza etmesi problemidir” (Nahit Dinçer) (Milli Eğitim ve Din Eğitimi, 1981: 349-350)

Derslere yüklenen bir diğer misyon devletle milet bütünleşmesinde oynayacağı roldür. “Bölünen milleti” yeniden birleştirmek ancak Türk kültürü içinde yekvücut bir kaynaşmayla mümkündür. “Tek dimağ ve tek güç” halinde bir millet olabilmek; “Türklük ve Müslümanlık sentezi”ni gerçekleştirebilmek için millî kültürün devletin destek ve liderliğinde tüm toplum sathında geliştirilmesi gerekmektedir. Öncelikle kültüre dair bir mesele olarak görülen din müessesesi ve din eğitimi de haiz olduğu önemle mütenasip biçimde ele alınmalıdır (Fuat Yılmaz) (DMTD, C IX, 01/09/1982, s. 274-275) (Mahmut Nedim Bilgiç) (DMTD, C IX, 01/09/1982, s. 299-300). Devlet tarafından ve tatminkâr biçimde öğretilmesi, dinin devlet katındaki saygınlığının ıspatı anlamına gelecektir. Böylece “yurtdaşların devlete olan bağlılığını pekiştirecek, devlet otoritesinin meşruiyeti giderek müessiriyet kazanacak” (Doğan Gürbüz) (DMTD, C IX, 01/09/1982, s. 273), memleket kalkınması; “iyi insan, iyi vatandaş” yetiştirme hedefi gözetilmiş olacaktır (Bolay, 1981: 97-106; Devlet Planlama Teşkilatı, 1984: 143-144). Yaşanan toplumsal olaylar o zamana dek

49 “12 Eylül öncesinde yetiştirilen gençliğin, yavrularımızın inanç noksanlığından büyük çoğunlukla

terör olaylarına, anarşi mihraklarına, ana babasını öldürecek duruma getirildiğini de unutmamamız gerekir” (Evliya Parlak) (DMTD, C VII, 05/08/1982, s.116; (Mahmut Nedim Bilgiç) (DMTD, C IX, 01/09/1982, s. 299-300).

92 sürdürülen eğitim politikasının “iyi vatandaş yetiştirme” konusundaki başarısızlığını göstermektedir (Gürtaş, 1981a: 122-123). Milletin devlete olan güveninin yeniden tesisinin koşulu olarak görülen imanlı bir nesil, tersi yöndeki eğilimleri önleyici bir tedbir olarak görülmektedir (DMTD, C VII, 12/08/1982, s. 478). Bu bakımdan din derslerinin ihtiyari olmasından kaynaklanan ikiliğin giderilmesi; her çocuğun “aynı iman ve aynı kültürle” eğitilmesi gerekmektedir. (Bolay, 1981: 97-106).50

Çocuk ve gençlerin eğitiminin hedef tipolojisini Aydınlar Ocağında konuşan Turan Yazgan şöyle ifade etmektedir: “Günümüzde okulların işi bilgi vermek değildir….Onun dışında okulların işi, mutlaka milli eğitimin gayesinde yazılı olan belirli tipte insan yetiştirmektir. Yani eğitmektir, öğretmek değil. Esas itibariyle terbiye etmektir. Müşterek değer hükümleri olan ve milli menfaatlere bağlı, milli menfaatler için her türlü fedakarlığa hazır, grup menfaati söz konusu olunca kendi menfaatinden vazgeçebilen, tam bir Türk-İslam tipi” (Milli Eğitim ve Din Eğitimi, 1981: 364). Aydınlar Ocağının düzenlediği Din Eğitimi Seminerinin sonuç bildirgesinde, eğitimin temel misyonu en açık biçimde Türk İslam Sentezi (TİS) olarak gösterilmektedir. Buna göre Atatürk’ün benimsediği ve Milli Eğitim Temel Kanunu’nda belirtildiği gibi, millî eğitimin ilk vazifesi çocuk ve gençleri millî değerlerini bilen ve bunlara bağlı fertler olarak yetiştirmektir. Anılan millî değerlerse TİS olarak ifade edilmektedir (Milli Eğitim ve Din Eğitimi, 1981: 415, 416). Seminerde din eğitimine dair tedbirlerin devletine bağlı, milletine yararlı, Türkçe konuşan, Türk olarak düşünen aydınlara ihtiyacın karşılanabilmesi için gerekli olduğu genel kurulca kabul görmüştür (Milli Eğitim ve Din Eğitimi, 1981: 422-424).

Din derslerinin temel ve orta öğretimdeki her öğrenciye istisnasız ve zorunlu olarak verilmesi toplumun İmam Hatip okullarına yönelik ilgisini azaltacak bir tedbir olarak görülmektedir. Din eğitimi konularının yoğun biçimde tartışıldığı günlerde

50 Bu noktada sadece öğrenim çağındaki bireylerin değil askerlere verilecek din eğitiminin de milli

bilincin güçlendirilmesi açısından üzerinde durulan bir konu olduğunu belirtmek gerekmektedir. 1981 yılında Genelkurmay Başkanlığınca hazırlatılan Askerin Din Bilgisi adlı kitabın önsözü “iyi insan, iyi vatandaş ve iyi asker olmanın yolu eğitimden geçer” cümlesiyle başlamakta, askerlerin vatan ve millet için her türlü fedakarlığa hazır hale gelmeleri için eğitimin gerekliliğine ve dinin bu konudaki tesiriyetine dikkat çekilmektedir. İyi insan ve iyi vatandaş olma hedefinin yanı sıra çağdaş uygarlık için kutsal kitabın üzerinde durduğu bilimin kılavuzluğuna gerekli önemin verilmesi gereği belirtilmektedir (Feyzoğlu vd., 1981: IV).

93 gündemdeki konulardan biri de İmam Hatip okullarının geleceği meselesidir. MEB Din Eğitimi Çalışma Grubu Raporu’nda İmam Hatip okullarının sayısının sınırlandırılması önerisi, yanısıra kamuoyunda MEB ve YÖK tarafından İmam Hatip okulları ve YİE’lerle ilgili olumsuz kararların alınacağına dair kanaat konunun ilgilendirdiği kesimleri olası menfi bir kararı bertaraf çabasına yöneltmiştir (Ayhan, 2014: 251). Hem YİE hocalarının ve DİB’nin hazırladığı raporlarda hem İlahiyat Fakültesi, YİE ve DİB camiasından kişilerce okulların kapatılması, öğrenci ya da okul sayılarında tahdide gidilmesinin sakıncalarıyla ilgili değerlendirmeler yapılmıştır. Din dersleriyle ilgili önerilerin, İmam Hatip okulları konusuyla birlikte yer alması din eğitiminin örgün yapısına dair bütüncül bir çözüm arayışının neticesidir. Ancak aynı zamanda din derslerinin İmam Hatip okullarına rağbetin düşürülmesi sonucunu doğuracak bir vasıta olduğu da bilinmektedir. Bu yaklaşıma göre din derslerinin zorunlu yapılmasıyla, sıklıkla şikayet konusu yapılan (Küçük, 1981: 129) toplumun İmam Hatip okullarına din eğitimi edinmeye yönelik ilgisi doğal olarak azalacaktır. Müslüman toplumun ihtiyaç duyduğu genel dinî bilgi gereksinimini din dersleri yoluyla temel ve orta öğretime devam eden her vatandaş öğretim süreci içinde karşılayabilecek; İmam Hatip okuluna gelenler de İmam Hatiplik mesleğini seçenlerden ibaret kalacaktır (Ahmet Gürtaş) (Milli Eğitim ve Din Eğitimi, 1981: 400). MEB Din Eğitimi Raporu’nda İmam Hatip Okulları konusunda takınılan menfi tutuma karşılık bu okulların sınırlandırılması açısından din dersleri işlevsel bir düzenleme olarak görülmektedir. İmam Hatip liselerinin meslek okulu olduğu ve din eğitimi odaklı bir yapıya dönüşmesinin engellenmesi; temel eğitim ikinci kademeye dayandırılması gerektiği ve İHL sayısının DİB’nin ihtiyaç ve istihdam kapasitesine bağlı olarak belirlenmesi tekliflerinin yanısıra genel öğretimdeki din derslerinin bu okullara yönelik ilgiyi azaltacağı tahmini yapılmaktadır (Ayhan, 2014: 303-304).

Dersler toplumun dinî yönelimini yegane merkez olarak resmî müfredata bağlama işlevi yüklenecektir. Aydınlar Ocağı Başkanı Salih Tuğ’a göre din eğitiminin “devlet kontrolü ve teşkilatı haricinde, karanlık ve gizli köşelere, özel ellere itilmesi” durumunda, “cehalet ve zümreleşme” doğacaktır (DİG 1-15 Eylül 1981: 25-28) Bazı gerçek ve tüzel kişilerin mevzuata aykırı olarak yürüttüğü din

94 eğitiminin başlıca sebebi devlet okullarında dinin yeterince öğretilmemesidir. Devlet tarafından karşılanmadığı taktirde din ihtiyacı, “sosyal bünye tarafından gizli ve açık yollarla” -diğer bir deyimle “softaların denetim ve gözetiminde” (DMTD, C VII, 12/08/1982, s. 503)- karşılanacak bu da geçmiş yıllarda olduğu gibi bir çok problemi beraberinde getirecektir (Milli Eğitim ve Din Eğitimi, 1981: 420, 352). Dinî gruplarla ilgili endişe eğitim süreçlerinin en çok “iki, üç tip insan” yetişmesine fırsat veren parçalı yapısıyla ilişkilendirilerek söyleme dökülmektedir. Mevcut sistem, dersi alanlar ve almayanların zihin ve ruh dünyaları arasında yaratılan uçurumdan dolayı sıkıntılıdır. Dinde taassuba varan ya da dine değer vermeyen; ya fanatik birer reaksiyoner ya da inançsız bir vatandaş yetiştiren iki menfi zihniyetin sorumlusudur (Türkiye’de Din Eğitimi ve Öğretimi Hakkında Rapor, 1981: 20; Cumhuriyet, 29/07/1981: 1). Derslerin göstermelik olması, saatlerinin uygunsuz ve tercihin çoğu zaman iktidarların ve okul yönetiminin inisiyatif ve yönlendirmesine emanet oluşu dersi itibarsızlaştırmaktadır. Diğer yandan mevcut uygulama dersi almayan öğrencilerde, alanlara yönelik husumet yaratmaktadır (Türkiye’de Din Eğitimi ve Öğretimi Hakkında Rapor, 1981: 18, 21; Bolay, 1981: 97-106).

DİB Başkan yardımcısı Hamdi Mert’in DM’nin açıldığı ilk günlerde Diyanet Gazetesi’ndeki yazısı devletle toplum bağının güçlendirilmesi için toplumsal dinî taleplerle ilgili devlete düşen görevlere işaret etmektedir. Dini ideolojik menfaatlere karşı korumak için “Vergisini veren, askere giden, devletine bağlı, kanunlara itaatli bu mütevekkil çevre ne istiyorsa onu yapalım... Çocuklarına istek, tercih gibi ayrımlar yapmadan din bilgisini, din sevgisini verelim. Din ve devleti karşı karşıya müesseseler gibi göstermeyelim” demektedir (DİG, 1-15 Kasım 1981: 27).51

51 Dinî bilgi ve hizmetten yoksun bırakılan toplum kesimlerindeki tahribat ve bu durumun olası

sonuçları, devletin din konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmesini zorunlu kılmaktadır. “ O zaman devlet-kanun tanımaz istismarcıların kucağına düşer, militanlara inanır. Bakınız bu devlet gerçekten dinsizmiş der. Bunu dedirtmeyelim. Onu önce Allah’a inandıralım. Allah’a inanan devlete de kanuna da itaat eder…. Cami istiyorsa elinden tutalım… Kadro istiyorsa, imam kadrosunu verelim. Bugün yaklaşık 22 bin köy camiinde imam yok. ‘Öğretmen var da, imam niçin yok? ’ diyenlere; imamla öğretmeni bir birine zıt gösterenlere; bundan fayda umanlara malzeme bırakmayalım. Diğer il ve ilçe şube başkanlarına hangi yan ödemeyi veriyorsak, il ve ilçe müftülerini de bundan ayırmayalım…İmam Hatip Liselerinin, Kur’an Kurslarının sayılarını azaltacağız demeyelim. Aksi halde “Bak din okulları kapatılıyor’ diyenler çıkar… Dernek adı ile, yaygın eğitim kursu adı ile öğrenci yurt ve pansiyonu adı ile gizli ve örtülü din eğitimine izin vermeyelim. Gerekiyorsa yeni İmam Hatip Liseleri yeni Kur’an Kursları açalım. Buralarda Türk çocuklarına yüce dinimizi kendi özü

95 DM’ye gelen Anayasa tasarısındaki halinde zorunluluk ilkesinin konulmaması söz alan üyelerin genel kanaatine göre din eğitiminde devletin doğrudan belirleyici olmadığı dinî formasyonlara ve denetimi dışındaki kanallara fırsat verilmesi anlamına gelmektedir. Zorunluluk ilkesi, hem dinî grup ve tarikatların ürettiği dinî bilgi ve eğitime yönelik toplumsal teveccühü azaltacak, hem de dinin inanç ve ahlak konularına dayalı yaklaşımının öğretileceği resmî müfredatın geçerliliğini tekelleştirecektir. Din eğitimi vermemenin sonuçlarının, en çok dinin sorumsuz kişilerin eline bırakılmasının getireceği maliyete dökülerek açıklanması dinî alana dair denetim dışında bırakılacak bir boşluğun yaratacağı tehdit algısıyla ilgilidir (Nureddin Ayanoğlu) (DMTD, C IX, 01/09/1982, s. 272), (Şener Akyol) (DMTD, C IX, 01/09/1982, s. 284), (Bilgin, 1981: 479-480). 24. Maddeye dinin pratiğinin cami ya da ailelerin yanında yapılacağı ibaresinin ilave edilmesi talebi, okulların yanında pratik din merkezlerinin açılmasına karşı bir tedbir olarak düşünülmektedir (Alaeddin Aksoy) (DMTD, C IX, 01/09/1982, s 279). Devlet okulları dışında din eğitimin nasıl olacağıyla ilgili soru karşısında, Komisyon sözcüsü Şener Akyol ilk ve orta öğretimde din eğitiminin zorunlu olmasının, dinin devlet okulları dışında özel teşebbüs yoluyla verilemeyeceğini gösterdiğini; ancak yine devlet eliyle DİB tarafından munzam olarak din eğitimi yapılabileceğini söylemektedir. Soru sahibi üye Akif Erginay’ın soruyu “Kur’an Kursları olacak mı” şeklinde yenilemesi karşısında Akyol, “Zaten devlet ilkokuldan itibaren din eğitimi yapınca buna gerek kalmaz” cevabını vermektedir (DMTD, C IX, 01/09/1982, s. 307).

Din derslerinin millet yaşamındaki önemi, toplumsal birliğe dair yapıcı etkinliğine dayandırılırken bu meyanda istinat edilen fikir toplumun mezhebî ayrılıklarını giderecek bir dinî müfredattan hareket edileceğidir. Yukarıda anılan iki, üç tip insan tipolojisi bir yönüyle resmî müfredatın dışındaki mecraların din eğitimi faaliyetlerine izin veren sistem açığından, diğer yönüyle dersi alan-almayan

ve özelliği içinde öğretelim… Gizlilik her türlü istismara açıktır” (Hamdi Mert) (DİG 1-15 Kasım 1981: 27).

Buna karşın topluma düşen vazife dinle devlet arasındaki hudutları korumak olmalıdır. Bununla ilgili Mert, “Allah’a karşı, içinde yaşadığı topluma karşı, sınırlarını bekleyen; hürriyetini koruyan; huzurunu sağlayan devletine karşı vazifelerini yapmayan insan, çevresi ile barış halinde insan değildir. Allah’ın hakkını Allah’a, toplumun hakkını topluma, devletin hakkını devlete veriniz! Bunlar gerçek müminin vasıflarıdır” ifadelerini kullanmaktadır (DİG, 1-15 Ekim 1981: 26).

96 ayrımından kaynaklanmaktadır. Sistemin boşluğu sünni dinî gruplar tarafından değerlendirilirken, dersi almayanların dinî aidiyetinin çoğunlukla toplumun Alevi kesimininin inanç değerlerine dayandığı bilinmektedir. Örgün ve yaygın din eğitiminin meselelerini değerlendirmek üzere MGK Genel Sekreterliği’nde oluşturulan ve konunun tartışıldığı en üst resmî platform olan Din Eğitimi Danışma Kurulu’nda derslerle ilgili genel kanaate muhalif iki üyenin dile getirdiği ve derslerin, almayanlar açısısından eşitsizliğe yol açacağı görüşü de bununla ilgilidir. Zorunlu din eğitimine karşı çıkan İbrahim Agah Çubukçu ve Neda Armaner, laiklik ve Tevhid-i Tedrisat’a ilişkin referansın dersleri zorunlu hale getiren düzenleme için kullanılamayacağını düşünmekte; Alevi ve gayrımüslim vatandaşlar açısından da sakıncalı görmektedirler (Ayhan, 2014: 254). Konunun DM’deki görüşmelerinde üye Kamer Genç de, din derslerinin mezhepçiliği kışkırtacağını belirtmektedir (DMTD, C IX, 01/09/1982, s. 276-277). DİB raporunda bu yöndeki yaklaşımlara cevabî mahiyetteki ifadeler, derslerde belli bir mezhebin öğretilmeyeceği ana fikrinden hareketle Alevi inancının resmî dinî anlayış açısından bir değerlendirmesini de içermektedir. Derslerin farklı mezhep ve tarikatlara bağlı vatandaşlar arasında ayrılık yaratacağı iddiasına karşı, “ülke gerçekleri ve Atatürk’ün görüşleri” ışığında ortaya konulan temel fikir, Cumhuriyet’in dinî yaklaşımının mezhep temelli olmayışıdır. DİB’nin Alevi-Sünni tüm vatandaşlara hizmet götürmesi, köylere İmam Hatip kadrosu dağılımında, ya da din görevlisi tayininde mezhebî aidiyetine bakılmaması; nüfus cüzdanlarında sadece din hanesinin bulunuşu; Atatürk’ün tekke ve zaviyeleri kapatışı devlet sisteminin dinî kapsayıcılığın göstergeleri olarak sayılmaktadır. Alevi ve sünniler arasındaki inanç ve ibadetlerdeki birliğe karşın tek ayrılık konusu olan İmamet ve Hilafet meselesi, Türkiye’de laiklik gereği rejimin dışına “itilmiştir”. Evren’in 17/01/1981 günü Hatay’da yaptığı konuşmaya referansla, 12 Eylül öncesinde yaşanan mezhepsel çatışmaların dış kaynaklı bazı mihrakların “Türk’ü Türk’e kırdırarak” ülkeye hakim olma planının parçası olduğu fikri benimsenmektedir. Alevilerin sünnilerden ayrı bir ibadetleri, ya da ibadethaneleri bulunmaması; ibadetlerini camilerde Sünni-Alevi karışık olarak yapıyor olmaları; Alevi vatandaşların çocuklarını bulundukları yerlerdeki İmam Hatip liselerine rahatlıkla gönderebilmeleri –ki o zamana kadar okullarda herhangi bir sürtüşme olmadığı kaydedilmektedir- ; Alevi vatandaşların çocuklarının kendi bölgelerindeki

97 İmam Hatip liselerindeki çocuklara oranının %10 civarında oluşu; Hacıbektaş İlçesinde vatandaşların teşebbüsüyle halen bir İmam Hatip Lisesi binasının yapım çalışmalarının sürüyor olması; geçmiş yıllarda DİB tarafından gönderilen irşat ekiplerinin Alevi vatandaşların yoğun olarak yaşadığı bölgelerde sıcak bir ilgiyle karşılanmış olması ve Başkanlığın Alevi kesimin yoğun olduğu 10 ilde TDV aracılığıyla cami yaptırma kararının memnunlukla karşılanmış olması rapora göre Alevi-Sünni ayrılığının sun’î biçimde yaratılmış bir ihtilaf olduğunu göstermektedir (Türkiye’de Din Eğitimi ve Öğretimi Hakkında Rapor, 1981: 23-26).

DM Genel Kurulunda din derslerinin mezhepçiliğe yol açmayacak biçimde düzenlenmesi ile ilgili görüşe (Mehmet Hazer) (DMTD, C IX, 01/09/1982, s. 301) karşı, Anayasa Komisyonu üyesi Şener Akyol, ülkede herhangi bir mezhep ayrılığının olmadığını; İslam’ın bir mezhep ya da okulunun yaklaşımlarını temel almayacaklarını, asıl amacın, “kötü niyetlilerin maskesinin düşürülmesi” olduğunu belirterek bu konuda benimsenen “milli” yaklaşımı şöyle ifade etmektedir: “Türk milletinin kendisine özgü bir ideolojisi vardır, kendi politikası vardır ve onu millî hudutları içinde gerçekleştirecek ve halkının refahı için en iyi şekilde uygulayacaktır” (DMTD, C IX, 01/09/1982, s 283).

Din dersleri Anayasaya girmeden önce hazırlanarak okutulmaya başlanan Din ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarının konuları açısından bakılınca gerçekten de belli bir mezhebin dinî anlayış, öğreti ya da dinî pratiklerini esas alan bir müfredatın izine rastlanmamaktadır. Öyleki, mezheplerin İslam’ın tarihsel geçmişi içinde toplumların dinî anlayış ve yaşayışını etkileyen tarihsel bir vakıa olarak anlatımına da yer verilmemektedir. İsmail Kara’nın tespitiyle dersler, Alevi-Sünni ayrılığını ilgilendirecek bir içeriğe sahip değillerdir. Tersine öğretilen konular dinin temel bilgilerinin yanı sıra rejimin dinsel ihtiyaçlarının karşılanması açısından da yerinde görünmektedir (Kara, 2016: 238-239).

MEB Talim Terbiye Kurulu’nun 08/12/1981 gün ve 213 sayılı kararıyla temel eğitim ve orta öğretimde Din Bilgisi ders programının yürürlükten kaldırılması, mevcut Ahlak dersleri ile program bütünlüğü içinde birleştirilerek Din ve Ahlak Bilgisi dersi adıyla programladırılması kararlaştırılmıştır. Bakanlık makamının

98 onayına sunulan yeni program 18/02/1982’de Hasan Sağlam tarafından onaylanarak 29/03/1982’de (2109 sayılı) MEB Tebliğler Dergisinde yayımlanmış; 1982-1983 eğitim öğretim yılından itibaren eğitim öğretim programına alınmıştır (MEBTD, 24/05/1982, C. 45, S. 2113, s. 257).

Din ve Ahlak Bilgisi dersinin amacını düzenleyen maddede şöyle denilmektedir: “Temel eğitim ve ortaöğretimde öğrenciye, Türk milli eğitim politikası doğrultusunda genel amaçlarına, ilkelerine ve Atatürk’ün laiklik ilkesine uygun, din, İslam dini ve ahlak bilgisi ile ilgili yeterli temel bilgi kazandırmak; böylece Atatürkçülüğün, milli birlik ve beraberliğin, insan sevgisinin dinî ve ahlakî yönden pekiştirilmesini sağlamak, iyi ahlaklı ve faziletli insanlar yetiştirmektir”. “Din öğretiminde laiklik ilkesinin daima göz önünde bulundurulması”, “hiçbir zaman vicdan ve düşünce özgürlüğünün zedelenmemesi”, farklı dinden milletlerle de iyi ilişkiler geliştirilebileceği zihniyetinin edindirilmesi din eğitiminin ilkelerindendir. İlkeler kısımının altıncı maddesine göre “Ders konuları daima Atatürk ilkeleri ile bütünleştirilecektir”. Ayrıca derslerde okutulan namaz sure ve dualarının eski harflerle okutulması ve yazdırılması yasaklanmaktadır. Gerek ders programının belirlenen amaç ve ilkeleri, gerek konular açısından ahlak temelli ve Atatürk kaynaklı değerlerle yüklü bir müfredat dikkate çarpmaktadır. Keza “Müslümanlığın hurafelerden uzak, akılcı, çağdaş bir din olduğu ”; “yeri geldikçe öğrenmenin, çalışıp ilerlemenin, bilmenin de bir ibadet olduğu”; “yalnız ahiret için çalışmayı değil, ‘hiç ölmeyecekmiş gibi’ dünya hayatında birlik ve beraberlik içinde mutlu yaşamayı telkin eden bir din olduğu”; “muhtemel batıl inanç ve fikirlerden uzak, ilme uygun ve saygılı, laik, Atatürk ilkeleriyle bütünleşmiş bir görüş ve tutum”[un] kavratılması gerekmektedir. Hiç kimsenin dini uygulamaya zorlanmayacağı belirtilmekte; inanç, ibadet ve ahlak esaslarının “fikir” düzeyinde öğretilmesi amaçlanmaktadır52 (MEBTD, 29/03/1982, C. 45, S. 2109, s. 155-162).53

52 4. Sınıflar için haftada iki saatlik ders programı, Allah ve Allah İnancı; Peygamberimiz ve Din;

İbadet; İslamın Şartlarına Toplu Bakış; Namaz; Oruç; Zekat; Hac; Ailemiz-Evimiz ve Çevremiz. 5. Sınıflar için haftada iki saatlik ders programı, Allah’a İnanmak; Meleklerine İnanmak; Kitaplara İnanmak; Peygamberlere İnanmak; Ahiret Gününe İnanmak; Kadere İnanmak; Atatürk’ün Dinimiz ve Laiklik İle İlgili Görüşleri; Ahlaki Görevlerimiz; Temizlik ve Doğruluk; Vatan Sevgisi. 6. Sınıflar için haftada 2 saatlik ders programı, Din Kavramı; İslam’da İman ve İbadet Esasları ve Yükümlülükleri; İslam’da Temizlik ve Doğruluk; Namaz; Oruç; Zekat; Hac; Kişiye ve Topluma Karşı Davranışlar;

99