• Sonuç bulunamadı

1.2. Ara Rejimin Dinî Dünya Tasarımı ve Dinin Sınırları

1.2.2. Dinselleşmenin Sınırları

Askeri yönetimin kendi misyonunu açıklayıcı bir görev olarak “demokrasinin inşası ya da devletin yeniden kurulması” şeklinde dile getirilen söylemi, bir yandan ara rejimin toplumsal meşruluğuna aracılık ederken öte yandan devletin temellerine yönelmiş tehditlerin tarafsız bir otorite eliyle giderilmesinin nihaî hedefini de kodlamaktaydı. Bu yaklaşım yeniden inşa ameliyesinin demokrasiyle sınırlı olmayan

55 kapsamına dair resmî vizyonu işaret etmektedir. Anılan demokrasi probleminin açık göstergesi olarak toplumsal parçalanmışlık ve siyasi istikrarsızlığın ülkeyi getirdiği noktadan hareketle öncelikle devlet güvenliğinin tahkimine yönelik düzenlemeler, askeri söylemin açıklayıcılığıyla devletin inşasının resmî tanıkları gibidir. Yeniden inşa ameliyesi, soğuk savaş şartlarının uluslararası düzlemde yarattığı değişiklikler ve gelişmelerin Türkiye’deki izdüşümleriyle birlikte ülkenin iç dinamiklerinin başlattığı bir sürecin ara rejim tarafından manipülasyon ve biçimlendirmesi ile ortaya çıkan bir resim ortaya çıkarmıştır.

Devlet düzenine yönelik hassasiyet, gerekli asayişçi ve yasal tedbirlerle giderilecek sorunların –nitekim bu, siyasetin devre dışı bırakılması ve suçluların yakalanarak cezalandırılması ile; Anayasanın lağvedildiği bir ortamda tüm erkler üzerindeki konumu Anayasa hükmündeki bir yasayla korunaklı hale getirilen MGK eliyle sağlanmıştır- dışında devlet siyasetinin kalıcı unsurlarının restorasyonu düşüncesine dayanmaktadır. Saadece yasal, Anayasal işleyişin düzenlenmesiyle değil dönemin geçerli siyasetinin benimsediği bir devlet-milet yapılanmasına yönelik girişimlerle ara dönem, kendi inşacı karakterinin mahiyetini açıklayıcı bir süreçtir.

Söz konusu yapılanmanın siyasi, ideolojik hedefi ara dönem koşullarındaki yeni yorum ve biçimiyle Atatürkçülüğe dayanmaktadır. Cumhuriyet’in kurucu normu olarak kodlanan Atatürkçülük ve onun etrafında kümelenen değerler silsilesi ara dönemin politik programında onu, restorasyonun ideolojik kaynaklığına ilaveten öncelikli hedefi de yapmıştır. Esasen Atatürkçülük ve ona dayalı değerler TSK’nın başlangıçtan beri muhafazasını uhdesinde topladığı Cumhuriyet’in çekirdek unsuru olarak görülmektedir. İç Hizmet Kanunuyla yasallaşan hamiliğin ordunun geleneksel rolleriyle kaynaşması, Cumhuriyet inkılaplarının sistem üzerindeki resmî, bürokratik yaptırımında dolaylı bir gözetim anlamındaki bekçilik teyakkuzuna mütemadiyen referanslık etmiştir. TSK’nın Kemalizm konusundaki başlangıçtan beri koruduğu beklenti ve hassasiyetleri, ara dönem koşullarında yeni gerekçelerin katkısı doğrultusunda Kemalizm’in güncel bir tasarımına kaynaklık etmiştir. Dinî dünya tasarımı açısından tarihsel ve ideolojik öneminin dışında ısrarlı söylemlerle tekrarlanan “Atatürkçülük” vurgusunun bir diğer nedeni MGK’nin bu inisiyatifi

56 devam ettirmekte oluşunun ara rejimin TSK içindeki desteğini artıracağı ve siyaseten güçlendireceği düşüncesidir (Çakır, 2012: 292). Diğer yandan Cumhuriyet tarihinde uygulandığı biçimiyle, Kemalist ideolojinin başarısızlığı ve toplumsal mutabakata adreslik edemeyen zayıflığının zımnen kabulü içeriğinin yeniden değerlendirilmesini gündeme getirmiştir. Bu saptama askeri yönetimi Kemalizmin restorasyonunda etkin bir meşruiyet aracı olarak dinî alana başvurmaya sevketmiştir (Subaşı, 2005: 91). Sonuçta, bir gereklilik olarak dini politiğin yapıtaşı olan Kemalist ideolojiye dinî alandan unsurlar seçmeci bir biçimde entegre edilmiştir.

Askeri yönetimin tercihini Kemalizm’e entegre edilebilen bir dinî konseptten yana kullanması, müdahale dönemlerinin bu konudaki tarihsel çizgisini koruyan yanıyla sıra dışı bir durum ortaya çıkarmamaktadır. Zira siyasal ve toplumsal yapının iç düzenindeki tahribatının Atatürkçü söylemin ikameciliğinde bir restorasyon girişimiyle karşılanması, 27 Mayıs 1960 ve 12 Mart 1971 müdahalelerinde olduğu gibi askerlerin idaresindeki ara dönem yönetimlerini Cumhuriyet’in ideolojik bagajına döndürmektedir. Bu dönüş, müdahaleyi ortaya çıkaran şartlar, müdahaleci grubun kendi içindeki fikrî çelişki/ortaklık gibi nedenlere bağlı olarak araçsal değeri korunmakla beraber dini daha üst/alt perdeden bir söylem sirkülasyonu içine sokabilmekte; politik beklentiler ışığında belirlenen belli bir yorum farkının ortaya çıkmasına imkan vermektedir.

Ara dönemin politik atıf galerisindeki dinsel alanın hakim görünümü, öncelikle müdahaleyi oluşturan koşullar ve ordunun devlet güvenliği mülahazası açısından karşılığı bulunan bir sonuçtur. Müdahaleci komutanları Yeşil Kuşağı dizayn edenlerle aynı çizgide buluşturan din, ordu için aşırı sağ ve sol eğilimlere karşı bir dalgakıran olmanın yanı sıra devlet düzeninin ve onun açılımı olarak millî birliğin tesisinde vazgeçilmez bir unsurdur. Radikal siyasal eğilimler için alınacak tedbirlerin güvenlik alanını aşan bir kalıcılığa olan ihtiyacı dinin ve daha geniş bir halka olarak kültürün/milli kültürün önemini bir kat daha artırmıştır. Öyleki her iki cenahtaki aşırı eğilimlerin 1980 öncesindeki genişleyen siyasal etkinlik ve kitlesel yaygınlığının ortadan kaldırılan fiili hareket sahasına karşılık, arda kalan siyasi rezervin kadük bırakılması ara dönemi aşan bir vadeye yayılan bir yapılanmayı

57 gerektirmekteydi. Bu aşamada baş vurulan dinin fonksiyonel açılımı, öncelikle anılan türden eğilimlerle ilişkilendirilen bir toplum/siyaset görüşüne karşı savunmacı bir konumun gerekliliklerince içeriklendirilmektedir.

Söz konusu dinselleşme temayülünün ve resmî mercilerin din konusundaki politik tercihlerinin toplumsal geçerliliğe olan ihtiyacı genel Müslüman toplumun kabullerini dikkate almayı kaçınılmaz kılmıştır. Dinî kimliğin oluşumunda köktenci bakış açılarının belirleyici olduğu kesim dışarıda bırakılsa dahi, geleneksel yaşam biçimlerinin çoğu zaman cemaat ve tarikatlar yoluyla yaşatıldığı toplumsal dinî yapılanmanın kendi içindeki çeşitliliğini dikkate alan bir resmî dinî yönelim askeri yönetim açısından tatbiki zor bir tercih olacaktı. Milletin dağılan birliğini toparlayıcı rolü dini ortalama/ılımlı bir marjda sabit kılarken, anılan yorumun dışarıda bıraktığı dinî kesimlere yönelik tutum çoğunlukla resmî, gayriresmî yaptırımlar yoluyla devlete ve resmî din yorumuna eklemleme çabasına dönüşmüştür.

Siyasi bir yönelim olarak dinselliğin toplumun dinî tasavvuru içinde muteber bir yansıma bulmasının öncelikli koşullarından biri de uygulamada toplumsal duygu ve bilince eklemlenmede takip edilecek yöntem ve bunun toplumsal, kültürel altyapıyla uyumudur. Bu aşamada benimsenen dinsellik, millî kimliğin kalıcı bir unsuru olarak işlenmiş, diğer bir deyişle dinselleşme milli kimlik temelli bir politika ekseninde yapılandırılmıştır. Millî kimliğin işlevsel bir unsuru olarak dinî dünyanın zengin lügatinin millî kimlikle iç içe kurgusu, nihaî kertede din ve milletin devlet adına seferber edilmesi açısından önem taşımaktadır. Bu kurguda din de milliyetçilik de kendi öğretilerinden çıkarılarak devlet için, devlette eritilmiştir (Bora, 2003: 125- 126).

Diğer yandan din ve milliyetçiliğin öğretisel olarak birbiriyle telifinin kendi içinde taşıdığı zorlukları –ki bu zorluk milletin inşasında harç vazifesi gören dinin, paradoksal olarak milliyetçiliğin modernleşme misyonuna ket vurma tehdidi taşımasından gelmektedir- aşmada muhafazakar yaklaşım önemli bir yardım sağlamıştır (Bora, 2003: 99). Cumhuriyet’in millet kurma deneyimini devletçi bir muhafazakarlık olarak nitelendiren Bora’ya göre anılan telif gereksinimini o dönemde muhafazakarlık karşılamıştı. Dini, millî kimlik içinde tali bir unsur olarak

58 gören ve öncelikle taşıdığı araçsal öneme odaklanan Cumhuriyet tecrübesi bu bakımdan 12 Eylül dönemiyle benzerlikler taşımaktadır.

Türk İslam sentezinin İslam’ı senteze dahil etmesi –hatta mesela Gencay Şaylan gibi bazı yazarlara göre sentez İslam’ı ön plana çıkarmaktadır- ile Atatürkçü kültür politikasının birbiriyle bağdaşamayacağı fikri, teze karşıt olan görüş sahiplerince dile getirilen itiraz noktalarındandır (Güvenç vd., 1994: 31-32). Oysa ara dönemin sentezci yaklaşımında dinin Kemalizm’in restore edilen ideolojik kudretini tahkim edici işlevleriyle önemsendiğini gözden kaçırmamak gerekmektedir. 12 Eylül’de Atatürkçülük söylemiyle sembolleşen Kemalist restorasyoncu program, dinin anılan araçsallığının hedefine yeni bir unsur olarak katılmaktadır. Yerleşik/ geleneksel olanın sürekliliğini modern koşullarda sağlamaya çalışma iradesine sahip olan muhafazakar anlayış (Bora, 2003: 54), 12 Eylül’ün inşacı perspektifiyle uyumlu, onun devlet, millet, din vs. konularındaki yaklaşımlarını tanımlayıcı bir çizgidir. Bunun izleri kültür temelli millet tanımından, diğer millî kimlik unsurlarıyla birlikte Kemalizm’in içeriklendirilmesinden ve bu içeriğin dinî mahiyetinden hareketle takip edilebilmektedir.

Ara dönemde ordu, sürdüregetirdiği Atatürkçülükle ilgili duyarlılığını aşırı eğilimleri dışlayan bir tavır olarak kodlama çabasına girmiştir. Bu tutum bir anlamda 12 Mart müdahalesinden itibaren TSK içinde değişme evresine giren yorumun geldiği aşamadır. Sol menşeli terör eylemlerinin giderek devlet için bir tehdit odağı haline gelmesinin açtığı mecrada, önceden solculuğu; Atatürkçülüğün doğal bir gerekliliği sayan anlayışa karşı, Cumhuriyet ve Atatürkçülük öncelikle sol karşıtlığı üzerinden anlamlandırılmaya başlanmıştır (Demirel, 2010: 11). Aynı zamanda ülkücü yorumlardan da arındırılmış bir milliyetçilik biçimi olarak tedavüle giren Atatürkçülük, artık – komünizm karşıtlığında ara rejimle aynı hizada buluşan- ülkücülerin “yetki ve sorumluluğundan” da çıkarılarak, devletin ve resmî ideolojinin uhdesine girmiş; 12 Mart müdahalesinden sonra siyasi kutuplaşmalara karşı bir önlem olarak devreye sokulurken, 12 Eylül döneminde tüm siyasal tarafların üstündeki konumundan hareketle, ordunun tarafsızlık vasfının müşahhas bir göstergesi olarak yaygın bir kampanyaya dönüşmüştür (Bora, 2004: 172-174). Bu

59 anlamda ara rejimin sol ve ülkücü gruplar karşısındaki konumu, devlet otoritesi açısından yaratılan tahribattaki cürüm ortaklığı yargısına dayanmaktadır.34 Harekatın

ikinci ayında Cumhuriyet Gazetesi’nin yayımlanan bir yazıdan dolayı İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından kapatılması ile ilgili olarak K. Evren, 12 Eylül’ün Atatürkçülüğünden hem sağcı hem de solcuların –soldan kastının sosyal demokrasi olmadığını vurgulayarak- çok rahatsız olduğunu söylemektedir. Gazetede yayınlanan yazıda, antiemperyalist yönü öne çıkarılan Atatürkçülüğe karşın ülkenin getirildiği nokta, gericilik imalı ithama dayanak yapılmaktadır: “Kemalizm geriye kapalı, ileriye açık bir ideolojidir. Biz ise kırk yıldan beri ileriyi yasaklayıp geriye kapıları açan siyasal düzenler içinde yaşıyoruz” (Evren, 1991-II: 146).

Ara dönem dinselliğinin, her şeyden önce resmî bir programa tekabül eden bir politik tercih, daha açık ifadesiyle toplum mühendisliği girişimi olması, seçmeci yaklaşımın dinî evrenin bütüncül öğreti ve pratiğiyle olan mesafesinin anlaşılmasına yardım etmektedir. Devleti merkeze alan bir müfredatın elemanı olarak dinselliğin bu dönemdeki devlet siyasetinin duyarlılıklarıyla uyumu anılan seçmecilikte belirleyici bir faktördür. Bu seçimin millî kültürün bir bileşeninin millî kimliğe katkısı ölçekli resmî sınırı, dinin bu dönemde aldığı biçimle birlikte ona atfedilen role dair fikir vericidir. Zira bu noktada dinin devam edegelen formlarına güncel ihtiyaç ve beklentilere mukabil yüklenen yeni yorumlamalar rehberlik etmiştir. Muhafazakar eğilimin en belirgin göstergelerinden olan bu tutum, öncelikle din dünyasının sembol ve kavramlarını milliyetçi gramerin35 hizmetine vermesiyle

karakterizedir.

Ara rejimin din tasarımına ideolojik destek, zaten önceden beri sentezci görüşü kültürel bir hedef olarak imal ederek işleyen Aydınlar Ocağı çevrelerinden gelmiştir. Ocak, askeri yönetimin dinî yaklaşımının fikri, entelektüel olarak içeriklendirilmesinde etkin bir rol üstlenmiştir. Bu bağlamda DİB’nin ara dönem

34 “Ülkücü örgütler, komünizmle mücadele maskesi altında devlete rağmen gizli çeteler oluşturmuşlar,

silaha sarılarak ayırım yapmaksızın insanlık dışı suikast ve cinayetler işlemişlerdir” (12 Eylül Öncesi ve Sonrası, 1981:218).

35 Gramer kavramsallaştırması, Cumhuriyet dönemi milliyetçilik-din ilişkisini anlamlandırıken

gramer-lügat kavram çiftini açıklayıcı bir model olarak benimseyen Bora’dan alıntıyla kullanılmaktadır (Bora, 2003).

60 dinselliği içindeki fonksiyonlarından biri de sentezci fikirleri kamuoyuyla buluşturan bir mecra olarak mevkutelerini Ocakla bağlantılı yazarların yazılarına açmak olmuştur.

Çerçevesi çizilen dinsellik ekseninde DİB resmî dinî organ olarak, anılan sistemin merkezî bir unsurudur. Herşeyden önce DİB inanç, ibadet ve ahlakla ilgili konularda toplumu din hakkında bilgilendirme görevini üstlenen bir hizmet örgütü işlevini devam ettirmektedir. Devlet sisteminin idari bir parçası olması ile toplumun Müslüman kesimi için dinî bilgi üreten kurumsallığı arasındaki kuruluşla tarihlenen ve Cumhuriyet tarihi boyunca süregelen gerilim ara dönemin koşullarında da geçerliliğini korumuştur. Devletteki mevcut yer ve algısı dinî bilginin içeriği ve sunumuna dair ara rejimin yaklaşımını destekleyen, onunla uyumlu bir din yorumunun koşullarından birini oluşturmaktadır. Dönemin siyaset dışı niteliği DİB’yi -geçmiş yıllarda olduğu gibi- parti siyasetlerinin aracı olmaktan bir anlamda kurtarırken, askeri yönetimin hem dinî duyarlılıklarının pratiğe aktarılmasına hem de siyasi-dinî tercihlerinin dinî meşruiyetinin sağlanmasında DİB’ye hayati bir rol atfedilmiştir. Bu bakımdan DİB’nin siyasetle ilişkisinin ortaya çıkardığı sorun alanları, bu dönemde ara rejimin siyaset anlayışıyla ilişkisi biçimiyle devamlılık arz etmektedir.

DİB, askeri yönetim kaynaklı birbiriyle bağlantılı iki temel beklentinin adresi konumundadır. Birincisi rejimin devletin resmî kimliğine işlevsel bir unsur olarak eklemlediği din hanesinin ve bunun ortaya çıkardığı dinî yaklaşımının DİB aracılığıyla toplumsallaştırılmasıdır. Diğeri ise bir inşa süreci olarak tanımlanan ara dönemin eğitim, kültür, ekonomi, vs.ile ilgili sistem üzerindeki genel siyasetini, hukukî görüş ve düzenlemelerini yaymaya ve tanıtımına yönelik çalışmalar yapılmasıdır. Bu aşamada DİB’nin kurumsal yaklaşımı, sabiteleri muhafaza eşiğini gözeterek yeni duruma adapte olma şeklinde özetlenebilir. Diyanet Gazetesi gibi kamuya açık mecralarda ve inanç, itikat ve pratik bakımlardan dinî mahiyet taşımayan konularda, rejimle çakışan bir yönelim açıklıkla tespit edilebilmektedir. Buna kayda değer bir olgu olarak gayriresmî sayılan dini eğilim ve gruplar karşısında askerî iktidarla –ilkesel düzeyde- paylaşılan tutum da eklenmelidir.

61 DİB tarafından önceleri onbeş günde bir, 1981 yılından sonra ayda bir çıkarılan Diyanet Gazetesi’nin (Bulut, 1997: 273) içeriği bu açıdan dikkat çekici örnekler barındırmaktadır. Gazetede yer bulan genel dinî konuların dışında başta Devlet Başkanı Kenan Evren’in söylemleri ve askeri yönetimin iç ve dış siyasetine dair yorumlar, anılan ikinci beklentinin karşılık bulduğu örneklerdendir. Müdahalenin ve ara rejimin bizatihi varlığının meşruiyetini tasdik eden ve askeri iktidarın siyasal anlayışına dair çoğunlukla askerlerle aynı hizada yer alan yaklaşım biçimleri de bu takibin sonuçlarındandır. Diğer yandan dinin temel sabitelerine yönelik askeri yetkililerin savruk müdahalelerine karşı Başkanlığın kararlı tutumu ise istisnaî de olsa askerlerle Başkanlık yetkililerini karşı karşıya getirmiştir.

Dinin millî kimlik unsurlarıyla bütünleşik biçimde ele alınarak dinî lügatle somutlaştırılması, gerek DİB’nin tarihsel tecrübesi, gerek dinî sabiteler açısından bakılınca nevzuhur bir yaklaşım olmaktan uzaktır. Cumhuriyet’in kurucu değerleri başta olmak üzere milli kimliğin aslî/karşıt unsurları tarihe yapılan atıflar eşliğinde DİB’nin kurumsal faaliyetlerinde önceden beri yer bulmuş; yayınlar, hutbeler ve diğer vasıtalarla toplum nezdinde işlenmiş konular arasındadır. 30 Ağustos’un, Cumhuriyet’in, millî birliği tahrip edici fraksiyonların vd. anlatıldığı hutbeler bu meyanda anılabilir. Bu meyanda ara dönem DİB pratiklerinin geçmiş tecrübelerle farklılığı, askeri rejimin doğrudan müdahaleleri ya da dönemin koşullarını gözden çıkarmayan kurumsal dinî bakış açısı doğrultusunda ortaya çıkan örneklerin sıklığı ve döneme özgülüğünden gelmektedir.