• Sonuç bulunamadı

3.1. Kürsü ve Siyaset

3.1.2. Siyasi Tarafsızlık ve İrticali Hutbe Yasağı

Diyanet Gazetesi, verdiği haberlerle askeri yönetimin siyasi, toplumsal, kültürel vs. konulardaki faaliyetlerini, haber ve yorumlar yoluyla gazetenin öncelikli muhatap kitlesi olan kendi dinî kamuoyuyla paylaşmaktadır. Duyuru mahiyetindeki haberlerin yanı sıra başta haber-yorum köşelerinde olmak üzere çeşitli yazılarda ülkenin iç politik meselelerine ve dış politika konularına yer verilmektedir. Yapılan haber ve yorumlarda, idarenin siyasi söylem ve politikalarıyla örtüşen ya da onu destekleyen bir yayıncılık yaklaşımı benimsenmektedir. Siyasi meselelere ilişkin iddia, yayın yoluyla ülkenin ekonomik ve toplumsal kalkınmasında re’sen rol üstlenen Başkanlığın öz algısının dinî meseleleri de kapsayan yüksek bir sorumlulukta karar kıldığını ima etmektedir.

139 Gazete’nin Nisan 1982’deki sayısındaki başyazıda, politik konuların din kurumunun görüş sahasının dışında olmadığı açık biçimde duyurulmaktadır. “Bugün bir dış politika olayında, bir iç politika tercihinde sözümüz, gözümüz var. hukuk kuralları içerisinde…Demokrasi bu değil mi”. Gazete’nin kendisine biçtiği misyonlardan biri de toplumsal geriliğin giderilmesinde bir ekol oluşturmaktır. “Biz hep niçin gerileriz.?! İşte günün sorusu…Gazetemiz ‘DİYANET’ bu ihtiyacı sizlere duyurmayı kararlaştırdı. ‘DİYANET GAZETESİ’ niçin bir ekol oluşturarak gerileyen vatanseverler mektebini yeniden canlandırmaz? İstikbalimiz, savaşlarımız hep bu mektepte planlanmadı mı?” (DİG, Nisan 1982: 1). Bu sayıda Evren’in Bulgaristan ziyaretini ön plana çıkaran Gazete Ateş Çemberinde Kalan Türkiye İçin

Bulgaristan Ziyareti Bir Çıkış Olabilir Mi? başlıklı haber-yorumun manşetiyle

çıkmıştır. Evren’in temasları “nezaketle realizmi nefsinde cem’eden başarılı bir diplomasi örneği” olarak görülmekte “Geçmişte TBMM Başkanının diplomatik nezaket hatırına kuzey komşumuzun rejimini aşırı ve hesapsız medih cümleleriyle övdüğünü gören bizler için Sayın Evren’in zıt rejimlere ilişmeyen ölçülü üslubu takdire değer görüldü” denilmektedir. Yazıda ayrıca Bulgaristan’da yaşayan Türklerin dinî ve diğer alanlardaki haklarına ilişkin konuların neden ele alınmadığını sormak gibi “ham ve kaba bir yaklaşımın” yanlış olacağı söylenmektedir (DİG Nisan 1982: 2-3, 26).

Bu dönemde AET ile ilişkiler,75 Batılı devletlerin Türk diplomatları hedef alan

Ermeni terörüne yönelik kışkırtmaları ve Yunanistan konusundaki tutumları gibi meseleler etrafında işlenen dış politika olayları, Evren’in söylemleri rehberliğinde Türkiye’ye pek de hayırhah bakmayan ve genellikle ülkeye yönelik iç ve dış tehditleri kışkırtan, bundan nemalanan bir Avrupa dünyası resmî ortaya çıkarmaktadır. Yurt dışındaki Türk görevlilerini hedef alan Ermeni terörü bağlamında Ermeni meselesi,76 SSCB rejimi bağlamında komünist rejimin

75 Avrupa Konseyi Meselesi başlıklı değerlendirmede Avrupa Konseyinin Türkiye karşıtı kararına

karşı Evren’in radyo ve televizyondan yaptığı, ülkedeki demokrasi ve insan haklarının yerleştirilmesi sorununun sadece Türkiye’nin kendi iç meselesi olduğunu belirten sert açıklamaları paylaşılmaktadır (DİG, Mart 1982: 8).

76 Bu konudaki değerlendirmelerde Ermeni komitacılığın tarihsel geçmişi, amacı, terörün başta Rusya

ve Fransa olmak üzere uluslar arası destekçileri gibi konular işlenmekte (DİG, Mart 1982: 3-4; 1, 30); Birinci Dünya Savaşı ve Mondros Mütarekesi dönemlerindeki silahlı, Batı destekli faaliyet ve katliamlardan söz edilmektedir (Nisan 1982: 9-11, 15). Sdney Başkonsolosu Şarık Arıyak’ın 12

140 tahribatları,77 Türkiye’nin olumsuz komşuları arasında sayılan Yunanistan’la

ilişkiler78 gibi dış politika meseleleri gazetedeki çeşitli yazılara konu olmuştur.

Buna karşılık İslam ülkeleriyle yakınlaşma hem Batı kaynaklı emperyalizm hem komünizm tehdidine karşı alternatif bir dış politik yöneliş olarak görülmektedir. Mekke’de üçüncüsü yapılan ve Türkiye’nin ilk defa Hükümet Başkanı düzeyinde katıldığı İslam Zirvesi’ni konu alan haber-yorumda, ABD ve SSCB yanında bir de Cidde mihverinin doğduğu belirtilmekte ve bunun dış politika açısından önemi üzerinde durulmaktadır (DİG, 1 Şubat 1981: 8-9). K. Evren’in başında askeri bir

Aralık 1980’de Ermeni teröristlerce katledilmesinden sonra Ermeni Mezalimi maşetiyle çıkan sayıda Fatih Yiğit’in Ermeni Mezalimi Son Bulmalıdır adlı yazısında Ermeni terörünün bir din savaşı olduğu belirtilmektedir. “Girişilen cinayetler, dökülen kanlar ve teşebbüs edilen sabotajların arkasında daima aynı zihniyet yatmaktadır. Ermeniler Hıristiyandır. Hıristiyanların Müslümanlara bakışı ortadadır.” Buna göre Ermeni katliamı, 12 Eylül öncesine kadar gelen yıkıcı faaliyetlerin bir parçasıdır. Zira Ermeniler komünist terör odaklarıyla yakın ilişki içindedirler. Bu Ermeni meselesinin uluslar arası güçlerin koruması altında ve diğer yıkıcı faaliyetlerle bütün halinde düşünülmesi gerektiğini göstermektedir (DİG, 1 Ocak 1981: 8-9).

Komünizm ve Ermeni tehdidi, Bir Asırlık Yalan (DİG, Mayıs 1983: 4-5), Ermeniye Mektup (DİG, 1 Temmuz 1981: 3) ve Mavi Karıncalar Devleti Komünist Çin (DİG, Aralık 1983: 4, 31) yazıları içinde de değerlendirilmektedir.

77 Komünizm meselesinin müstakilen ele alındığı İslamiyet ve Komünizm adlı haber dizisinde Sovyet

Rusya’nın istilacı ve sömürgeciliğinin tarihi delilleri işlenmekte, Müslümanlara yönelik asimilasyon politikası ve buradaki Müslüman topluluğun teşkilatlanması anlatılmaktadır (Haziran 1983: 4-5; Temmuz 1983: 4-5; Ağustos 1983: 17). Sosyalist sistemle yönetilen Polonya’ya dair yapılan haberlerde rejimin toplumsal ve siyasal alandaki tahribatlarından söz edilmektedir. Ne İlk Ne Son adlı yazıda Moskova’nın emriyle ordunun idareye el koyması haberleştirilmektedir (DİG, 1 Şubat 1982: 1, 8). Bu ülkedeki siyasi, dinî, kültürel hakların kötü durumuna karşılık 12 Eylül sayesinde Türkiye’nin bu tür bir rejim ve siyasal sistemden korunmuş olması “12 Eylül olmasaydı biz de mi böyle olacaktık? Özenenler ibret alsınlar” ifadeleriyle vurgulanmaktadır (DİG, Mart 1982: 24).

Komünizmin tahribatı sadece siyasal, toplumsal alana münhasır kalmamaktadır. Dil ve kültür alanında yarattığı yozlaşmanın anlatıldığı Milletimize ve Dilimize Saygı adlı yazıda din adamlarının bu hususa dikkati çekilmektedir. Dünya milletleri içerisine komünist ajanlarca tahrik ve teşvik edilen “tabancası, bombası, soygunu olmadığı için masum gösterilebilecek dil ve kültür anarşizmi” konusunda, vaiz ve hatiplerden aydın din bilginlerine yakışan bir hassasiyet göstermeleri beklenmekte, vaaz, nasihat ve dualarda somut, simge, görev, önem vs. gibi uydurma kelimeleri kullanmamaları istenmektedir. Dil anarşizmi de komünizmin her sahadaki yavaş yavaş başlayan tahribatlarından biri olarak görülmektedir (DİG, Mayıs 1982: 8).

78 Yunanistan 12 Eylül’den rahatsız olan devletlerden biri olarak görülmektedir. Hasan Demir’e ait

Olumsuz Komşular adlı yazıda Kenan Evren’in “Ege bir dostluk denizi olmalıdır şeklindeki açıklamasına karşılık Yunanistan’ın karasularını genişletme stratejisi gütmekte olduğu belirtilmektedir. 12 Eylül olmasa ve “bir iç savaş çıksaydı o zaman Ege adalarındaki Yunan üslerinin ne işe yaradığını çok acı öğrenecektik” denilmektedir (DİG, Aralık 1981: 8). Suudi Arabistan Yunanistan İle İşbirliği Anlaşması İmzalıyor şeklinde verilen haberde, Suudi Kralının “Haçlı Seferleri ilan ediyorum” diyen Papandreu’yu ziyaret edeceği ve iki ülke arasında anlaşma imzalanacağı belirtilerek, “Devlet politikasına karışmak ne haddimize!” denildikten sonra, helenizmi diriltme planları yapan bir devletin bir İslam ve Şeriat devleti ile tam da Haçlı seferi bayrağı açılmışken yakınlaşma gösterisi, Yunanistan’ın bir kurnazlığı değilse bir çelişki olduğu değerlendirmesi yapılmaktadır. Bu “Haçlı-Hilal çelişkisi” idi (DİG Nisan 1982: 14). Bu konudaki bir diğer yorumun başlığında Yunanistan Yanlış Yolda denilmektedir (DİG Şubat 1983: 17).

141 müdahale sonucunda yönetimi ele alan Ziya Ülhak’ın bulunduğu Pakistan Devleti’ni ziyareti, Türk dış politikasında 12 Eylül yönetiminden sonra yaşanan bir yön değişimi olarak değerlendirilmektedir. Cumhuriyet’in başından beri İslam dünyasına kapalı ve alternatifsiz bir siyasetle yaklaşılan Batıyla ilgili şöyle denilmekte: “Ne Johnson mektubu unutuldu, ne Amerikan ambargosu. Ne AET’nin Yunanistan’ı kucağına çekerken bizi yüzünü buruşturarak elinin tersi ile itmesi unutulacak, ne Avrupa Konseyi’nin 12 Eylül’ü hala içine sindiremeyerek bizi ameliyat masasına yatıran tutumu”. “Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana bir türlü kafamızı çevirip bakmadığımız Ortadoğu’ya açılan Türk firmaları özellikle 2 yıldır sürpriz bir dövizli yatırım alternatifi olmadılar mı? Devlet Başkanı Org. Kenan Evren’in Pakistan ziyareti işte bu tabana oturmaktadır. Karşılıksız hasbi din kardeşliği temeline” (DİG 1 Ocak 1982: 2-3).

12 Eylül huzur ve sükûn getirmiş olsa bile tehlike henüz geçmiş değildir. Yeni

Bir Dönemin Işığında adlı yazıda Haçlı zihniyetinin Türkiye’ye yönelik

programlarının farklı biçimlerde devam edeceği belirtilerek, öncelikle anarşiye dair köklü tedbirlerin öneminden bahsedilmektedir. Burada din ve millî kültürün devlet politikaları düzeyinde daha ağırlıklı bir yer tutması, başta eğitim yoluyla toplumsal bilgi ve bilincin artırılmasına işaret edilmektedir. Yazıya göre Türk’e düşmanlıkta birleşen Batı dünyası anarşi ve terörü el altından kışkırttığı gibi 12 Eylül’le Türkiye’ye gelen huzurlu ortamdan rahatsız olmaktadır. Bu bağlamda ara rejimin sonuna doğru yaklaşılırken, seçim sonrası kurulacak hükümetler ve yöneticilere kimi mesajlar verilmektedir. Yeni dönemde işbaşına gelecek kadroların yapması gerekenler iç huzuru korumanın dışında ekonomide, dış politikada problemlerin halli ve Türkiye’nin dünya barışındaki rolünü sürdürmesi olmalıdır (DİG, Mayıs 1983: 10-11).

Diyanet Gazetesi yoluyla siyasi meseler de dahil olmak üzere sistemin yeniden kurulmasında yapılması gerekenlerle ilgili hatırlatmaların kurumsal bir sorumluluk bilincine tekabül ettiği kabul edilirken, siyaset gerek genel toplum açısından gerek din görevlerinin ifa ettiği hizmet süreçlerinde dışında kalınması gereken bir daire olarak görülmekte; çoğunlukla anarşi ya da parti politikalarıyla eşleştirilerek devlet

142 varlığı ve millî birliğin karşıt kutbunda yer alan bir faaliyet alanı olarak tanımlanmaktadır.

Siyasetle ilgilenme yasağı 633 Sayılı Kanuna dayanmaktadır. Buna göre DİB’ye bağlı din görevlileri ve her derecedeki personel, Memurin Kanunu’nun yasakladığı siyasi faaliyetin dışında ayrıca dinî görevi içinde ya da dışında siyasi partilerden herhangi birini veya onların tutum ve davranışlarını övemez ya da yeremez. Kanun yasağa uymayanların işine son verileceğini bildirmektedir (DİG 1- 15 Mart 1982: 24). Bununla birlikte ara dönem koşullarında partiler, mezhepler, ideolojiler vs. arasındaki çatışma olarak kodlanan 12 Eylül öncesinin atmosferine bağımlı bir biçimde siyaset devlet karşıtı bir faaliyet alanı görülmekte; din hizmetinde tüm siyasal söylem ve çağrışımlardan uzak kalmak temel bir kriter olarak sıklıkla hatırlatılmaktadır.

Ülkeyi 12 Eylül’e getiren güçlerin konuşlandığı yer olan Meclis’le ilgili yorum belli bir parti ya da partileri işaret etmemekle birlikte, genelde siyasi mecrayla ilgili bir yargıyı barındırmaktadır. “Bu düşmansa nasıl olmuşsa olmuş; TBMM kulislerine, Başbakanlık koridorlarına kadar sızmıştı. Başkent sokaklarında düşman sesi dost sesini bastırır olmuştu… Millet ne kadar huzursuz, ‘Devlet’ ne kadar tehlikedeymiş de, anarşiye dönüşmüş ‘Demo-Krasya’nın demagogları, bitmez tükenmez bir deparla milleti nasıl avutuyorlarmış?!.. Düşünmeye değer olan ‘Yek’ garabet budur…” (DİG 1-15 Eylül 1981: 18).

DİB o zamana kadar karşılaştığı siyaset kaynaklı tesirlere bir biçimde mukavemet etmiştir. Hamdi Mert, DİB’nin siyasetin istekleri karşısında kaldığı zor durumun yanı sıra teşkilat bünyesindeki ve din hizmetlerinde partiye dayalı ayrışmalarla ilgili personeline yapageldiği uyarılarla, din kurumundan beklenen sorumluluğun yerine getirildiğini belirtmektedir. Devlet Başkanlığının 10/11/1981’de Başbakanlığa; Başbakan Bülent Ulusu’nun da Devlet Bakanlığına yazdığı yazıyla son Hac döneminde DİB’nin gösterdiği başarılı hizmet kutlanmakta ve tebrik edilmektedir. Mert, tebrikler vesilesiyle DİB’ye yönelik politik baskılara değinirken “Yakın geçmişin bilinen şartlarının tazyiki ile politika hemen hemen bütün müeseselere hulûl etme imkanı bulurken, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın eşiğe

143 kadar gelen bu zorlamalara nasıl karşı koyduğunu o günün basınına göz atanlar görür hatırlarlar” diyerek, siyasetin DİB’yi kendi amaçları lehine kullanmak istediği buna karşın 12 Eylül öncesinde DİG’deki yazılarla mihrab ehlinin siyasi tartışma ve kavgaların dışında kalması, hatta toplumsal sürtüşmelerde hakemlik yapması gerektiğinin açıkça ifade edildiğini belirtmektedir.79 DİB’nin kurumsal tutumundaki

ilkelerin daima devlet ve milleten yana; hizipçiliğin karşısında yer almak olduğuna DİB’nin resmî mevkutesi DİG aracılığıyla yapılan yayınlar -Din Hizmeti ve Partiler 1978 sayı 201; Din Hizmeti Vahdeti Gerektirir 1978 sayı 202; Anarşi Karşısında Din

Görevlilerine Düşen 1978 sayı 189; Tek Çıkar Yol Bütünleşmek 1980 sayı 132-

şahitlik etmektedir. Bu yazılarda 12 Eylül öncesinde din görevlilerinin bazı partilerce parsellenme planları yapılırken, aynı değer hükümlerinde toplumca birleşmede din görevlilerine düşen vazifelerin konu alındığından bahisle, DİB’nin siyaset karşısında olması gereken tavrı takındığı anlatılmaktadır. DİB Türkiye’nin dinî kimliğinin dünya kamuoyuna takdiminde de rol oynamıştır. Hamdi Mert bunu, “1978’de İstanbul’da yapılan Ru’yet-i Hilal konferansıyla dünyaya Türkiye’nin dinsiz olmadığını ilan ettik” diyerek belirtmektedir (DİG, 1 Şubat 1982: 1,30).

Bakan Özgüneş ve Altıkulaç, Türkiye’nin rejimiyle dinî kimliği arasındaki uyumun temsilcileri olmaları beklenen yurt dışı din görevlilerinden kürsülerde politika yapmamaları, her türlü yıkıcı ve bölücü faaliyetlere karşı uyarıcı olmaları ve rejimin hürriyetçi niteliğini, “Atatürk Türkiyesinde herkesin rahat olduğunu, laikliğin din düşmanlığı ya da dinsizlik olmadığını” anlatmalarını istemektedir (DİG, Ağustos 1982: 25). Avrupa’da faaliyet gösteren ve dinî söylemlerinde Diyanet karşıtlığının da yer bulduğu bilinen dinî, siyasi grupların Türkler üzerindeki etkinliği dikkate alınınca, siyaset dışı kalmak dışarıda diğer dinî oluşumlara karşı belli bir dikkati ve devletten yana olmak adına resmî dinin temsiliyetini taşıyabilmeyi gerektirmektedir.

79 Din görevlilerinin siyaseten tarafsız kalmasına dair uyarılar 1980’in 12 Eylül öncesi döneminde

sıklıkla yapılmıştır. Meslek köşesindeki “Ülke bir bid’at yaşıyor. Bu bid’at ebedi Dinin geçici ve kul eseri siyasetin emrine verilme çabalarıdır. Bu çabalara teslim olmayınız. Hizib adamı değil, Ümmetin İMAM’ı olunuz!” şeklindeki çağrı (DİG, 1 Şubat 1980: 7) ve aynı köşedeki bir başka tarihteki benzer uyarı (DİG, 1 Temmuz 1980: 7); yayınladığı genelgede Devlet Bakanı Muhammed Kelleci’nin dinî ve milli görevin ifasında her türlü siyasi görüş ve düşüncenin üstünde kalınması gereğiyle ilgili ifadelerinde de bulunmaktadır (DİG, 1 Şubat 1980: 16);

144 Din görevlileri açısından politikadan uzak kalmanın açılımı dinin politikaya alet edilmesinden uzaklıktır. Din ve politikanın olumsuz bağlamının öncelikli çağrışımı Hamdi Mert’in yazısında ima ettiği gibi parti ya da iktidarların DİB kanalıyla din üzerindeki suistimalidir. Başkanlığın kurumsal yaklaşımında yer bulan ve dönemin Yüksek Kurul belgelerinde sıklıkla atıf yapılan bir ölçü olarak “siyasi emniyet” düşüncesine göre ise rejimin laik niteliğini ihlal eden yapılar ve Şiilik gibi siyasi yönü olan cereyanlar, dinî/milli güvenliğe yönelik taşıdıkları tehdit potansiyeli açısından resmî dinî sınırların dışında kalmaktadır.80

Öncelikle dinî topluma hitap eden görevlileri ilgilendiren bir sınır olarak tanımlanan politikanın dinin kurumsal yapısıyla ilişkisinin en sorunlu yanı Başkanlığın yönetim ve hizmetlerine yönelik siyasi talep ve müdahalelerin vuku bulmasıdır. Başkanlığın resmî anlayışının askeri iktidarlara karşı bağımlılık/bağımsızlığı ise politikadan uzak durma ilkesiyle ilişkisi çoğu zaman

80 DİYK tarafından Başkanlıkça tavsiyesi açısından incelenen bir hutbe kitabıyla ilgili raporda siyaset

ve muamelatı ilgilendiren konularda görüş belirtilmiş olduğu tespiti, kitapla ilgili karara yansımış ve eser tavsiye edilecek nitelikte görülmemiştir. Osman Şekerci’nin yazdığı Hutbeler adlı kitapta “bazı aşırı çevrelerin sembol olarak kullandığı kelimelere ver verilmesi; ‘Ey Kur’an saltanatına, devletine, yaşamasına sindirmek için yarış etmiş millet denildikten sonra hala buna ters düşüldüğüne işaret edildiği belirtilmektedir. Siyasi nitelikli problemlere yer verildiği; vatandaş ve devlet; toprak mülkiyeti; görev alma, seçme seçilme; hürriyet ile halk ve aydınla ilgili hutbelerle ilgili olarak “nazarı dikkati celbeder ve bazı çevreleri rahatsız eder mahiyettedir” denilmektedir. “Askerlerle ilgili kısım da dikkat çekici” bulunmuştur. Ayrıca eserde bazı konularda “muameleye taalluk eden kısımlar” bulunduğu belirtilmektedir (DİYKK ve raporu, 21/10/1981: 79).

Dönemin DİYK kararları açısından – bu dönemde bu konuda rastlanan bir örnek üzerinden- muamelat konusuna dair soruların münferiden cevap bulduğu söylenebilir. Süt bağı ve İslam açısından süt kardeşliğinin evlilikteki hükmüyle ilgili sorular karşısında konuya açıklık getirilmektedir. DİYK Başkan yardımcısı Recep Akakuş’un DİG’deki yazısında “Bu itibarla Müslümanlar, aile yuvalarını kurarken süt bağının da yuva kurmaya engel teşkil ettiğini bilmeli, evliliklerini dinen meşru olmayan temeller üzerine kurmaktan şiddetle sakınmalıdırlar” denilmekte, konuyla ilgili sorulara Yüksek Kurulun verniş olduğu cevaplar paylaşılmaktadır (Süt Bağı ve Kardeşliği, DİG 1-15 Kasım 1981: 10). 27 Mayıs 1960 döneminde Müşavere ve Dinî Eserler İnceleme Kurulunun benzer konulardaki farklı yaklaşımı o dönemde Başkanlığın muamelat meselesindeki çekimser tutumunu göstermesi açısından bir karşılaştırmaya imkan vermektedir. “Maçka Müftülüğünün Başkanlık Makamından 17/9/960 tarih ve 26149 sayı ile Kurulumuza havale buyurulan 7/9/960 tarih ve 148 sayılı süt emme meselesine ait yazısı ve eki incelendi: Verilen cevap dinî bakımdan doğru olmakla beraber bu gibi meselelerin yetkimiz dışında olduğunun, adı geçen Müftülüğe bildirilmesi uygun görülmüştür. Keyfiyetin Yüksek Başkanlığa arzına karar verildi.” (MDEİK,19/9/960: 450)

Başkanlığın süt emme meselesi özelinde yetki sınırları, Konya’dan 02/10/1960 tarihli bir dilekçe üzerine 27/10/1960 tarih ve 497 sayılı ve Gölpazarı Müftülüğünün 07/11/1960 tarihli yazısı üzerine 507 sayılı kararında MDEİK’nin verdiği cevaplarda “muamelata taalluk ettiğinden yetkimiz dışında” şeklinde ifade edilmektedir. Heyete iletilen ve ticari bir meseleyle –buğday satışı- ilgili sorunun konu alındığı kararda da yukarıda zikredilen ifadeler kullanılarak soru cevaplandırılmamaktadır (MDEİK, 29/08/1960: 432).

145 kurulmaktan kaçınılan bir olgudur. Ahmet Gürtaş’ın başyazısında konu, din görevlileri açısından değerlendirilerek politik görüşlerin din adına teşvik ya da tenkit edilmesinin zararları anlatılırken 12 Eylül’ün bir geçiş olarak görülmesi, din-politika ilişkisindeki patolojik durumların askeri yönetimce giderilmiş olduğu kanısına dayanmaktadır (DİG, Kasım 1983: 1, 11).

Sıklıkla tekrar edilen haliyle birleştirici olmak öncelikle cami hizmetlerinde farklı siyasal, etnik vs. kimlikler taşıyan cemaatin muhatap kaldığı cami hizmetleri açısından önem arz etmektedir. Bu bakımdan va’z ve hutbelerin konu ve muhtevaları din görevlilerinin siyaset karşısındaki tarafsızlığının temel göstergesi olarak kabul edilmektedir. Hutbe ve va’zların merkezden kontrol edildiği; önceki dönemdeki kendi va’z metinleriyle cemaate hitap edebilen hatip ve vaizlere karşılık artık onaylanmamış hiç bir metnin minberden okunamayacağının çeşitli zeminlerde görevlilere bildirildiği süreçte, irticali hutbe yasağı hutbeler konusundaki askeri çevrelerdeki hakim yaklaşımla birlikte değerlendirildiğinde resmî din anlayışı içinde de anlamlı bir yerde durmaktadır.

Camilerde okunacak Cuma ve bayram hutbelerinin Başkanlıkça yayınlanmış ya da Başkanlığın tetkikinden geçmiş metinlerden seçilmesi, 28/09/1978 tarih ve 105 numaralı DİYK kararına dayanmaktadır.81 Karar, Altıkulaç tarafından bir genelgeyle

tüm teşkilata duyrulmuştur. Buna göre, irticali hutbede konunun dağılması, bunun da cemaatin hutbeden gereğince yararlanamamasına neden olması yasağın gerekçesini oluşturmaktadır. Başkanlıkça görevlendirilen Merkez Kuruluşu yetkilileri, İl ve İlçe Müftülükleri veya onların izin vereceği vaizler dışındaki tüm görevliler hutbeyi yazılı metinlerden okuyacaklardır. Cemaate belli bir program dahilinde dinî bilginin verilebilmesi için hutbe konularının ilgili müftülüklerce planlanması ve aynı

81 12 Eylül dönemindeki merkezi hutbe uygulamasına giden ilk adım 1978 yılındaki DİYK’nin aldığı

yukarıda anılan karardır. 1924’ten itibaren hutbeler üzerinde yasayla belirlenmiş bir otoritesi bulunmayan DİB’ye 1965 yılından itibaren DİYK yoluyla hutbe hazırlama yetkisi tanınmıştır. 1968 yılından itibaren iki haftada bir çıkan Diyanet Gazetesinde hatiplerin istifadesi için her sayıda bir hutbe yayınlanmıştır. Ancak 1980’e gelene kadarki süreçte merkezden hazırlananlar dışındaki hutbeler de imam hatiplerce okunurken, hutbelere yönelik bir yasak uygulanmamış, bu tür yayınlar Başkanlıkça doğrudan denetim ya da yaptırıma tabi tutulmamıştır. 11/03/1980’deki hutbelerle ilgili yönetmelik de fiili duruma dair köklü bir değişiklik ya da, hutbelerin konu seçimi ve yazımındaki tercihlere dair açık bir kısıtlama getirmemektedir (Kenar, 2011: 143-151).

146 müftülük çevresindeki tüm camilerde her hafta aynı konunun işlenmesi istenmektedir (DİG Kasım 1978: 1, 9; Kenar, 2011: 147).

30 Ocak-2 Şubat 1981 tarihlerinde toplanan İl Müftüleri Semineri’nin gündem konuları vaizlik ve irşat hizmetlerinin nitelik ve yaygınlığının artırılması ile Kur’an kursu faaliyetlerinin daha verimli hale getirilmesidir. İrticalen verilen hutbelere dikkat çeken Tayyar Altıkulaç seminerin kapanışında yaptığı konuşmasında hutbelerle ilgili önemle üzerinde durulmasını istediği hususları dile getirmektedir.