• Sonuç bulunamadı

TÜRK-RUS İLİŞKİLERİNDE AVRASYACILIK

Türk-Rus ilişkilerinde Avrasyacılığın önemli bir düşünce, siyasi-kültürel vizyon haline gelmesinin bir takım nedenleri bulunmaktadır. Bunun başında Avrasyacılığın Türk-Rus çıkarları açısından bazı önemli sorunların çözümü olarak gösterilmesidir. Bu kapsamda Türkiye tarafından dile getirilen iki önemli siyasi görüş dikkat çekmektedir.

Avrasyacılığın önemine Türkiye’de devlet düzeyinde dikkat çeken ANAP ve DYP destekli oluşturulan seçim hükümeti DSP iktidarı zamanında Dışişleri Bakanı olan İsmail Cem olmuştur. Onun zamanında Türkiye Dışişleri Bakanlığının hazırladığı projenin adı şöyle idi: “2010-2020 Türkiye’nin Küresel Aktöre Dönüşümü”. Dışişleri Bakanı İ. Cem, bu projeni şöyle açıklamaktaydı: “AB içinde yer almak istiyoruz, ama bizim vizyonumuz çok daha geniştir. Kendi hedefimizi yükselen Avrasya gerçeğinin merkezi, belirleyicisi olarak tanımlıyoruz” (Mikail, 2007: 132).

1990 yılından 2000 yılına gelindiğinde Türkiye’de ve Rusya’da Avrasyacılık birbirine karşıt olacak biçimde iki önemli farklı yorumlamaya neden olmuştur. 1990’lı

yıllarda Rusya’da Avrasyacılık daha ziyade (L. Gumilyev’in yorumları kapsamında) “Turan-Tatar” kimliği üzerine odaklıyken, 2000 yılından itibaren ise daha ziyade (A. Dugin ve Y. Primakov’un izlediği politikalar sonucunda) Rusya’nın “jeopolitik stratejisi” haline gelmiştir. Buna karşılık 1990’lı yıllarda Türkiye’de Avrasyacılık (Cafer Tayyar Sadıklar ve Yasin Aslan’ın önceliğinde) “Avrasya’nın Müslüman-Türk kimliği” olarak algılanırken, 2000 yılından itibaren “Avrasya’nın Müslüman-Türk olmayan yönlerine” de dikkat çekilmeğe başlanmıştır (Mütercimler, 1997: 76).

Türk-Rus ilişkilerinde “Avrasya” merkezli ilk gelişmeler Putin’in Rusya’da, AKP’nin ise Türkiye’de yönetime gelmesinden sonra atılmıştır. Recep Tayyip Erdoğan’ın genel başkanlığında 3 Kasım 2002 seçimlerini kazanan AKP yeni hükümet çalışmalarını da kendi eline geçirince başlıca iki yönde çalışmalar gerçekleştirmiştir: İlki, Türkiye’nin AB üyeliği yolundaki çalışmaların hızlandırması; diğeri ise Avrasya kapsamlı çalışmalar. Bu bakımdan Erdoğan’ın Kafkasya, Orta Asya ve Rusya ziyaretleri dikkat çekmektedir. Nitekim Erdoğan seçimlerin hemen ardından Rusya’ya bir gezi düzenleyerek Başkan Putin’le bir araya gelmiştir.

Erdoğan-Putin görüşmesi kapsamında Putin’in ileriki dönemde Ankara’ya gelmesi ve Türk-Rus ilişkilerinin pekiştirilmesi gündeme gelmiş ve daha da önemlisi iki tarafın Avrasya kapsamında ortak stratejik çalışmalarının önemine dikkat çekilmiştir. Bu kapsamda Aralık 2004 yılında gerçekleşen Putin’in Ankara ziyareti Avrasya ve Karadeniz bölgesi çerçevesinde yeni bir işbirliği olarak değerlendirilmiştir. Türk diplomasisinin AB üyeliğinden beklentileri alamaması sonrasında bu görüşmeni ve işbirliğini “Kaderimiz” olarak tanımlamasına dikkat çekilmektedir.

Erdoğan-Putin görüşmesi sonrasında Türk-Rus ilişkileri “stratejik ortaklık ve müttefikliğe” dönüşmese de, Türk-Rus ilişkilerinin ekonomik boyutu daha da kabarmış, daha da önemlisi ekonominin baskısı sonucu bu ilişkilerin daha da öteye götürülmesi planlanmıştır. Nitekim, 2007 yılında Türk ekonomisinde görülen 1,5 milyonluk Rus turist katkısı, Rusya’da Türk inşaat sektörünün elde ettiği yıllık 2 milyarlık gelir ve bavul ticaretinin 2,5 milyara çıkarılması; bunun karşılığında Rusya’nın Türkiye’nin başlıca doğalgaz gereksinimlerini karşılayan ülke konumuna yükselmesi Türk-Rus ilişkilerinin daha 2001 yılında temelleri atılan Avrasya Eylem Planı üzerinden daha da öteye götürülmesini zorunlu kılmaktadır (Mikail, 2007: 132).

Son dönemde Türkiye’nin Batı ile sorun yaşadığında Rusya ile işbirlikleri geliştirildi ve Avrasya Birliği kurulması konusunda çalışmalar başlatılması konuşulmaya başlandı. İlişkileri yorumlarken Rusya’nın Avrupa Birliği veya Amerika Birleşik Devletleri’ne alternatif olmasının mümkün olmadığı unutulmamalıdır. Bu şekilde, ilişkiler daha da geliştirilebilir ve ikili ilişkiler daha sağlıklı yürütülebilir.

Avrasya coğrafyasındaki enerji kaynakları için verilmekte olan mücadele pozisyonu zayıflamış olan ülkeler arasında Türkiye’de sayılabilir. Transhazar ve Nabucco projelerinin sürekli ertelenmesi Türkiye için olumsuz gelişme olarak sayılabilir.

Türkiye’nin bu süreçte bol seçeneği maalesef bulunmamaktadır. Çünkü Türkiye bir yandan en pahalı Rus gazını almaktayken, öte yandan Rusya’nın çeşitli projeleri ile devre dışı kalmaktadır. Orta Doğu’daki istikrarın bir türlü sağlanamaması yüzünden, hem Türkiye hem Avrupa Birliği gibi kendi enerji kaynakları yetersiz olan ülkelerin alternatiflerini azaltmaktadır. Bu doğrultuda Türkiye’nin enerji konusunda kaynak çeşitliliğini arttırması giderek önem kazanmaktadır.

BEŞİNCİ BÖLÜM

Türkiye ve Rusya Federasyonu, enerji alanında hem bölgesel hem de global alanda stratejik öneme sahip iki devlettir. Rusya Federasyonu, doğal gaz ve petrolde dünya için çok önemli bir kaynak ülke, Türkiye ise Rusya Federasyonu’nun kaynaklarının dünya pazarlarına ulaşmasında önemli bir köprüdür. Boru hatları da bu nedenle Rusya Federasyonu ve Türkiye’nin en fazla rekabet içerisinde olduğu alan olmaktadır. Fakat bu rekabet içerisinde Rusya Federasyonu’nun enerji açısından zengin kaynaklara sahip oluşu, bölge devletleri ile geçmişe dayanan bağları, boru hatları konusundaki hakimiyeti, bölge ülkelerinde olan Rus azınlıklar, Türkiye’ye karşılık Rusya Federasyonu’nun elini güçlendirmektedir (Balcer, 2009: 79-80). Türkiye de, Rusya Federasyonu karşısında çeşitli stratejiler geliştirmekte ve buna istinaden uygulamalarda bulunmaktadır.

Türkiye ve Rusya Federasyonu’nun enerji üzerinden gelişen ilişkileri çok büyük önem arz etmekte ve zaman zaman işbirliği, zaman zaman da çıkar çatışmasına dönüşen bu ilişkiler, söz konusu devletlerin dış politikalarına yön veren sonuçlar da doğurmaktadır.

5.1. TÜRKİYE’NİN ENERJİ VE BORU HATLARI POLİTİKASI

Enerji ve özellikle de petrol ve doğal gaz, sürdürülebilir kalkınmanın gereği olarak her ülkede önem taşıdığı gibi Türkiye için de hayati değere sahiptir. Dünyadaki üretilebilir petrol ve doğal gazın yaklaşık %72’lik bir bölümü Türkiye’ye komşu coğrafyada yer almaktaysa da (T.C. Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, 2010) Türkiye, petrol ve doğal gaz rezervleri açısından fakir bir ülkedir.

2009 itibarıyla 44,3 milyon ton ispatlanmış petrol ve 6,2 milyar metreküp ispatlanmış doğal gaz rezervine sahip olan Türkiye, 2009 yılında 2,2 milyon ton petrol ve 1 milyar metreküp doğal gaz üretiminde bulunmuşken; 30,7 milyon ton petrol, 35,1 milyar metreküp doğal gaz tüketmiştir (The World Factbook, 2016). Türkiye birincil enerji tüketimindeki enerji kaynaklarının payı ise %32 doğal gaz, %30 petrol, %34 katı yakıtlar ve %4 yenilenebilir enerji olarak dağılım göstermektedir.

İspatlanmış petrol ve doğal gaz rezervlerinin dörtte üçüne sahip üretici ülkelerin oluşturduğu bir bölge ile Avrupa’daki tüketici ülkeler arasında bir köprü

özelliği taşıyan Türkiye, tükettiği petrolün %98’ini ithal etmekte ve bunun %41’ini Rusya Federasyonu’ndan ve %23’ünü İran’dan karşılamaktadır (EPDK, 2009: 66-67).

Doğal gazda da petrolde olduğu gibi Rusya Federasyonu’ndan ithal edilen miktarın yüksek oranı göze çarpmaktadır (EPDK, 2009). Türkiye, ithal ettiği doğal gazın %54’lük oranını Rusya Federasyonu’ndan elde ettiği için, bu durum Türkiye’nin Rusya Federasyonu’na karşı bağımlılığını net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Ülkemizdeki enerji politikası, uluslararası gelişmeleri takip etmekte geri kalındığı, teknik anlamdaki sıkıntılar, hükümetten hükümete değişen enerji stratejileri, stratejilerin zayıf ve eksik bulunması, belirlenen programa üniversitelerin ve AR-GE kuruluşlarının yeterince uyum sağlayıp destek olamaması gibi nedenlerle sık sık tartışılmaktadır (Güner ve Albostan, 2009: 49). Kullandığı enerji kaynaklarının %74’ünü ithal etmekte olan Türkiye enerji politikası açısından temelde,

 Enerji ihtiyacını imkanlar ölçüsünde yerel kaynaklardan karşılamayı,  En düşük maliyet ile elde etmeyi,

 Enerji arzında kaynak, güzergah ve teknoloji çeşitlendirilmesine gidilmesini,  Yenilenebilir enerji kaynaklarının payının artırılmasını,

 Nükleer enerjinin de yeni bir kaynak olarak eklenmesini,

 Ülke içinde ve dışında hidrokarbon kaynakları arama-geliştirme faaliyetlerine önem verilmesini hedeflemektedir (T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2015).

Türkiye, kendisinin ve bölge ülkelerinin enerji güvenliğini sağlamak ve elde etmek istediği hedefler için geliştirdiği enerji politikası doğrultusunda bazı boru hattı projelerine dahil olmakta ve Türkiye’nin komşu ülkelerle birlikte iştirak ettiği enerji projeleri Türkiye’nin enerji arz güvenliği açısından taşıdığı önemin göstergesidir (Güney, 2009:48). Bu projeler:

 Irak – Türkiye (Kerkük-Ceyhan/Yumurtalık) Ham Petrol Boru Hattı  Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı

 Mavi Akım Doğal Gaz Boru Hattı  İran – Türkiye Doğal Gaz Boru Hattı  Bakü- Tiflis-Erzurum Boru Hattı

 Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı (Proje)  Arap Doğal Gaz Boru Hattı (Proje)  Irak-Türkiye Doğal Koridoru (Proje)

 Samsun-Ceyhan Petrol Boru Hattı (Proje)’dır.

Yukarıda da görüldüğü gibi boru hatlarının bir kısmı proje halindeyken; bir kısmı da tamamlanmıştır. Tamamlanan hatlar ile Türkiye, üretici ülkeler ve tüketici ülkeler arasında bir “enerji koridoru” olma özelliği kazanmış ve Türkiye, AB enerji güvenliği için oldukça kuvvetli bir araç olarak görülmeye başlamıştır (Tekin ve Williams, 2009: 430).