• Sonuç bulunamadı

RUS İÇ POLİTİKASINDA PUTİN VE YELTSİN ARASINDAKİ

imajı değişmeye başladı. Putin ismi Batı’nın önde gelen siyasetçi liderlerinin adıyla aynı dengede anılmaya başlandı.

Yeltsin döneminde başbakanlık görevini yürütenlerden biri olan Y. Primakov; “Putin devleti daha sağlam temellere oturtabilmek amacıyla kendisinden önceki başkanın miras bıraktığı gruplarla olan ilişkileri kesmek istemektedir” demiştir ve Putin’in bunu başaracağına da inandığını açıklamıştır.

II. Çeçen Savaşı, Rus halkının çoğunun Çeçenlere karşı düşmanlığının uyanmasına yol açtı ve savaşın, toplumun, merkezi yönetimin askeri hareketlerini desteklemesinde, “bir bayrak altında” birleşmesi etkisinin doğmasında büyük katkısı oldu. 2000 yılı Ocak ayında Çeçenistan’daki Rus Ordusu’na konuşan Putin’in Çeçen Savaşı’nın amacının Rusya’nın dağılmasını önlemek olduğunu söylemesi Rusya’nın “Birliğine” verdiği önemi göstermektedir. Putin, Rusya Federasyonu’nun, eski askeri gücüne yeniden kavuşması arzusu ile ve askerlerin desteğini kazanmak amacıyla orduya parasal destek sağlamış, silahlanmayı %50 oranında artırma kararı almıştır. Putin’in Silahlı Kuvvetlere verdiği önemin diğer bir göstergesi Ocak 2000’de açıklanan Yeni Güvenlik Doktrinidir. Bu doktrinde 1997 doktrinine ek olarak, “ülkenin güvenliği

tehlikeye uğradığında gerekirse nükleer silah kullanılabilecektir” şeklinde değişiklik yapılmıştır (Onay, 2007: 281).

I. Çeçen Savaşı’nda Rus halkı kendi devletinin değil, Çeçenlerin haklı olduklarını düşünmekteydi. Putin’in uyguladığı politikalar sayesinde bu durum değişerek halkın hükümete destek vermesi sağlanmıştır. Putin’in karşısında bulunan sorunlar büyüktü. Yeltsin’in hükümeti sık-sık değiştirme adeti, idari bir karmaşa yaratmıştı. Yeltsin yönetiminin son dört senesinde beş Başbakanı, üç Dışişleri Bakanını, üç Savunma Bakanını, beş Maliye Bakanını, beş Genel Kurmay Başkanını ve yedi Güvenlik Konseyi Sekreterini değiştirmişti. Putin istikrarlı bir emir-komuta zinciri kurmak istedi, ancak idari tecrübeye sahip olup, olmadığı veya sadık kadroları nereden temin edeceği belli değildi. Yeltsin, halefine çözülmemiş tüm sorunları ve sorumlulukları yüklemişti. Yeltsin Putin’e özetle gelişmemiş bir demokrasi, çökmüş ekonomi ve sosyal yaşam, dış ve iç borçlar, büyümüş yolsuzluklar, hükümeti denetleyebilen örgütlü suç organizasyonları ile hükümete küsmüş bir toplum bırakmıştı. Rusya’nın 2000 yılı başlangıcındaki en önemli sorunları ise, Çeçenistan ve diğer ayrılıkçı eğilimler, ABD ve Batı Avrupa ile ilişkiler ve olumsuz ekonomik göstergelerdir (Onay, 2007: 283).

Putin’in yönetime geldikten sonra idareyi merkezileştirmek amacıyla, Yeltsin döneminde geniş haklara sahip olan federe unsurlar üzerinde kontrol sağlamak için hareketlerde bulunmaya başlamıştır. Rusya Federasyonu’nu 7 idari okrug’a (bölge) ayıran Putin, buralara vali olarak genellikle askeri kökenli kişileri atamıştır.

Putin’in el attığı önemli bir konu, enerji sektöründe kendisi gösterdi. Putin, Rusya’ sahip olduğu enerji kaynakları ile ülkesinin uluslararası arenada çok özel bir aktör olduğunun farkındadır. Nitekim Rusya’nın Petrol İhraç Eden Ülkeler (OPEC) örgütünden, üretimini kısmayı reddederek ayrılması, Putin’in Körfez ülkelerine alternatif bir petrol ağı geliştirme arzusu içinde olduğunu göstermektedir. Mayıs 2002’de gerçekleşen Putin-Bush zirvesinde kabul edilen “petrol diplomasisi” bu niyetin somutlaşmış bir ifadesi olarak kabul edilebilir. Nitekim petrol ortaklığı ABD-Rusya arasındaki ilişkilerde gerilme noktalarını da yatıştırmıştır. Bu konuda en çarpıcı gelişme, Gürcistan’da ortaya çıkmıştır. Putin, Gürcistan’daki ABD askeri varlığına karşı çıkmamıştır (Kamalov, 2006: 76).

Yeltsin döneminin en önemli özelliklerinden birisi, Rusya’nın her yerinde sivil toplum örgütlerinin sayısında ortaya çıkan artıştı. Oysa Rusya gibi sivil toplum geleneği olmayan bir ülkede sivil toplum örgütlerinin sayısında ortaya çıkan bu artış çok anlamlıydı. Nitekim önce Gürcistan’da, ardından Ukrayna’da özellikle ABD destekli sivil toplum örgütlerinin siyasi faaliyetleri ve bu faaliyetler sonunda ortaya çıkan siyasi gelişmeler, Başkan Putin’in dikkatinin Rusya’daki sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerine çevrilmesine neden oldu. 2000 yılından beri Putin’in baş ekonomik danışmanlığını yapan Andrey İllarionov, Duma’dan (yasama meclisi), Rusya’da sayıları 400 bini aşan “sivil toplum” örgütlerinin, mali kaynakları ve etkinlikleri açısından daha yakından denetlenmesine olanak veren bir yasa geçirdi. Rusya’daki sivil toplum örgütlerinin “yabancıların kuklası haline gelmesine” izin vermeyeceklerini belirten Putin, söz konusu yasanın Duma’dan geçirilmesine büyük önem verdi (Hatipoğlu, 2002: 193).

Yeltsin döneminin diğer bir özelliği de parçalanma sonrası ortaya çıkan ekonomik çöküntünün aşılmasında Batı ekonomisi ile bütünleşme ve bu bağlamda IMF’nin benzer ekonomik kriz içindeki ülkeler için önerdiği özelleştirme ve merkezi otoritenin zayıflatılması gibi politikaların benimsenmesiydi. Bu tercihin kaçınılmaz sonu ise Rusya’nın ve birçok eski Sovyetler Birliği ülkesinin Amerikan etkisine açık hale gelmesiydi. Rusya’nın çevresinde bir birini takiben ortaya çıkan Amerikan etkili “renkli” devrimler Rusya’nın Doğu Avrupa, Balkanlar, Orta Asya ve Orta Doğu’daki müttefiklerinin büyük çoğunluğunun ABD ve AB’nin etki alanına girmesine neden olmuştu. Kısaca Yeltsin döneminin siyasi ve ekonomik tercihleri ile Rusya ve geleneksel dostları yepyeni bir yörüngeye girmişlerdir. IMF istekleri doğrultusunda hızlı ve kontrolsüz bir özelleştirme politikası ile Rusya’da adlarına “Beyaz Ruslar” denen yeni bir sınıf ortaya çıkmıştı. Parçalanma sonrasının kaotik ortamının kendilerine sağladığı fırsatlardan dolayı hemen hemen hiçbir şey ödemeden sahip oldukları dev petrol şirketlerini Rusya’nın iç ve dış politikasını yönlendirmek için kullanan Beyaz Ruslar, vergi kaçakçılığından haksız kazanca kadar varan bir dizi usulsüzlükle ülke ekonomisini ellerine geçirmişlerdir. Yeltsin, onların sadece sözcülüğünü yapar hale gelmişti. Beyaz Rusların en güçlü oldukları dönemde Yeltsin’in yerine gelen Putin ile bazı şeylerin eskisi gibi olmayacağı yavaş yavaş anlaşılmaya başlandı. Bu bağlamda 11 Eylül’de New York’ta ikiz kulelerin vurulması sonrasında değişen sadece uluslararası

sistemin dinamikleri değildi. Rusya’nın da dinamikleri 11 Eylül ile birlikte değişmeye başlamıştı.

Petrol fiyatlarındaki artış, kötü giden Rus ekonomisinin aradığı kaynağı bulmasını sağladı. Doktora eğitiminde dış politika-enerji endeksi ilişkisini araştıran Putin, Rusya’nın yeniden bir süper güç olacağını düşünmekte ve buna yönelik bir fikir edilmiş idi. Petrol’ün vanasını elinde tutarak enerjide başat güç olacağına inanan Putin’in karşısında Yeni Ruslar olarak adlandırılan oligarklar bulunmaktaydı ve Putin onlardan kurtulmak konusunda kararlılık gösterdi.