• Sonuç bulunamadı

Mart 2011’de patlak veren Suriye’deki iç savaşla birlikte milyonlarca insan ülkesini terk ederek başta Türkiye olmak üzere Lübnan, Ürdün, Irak ve Mısır gibi ülkelere sığınmak durumunda kalmış ve sığınmacıların sayısı da iç savaşın geride kaldığı 4 yıl boyunca artarak devam etmiş ve etmektedir. Bu noktada Türkiye’nin Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya gibi sorun ve göç üreten bölgelere komşu olması (Latif, 2002: 3), büyük göç hareketlerinde hedef ülke haline gelmesi kriz yönetimini zorunlu hale getirmektedir (Filiz, 2006: 117).

Suriyeli sığınmacılarla ilgili krizinin boyutları konusunda Temmuz 2013’te Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Antonio Guterres şöyle bir beyanatta bulunmuştur: ‘’Suriyeli mülteci krizi Ruanda soykırımı kadar kötü bir hal

almıştır.’’ (http://abcnews.go.com/, 2013). Yine Ocak 2015’te verdiği bir beyanatta, Guterres’e göre dünya Suriyeli göçmenler krizinin ulaştığı boyutları yeterince anlayabilmiş değildir (http://www.aawsat.net/, 2015). Nitekim Türkiye’de de göçmen krizinin ilk yıllarında akademik yazında da ciddi bir temasla konunun üzerine eğilinmediği görülmüş (Sirkeci, 2013) olsa da bu duruma işaret eden yazılara da rastlamak mümkündür (Ayhan, 2011; Kalemdaroğlu, 2012).

Türkiye’nin yalnızca Eylül 2014’te 3 gün içerisinde Suriye’den 130.000 kadar göçmeni kabul ettiği düşünüldüğünde bu rakamın Avrupa Birliği ülkelerinin 2011’den 2015’in başlarına kadar kabul ettiği toplam göçmen sayısından çok daha fazla olduğu görülecektir. Nitekim Almanya, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğine, 2013-2014 yılları içerisinde yaklaşık 30 bin kadar mülteciyi kabul edeceğini taahhüt ederek büyük ölçüde bunu başarmış olsa da Kanada’nın sadece 2014 yılı için yerleştirme programına dahil etmeyi taahhüt ettiği sayı sadece 200 kişide kalmıştır (Amnesty International, 2014a: 5).

Suriyeli sığınmacıların kabul ve yerleşim şartları yeni gelenlerin artan sayıları ve değişen yerleşim koşullarına göre değişim geçirmiştir. Türkiye’de 2013’ün başlarına kadar, Suriyeli sığınmacıların neredeyse tamamı Hükümet ve STK’lar

tarafından desteklenen ve yönetilen kamplarda kalmıştır. Kampların azalan kapasitesi ve illegal olarak gelenlere yönelik engellemelerin yer alması Suriyelilerin kamp dışı alanlara doğru yönelmesini kaçınılmaz kılmıştır. Hem kamplarda hizmet sağlayan hem de şehirlerdeki sığınmacılara yardım eden Türkiye Hükümeti kendisini oldukça ağır bir maddi yükü sırtlarken bulmuştur. Nitekim 2015 başlarında harcamalar 5 milyar dolara ulaşmış ve bunun sadece % 3’ü uluslararası toplum tarafından karşılandığı ifade edilmiştir (İçduygu, 2015: 1).

İçduygu, Türkiye ve uluslararası toplumun uzun vadeli bir bakış açısıyla politikalarını yeniden değerlendirmesi gerektiğini belirterek şu noktaları önemle sıralamaktadır:

- Suriyeli mültecilerin statüsünü yeniden tanımlamak: Yeni akımları ve mevcut mültecilerin daha uzun kalabileceklerini de hesaba katarak Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların statülerinin yeniden tanımlanmasına acil bir ihtiyaç vardır. Bu bağlamda, Türkiye için pratik çözümler iki başlıca resmi belgenin revizyonunu gerektirecektir. İlki, 1951 Cenevre Konvansiyonu’ndaki coğrafi sınırlamaların kaldırılması, ikincisi ise 2006’daki İskan Kanunundaki “Türklük” ifadesinin yeniden tanımlanması gerektiğidir.

- Entegrasyon politikalarını öncelemek: Göçmen karşıtı duygular özellikle kayıtdışı mültecileri ağırlayan bölgelerdeki göçmenlerin Türkiye’deki kalış süreleri uzadıkça daha da artmaktadır. Bu nedenle Türkiye işgücü pazarına ve sosyo-kültürel hayata entegrasyon politikaları başlatarak bu düşmanlığı engelleyebilir.

- Daha fazla sığınmacı akınına hazırlıklı olmak: Türkiye yerel ve uluslararası STK’lar ile kabul kapasitesini artırmak için çalışmalıdır.

- Uluslararası toplum ile sığınmacı akımının getirdiği yükü paylaşmak: Suriyeli mülteci krizi mülteci alan başlıca ülkelerle beraber çalışarak devletler, uluslararası örgütler ve STK’ların beraber çalışmasıyla küresel seviyede yönetilmelidir (2015: 12-13).

Uluslararası Kurtarma Komitesi (IRC) Başkanı David Miliband, Ege kıyılarındaki sığınmacılara yönelik yaptıkları çalışmada insan kaçakçılığının bir türlü

önlenememesinin en önemli sebebinin Avrupa’ya giriş için yasal yolların Suriyelilere neredeyse tamamıyla kapalı olmasından kaynaklandığı söylemiş ve ‘’Türkiye’ye

iltica başvuru merkezlerinin açılması şart. Böylece bu insanlar gitmek istedikleri ülkeye başvurularını Türkiye’de yapabilir ve ne zaman gidebileceklerine dair somut bir yanıt alabilirler’’ demiştir (www.theguardian.com/, 2015). Nitekim bu durumun izdüşümü olarak Geri Kabul Antlaşması önem arz etmektedir. Geri Kabul Antlaşmasına göre Türkiye'de yaşayan 72 bin Suriyeli sığınmacının anlaşma kapsamında AB ülkelerine yerleştirileceği ifade edilmekte ve Türkiye'ye dönen sığınmacı sayısının bu sayıyı geçmesi durumunda ise mekanizmanın devre dışı bırakılabileceği de ifade edilmektedir (www.igamder.org/, 2016).

Türkiye, Avrupa Birliği ile yaptığı Geri Kabul Antlaşması çerçevesinde 4 Nisan 2016 tarihinde Yunanistan’dan ilk göçmen kafilesini karşılamıştır. İzmir’in Dikili ilçesindeki Göç İdaresi Merkezi’nde işlemleri yapıldıktan sonra Kırklareli’ndeki Geri Gönderme Merkezi’ne gönderilen bu ilk kafile arasında Suriyeliler bulunmazken çoğu Pakistan, Afganistan ve Bangladeş uyruklu 202 kişi yer almıştır. Aynı gün içerisinde de Türkiye’den Almanya’ya 32 Suriyeli, Finlandiya’ya da 11 Suriyeli uçakla gönderilmiştir (http://tr.euronews.com/, 2016).

Avrupa’dan Türkiye’ye geri gönderilenler 4 liman üzerinden kabul edilmesi planlanmıştır. Ayrıca 16 ilde toplam 10.950 kapasiteli geri gönderme merkezleri hazır edilmiştir. Bu illerin kapasiteleri ise şöyledir: Edirne (400), Kırklareli (800), Tekirdağ (50), İstanbul (300), Çanakkale (84), Bursa (32), Kocaeli (50), Antalya (60), Kırıkkale (40), Kayseri (750), Osmaniye (5.000), Hatay (192), Gaziantep (800), Erzurum (750), Van (1.142) ve Hakkari (500) (www.haberturk.com/, 2016).

Avrupa Birliği Göç, İçişleri ve Vatandaşlık Komiseri Dimitris Avramopulos, Nisan 2016’de verdiği bir demeçte Türk vatandaşlarına vize serbestisinin yürürlüğe girmesi için ise anlaşmadaki 72 şartın 35’inin Türkiye tarafından yerine getirildiğini ancak taahhüt edildiği gibi Haziran 2016 itibariyle vize serbestisinin başlaması için 72 kriterinin tamamının yerine getirilmesi gerektiğini söylemiştir (www.europarl.europa.eu/, 2016).

11 Nisan 2016 itibariyle Türkiye’de kayıt altına alınmış 2.749.140 Suriyeli sığınmacı içerisinde kamplarda kalanların sayısı 270.380 kişi olup Türkiye’deki

toplam Suriyeli nüfusunun onda birine tekabül etmemektedir. Dolayısıyla sığınmacıların % 90’ı kamp dışında yaşamlarını sürdürmektedir. Kayıt-dışı olan Suriyelilerle ilgili farklı sayılar verilmekle birlikte örneğin Uluslararası Mülteci Hakları Derneği’ne göre kayıt altına alınmayanlarla toplam sayının 3,1 milyon civarında olduğu da ifade edilmektedir. Gelinen nokta itibariyle Türkiye toprakları, dünyanın en yoğun ve en farklı göç hareketlerine ev sahipliği etmiştir. Bu nedenle Türkiye’nin göç tarihi, yalnızca Türkiye’nin değil bütün dünyanın en önemli tecrübelerinden biri olarak ifade edilebilir (Kaya ve Erdoğan, 2015: 6).