• Sonuç bulunamadı

2.6. Türkiye’de Göç Politikaları ve Gelişimi

4.1.1. Kamu Kurum ve Kuruluşları

Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi Hatay’da da Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) Suriyeli göçmen krizi bağlamında Valilik koordinasyonu altında çalışan birimler arasında en çok yetkiyle donatılmış kamu kurumu olarak ilk sırada yer almaktadır. AFAD’ın bazı STK’larla yardımların dağıtımı konusunda işbirliğine girdikleri ifade edilmektedir. Örneğin Konya’da Rida Derneği yöneticilerinden Selim Doğru, AFAD’ın kendilerine belli bir miktarda battaniye verdiğini ve bunların dağıtımını da sadece Konya ili içerisindeki Suriyelileri kapsamak üzere sınırlandırdığından bahsetmiştir (www.konya.edu.tr/haber/746, 2015). Aynı şekilde Antakya’daki bir STK temsilcisi

de şöyle demektedir: ‘’AFAD’ın bazen devletin doğrudan yapmak istemediği bazı

yardımlarda bizden talepleri olabilmektedir.’’ (09.03.2015).

Diğer yandan Türkiye genelinde Yabancılar Şube Müdürlükleri, geçerli pasaportları ile Türkiye’ye yasal yollardan giriş yapmış bulunan Suriyelileri kaydetmekte ve onlara ikamet izni vermektedir. Bununla birlikte Türkiye’de sadece

Hatay ve Şırnak’ta Suriyeli sığınmacılara ikamet izninin verilmediği yetkililerce vurgulanmıştır. Bu husus üzerinde ise daha çok güvenlik ve bölgesel bazı hassasiyetler ilgili makamlarca ifade edilen gerekçeler arasında yer almaktadır. Bir örnek vermek gerekirse, Hatay’ın Altınözü ilçesinde yer alan Apaydın Kampı’nda Suriye ordusundan ayrılan asker sığınmacıların ve yaralı Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) üyelerinin yer aldığı ayrı bir mülteci kampı bulunmaktadır (Dinçer vd., 2013: 14).

Suriye’deki iç savaşın 5. yılına girildiği döneme değin Hatay’daki göç yönetişim ağının en önemli aktörlerinin başında AFAD ve Yabancılar Şube Müdürlüğü gelmektedir. Ancak bunlara ek olarak kuruluş sürecini yakın dönemlerde tamamlayan Göç İdaresi İl Müdürlüğü vardır. Bu kurumun Hatay’da olduğu gibi pek çok ilde sığınmacılarla ilgili diğer ilgili kamu kuruluşlarından yetki devri alması zaman almıştır. Nitekim Hatay Valiliğinde kendisiyle görüşme imkanı elde edilen İl Göç İdaresi Müdürlüğü görevini vekaleten yürüten İl Sosyal Etüt ve Proje Müdürü Mehmet Boyacıoğlu şunları söylemiştir: ‘’Bizim daha ne bir göç-net gibi bir internet

sayfamız aktif değil ve yok ne de Yabancılar Şube’den bize devredilmiş bir yetki var, hatta yeni binamıza bitmediği için taşınamadık ama bir taraftan da taşınma hazırlıkları sürüyor, yerleşmemiz birkaç ay içerisinde olacaktır.’’ (09.03.2015). Bu

tür nedenler, yetki devrinin gecikmesi ve Göç İdaresi bünyesinde çalışan emniyet personelinin durumu gibi hususlar (Yıldırım, 2014: 45-46) ile Göç İdaresi il müdürlüklerinin işleyişinin yeterince oturmaması, bürokrasideki engeller, Suriyeli beyaz yakalıların ağır işlerde çalışıyor olması, farklı aktörlerce yapılan insani yardımların tek çatı altındaki koordinasyonlardaki eksiklik, yeterli ve tutarlı istatistiki bilgilerin oluşturulmasındaki zorluk (HYD, 2016: 67) Göç İdaresi açısından önem arz eden konuların başında gelmektedir.

Hatay’da ilgili diğer aktörlerden de elde edilen bulgulara göre, göç yönetişim ağında yer alan İl Göç İdaresinin tanınırlığı düşük düzeyde ya da diğer aktörlerce faaliyetlerinin nasıl olacağı konusunda da çok fazla bir bilginin olmadığı görülmektedir. Örneğin İskenderun’daki bir STK temsilcisi şu ifadeyi kullanmıştır: ‘’Göç İdaresi diye bir kurumu sadece ismen duyduk ne işe yarar hiç bir bilgimiz

‘’Ne bizim Kızılay ile ne de Kızılay’ın sivil toplum örgütleri ile bir işbirliği, ortak bir faaliyeti yok. Göç İdaresiyle de belediyelerle de bir iletişimimiz olmadı.’’

(09.03.2015).

Hatay’da devletin Suriyeli sığınmacılara dönük olarak yaptıkları faaliyetler konusunda Boyacıoğlu özetle şu bilgileri de vermiştir: ‘’Hatay’da Reyhanlı’da 2,

Altınözü’nde 2 ve Yayladağı’nda 1 olmak üzere 5 kamp var. Kamplarda yaklaşık 15 bin kişi var. Bunlar ne mülteci ne sığınmacı sadece geçici koruma statüsündeki Suriyeliler olarak adlandırılmaktadır. Kamp dışındaki Suriyelilerden 80 bin kadarına kömür yardımı, gıda yardımı yapıldı. Devletin Suriyelilere yönelik bugüne kadar yaptığı yardım Hatay’da 400 milyon liranın biraz üzerinde. (...) Kamplardaki Suriyelilere yapılan yardım tutarları zaman içerisinde düşürüldü’’ (09.03.2015).

Hatay’da göç yönetimi ağı içerisinde bir önemli aktör de ilçe kaymakamlıkları bünyesinde yer alan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarıdır. Bunlardan biri olup kendisiyle bire bir mülakat yapılan İskenderun Kaymakamlığı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Müdürü İbrahim Yıldırım, vakfın etkinliği konusunda şu bilgileri vermiştir: ‘’İlçe sınırlarında dönemsel olarak

yakacak gibi yardımlarda bulunuyoruz. Bu yardımları yaparken tespit ettiklerimize ulaştırıyoruz ancak yardım talebinde bulunanları değerlendirip listeye ekleyebiliyoruz. Yapılan yardımlar nakdi ve ayni olmak üzere iki çeşit ve bize bunlar Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünden geliyor, biz de ailelere ulaştırıyoruz. Ailelerin tespiti ise Emniyet ya da diğer kolluk kuvvetlerinin bizlere verdikleri verilerden hareketle belirleniyor. Zaten Yabancılar Şube Müdürlüğü kayıt altına alan kişileri yardıma muhtaç olduklarına dair bilgiler veriyorlar. Suriyeli ihtiyaç sahiplerine doğrudan kurum personelimiz bizatihi kapısına kadar gidip yardımı ulaştırıyoruz, bazı muhtarlardan kaynaklı daha önce yaşanmış olumsuzluklar sebebiyle aracı koymadan bu işleri yürütüyoruz.’’ (10.03.2015). Diğer taraftan,

kaymakamlıklardaki sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının Suriyelilere yönelik çalışmaları ise hukuki açıdan Geçici Koruma Yönetmeliğinin 30.maddesine dayanmaktadır.

Hatay’daki yerel halkın Suriyeli sığınmacılara karşı tepkileri ise, yerel makamların bazı önlemler almasını gerektirmiştir. Bununla birlikte Suriyeli

sığınmacılar da kendi sıkıntılarına bizzat çözümler getirmek üzere örneğin 2012 başlarında aralarında öğretmen ve üniversite öğrencilerinin de bulunduğu 16 gönüllü Suriyeli tarafından Hatay’daki hayırseverlerin de yardımıyla ülkelerindeki müfredatlarına uygun eğitim veren bir okul açabilmişlerdir (Güneş, 2013: 42).

Öte yandan özellikle kamu kuruluşlarının STK’lar ve yerel yönetimlere nazaran bilgi ve haberleşme kanalları açısından içe dönük ve kapalı bir yapıda oldukları gözlemlenmiştir. Hatta AFAD’daki bir personel şöyle demiştir: ‘’Burada

en önemli sorun koordinasyon eksikliği olmakla beraber kurum personeli olarak bizler dahi iletişim problemleriyle iç içeyiz. Sahada kim ne yapıyor ne ediyor doğru düzgün biz de bilmiyoruz. AFAD şuan kamplar vb. nedenlerle özellikle bilgi alışverişlerinde içe kapalı bir yapı göstermektedir.’’ (09.03.2015).

Brooking Enstitüsü ile USAK’ın Kasım 2013’te yayınladıkları bir araştırma raporunda ise şöyle denilmektedir: ‘’Kamplar, dışarıdan gelen ziyaretçilere

genellikle kapalı. BMMYK ve bazı STK’ların kamplara girmesine izin verilse de, bu kamplar diğer ülkelerdeki örneklere kıyasla dışarıya daha kapalı bir nitelik arz ediyor. Örneğin, araştırma ekibi Gaziantep ve Kilis’teki kampları ziyaret için izin alabilmişken, ekibe Hatay’daki kampları ziyaret etme izni verilmedi. Kamp yöneticileri bu kısıtlamaları, “mültecileri dışarıdan gelecek provokasyonlardan koruma ve onurlarını muhafaza etme” gerekçesiyle açıklıyor.’’ (Dinçer vd., 2013:

20).

Hatay’daki Suriyeli sığınmacılara devletin tavrının nasıl olması gerektiği konusunda farklı görüşler yer almaktadır. Bunlardan birisi ise İnsani Yardım Vakfı (İHH) personeli olarak çalışan Beyazıt Yılmaz; ‘’Yapılan yanlışlardan biri iç savaş

başlayalı 3-4 yıl kadar geçmiş olmasına rağmen örneğin Suriyeli bir doktoru, bir akademisyeni şuan burada hiç değerlendiremiyoruz. Onun için örnek vermek gerekirse il ya da ilçe sağlık müdürlükleri hastanelerde Suriyeli hastalar için oradan gelen bütün sağlık personellerini biran evvel devreye sokup çalıştırmalı, çünkü hastanelerde Suriyeliler çok büyük sıkıntılar yaşıyor.’’ (11.03.2015). İlerleyen

bölümlerde de diğer iller bazında da buna yönelik eksikliklerin dile getirildiği belirtilecektir.

STK’ların sahadaki ayrıntılara vakıf olmaları nedeniyle kamusal aktörlerin sivil toplumun talep ve önerilerine pozitif yaklaşma gerekliliği doğmaktadır. Nitekim Yılmaz, ‘’TÜİK adlı bir istatistik kurumumuz var, bu kurum Suriyelileri tek tek gelir

düzeyleri, yaş durumları, dil problemleri gibi sorunlarını sağlam bir şekilde elde edebilse ve gitmek isteyen var mı iç savaş bitse de vs. gibi sorulara verilen yanıtlara göre politikasını daha farklı yönlerde hareket ettirebilse o zaman doğru yapmış olacaktır.’’ (11.03.2015) demektedir.

İskenderun’da yerel bir STK olan Hizmet Vakfı’nın Başkanı Mustafa Aydınnarı da Hatay’da hem Suriyelilere yönelik algı konusunda bilgi verirken hem de bazı öneriler de bulunmuştur: ‘’Dindar kesimde dahi Suriyelilere yönelik

duyarlılık çok az, daha önce taleplerimize pozitif yaklaşanlar şimdi yardım taleplerimize olumsuz bakıyorlar. Örneğin Dumlupınar Mahallesinde muhtaç 2 aileyi yerleştirdik tepki gösterenler oldu bunları şımartmayın diyerek. (...) Kaymakamlıkta kimlik kartı olmayanlara kömür dağıtımı vs. yapılmaz, bunun için bireysel çabalar önemli olduğu kadar kayıt-dışılık sorununa personel temini ile mahalle mahalle tespiti yapılabilir. (...) İskenderun merkezde sokaklarda yaşayan çok sayıda Suriyeli çocuk var, bunlar için bir tedbir ya da koruma kaygısı hiç yok, dilencilik de çok yaygın müdahale eden de yok.’’ (13.03.2015).

Türkiye’de sığınmacı akınının başlamasıyla yerli halk ile sığınmacılar arasında zaman zaman gerginlikler yaşanmıştır. Bu konunun ilk dönemlerde iyi yönetilemediği ve çoklu aktörler bağlamında bir çözüm geliştirmede gecikildiği saha araştırmalarında kolayca gözlenebilir bir nitelik taşımaktadır. Genelde Suriyelilere yönelik yapılan saldırılar, taciz vb. iddialar ile gelişirken devletten ciddi miktarda yardımlar aldıkları, Suriyelilerin açtıkları dükkanların ruhsatsız oluşu, kaçak mal satışlarında cezaya tabi tutulmamaları, vergiden muafiyet gibi yaygın söylemler esnaf çevrelerinde rekabeti bozdukları gerekçesiyle olumsuz karşılanmıştır (Akdeniz, 2014: 123-128). Bütün bu sorun taleplerinin karşılıklı gerginlikler doğurmadan yönetimi çok katmanlı bir yaklaşımı ve süreci kaçınılmaz kılmaktadır.

Bahsedilen hususlar genelde çok sayıda ilin ortak sıkıntıları arasında yer alırken Hatay gibi özel şartları bulunan yerleşim yerleri de vardır. Nitekim Hatay’ın Samandağ, Defne ve Arsuz ilçelerinin büyük çoğunluğu ile Antakya ve İskenderun

ilçelerinin önemli bir kısmında Nusayrilik inancına sahip yerli vatandaşların varlığı, Esed muhaliflerine ve gelen Suriyelilere yönelik olumsuz algı ve tepkilerin verilmesinde etkili sebepler arasında yer almıştır (Erdoğan, 2015: 333). Hatay’da ikamet izni verilmemesine yönelik ileri sürülen gerekçeler arasında da bu konunun yer aldığı sahada en azından söylem olarak ifade edilmektedir.

Hatay’da Suriyeli sığınmacılara yönelik sağlık hizmetleri konusunda ise hizmetlerin ücretsiz verilmesi kadar bu duruma yönelik tepkiler de ifade edilmektedir. Örneğin Yavuz’a göre devletin sığınmacıların için sağladığı sağlık hizmetinin kendi vatandaşlarına sağlanan yardımlardan daha fazla olmaması gerekmektedir. Bunu ise şöyle izah etmektedir: ‘’Aynı hizmeti alan kişilerden Türk

vatandaşı olan kişi sağlık hizmetinin finansmanına katılırken, Suriye uyruklu kişinin tedavi giderleri valilikler tarafından karşılanmaktadır. Bu durum Türk ve Suriye vatandaşları arasındaki toplumsal barışı ve yerel halkın mültecilere olan misafirperverliğini zedeleyecek niteliktedir.’’ (Yavuz, 2015: 278). Ancak

sığınmacıların önemli bir kısmının maddi imkanlara sahip olamadıkları da bilinen bir gerçekliktir.

Hatay’da sınıra yakın kısımlarda sığınmacılar için konutların inşasına yönelik çok sayıda talep ve proje STK’larca gündeme getirilmektedir. İnsani Yardım Vakfı (İHH) İskenderun şubesinden Beyazıt Yılmaz; ‘’Suriye’de iç savaşın kısa zamanda

bitmeyeceği bir gerçek, dolayısıyla Suriyelilere geçici vatandaşlık statüsü verilmeli, böylece daha önce Türkiye’ye gelen Afganlar gibi bu insanların pek çoğu da kalıcı olacaklar. Devletimiz Asi ovasına nasıl Afganistan’dan gelenlere köy-kent şeklinde konutlar yapıp onları buraya entegre ettiyse Suriyeliler için de pekala bu mümkün. Ancak özellikle kamu kurumları çok ağır hareket ediyor’’ (11.03.2015) demektedir.

Nitekim özellikle Batı’da göçmenlere yönelik konut politikalarında gettolaşmanın önlenmesi maksadıyla bir dizi tedbir geliştirilmektedir (Çakırer-Özservet, 2015: 50).