• Sonuç bulunamadı

2.6. Türkiye’de Göç Politikaları ve Gelişimi

2.6.3. Diğer Hizmetlere Erişim Açısından

Türkiye’de göçün sebepleri zaman içerisinde farklılıklar göstermiş ve göç edenlerin sosyal yaşamlarında da çeşitlilik gözlemlenmiştir. Bununla birlikte hem Türkiye açısından hem de dünya açısından göç olgularının dinamiklerini genel olarak iktisadi, siyasi, askeri, kültürel, ailevi, dini ve doğal nedenler ekseninde başlıklandırmak mümkündür (Taşçı, 2009: 184). Örneğin, 1990’lı yılların başında Irak’taki rejimden kaçarak Türkiye’ye sığınan yüz binlerce göçmen politik ve askeri nitelikteki etkenlerden kaynaklı zorunlu bir göç yaşamışlardır (Taşçı, 2009: 188).

İnsan ticareti ile ilgili ilk yasal antlaşma, 1904 tarihli ‘’Beyaz Köle Ticaretinin Engellenmesi İçin Uluslararası Antlaşma’’dır. Bu antlaşma, 1910, 1921, 1933 ve 1949 yıllarında da güncellenirken, son olarak da 2000 yılında ‘’Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesine Ek: İnsan Ticaretinin, Özellikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Protokol’’ ile insan ticaretinin kapsamı daha da genişletilmiş ve Türkiye de bu protokolü 30 Ocak 2003 tarihinde imzalamıştır (Akis, 2012: 389).

Türkiye, Suriye’de iç savaşın başladığı ilk zamanlarda sürecin kısa bir zaman içerisinde biteceğini düşünmesi ve göçmenleri kamplarda bu zaman dilimi içerisinde tutmak istemesi gibi nedenlerden ötürü yurt dışından gelecek yardımları başlarda reddetmiş olsa da bu tavrını Nisan 2012’de değiştirmek durumunda kalarak 2012 sonlarında Birleşmiş Milletler’in Müdahale Planı’na dahil olmuştur (Amnesty International, 2014a: 7).

Türkiye’deki Suriyelilerin sorunları ve ihtiyaçlarına ilişkin çalışmalar ilk olarak ve tamamıyla Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tarafından yürütülmüştür. AFAD’ın verilerine göre, Haziran 2013’te, Türkiye’ye giriş yapan toplam Suriyeli sayısı 309.000’i aşmış olup Türkiye’de kamplarda kayıtlı bulunan Suriyeli sayısı ise 194.000’in üzerindeydi. Aynı dönemdeki bazı kaynaklara göre bu sayı 400.000’i bulmuştu. Böylece Türkiye, Lübnan ve Ürdün’den sonra en çok Suriyeliyi topraklarına kabul eden üçüncü ülke konumuna gelmişti (Atalay, Kavakdan ve Sönmez, 2013: 5-7). Ancak AFAD verilerine göre, Şubat 2015’e gelindiğinde 10 ilde 24 çadır ve konteyner kent ile geçici kabul merkezleri yer almakta olup ülke genelinde kayıt altına alınan Suriyelilerin sayısı ise 1 milyon 629 bini aşmıştı. Böylece Türkiye bu sayıyla Suriye dışındaki en büyük Suriyeli nüfusu barındıran birinci ülke konumuna kısa sürede ulaşmıştır (İçduygu, 2015: 3).

Diğer taraftan 2013’te Göç Edenler Sosyal Yardımlaşma ve Kültür Derneği (Göç-Der) ile Eşit Haklar için İzleme Derneği’nin (ESHİD), İstanbul’daki Suriyelilere yönelik gerçekleştirilen bir saha araştırmasında kampları tercih etmeyenlerin gerekçeleri şu dört başlıkta sıralanmaktadır:

- Fiziki şartlar ve güvenlik,

- İzolasyon ve hareket özgürlüğünün engellenmesi, - Etnik ve dini kökene dayalı ayrımcılık,

- Cinsiyete yönelik ayrımcılık ve şiddet riskidir.

Eğitim alanındaki hususlara dair ise Geçici Koruma Yönetmeliği’nde Suriyeli sığınmacılara yönelik olarak; okul öncesi eğitim hizmetlerinden (m.28(1)(a)), ilköğretim ve ortaöğretim düzeyinde eğitim ve öğretim hizmetlerinden (m.28(1)(b)), dil eğitimi, beceri ve hobi kurs hizmetlerinden (m.28(1)(c)) ve de ön lisans, lisans ve lisansüstü eğitim hizmetlerinden (m.28(2)) yararlanmaları esasları güvence altına alınmıştır. Bununla birlikte Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı’nca hazırlanan burs programı kapsamında bazı şartları taşıyan belli sayıdaki Suriyeli öğrenciye belirlenen üniversitelerde eğitim, devlet yurtlarında barınma ve aylık burs ödenmesi imkanları sağlanmıştır (Uzun, 2015: 115-116).

Türkiye’de özellikle Suriyeli sığınmacı akının başladığı ilk yıllarda sosyal tedbirlerin geliştirilmesinde birtakım problemler meydana gelmiştir. Suriyelilerin Türkiye’ye entegrasyonuna yönelik projeler ele alınırken Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının da onlara yönelik bakış açılarındaki olumsuz yargıları en asgari düzeye düşürme gerekliliği de vardır. Bu bağlamda Suriyeli ailelerin öykülerini anlatan haberlerin ya da belgesellerin yaygınlaştırılması ve birlikte yaşama yönelik kamu spotlarının hazırlanması elzem olmuştur (Yaşar, 2014: 135; Uzun, 2015: 119). Ancak saha araştırmasında birbirinden farklı ilgili aktörlerce bu alanda eksikliklerin olduğu ifade edilmiştir. Bu nedenle entegrasyon politikalarında çok katmanlı bir yaklaşım metodunun benimsenmesi gerekmektedir.

Sahada ve özellikle sınır illerinde yerli vatandaşlar arasında rahatsızlık anlamında dile getirilen hususlardan birisi de Suriye’de üniversite okumakta olan yükseköğretim çağındaki Suriyeli gençlere dönük olarak Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK), özel öğrencilik statüsü altında bazı üniversitelere öğrencilerin yerleştirilmesidir. Bu hususun yer yer beyana da dayalı olarak gerçekleştirildiği iddialarının yanı sıra Suriyeli gençlerin sınavsız ve hatta belgesiz olarak üniversitelere girmekte oldukları savunulmaktadır (Erdoğan, 2015: 334).

3 Eylül 2012 tarihinde YÖK Genel Kurulunun aldığı karara göre Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin, yalnızca 2012-2013 öğretim yılına mahsus olmak üzere eğitimlerine özel öğrenci statüsünde devam edebilme imkanı tanınmıştır. Genelgeye göre sınır illerinde yer alan şu 7 üniversitenin ilk etapta özel öğrenci statüsünde kayıt kabul etmeleri istenmiştir: Mustafa Kemal Üniversitesi, Gaziantep Üniversitesi, Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Harran Üniversitesi, Çukurova Üniversitesi, Mersin Üniversitesi ve Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi (Erdoğan, 2015: 334).

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na göre Türkiye’de Suriyelilerin çalışma iznine başvuru hakkı ise iki grupta değerlendirilmektedir. Birinci gruptakiler, pasaportlarıyla Türkiye’ye giriş yapan Suriyeliler ve bu kişilerin sayısının 80 bin civarında olduğu, içlerinden de 6 binine çalışma izni verildiği belirtilmektedir. İkinci gruptakiler ise savaş nedeniyle Suriye’yi kimliksiz terk eden ve Türkiye’de “geçici koruma” başlığı altında sığınmacı statüsünde görülen ve kendilerine yabancı kartı verilenlerdir (Girit, 2015). Türkiye’ye pasaportlarıyla gelen Suriyelilerin oturma izinlerinin uzatılması ve işgücü piyasasına erişimleri mümkün iken kamp dışı pasaportu olmayan ve kayıt-dışı sığınmacıların bu imkanlardan mahrum olduğu belirtilmektedir (Koyuncu, 2014: 29-30). Sahada Suriyelilerin çalışma haklarına yönelik ciddi problemler ise varlığını devam ettirmektedir.

30 Nisan 2015’te, "Türkiye'deki Suriyeliler: Acil Yardım Politikasından Uyum Politikalarına" adlı çalıştayda konuşan Birleşmiş Milletler (BM) Türkiye Mukim Koordinatörü Kamal Malhotra, Suriye krizinin beşinci yılına girdiğini vurgulayarak; ‘’Krizin aslında erken dönemde bitmeyeceğini bildiğimiz için orta ve

uzun vadede önceliklerimizi belirlemek, buna ek doğrudan insani yardım olarak da kısa vadede daha onurlu bir yaşam sürdürmelerini sağlayabiliriz’’

demiştir (www.afad.gov.tr, 2015). Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (HÜGO) Müdürü Murat Erdoğan da Suriyelilerin, isteseler bile artık Türkiye'den ayrılma ihtimallerinin her geçen gün azaldığını savunarak; ‘’Bu çerçevede acilen uyum politikaları için altyapı çalışmalarının

yapılması, sürecin başarı ile yönetilmesi için en başta eğitim ve istihdam konularında araştırma bazlı politikalara yer vermek gerekmektedir. Bu tür bir

politika uygulanabilmesi için de Türkiye'deki Suriyelilerin niteliklerinin belirlenmesi gerekmektedir’’ demektedir (www.afad.gov.tr, 2015).

Avrupa Birliği açısından göç politikaları, göçmenler, sınır ötesi suçlar ve serbest dolaşım gibi önemli ve siyasi olarak güvenlikleştirilmiş konular üzerinde yoğunlaşmaktadır. Buna karşın Türkiye açısından AB ile ortak bir göç politikasına girişme, Türkiye’nin ötekileştirilmesinin de bir sembolü olan AB vize rejimi ile yakından alakalıdır (Köse, 2014: 3).

Diğer yandan Birleşmiş Milletler, mülteci krizlerinin ulus ötesi bir sorun halini almaması maksadıyla krizlerin ortaya çıktığı bölgelerde ya da ülkelerde güvenli bölgeler oluşturulması yöntemini dünyanın çeşitli yerlerinde kabul ederek desteklemiştir. Körfez Savaşı akabinde Kürt mülteciler lehine ABD’nin başını çektiği uluslararası koalisyon tarafından Türkiye-Irak sınırında Irak tarafında uçuşa yasak güvenli bölge oluşturulmuş, bu yaklaşım, 1993’te Bosna-Hersek’te ve 1994’te Ruanda’da benimsenmiş ve son olarak da Suriyeli göçmen krizi karşısında gündeme gelmiştir (Mertus, 2002: 339-340; Barnett, 2002: 333; Ihlamur-Öner, 2012: 585). Türkiye de Suriyeli sığınmacı akınlarını azaltmak maksadıyla güvenli bölge önerisini gündeme getirmiştir.

Türkiye’deki Suriyeli göçmenler krizinin boyutlarından biri de konut sorunudur. Nitekim yoksullukla beraber kamp dışında kalanlardan bir kısmı dükkanlarda, tek odalı barınaklarda, derme çatma yapılarda yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadır. Bu durumun hem göç edilen yerler açısından sosyolojik sonuçları hem de yerli vatandaşların da konuta yönelik ihtiyaçlarında iktisadi sıkıntıların doğmasına neden olabilmektedir. Nitekim kayıt-dışı işgücünün Türkiye ekonomisine olumlu etkilerinin yanında yerel düzeyde işgücünün ücretlerini düşürmesi gibi olumsuz etkileri de bulunmaktadır (Sağıroğlu, 2015: 29).

Suriyeli işçilerle bire bir yapılan bir mülakat çalışmasında İstanbul’da çalışan Suriyelilere oranla Gaziantep’te ikametgah sahibi olanların daha fazla olduğu ifade edilmektedir. Buna karşın Gaziantep’te Suriyeli işçilerle görüşmelere dayanan aynı çalışmada hayat pahalılığı, çalışma izni alınamaması, kiraların yüksekliği ile atıl yapıdaki konut ve dükkanların kiralanmak durumunda kalınmasından

yakınılmaktadır (Akdeniz, 2014: 85-89). Hatta ahır, depo, tandır evi gibi çok kötü şartlardaki yerleri oldukça yüksek kiraya verenlerden bile bahsedilmiştir (Erdoğan, 2015: 328). Pek çok işverenin ise ucuz işgücü ve maliyetleri azaltması sebepleriyle kayıt-dışı Suriyeli çalıştırma konusunda memnuniyetleri dile getirilmektedir (Munyar, 2014; International Amnesty, 2014b: 21).

Konut fiyatlarındaki artış Suriyeli göçmenler açısından şartların çok daha zor hale gelmesine neden olabilmektedir. Örneğin Gaziantep Tüm Emlakçılar Odası Başkanı Mehmet Aytaç, Suriyelilerin Şahinbey ve Şehitkamil bölgelerini seçtiklerini, kiraların 600 ile 1200 lira arasında değiştiğini ve bunun da 2011’den bu yana % 30- 50 arasında bir artışa denk geldiğini ifade etmiştir. Yine yazılı basında da yer alan bilgilere göre, Hatay genelinde kiralar bir yılda % 20-25 artarken, bu durum Kırıkhan ve Reyhanlı gibi bazı ilçelerde % 50’yi bulmuştur. Ayrıca pek çok yerde ev sahipleri Suriyeli mültecileri, ödemeler ve devamlılık konusunda riskli buldukları için bir yıllık kira bedellerini peşin istemekte ve bölge rayiçlerinin üzerinde bedelleri talep edebilmektedir. Kimi yerlerde ise Suriyeli kiracılara sıcak bakılmamaktadır (multecihaklari.org.tr, 2014).

Türkiye’deki Suriyelilerin önemli bir kısmının Türkiye’de devamlı olarak kalacakları konusunda yaygın bir kanaat bulunmaktadır. Konunun artık acil afet yönetimini çoktan aşmış olduğu, acil uyum politikalarının devreye konulması gerektiği ve dinamik bir süreç yönetimini gerektirdiği vurgulanmaktadır (Erdoğan, 2015: 345). Yahut Türkiye’nin bir an evvel ABD’deki ‘’yeşil kart’’ sistemine benzer bir düzenlemeyle Suriyeli sığınmacıların kayıt dışı çalıştırılmalarını engellemesi gerektiği vurgulanmaktadır. Ayrıca beyin göçünün de engellenmesi için vatandaşlık statüsünün gündeme getirilmesi gerektiği aksi takdirde içine kapalı bir toplum ve gettolaşma oluşturularak güvenlik risklerinin doğabileceği ve ülke içi entegrasyonun sağlanamayacağı da ifade edilmektedir (Girit, 2015).

Suriyelilerin özellikle ilk yıllarda yerleşmeye başladıkları illerde yaşayan yerel halk ile karşı karşıya gelmeleri ile Suriyelilerin fail ya da mağdur olarak karıştığı adli olaylar ve barınma merkezleri dışında yaşayan bazı Suriyelilerin dilencilik, fuhuş vb. durumlarla tanınmaları (Uzun, 2015: 118), saha araştırması sırasında özellikle sivil toplum kuruluşlarınca çokça dile getirilen ve vatandaşlarca

şikayet edilen konuların başında gelmiştir. Bu nedenle baskı grubu olarak STK’ların çabaları ve ilgili kamu kurum ve kuruluşlarını harekete geçirmedeki gayretleri önem arz etmektedir.

Diğer yandan ‘’hak’’ tabanlı ulusal bir STK’nın 13 ildeki Suriyeli kadınlar ve sivil toplum örgütleri ile yapılan mülakat çalışmasında örneğin özellikle Hatay, Gaziantep, Kilis ve çevre illerde Türkiye’nin farklı yerlerinden gelen evlilik taleplerine küçük kız çocukların dahil edilmesi ve üstüne komisyonculuk yapanların varlığı, mülakatlardaki alıntılarla desteklenmektedir (Mazlumder, 2014: 34-36). Dolayısıyla sahadaki bu tür problemlere yönelik çok düzeyli çalışmaların yürütülmesi gerekmektedir.

Çizelge 2.1. Geçici Koruma Altına Alınan Suriyeli Yabancıların Cinsiyetlerine Göre Dağılımı

Kaynak: (AFAD, 2016: 86)

25 Mart 2005 tarihinde kabul edilen ‘’İltica ve Göç Alanındaki Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Eylem Planı’’nda şu ibare yer almaktadır: ‘’Toplumun mülteci ve göçmen konuları hakkında bilinçli olması,

Türkiye’nin sığınmacılara, mültecilere ve diğer yabancılara yönelik yükümlülükleri hakkındaki anlayışın arttırılması için zorunludur. Bu bilincin sağlanması, aynı zamanda mültecilerin ve göçmenlerin entegrasyonunu kolaylaştırma yollarından da birisidir. Gerek stratejinin geliştirilmesi gerekse toplumsal bilincin arttırılması ve uygulamada somut adımlar atılması için ilgili akademik çevrelerin ve düşünce kuruluşlarının da katılımıyla, Avrupa Komisyonu ile BMMYK ve ilgili STK’ların da desteği alınarak kamuoyu bilgilendirilmelidir.’’

30 Mart 2016 tarihinde Göç İdaresi Genel Müdürlüğü yetkilileri geri gönderme merkezlerinin kurulacağı 5 Yunan adasına giderek incelemelerde bulunmuşlardır. Yunan yetkililerin ise İzmir’in Dikili ilçesinde incelemelerde

bulundukları duyurulmuştur. Ancak İzmir’in Dikili ve Çeşme ilçeleri ile Manisa’da kurulması planlanan geri kabul merkezleri ve geçici kamplar, yerel STK’larca bazı protestolara neden olmuştur. Örneğin 2 Nisan 2016 tarihinde Dikili’deki protestolara mevsimlik tarım işçilerinin de katılmış olması bu ilçeye muhtemel yığılmalar ve bekleme süreçlerinde özellikle daha ucuz çalıştırılabilecek sığınmacılar sebebiyle işsiz kalabilecekleri endişeleriyle yakından ilişkili olduğu ifade edilebilir.

Yıldırım ve Yanılmaz’a göre Türkiye’de sığınmacılar ve mülteciler açısından sıkça yaşanan belli başlı sorunlar ise şunlardır: (2015: 35)

- Göç İdaresi’nin kuruluş sürecinde polis teşkilatı genlerinin yeni kuruma yansıması,

- Geri gönderme merkezlerinin fiziki durumu,

- Kanunun amacını ve ruhunu bilmeyen kişi ya da kişilerin görevli olarak sığınmacı ya da mültecilerin karşısına geçmesi,

- Her aşamadaki dil sorunları (doktor, mülakat, evrak), - Eğitilmiş personel, avukat, hakim-savcı eksikliği

- Resmi evrak istenmesi (özelde Suriyelilerin evlilik meselesi)

Suriyeli sığınmacılar krizi uluslararası sığınma ve korunma sisteminin sınırlılıklarını göstermektedir ve “yük paylaşımı”nı uygulamak için uluslararası topluma bir fırsat sunmaktadır. Devletler, uluslararası örgütler ve STK’lar, Suriye krizinin sosyal, kültürel, finansal, siyasi ve teknik parçalarında işbirliği yapmalıdır. Ancak Türkiye’nin halihazırdaki durumu oldukça bonkör olsa da gelecekteki mültecileri alma ve destekleme kapasitesi sınırsız değildir. Durum uzun süreli oldukça, gerçekten etkili ve ileriye dönük olarak uluslararası toplumun etkili bir işbirliği ve desteğini gerektirmektedir. (İçduygu, 2015: 2).

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÜRKİYE’NİN GÖÇ POLİTİKALARINDA AKTÖRLER

3.1. Türkiye’de Göç Yöneti(şi)mi Bağlamında Aktörler ve Konumları Türkiye’de sayıları 3 milyonu aşan Suriyeliler gerçeği kamplarda ve kamp dışında yaşayanlar olmak üzere iki başlıkta değerlendirilebilir. Türkiye’deki kamplar diğer ülkelerdeki kamp koşulları ile kıyaslandığında oldukça iyi durumdadır (Kirişçi ve Karaca, 2015: 309). Ancak Suriyeli göçmenlerin toplamı içerisinde oldukça az bir dilimdeki sığınmacılar bu kamplarda yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadır. Bu kampların bütün Suriyeli göçmenlere ev sahipliği yapamamasında, ülkeye kaçak giriş yapan ve herhangi bir yere kaydolmayan ya da olmak istemeyen kişilerin varlığı, kamp yaşamına uyum sağlayamayanlar, kampların kapasitesinin sınırlı ya da yetersiz oluşu gibi nedenler sıralanabilir (Orhan, 2014: 36-37; Özservet, 2015: 42). Bu ve benzeri nedenler de Suriyelilerin çok aktörlü ve çok-katmanlı yönetişimini öncelikli olarak gerekli kılmaktadır.

Şekil 3.1. Geçici Koruma Altına Alınan Suriye Vatandaşlarına Ait 5 Mayıs 2016 Tarihli Biyometrik Kayıtlar

Kaynak: (www.goc.gov.tr/, 2016)

Callet-Ravat, Türkiye’de Suriyelilere yönelik farklı faaliyetlere girişen çeşitli aktörleri değişik yönleriyle tasnif etmektedir. Bu tasnif ise faaliyet alanı, faaliyet türü, menşe yönüyle, statü yönüyle, faaliyetlerin yasallığı yönüyle ve de hak ve inanç bazlı ayırım açısından olmak üzere 6 başlık altında ifade edilmektedir. Örneğin faaliyet alanı açısından Türkiye’de Suriyelilere yönelik çalışmaları ve Suriye içlerine yönelik çalışmaları yürütmesi yönünden aktörler iki kısımda tasnif edilmektedir. Faaliyet türü açısından ise aktörler, acil yardım ve insani faaliyetler yürütenler, temel insan hakları savunanlar ile politika geliştirme ve bilgi desteği sunup danışmanlık hizmeti sunanlar olmak üzere üç kısımda değerlendirilmektedir (2015: 114).

Köken itibariyle sahadaki yabancı aktörlerin ağırlıklı olarak Batı merkezli oluşu kadar Körfez ülkeleri, Suriyeli dernek ve kuruluşlar ile az sayıdaki Uzakdoğu Asya menşeli kuruluş ve Türkiye’deki aktörler olarak tasnif etmek mümkündür (Callet-Ravat, 2015: 114-115). Suriyelilere yönelik sahada faaliyet gösteren aktörleri ‘’statü’’leri açısından çeşitli başlıklar altında sıralamak mümkündür. Örneğin ‘’hükümetler arası kurumlar ve kuruluşlar ile ajanslar’’ başlığı altında, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK/UNHCR), Uluslararası Göç Örgütü (IOM), Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyonu Ofisi (OCHA), Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu (UNICEF) vb. örgütlenmeler sıralanmakta ve ‘’Suriyeli STK’lar’’, ‘’Türk STK’lar’’, ‘’merkezi idare’’, ‘’yerel yönetimler’’ ile birkaç başlık daha altında sınıflandırma yapılabilmektedir (Callet-Ravat, 2015: 115). Bu çalışma kapsamında ise kamu kurum ve kuruluşları, yerel yönetimler, sivil toplum örgütlenmeleri ve diğer bütün aktörler olmak üzere dört başlık altında tasnif yoluna gidilmiştir.