• Sonuç bulunamadı

Su ( Âb, Mâ), Kevser, Selsebil, Zemzem, Zülâl

Su, tek hücreli mikroorganizmalardan, en gelişmiş hayvan ve bitki türlerine kadar yeryüzündeki her canlı için vazgeçilemez ve yeri doldurulamaz bir kaynaktır. Bu sebeple su yaşam için en temel gereksinimdir. İnsanlık tarihi boyunca uygarlıkların ve kültürlerin tümü su boylarında ve su kaynaklarında kurulmuş ve gelişmişlerdir. Su hayatın ana kaynaklarından biri olması sebebiyle sanatın da konularından biri olmuş, çok eski çağlardan günümüze değin sanata esin kaynaklığı yapmıştır (Sürücüoğlu, 2002: 9-11).

Mimariden resme, şiirden mûsikiye sanatın hemen tüm dallarında önemli bir öğe olarak yer alan su (Pala, DİA, “Su”, C. 37/ 2009: 442), divan şiirinde Farsça karşılığı âb ile Arapça karşılığı mâ ve zülâl kelimeleriyle yer almış, bunların yanında Kevser suyu, selsebil, zemzem ve zülâl kelimeleri ile de kullanılmıştır.

148

“Irmak” anlamında olan kevser, âhirette Hz. Peygamber’in ümmetiyle yanında buluşacağı bildirilen havuz ve nehirdir. Sütten beyaz, kardan soğuk, köpükten yumuşak, miskten güzel kokulu olarak hadislerde tasvir edilen bu su; ayrıca içen kişinin ebedî olarak susamayacağı ve yüzünün edebiyen kararmayacağı özellikleri ile de yer almaktadır (Ertürk, DİA, “Havz-ı Kevser”, C. 16/ 1997: 546-547).

“Akıcı ve yumuşak olma” manâsına gelen selsebil, cennetin pınarlarından birinin ismi veya sıfatıdır. Divan şiirinde âb-ı hayât gibi sevgilinin dudağındaki lezzet ve ölümsüzlük özelliğinden kinaye olarak sıkça kullanılır. Ayrıca cennette olması, devamlı akması, herkesin ona ulaşamaması gibi nedenlerden dolayı âşığın arzuladığı bir mekân olarak da geçer (Cebeci, DİA, “Selsebil”, C. 36/ 2009: 447).

Kâbe’nin 20 metre kadar doğusunda yer alan kuyudan çıkan zemzem, Allah’ın Hz. Hacer ve oğlu Hz. İsmail’e ihsan ettiği mübarek suyun adıdır. Hz. Peygamberin hadis-i şerifinde “Zemzem suyu ne için içilirse, o yararı sağlar.” şeklinde yer alan zemzem suyu yeryüzündeki suların en faziletlisi olarak görülür. Doyurucu ve şifa verici özelliklerinden dolayı bol bol içildiği gibi abdest ve gusülde de kullanılır (Yücel, 1997: 14; Erul ve Keleş, 2007: 46-47).

Divan şiirinde pek çok kelime ile ifâde edilen suyun birçok yönlerden ele alındığı, çeşitli inanış, müşâhede ve telakkîlere göre teşbih ve mecazlara konu olduğu görülür. Akıcılık özelliğiyle ömre, kesintisizlik özelliğiyle sevgilinin saçına benzetilir. Âşığın gözyaşları ile sevgilinin yanağı, güzelliği, dudağı, nazı ve sözleri için benzetme unsuru olarak yer alır. Ateşi söndürme ve susuzluğu giderici özelliğiyle yer bulur. vuslatı simgeler. Tasavvufta, insanın yapısını teşkil ettiğine inanılan anâsır-ı erbaa’dan biri olarak söz konusu edilir. Tarih düşürmelerde, mevsim ve şehir şiirlerindeki tasvirlerde yer alır. Su ile divan şiirinin çok bilinen hikayelerine telmih yapılır. Hastaya okunmuş su içirme, ölmek üzere olan hastaya su verme, ölmek üzere olan kişiye pamuk ile su verme, yemek arasında su içme, yolculuk için evden çıkan kimsenin arkasından su dökme gibi âdetlerinin yer aldığı örnekler mevcuttur. Bunlarla birlikte “Ağzının suyu akıtır”, “Ağzının suyu akmak”, “Ayağına kara sular inmek”, “Ayağına su dökmek”, “(Başına) su koymak”, “Bir içim su”, Elek ile su getirmek”, “İyilik yap denize at, balık bilmezse Hâlik bilir”. “Ocağına su koymak”, “Saman altından su yürütmek”, “Soğuk suyun içmek”, “Su aktığı yere akar”, “Su gibi akmak”, “Su gibi ezberlemek”, “Su gibi

149

içmek”, “Su vermek”, “Su uyur düşman uyumaz”, “ Su sızmaz”, “Suya vermek”, “Suya götürüp susuz getirmek” gibi çok sayıda deyim, deyiş ve atasözü ile yer aldığı örnekler de bulunmaktadır (Onay, 1992: 49, 379; Pala, 2009: 1; Cengiz, 2010: 135-136, 186, 192-193, 200-202; Batislam, 2016: 218-220, 306-326; Saral, 2017: 147-151, 203, 206-208, 216-217, 222-225). Taranılan divanlarda da benzer ve farklı kullanımların geçtiği çok sayıda beyit tespit edilmiştir.

Nefʽî bedbahtlığını ifâde ederken suya yer verir: Bir dem murâdım üstüne devr eylemez felek

Âb istesem serâb-ı ademden nişân verir (ND, K.5/12)

Felek bir an (bile) benim arzuma göre dönmez. Su istesem yokluk serabından iz verir.

Fehîm-i Kadîm gazelinde kendisini ışığı bilmeyen ateş, suyu bilmeyen okyanus şeklinde tanımlar:

Şuʽleyem tâb n’iydügin bilmem

Lücceyem âb n’iydügin bilmem (FKD, G.204/1)

Divan şiirinde Kaʽbe’ye benzetilen yüz, tasavvufta vahdettir. Gönüller ve canlar yani maddi ve manevi bütün varlıklar Kaʽbe çevresinde dönerler. Gam ise acı ve ıztıraptır. Gam, keder gibi duygular istenmez. Gam istemek tasavvufta aşılan bir hayli yolun sonucudur ki artık neşeyle keder, sevinçle gam arasında fark kalmamış demektir. Bu olgunluğa ulaşan yani gama susayan kişi zemzem istemez. Zemzem kutsal bir su olmakla birlikte dünyaya aittir, âb-ı zülâl ise İlâhî aşktır. Bu sebeple İlâhî aşka kavuşanlar için zemzem önemini yitirir (İpekten,1997: 122). Bu durum Nâʽilî beyitinde yer bulur:

Rûyun ki Kaʽbe-i dil ü cândır olur mu hiç

Leb-teşne-i zülâl-i gamın zemzem-âşinâ (NKD, G.2/2)

Yüzün gönül ve canın Kaʽbesidir. Gamının saf suyuna susayan hiç zemzem suyunu ister mi?

150

Kutsal toprakları ziyaret etme ve hac farzını yerine getirme isteğinde bulunan Nâbî, kendisini himâye eden devlet büyüklerine hacca gitme arzusunu dile getirir ve onlardan destek alıp hacca gider Hac görevini yerine getirip kutsal toprakları ziyaret eden şair, ziyaretinin ayrıntılarını da klâsik Türk edebiyatında hac-nâmeler arasında önemli bir yere sahip olan “Tuhfetü’l-Haremeyn” adlı bir eserde yazar (Özcan, 2013: 2039). Kutsal topraklardaki yolculuğundan izler taşıyan şiir örneklerine divanında da yer verir. Aşağıda yer alan beyitinde kutsal toprakların önemli simgesi zemzem suyu âb-ı hayat ile yer alır:

Kâse kâse çeh-i zemzemden içüp âb-ı hayât

Cân-ı pür-ʽilleti leb-rîz-i şifâ eyleyelüm (NaD, G.538/5)

Zemzem çukurundan kaselerce âb-ı hayât içelim. (Böylece) ağzına kadar dolmuş (her yeri salmış) hastalık dolu canımıza şifa eyleyelim.

Vuslat suyuna uzun yıllardır susayan şair, sevgilinin çene çukurunu görünce can atacak duruma gelmesinin şaşılacak bir hâdise olmadığını söyler:

Zülâl-i vuslata dil-teşneyem bir niçe yıllardur

ʽAceb mi cân atarsam göricek câh-ı zenahdânın (AHD, G.600/3)

Divan şiirinde şehir tasvirlerinde de yer alan su aşağıda yer alan Nef’î beytinde Edirne şehri övülürken geçer. Şair, şehrin gönül açıcılığı, ferahlatıcılığını, suyunun ve havasının güzelliğinin hep böyle ruhu rahatlatan özellikte olup olmadığını sorar:

Dâʽimâ böyle müferrih mi bu cây-ı dil-güşâ

Her zaman âb u hevâsı böyle rûh-efzâ mıdır (ND, K.7/12)

Leff ü neşr sanatıyla mihnet şarabı ile su arasında; cefâ taşı ile dâne arasında ilgi kuran şair, mihnet şarabı içtiğini ve cefâ taşı yediğini böylece sevgilinin mahallesinde içecek su ve yiyecek dâne bulduğunu dile getirir:

İçdük şarâb-ı mihneti seng-i cefâ yedük

151

Nâbî, nadir bulunan şiirin, insanın ağzına tatlı su lezzeti vereceğini söyler: Bu şiʽr-i nâdireden toğru söyle ey Nâbî

Dehâna lezzet-i âb-ı zülâl gelmedi mi (NaD, G. 876/6)

Sâbit, peygamberlerin vasıflarını da ifâde ettiği ramazâniyyesinde Hz. Eyyûb’e yer verir. Sabır timsali olarak sıkça anılan, çok sayıda evladı olan, çok zengin ve varlıklı olan Hz. Eyyûb, Allah tarafından imtihan edilir. Hastalanıp vücudunu saran kurtlar yüzünden bedeninde yaralar oluşur. Hastalığına şifa için Allah’tan merhamet dileyen, dua eden Hz. Eyyûb’un duası kabul edilir ve ayağını yere vurması sonucu çıkan soğuk su ile hem yıkanır hem de sudan içerek iyileşir (Harman, DİA, “Eyyûb”, C. 12/ 1995: 16; Pala, 2009: 143-144). Hz. Eyyûb’un vücudunu hatta dudağını kaplayan kurtlardan su ile kurtulması Sâbit beyitinde işlenir:

Gam-ı zülâl-i lebi kurd olup derûnında

Mahabbet eyledi Eyyûbi bî-mecâl ü ʽalîl (SD, K.3/35)

Hz. Peygamberin torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin şehit olmuş iki isimdir. Hz. Hasan zehirlenerek, Hz. Hüseyin de Kerbelâ’da şehit edilerek vefat etmiştir (Fığlalı, DİA, “Hasan”, C. 16/ 1997: 283; Fığlalı, DİA, “Hüseyin”, C. 18/ 1998: 520) Şair, bu iki peygamber torununa “şehitlik kevserinin dudağı susamışları”dır diyerek yer verir: Zehr-âbe-çeşân ol iki maʽsum

ʽAtşân-ı leb-i kevser-i şehâdet (FKD, Mus. 1/12/2)

Soğuk su içmeyi arzu eden Hevâyî, sıcak yaz günü ta Akpınar’dan su gelmeyeceğini söyler:

Gınâ bu susamışa değme kârdan gelmez

So’uk su yaz günü çak Akpınar’dan gelmez (HD, G.67/1)

Nâbî, Yusuf Paşa’nın yaptırdığı çeşmeye tarih düşürür ve çeşmeden içilen su için Yusuf Paşa’ya dua eder:

152

Yapdı Hak râhına bu bürkeyi Yûsuf Pâşâ (NaD, T.32/1)

“… ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi” (DİB, 2009: 323) şeklinde buyrulan Kur’an-ı Kerim’in Enbiya sûresi 30. ayeti iktibâs sanatı ile yine bir başka Nâbî tarihinde yer alır:

İçene rûhdur bu âb-ı zülal

“Ve mine’l-mâ’i küllü şey in hayy” (NaD, T.59/2)

2.7. Süt (Leben, Süd, Şîr)

Hayvancılıkla uğraşan Türklerin, bol olarak besledikleri hayvanların sütlerinden çeşitli şekillerle istifade ettiği, sütün bazen kaynatılarak başka hiçbir işleme tabi tutulmadan içildiği gibi bazen de yoğurt, ayran, peynir ve kaymak yapımında da kullanıldığı kaynaklarda belirtilmektedir (Duvarcı, C.2/ 1991: 765). Ayrıca kaynaklarda Osmanlı’da da süt ve süt ürünlerinin vazgeçilmez bir lezzet olarak günün her anında tüketildiği, Osmanlı saraylarına taze süt ve süt ürünlerini her an sağlayabilmek adına da Alibeyköy’de çok büyük mandıralar kurulduğu ve buradan getirilen süt ve süt ürünlerinin taze olarak Osmanlı saray mutfağında tüketildiği bilgileri de yer almaktadır (Tatlı, 2010: 175).

Divan şiirinde sütün, âşığın annesinden süt yerine sevgilinin aşkını içmesinin ve sevgilinin annesinden süt yerine şeker emmesinin konu edildiği görülür. Süte şeker katılmasının sevgili ve sevgili ile olan durumlarla anlamlandırıldığı örnekler mevcuttur. Cennetten akan dört ırmaktan biri olmasına telmih yapıldığı, sevgilinin dudağı, şebnem, yağmur ve yılan ile ilişkilendirildiği görülür. Ayrıca “Ağlamayan çocuğa (bebeğe) meme (süt) vermezler”, “Ağzı süt kokmak”, “Ananın (anasının) ak sütü gibi (helal olsun)”, “Sütten kesilmek” gibi deyim ve deyişlerle yer aldığı örnekler de mevcuttur (Cengiz, 2010: 137-138, 188-189; Saral, 2017: 151-153, 213-214, 225). Taranılan divanlarda ise benzer örneklerle yer almakla birlikte ayrıca şarap ve kanlı ciğer suyu ile ilişkilendirildiği örnekler tespit edilmiştir.

Divan şiirinde çoğu kez şeker ile birlikte konu edilen süte Hâletî de divanında yer verir. Hâletî şeker ve sütün ayrılmaz birlikteliği gibi güzellerle bir araya gelip görüşen kişilerin de ayrılmaya asla güç bulamayacaklarını söyler:

153 Bulamazlar sonradan ayrılmağa hergiz mecâl

Şîr u şekerveş güzellerle idenler ihtilât (AHD, G. 357/3)

Bir başka beyitinde Hâletî, Ferhâd ile Şirîn hikayesinden hareketle cennetten akan süt ırmağının geçtiği Muhammed sûresi 15. âyetine “…Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır.” (DİB, 2009: 597) telmihte bulunur:

Kûy-ı Şîrîn’i meger kim Kûh-ken cennet sanur

Anun içündür ki anda cûy-ı şîr eyler revân (AHD, G.656/3)

Dağ delen (Ferhat), Şirin’in mahallesini cennet sanır. (Çünkü) orada süt ırmağı akmaktadır.

Nâʽilî, aşkın önemli simgelerinden biri olan Mecnun karakterini tevriyeli şekilde kullandığı aşağıda yer alan beyitinde âşıkların doğuştan mecnun olduklarını, bu sebeple de kanlı ciğer suyunu içip bunu anne sütü sanmalarının şaşılacak bir durum olmadığını dile getirir:

Aceb mecnûn-ı mâder-zâddır tıfl-ı dil-i âşık

Ki hûn-âb-ı ciğer nûş etse sanır şîr-i mâderdir (NKD, G.127/4)

“Damlasını içen can bahşeden İsa olur.Şarap ruh ile (Hz. İsa ile) aynı özden sanki Meryem’in sütüdür.” diyen şair, şarabın her damlasının insana âdeta can bahşetmesini

Hz. İsa’nın ölüleri diriltmesi mucizesine telmih olarak yer verirken şarabı aynı zamanda Hz. Meryem’in sütüne benzetir (Kuzu, 2014: 968):

Katrasın nûş eyleyen ʽÎsi-i cân-bahş olmada

Rûh ile hem-mâye gûyâ şîr-i Meryem’dür şarâb (FKD, G.14/4)