• Sonuç bulunamadı

1.2.3.1. Arpa

Buğdaygiller familyasından, kuvvetli köklü, 60-150 santimetre boy alan, yaprakları genişçe, taneleri sarı ve siyah renkte yıllık bir bitkidir (Madran, C. 1/ 1984: 100). Ilıman iklim bölgelerinde yetişen arpanın taneleri hayvan yemi, ekmek ve bira yapımında kullanılır (Büyük Larousse, “Arpa”, C.2/ 1986: 834).

Arpa, böbrek ve kum taşlarının dökülmesine yardım eder. İdrar söktürür, mesane ve idrar yollarındaki iltihapları temizler. Boğaz ağrılarını giderir (Güngör, 2009: 29). Sindirimi diğer tahıllara oranla daha kolay olan arpa hem gıda hem de şeker düşürücü olarak kullanılır. Arpa, zihinsel yorgunluklarda ve çocukların büyüme çağında faydalıdır. Karaciğeri güçlendirir, kalbi kuvvetlendirir. Egzama ve kaşıntılarda, bronşit ve akciğer rahatsızlıklarında etkilidir (Aydıner, 2006: 174).

Divan şiirinde arpanın, öğütülmesi, küçük ve bol taneli olması, toprağa gömülmesi gibi özellikleriyle alakalı olarak yıldızlar, Pervin, Hz. Yusuf, kemik ve kainatla ilişkilendirilip benzetme unsuru olarak yer aldığı örnekler mevcuttur. Bunlarla birlikte at, katır, eşek gibi yük ve binek havanlarının yemi anlamıyla değerlendirildiği, değer, kıymet ve güç durumlarının işlendiği beyitlerde “arpa tanesi” şeklinde geçtiği, arpa ve buğdayı birbirinden ayırmanın zorluğundan bahsedildiği, “Buğday gösterip arpa satmak” ifadesinin yer bulduğu örnek beyitler mevcuttur (Bayram, 2007: 4; Cengiz, 2010: 103-104; Saral, 2017: 68-69). Taranılan divanlarda ise hayvan yemi olarak yer aldığı ayrıca saman ile birlikte geçtiği tespit edilmiştir.

Hevâyî, koyun sürüsünün yani tavarın (davarın) geldiğini, bu sebeple hayvanlara yem olarak köylüden borç arpa almak gerektiğini söyler:

Tavar geldi yine arpa vâm alınmaz mı

O köylüden bu sıralarda tam alınmaz mı (HD, G.149/1)

Arpalık, mülkî ve ilmî memurlara maaş kabilinden verilen şey hakkında kullanılan bir tabirdir (Pakalın, “Arpalık”, C.1 / 1983: 84). Arpanın yer aldığı aşağıdaki beyitinde

73

Sâbit, elinden arpalığı alınan çaresiz bir kişiden bahseder. Dünyayı bir ahıra benzeten şair elinden arpalığı alınan kişinin riyâzet ahırında ne arpası ne de samanı kaldığını söyler:

Kocalıktan silinüp arpalığı nâ-çârun

Kaldı ıstabl-ı riyâzetde ne arpa ne sâmân (SD, K.45/65)

1.2.3.2. Buğday (Gendum, Gendüm, Kendüm)

Buğdaygillerin örnek bitkisi olan, değişik cinsleri bulunan bir yıllık tarım bitkisinin başaktan ayrılmış, besin olarak yararlanılan tanelerine buğday denir (Püsküllüoğlu, 2008: 345).

Buğday, insan nüfusunun en önemli besin maddeleri arasında yer alır. Buğdayın bu denli önemli olmasında en temel besin maddelerinden biri olan ekmeğin, yaygınlıkla buğday unundan yapılıyor olması etkilidir. Buğday ve buğday unu, ekmeğin yanı sıra bazı gıda maddelerinde de hammadde olarak kullanılır. Bunlar arasında erişte, hamur işleri, makarna ve bisküvi üretimi başta gelmektedir Buğday, insan gıdası yiyeceklerin yapımında kullanılmakla birlikte hayvan gıdası ve tohumluk olarak da kullanılır (Doğanay, 2007: 96-97; Çekel, 1960: 35).

Divan şiirinde buğdayın, rengi sebebiyle sevgilinin tenine, benine ve küçüklüğü sebebiyle yıldızlara benzetildiği örnekler mevcuttur. Cennetten kovulmaya sebep yasak meyve olarak görüldüğü ve bu sebeple de Hz. Adem ile birlikte veya telmih unsuru olarak yer verildiği, buğday manasına gelen “gendüm” kelimesinin “kendüm” dönüşlülük zamiri ile tevriyeli bir şekilde kullanıldığı ve buğdayın başağını yırtıp ortaya çıkmasının anlatıldığı örnek beyitler mevcuttur (Bayram, 2007: 3; Cengiz, 2010: 105-107; Saral, 2017: 70-71). Taranılan divanlarda da benzer kullanımlarının görüldüğü, buğdayın aynı zamanda karınca yemi oluşu ve Mecnun ile birlikte yer verildiği örnekler tespit edilmiştir.

Nâbî, aşk tarlasında yer alabilmenin kuralını buğday üzerinden açıklar. Ancak buğday gibi sînesinin parçalanmasına razı olan ambara girip, aşk tarlasında yer alır:

74

Giremez sînesi çâk olmayan anbarumuza (NaD, G.798/7)

Nâbî bir başka beyitinde buğdayı bu kez Hz. Adem ile Hz. Havva’nın cennetten kovulmasına sebep olarak gösterir. Nitekim Hz Adem ile Hz. Havva’nın cennetten kovulmasına sebep olan yasak meyvenin bazı tefsirlerde buğday olduğu belirtilir (Köse, 2006: 73). Buğday bu yönü ile aşağıdaki beyitte yer alır. Hz. Adem’in cennetten kovulmasına sebep olduğu için buğday yarık bir şekildedir ve kendini suçlar. Lâkin buğdayın kendini suçlaması buğdaya layık değildir:

Hurûc-ı Âdeme ben bâʽis oldum diyü cennetden

Rüfûya nâ-sezâdur gendümün çâk-ı girîbânı (NaD, G.860/3)

Hâletî, sevgilinin beninin rengini buğdaya benzetir ve beninin ayrılığından dolayı serseme, şaşkına döndüğünü söyler. Gözyaşları sebebiyle gözlerini de su değirmenine benzetir:

Hâl-i gendüm-gûnı hicriyle anun ser-geşteyem

Oldı çeşmüm gûyiyâ bir iki gözlü âsyâb (AHD, G.72/4) Şeyhülislâm Yahya, buğdaya karınca yemi olmasıyla yer verir: Mûru gör gendümle ʽayş eyler şikâyet eylemez

Arzû-yı şehd ü sükkerdir zebâbı inleden (ŞYD, G.270/3)

Karıncayı buğday ile gör, yaşar, şikayet etmez. (Oysa) sineği inleten şeker ve bal arzusudur.

Sâbit’in beyitinde ise buğday, bir çeşidi olan “deve dişi” ile yer alır. Deve dişi buğday; ülkemizde daha çok Ege bölgesinde yetiştirilen sert çeşitli, iri taneli bir buğday çeşididir (Çekel, 1960: 30; Işın, 2010: 63). Sâbit bu buğday çeşidine asıl adı Kays olan Mecnun ile yer verir. Kays, Leyla’ya olan aşkı sebebi ile delirmiş, divaneye dönmüş bir aşk kahramanıdır. Edebiyatta aşk yüzünden yaşanan kendini kaybetme, aklını yitirme halinin simgesi olan Kays, aşağıdaki beyitte şairden, deliliğine sebep olma payı istemesi ile yer alır:

75 Kays mecnûnluğumdan ister pay

Satdı gûyâ deve dişi buğday (SD, Byt.33)

1.2.3.3. Dâne

Tanımlarından biri “kuş yemi” olan dâne (Çağbayır, “Dane”, C. 1/ 2007: 1097), divan şirinde çokça konu edilen unsurlardandır. Bu şiirde daha çok sevgilinin benine benzetilen dânenin ayrıca âşığın gözyaşlarına, yıldızlara, tespihe, ömre, cin harfinin noktasına, kadehe benzetildiği görülür. Ayrıca Hz. Adem’in cennetten kovulma nedeni olarak gösterildiği, tane kelimesi ile tevriyeli olarak kullanıldığı, gönül kuşunu tuzağa çeken yem olarak görüldüğü, toprağa saçılmasının ve zorlukla elde edilmesinin konu edildiği örnekler mevcuttur (Cengiz, 2010: 107-109; Saral, 2017: 72-75). Taranılan divanlarda da benzer kullanımlarla ele alındığı ve bu çerçevede Hz. Adem’in cennetten kovulmasına sebep olarak gösterildiği, sevgilinin benine benzetildiği, tevriyeli olarak kullanıldığı, bülbül ve kuş yemi olarak yer aldığı örnekler tespit edilmiştir.

Neşâtî, sevgilinin kâkülünü tuzak, benini de tuzaktaki yem olarak görür. Rüzgârın esmesiyle de kaküllerine saklanan ben bir kaybolur bir görünür:

Bir dâmdur o turra ki tahrik-i bâd ile

Çün dâne-i hal gah nihan geh be-did olur (NeD, G.26/3)

Naʽilî Kadîm ve Nâbî de sevgilinin benini dâne, saçlarını da tuzak olarak değerlendirir: Hâl ü zülfün ki gelir bir yere sayd-dil için

Birisi dâne döker birisi dâm-âver olur (NKD, G.125/2) Gör zülf-i rakamda görinen nokta-i hâlin

ʽİrfân ile bak dâm kimün dâne kimündür (NaD, G.194/2)

Şeyhülislâm Yahya da dâneyi sevgilinin beni ile kullanan şairlerdendir. Tevriyeli olarak yer verdiği beyitinde şair, aşk tuzağına düşmemek için kendini sakınsa da sevgilinin beninin dânesini/ tanesini görünce gönlü dar ağacına düşmekten kurtulamaz:

76

Dâne-i hâlin görünce dâra düşdü gönlümüz (ŞYD, G.155/3)

Hâletî, can kuşunun oturduğu yerin adının gam yuvası; sabah akşam yediği yemeğin ise gam dânesi olduğunu söyler:

Makarr-ı murg-ı cânum lâne-i gam

Gıdâ-yı subh u şâmum dâne-i gam (AHD, M.8/36)

Bir başka beyitinde Hâletî, gönül kuşunun sevgilinin benini görünce aldanıp, tuzağa düşmemesi uyarsında bulunur:

Görüp hâl-i ruhun aldanmasun hergiz gönül murgı

Ne fettân-ı cihândur kor mı ol hiç dâmsuz dâne (AHD, G.717/2)

Gönül kuşu (sevgilinin) yanağının benini görüp aldanmasın. (Zira sevgili) çok fettandır, asla tuzaksız dâne koymaz.

Sâbit, bülbülün yediği dâneleri bülbül tanesi ile tevriyeli olarak kullanır. Şair, soğuk bulduğu yerde kış uykusuna yatan engerek yılanlarının, bülbüllerin yuvasını da soğuk bulduğu takdirde yuvasına girip bülbüllerden bir tane bile bırakmayıp, hepsini yiyip, gül bahçesinin ortasının bülbülsüz bırakabileceğini söyler:

Efʽi sermâ bulursa lânesin bülbüllerin

Sahn-ı gülşende komaz bir dânesin bülbüllerin (SD, G.219/1)

Hz. Adem’in cennetten kovulmasına yasak meyve olarak dâneyi gören Sabit; şeytanın kıskançlık ipine daneyi asıp tamah oltasını Hz. Adem’e yutturduğunu, şeytanın onu kandırdığını dile getirir:

Yutdurdı tamaʽ oltasını Âdeme şeytân

Âvîze idüp dâneyi târ-ı hasedinden (SD, G.272/3)

1.2.3.4.Darı (Taru)

Buğdaygiller familyasından sulak yerlerde ve pirinç tarlaları içinde yetişen, meyveleri kullanılan, tek yıllık, otsu bitkiye darı denir (Karol ve diğerleri, 2010: 152).

77

Divan şiirinde darının daha çok yıldızlara benzetildiği, kümes hayvanlarının yemi olması, zor şartlar altında yetişmesi ve öğütülmesi özellikleriyle ilgili olarak kuş, akıl, âşık, kıvılım, laʽl, güher, yaldız, boya ve çöl ile ilişkilendirildiği, taşlarla dövülmesinin konu edildiği, “taru” ve “erzen” kelimeleriyle de divan şiirinde yer aldığı ve “er” erkek “zen” kadın kelimeleriyle cinaslı olarak kullanıldığı örnekler mevcuttur (Bayram, 2007: 6-7; Cengiz, 2010: 109-110; Saral, 2017: 75-76).

Hevâyî, darıyı içine buğday koyularak yapılan keşkek yemeği ile dile getirir. Taru/ darı buğday yerine kullanabilen bir tohumdur. Hevâyî’nin tahıllarında keşkek etmek için buğday olacak tohum olmadığı gibi darı bile yoktur:

Ümîd-i dâne ile tuhm-kâr olmak güzel ammâ

Herîse etseler harmanda çâşım bir taru çıkmaz (HD, G.66/3)

1.2.3.5. Nohut

Nohut adlı taneleri yeşilken çerez olarak yenilebilen, kuru taneleri leblebi yapılıp tüketilen ve yemekleri hazırlanan, ayrıca tüm bitkisi hayvan yemi olarak değerlendirilen nohut, bir yıllık otsu bir tarım bitkisi olup baklagillerdendir (Ebcioğlu, 2003: 128). Nohudun, Osmanlı mutfağında önemli bir malzeme olarak yer aldığı; kabak yemeği, nohutlu pilav, kabuni, nohut çorbası ve nohut aşı adlı yemeklerin pişirildiği; 17. yüzyıl Osmanlısında nohut parçalarının katılarak yapıldığı ekmeklerin tüketildiği bilgisi kaynaklarda yer almaktadır (Işın, 2010: 279).

Divan şiirinde noktaya benzetildiği örneği görülen nohudun (Saral, 2017: 79) taranılan divanlarda bir örneği tespit edilmiştir.

Sâbit nohudu, nohutla beslenen kırlangıç ile birlikte ve yaranın büyüklüğünü ifâde için kullanır:

Zann itme nohuddur dehen-i dâğ-ı tenümde

Ağzına gıda aldı piristû-yı mahabbet (SD, G.30/4)

78

Pirinç, buğdaygillerden, Avrupa, Asya ve Afrika’nın sıcak bölgelerinde yetişen her başakçığında bulunan bir çiçek gelişerek çeltik adı verilen meyveyi oluşturan taneli bir kültür bitkisinin meyvesinin insanlar tarafından kullanılan temel besin maddesine denir (Çağbayır, “Pirinç”, C. 4/ 2007: 3860). Dünya nüfusunun üç önemli tahılından biri olarak görülen pirinç, başka bir tanımla kabuğundan ayrılmamış çeltiktir. Çeltik, pirinç haline bir dizi işlemden geçerek gelir. Çeltik, pirince dönüştürülürken, arta kalan kısımları kırık pirinç, pirinç unu ve nişasta yapımında; kepek ve kavuz denilen kısımları ise pirinç kepeği yemi adı ile hayvancılıkta tüketilir (Doğanay, 2007: 116-117).

Yiyecek olarak tüketimini oldukça fazla olan pirincin yararları çoktur. Pirinç, tansiyonu düşürür, kan şekeri düzeyini sabit tutar. Böbrek taşı oluşumunu önler, içerdiği maddelerle bedenin kansere yakalanma riskini azaltır (Ebcioğlu, 2003: 140-141). Türk mutfağında pirinçten çeşitli yemekler yapılır. Pilav bu yemeklerin başında gelir. Pirinç; dolmalara, sebze yemeklerine, bazı köftelere ve çorbalara konur. Sütlaç, zerde, pirinç lokması vb. tatlıların yapımında da kullanılır (Büyük Larousse, “Pirinç”, C. 15/ 1986: 9388).

Osmanlı’da pirinç çokça tüketilmiş, yabancı seyyahların da dikkatini çekmiş ve gezi notlarına girmiştir. Bunlardan 17. yüzyıl başlarında Türkiye’ye gelen P. Della Valle, “Eğer pirinç yoksa buna Türk usulü yemek demiyorlar” diye yazmıştır (Bilgin, 2004a: 197).

Divan şiirinde pirincin beyazlığı sebebiyle sevgilinin göğsüne ve karlı dağlara benzetildiği, sevgilinin pirinç tanesi için âşığını reddetmesinin işlendiği ve pirinçten pilav yapımının anlatıldığı örnekler mevcuttur (Cengiz, 2010: 112; Saral, 2017: 80). Taranılan divanlarda ise gerçek anlamıyla kullanıldığı tespit edilmiştir.

Nâbî, kuş dolması yemeği için kuşun içine doldurulan pirinci, cömertliğin nasıl uygulanması gerektiğini izah etmede kullanır:

Kerem vaktinde lâzım hem eziyyetsiz gerek yohsa

Pirinc ile pür itmek küşte murgı sûdmend olmaz (NaD; G.313/2)

Sâbit ise pirince, Halil Paşa ile yer verir. Nitekim Halil Paşa cömertliğinin sofrasından dolu pirinç gönderip, mutfağın pirinç ile dolu olmasını sağlar:

79 Hân-ı cûd-ı Halîl Paşadan

Toldı matbah erz ile hınca hınc ʽİzzeti virmiş idi câna taʽab Kurtılup ol kederden olduk dinç Berekât-ı Halîl-i Rahmândur

Ki yetüşdürdi Nîl-i lutfı pirinç (SD, Kt. 36)