• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE MEDYASINDA AZINLIK TEMSİLİ 2.1 Azınlık Kavramı

2.2 Türkiye’deki Egemen İdeolojinin ve Basının Azınlık Yaklaşımı Osmanlı İmparatorluğu’nun, bünyesinde farklı kimlik ve kültürler

2.2.3. Yahudi Azınlığa Yönelik Yaklaşımlar

2.2.4.1. Struma Gemisi Olayı’nın Tarihçes

59

Struma Gemisi Olayı’nı anlamak, öncelikle bu olayın geçtiği tarihsel dönemi anlamayı gerektirmektedir. Bu nedenle Türkiye’nin 1942 yılındaki siyasi atmosferi ile ilgili bazı değerlendirmelerin aktarımı, konunun tüm boyutları ile anlaşılması açısından faydalı olacaktır. 1940’lar dünya ve Türkiye tarihinde 2. Dünya Savaşı’nın belirleyici olduğu bir tarihsel dönemdir. Türkiye, başlangıçta bu savaşın içinde fiilen yer almasa da, sonradan Birleşmiş Milletler (BM)’nin etkisiyle savaşa dahil olur. Dönemin tanınan diplomatlarından Selehattin Ülkümen, II. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde Türkiye’nin İtalyan, Alman ve Sovyet Rusya tehdidi ile karşı karşıya olduğunu belirterek, bu tehdide karşı Türkiye’nin Türk-İngiliz-Fransız savunma antlaşmasını 19 Ekim 1939’da imzaladığını kaydetmektedir. Türk diplomasisi tüm maharetini, muhtemel bir Alman saldırısını kendi üzerine çekmemek üzere yoğunlaştırdığını ifade eden Ülkümen, buna karşın, İngilizlerin, Türkiye’yi savaşa sokmaya çalıştığını, Almanların da Türkiye’yi tarafsız bırakmaya çalıştığını ifade eder (Ülkümen, 1993:27-35).

Uluslararası arenada bunlar olurken, Türkiye’de de özellikle azınlıklar açısından bu dönemde, önemli gelişmeler yaşanmıştır. Türkiye’deki azınlıklar, özellikle de Yahudiler için bu yıllar oldukça zor yıllardır. Yahudilere yönelik, 1934 yılı Trakya Olayları ve tüm azınlıkları derinden etkileyen, 12 Kasım 1942 Varlık Vergisi kararı bu dönemde gerçekleşmiştir. Varlık Vergisi tartışmaları Türkiye’nin 1942 yılının iç gündemini doldururken, dünya gündemini ise Almanya’nın ilerleyişi oluşturmaktadır. Ülkümen’in ifadesiyle, “1942 yılı, Alman askeri kudretinin en parlak yılıdır” (Ülkümen, 1993:41). Dönemin 500. Yıl Vakfı Başkanı Jak Kamhi’nin ifadeleri, 1940’ların şartlarını hatırlatması bakımından önemlidir:

“… Bulgar Kıralı’nın, Hitler’in Bulgaristan Musevileri’nin kamplarda enterne edilmesi ültimatomunu reddetmesini takip eden birkaç gün içinde Bulgaristan’ın işgal edildiği bir ortamda karar mevkiindeki kişilerin Türkiye’de yaşayan onbinlerce Musevi’nin korunmasına öncelik veren bir yaklaşım ve politika izlemesi belki de bir gereklilik idi.

Neticede, böyle bir dram karşısında Struma’daki muhacirler için insanlık uğruna başka çözümler bulunabilir miydi, bulunamaz mıydı? Bunu bugün dahi cevaplamak kolay değildir. Ancak hümanist değerlere öncelik veren bir kişi olarak ben, bu konudaki icraatı tasvip etmediğim gibi şiddetle kınamam da mümkün değildir” (akt. Yetkin, Tarih Yok:180-181).

60

Tüm bu gelişmeler çerçevesinde, II.Dünya Savaşı yıllarında Romanya’da Almanya yanlılarının iktidarda olduğu ve Alman birliklerinin de bu ülkede bulunduğu dönemde, uğradıkları baskı ve kıyım nedeniyle Romen Yahudiler ülkeyi terk ederek Filistin’e gitmek istemişlerdir. Yetkin’in anlatımına göre, Struma isimli bir gemi ile 12 Aralık 1941 tarihinde 769 kişilik Romen Yahudi, Köstence Limanı’ndan yola çıkarak 15 Aralık 1941 tarihinde İstanbul’a ulaşmış, ancak İngiltere’nin engellemeleri nedeniyle Türk Hükümeti’nin izin vermemesinden dolayı Filistin’e devam edemeyip İstanbul Limanında içindeki yolcuları ile birlikte 70 gün bekletildikten sonra Karadeniz’e geri gönderilmiş, 25 Şubat 1942 günü sabahı Yön Burnu’nun 4-5 mil açığında bir patlama sonucunda gemi batmış, infilak eden geminin yolcularından sadece bir kişi kurtulmuştur (Yetkin, Tarih Yok; 5-6).

Ülke basınının en güçlü kuruluşlarının merkezi olan İstanbul’da, 72 gün boyunca 769 insanın denizin ortasında Struma isimli bir gemide gözetim altında tutulması, Türkiye medyasından pek ilgi görmemiştir. Struma Gemisi’nin 24 Şubat 1942 tarihinde bir infilak sonucu batmasını, Anadolu Ajansı’ndan alıntılayarak 25 Şubat 1942 tarihindeki sayfalarına taşıyan dönemin yazılı basını, ajanstan gelen haberin sadece başlığını değiştirmiş, geri kalan metnini sayfalarında aynen kullanmıştır. Dönemin en etkin gazetelerinde yer alan Anadolu Ajansı haberi şu şekilde gazetelere yansımıştır:

“Anadolu Ajansı’nın selahiyyettar membadan haber aldığına göre, içinde 769 Romanyalı Yahudi bulunan Panama bandıralı Struma vapuru İstanbul’a 15 Kanunuevvel 1941 tarihinde geldi. Gemi, makinesinde tamiri müşkül ve hatta kasten olduğu intibaını veren arızaların bu Yahudiler’i kabul edebilmesi ihtimal olan devletlerin Ankara’daki mümessillerine birkaç deva müracaat edildiği gibi bu Yahudiler’i geldikleri memlekete iade etmek imkânı olup olmadığı araştırıldı. Diğer taraftan da bu Yahudiler’e ya yollarına devam etmeleri veya geri dönmeleri için birkaç kere tebligatta bulunuldu. Müracaat edilen devletlerden kimi alaka göstermedi, kimi de kabul edemeyeceğini bildirdi. Romanya’nın Ankara sefiri de bunların Romanya tebaalı Yahudi olduklarını, memleketi yolsuz bir şekilde terk ettiklerini ve kendilerinin Romanya’ya kabulünün asla bahis mevzuu olamayacağını bildirdi.

Geminin tamiri hitam bulduğu halde, bizzat Yahudiler ne yollarına devam ettiler, ne de geriye döndüler. Çünkü geminin kaptan ve tayfası Bulgar olduğu ve Bulgaristan harp halinde bulunduğu için yollarına devam etmek istemiyorlardır. Binaenaleyh gemiyi geldiği denize iade etmekten başka imkân kalmadığı cihetle bu hususta alaka gösterecekleri zannedilen devletlerin mümessillerine haber verildi ve badehu gemi, 23 Şubat’ta Karadeniz’e iade edildi.

61

Ertesi gün sabahleyin Boğaz dışında Yön Burnu’nun 4-5 mil kadar açığında bir infilaktan sonra geminin batmakta olduğu haber alınarak tahlisiyeler gönderildi” (Kakınç, 2012:230-231).

Ancak, Anadolu Ajansı’nın Türk hükümetinin II. Dünya Savaşı dönemindeki denge politikası gereği kurguladığı aktarımından farklı bir şekilde olayın anlatıldığı kaynaklar da bulunmaktadır. Özellikle, “Struma Gemisini Kim Batırdı?” sorusu, bir türlü açığa kavuşturulamamıştır. Türkiye medyasında 1942’de, geminin bir “infilâk” sonucu battığı anlatısı varken, özellikle 2012’den sonra, geminin bir “Rus denizaltısı” tarafından batırıldığı anlatısı egemendir. “Sovyet Rus denizaltısı” iddiasını Kakınç da Struma İstanbul

Açıklarında 72 Gün Boyunca 769 Yahudi’nin Dramı! isimli kitabında

işlemektedir. Kakınç, ShCh-213 isimli Sovyet denizaltısından gönderilen bir torpille Struma Gemisi’nin batırıldığını öne sürmektedir (Kakınç, 2012:230). Ancak, Struma Gemisi Olayı ile ilgili en kapsamlı araştırmalardan biri olan Yetkin’in Batılıların Kirli Yüzü Struma isimli kitabında ise gemiyi batıranın farklı bir ülkenin denizaltısı olduğu iddia edilmektedir. Struma Gemisi’nin infilâkının ardından sağ olarak kurtulan tek yolcu olan David Stoliar’ın beyanına göre geminin Türkiye tarafından batırıldığı (Yetkin, Tarih Yok; 201)*

Anadolu Ajansı’nın servis ettiği metindeki bazı kelimeler, maalesef günümüzde

kullanılmamaktadır. Günümüz okurunun anlayabileceği şekilde metin Osmanlıca-Türkçe

Ansiklopedik Büyük Lûgat.(1990). (hzl. A. Yeğin vd.). İstanbul: Türdav Basım ve Yayım,

isimli sözlükten faydalanılarak günümüz Türkçesine çevrilmiştir.

“Anadolu Ajansı’nın güvenilir kaynaktan edindiği bilgiye göre, içinde 769 Romanyalı Yahudi bulunan Panama bandıralı Struma vapuru İstanbul’a 15 Aralık 1941 tarihinde geldi. Gemi, makinesinde tamiri zor ve hatta kasten olduğu izlenimini veren arızaların bu Yahudileri kabul edebilmesi ihtimal olan devletlerin Ankara’daki temsilcilerine birkaç defa başvurulduğu gibi bu Yahudileri geldikleri memlekete iade etmek imkânı olup olmadığı araştırıldı. Diğer taraftan da bu Yahudilere ya yollarına devam etmeleri veya geri dönmeleri için birkaç kere tebligatta bulunuldu. Başvurulan devletlerden kimi alaka göstermedi, kimi de kabul edemeyeceğini bildirdi. Romanya’nın Ankara Büyükelçisi de bunların Romanya vatandaşı Yahudi olduklarını, memleketi kanuna uygun olmayan bir şekilde terk ettiklerini ve kendilerinin Romanya’ya kabulünün asla mümkün olamayacağını bildirdi.

Geminin tamiri sonuçlandığı halde, bizzat Yahudiler ne yollarına devam ettiler, ne de geriye döndüler. Çünkü geminin kaptan ve tayfası Bulgar olduğu ve Bulgaristan savaş halinde bulunduğu için yollarına devam etmek istemiyorlardı. Bundan dolayı gemiyi geldiği denize iade etmekten başka imkân kalmaması nedeniyle bu konuda ilgi gösterecekleri tahmin edilen devletlerin temsilcilerine haber verildi ve ondan sonra gemi, 23 Şubat’ta Karadeniz’e iade edildi. Ertesi gün sabah vaktinde Boğaz dışında Yön Burnu’nun 4-5 mil kadar açığında bir

patlamadan sonra geminin batmakta olduğu haber alınarak kurtarma ekipleri gönderildi”.

* İsrail’in en yüksek tirajlı gazetesi Haaretz’den Ofer Aderet’in 24 Şubat 2012’de David Stoliar

ile yaptığı röportajda, Stoliar, “Sabahın erken saatlerinde bir Sovyet denizaltısı bize bir torpido fırlattı” demekte, dolayısı ile Çetin’in iddiasının aksine, Struma’yı batıranın bir Türk denizaltısından fırlatılan bir torpido olduğunu söylememektedir.

http://www.haaretz.com/israel-news/the-lone-survivor-of-a-jewish-refugee-ship-1.414588 (Erişim tarihi: 21.02.2016).

62

veya bir Alman denizaltısı tarafından batırıldığı iddialarını (Yetkin, Tarih Yok;183) reddeden Yetkin, yerli ve yabancı araştırmacılar ile, İngiliz arşiv belgelerine dayandırdığı iddiasında şu görüşlere yer vermektedir:

“26 Şubat 1942 günlü İkdam gazetesinde yer alan haberde de, batan Çankaya’dan kurtularak filikalara binmeyi başaran denizcilere bu denizaltının bir de top ateşi açtığı yazılı bulunuyor. Demek ki, Struma ile Çankaya, aynı gün ve aynı sularda bir denizaltı tarafından batırılmış bulunuyorlar. Bu olgunun ortaya koyduğu sonuçlar ise şunlardır:

a- Aynı anda aynı sularda iki ayrı devlete ait iki ayrı denizaltıdan birinin Struma’yı birinin de Çankaya’yı birbirinden habersiz olarak batırmış bulunması akla yakın bir şey olmadığına göre, her iki gemiyi batıranın da aynı denizaltı olması çok büyük bir olasılıktır.

b- Bir Türk denizaltısının kendi karasularında bir Türk gemisini batırmış, ondan sonra da filikalardaki Türk denizcilerinin üzerine ateş açmış olması öne sürülemeyeceğine göre de, Struma’yı batıran denizaltının Türkiye’ye ait olmadığı besbellidir.

Öte yandan, başta Mefkure olmak üzere Yahudi mültecileri taşıyan başka Türk gemilerinin kimliği belirlenemeyen denizaltılarca batırılmış olduğu da bir başka gerçektir. Herhalde, bunları da Türk denizaltıları batırmış olamazlar.

Almanya’ya gelince; her şeyden evvel önce, bu ülkenin Filistin’e gidecek Yahudiler yüzünden

İngilizler ile Arapların arasını açmayı planladığını bildiğimize göre, Struma’nın yoluna devam etmesi Almanya’nın çıkarları gereğiydi. İkincisi, Romanya Alman denetimi altında olduğu için, Struma yolcuları, Almanlar onları bırakmasaydı zaten hiç yola çıkamazlardı. Kaldı ki, Almanların Struma’yı batırmaları için onun önce İstanbul’a ulaşmasını beklemeleri de gerekli değildi.

Sovyetler Birliği’ne ait bir denizaltının Struma’yı yanlışlıkla batırmış olduğu savı da, geçerli bir sav değildir. Çünkü:

1- Bir denizaltının bir ticari gemiyi batırması için onun düşmana ait olması gerekir. Bu nedenle de , o denizaltının hedefinin kimliğini saptaması en doğal davranıştır. Herhalde, deniz üzerinde gördüğü her gemiyi batıracak değildir. Öyle yapacak olsa, bu gemi kendi devletine ait olabileceği gibi bir müttefik gemisi de olabilir. Struma ise Panama bayrağı taşıyordu. Panama, müttefik bir devletti.

2- Yanlışlık savını geçersiz kılan bir başka olgu da, batırılacak geminin bir Türk gemisi olması olasılığının en güçlü olasılık olduğu idi. Çünkü, olay, Türk karasularının tam bitiminde ve İstanbul Boğazı açıklarında olmuş bulunuyor. Sovyetler Birliği, Türkiye’nin Almanya’nın safında yer almaması için çaba gösterdiği bir sırada herhalde deniz kuvvetlerinin de hedef seçtiği gemilere dikkat ve özen göstermesi gerekiyordu.

3- Kaldı ki, Struma olayından önce Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye kendini Sovyet denizaltısıymış gibi gösterecek olan Alman denizaltılarının Sovyetler ile Türkiye’nin arasını açmak için Türk gemilerini batıracağı istihbaratının andığı bildirdikten sonra, Sovyet deniz kuvvetlerinin çok daha dikkatli olduklarını kabul etmek gerekir. Gerçekten de, Sovyetleri Birliği’nin o tarihte böyle bir olaydan ne denli kaygılandığı gazete sayfalarına kadar geçmiş bulunuyordu.

Almanya, Türkiye ve Sovyetler Birliği’ne ait bir denizaltı Struma’yı batırmamış, olsa da bir başka devletin denizaltısının bu cinayeti işlemiş olması gerekir. “Her ne pahasına olursan

63

olsun” Struma’daki Yahudilerin Filistin’e gelmelerini önlemek kararında olan İngiltere’nin ise, Struma’yı batırmak için hem nedeni ve hem de olanağı vardı.

Tüm bu olasılıklar dışında, İngilizlerin Yahudilere karşı o dönemde Filistin’e ulaşabilmiş olanlarını bile öldürecek, onları toplama kamplarına koyacak, tropikal bir adada hücrelere kapatacak kadar, içinde bulundukları gemilere ateş açacak kadar acımasız oldukları tartışma götürmez tarihsel gerçektir” (Yetkin, Tarih Yok:208-212).

Tüm bu tartışmalar, Struma Gemisi Olayı’nın aydınlanmayan birçok yönünün olduğunu göstermektedir. Hiçbir devlet/hükümet bu olayda sorumluluk üstlenmek istememiştir. Konunun bir süre sonra unutulacağını varsayımı ile söz konusu olayın kamuoyunda tartışılmaması ve gündemde kalmaması için Türk hükümeti de bir direnç göstermiştir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM