• Sonuç bulunamadı

III. ORHAN PAMUK’UN HAYATI VE ESERLERİ

1. GÜRCÜ VE TÜRK EDEBİYATLARI ARASINDAKİ İLİŞKİLER VE ORHAN PAMUK’UN ESERLERİNİN GÜRCÜCE ÇEVİRİLERİ

2.3. SOVYET DÖNEMİNDE TÜRKÇE-GÜRCÜCE ÇEVİRİLER

Sovyet dönemi, özellikle Büyük Tasfiye öncesi yıllar, Çarlık döneminde dış dünyaya göreceli olarak kapalı toplumların harici kültürel etkilere açılımı dönemi olmuştur ve edebiyat da bu açıdan istisnai durum oluşturmadı. Enternasiyonalist retorik kullanımına büyük önem veren Sovyet sistemi, vatandaşlarına bu değerleri aşılama yöntemlerinden onları dünya edebiyatı ile tanıştırmaya büyük önem verdi, dolayısıyla, daha önce, bazi istisnaları sayımasak, daha çok eski imparatorluk topraklarının ana dillerinden çok Rusça’ya çevirilen dünya edebiyatı klasiklerinin yerine yavaş yavaş Gürcüce,Ermenice,Kazakca,Azerice gibi, Sovyet halklarının ana dillerine yapılan çeviriler yerleşmeye başladı. Burada, Çarlık döneminde çok etkili ve yoğun Ruslaştırma politikası yerine Korenizatsya olarak adlandırılan, yerlileştirme politikasının da büyük etki olmuştu – Korenizatsya, daha çok müttefik cumhuriyetlerinde yerel etnik grupların yönetimlerde güçlendirmeyi hedeflese de, bununla birlikte, yerel kültürler üzerine de büyük katkısı olmuştur. Daha önce daha çok yerli ana dili hakları aktivistleri ve edebiyat tutkunlarına kalan iş artık devlet bünyesinde yapılmaya başlandı ve çeviri faaliyeler hem genişledi hem hızlandı (Sunny,Martin, (Ed.),2001:67-68).

Sovyet dönemine, yapılan çeviriler ve yazar seçimi, ülkenin ideolojik ağırlığını ortay koyarak, sol eğilimli yazarların veya Kominern çevrelerine yakın figürlerin lehnide olsa da, çevirilerin tamam için bu söz konusu değil ve siyasi eğilimlerine rağmen, pek çok, komünist veya sol eğilimli olmayan, ancak eserleri klasik olarak kabul edilen pek çok yazarın kitapları da tercüme edildi. Bu açıdan, Türk edebiyatı da istisna olmadı ve şimdiye kadar, Sovyet döneminde yapılan Türk edebiyatından çevirilerden bahsedecek olursak, aklımıza ilk gelen muhtemelen Nazım Hikmet olacak – 1920’li yıllardan itibaren Komünist hareketi içerisinde bulunan şair, Sovyetler Birliğinde yaşayıp eğitim görmüş ilk Türk edebiyatçılarından biri olduğu için, hem ideolojik önemi, hem eserlerinin estetik ve edebi açıdan kuvvetli olması eserlerinin çevrilmesine önemli bir etken

olmuştu, ayrıca, Nazım Hikmet’in ‘Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim’ adlı romanının bazı bölümlerinde olay örgüsünün Batum’da geçmesi, yeni filizlenen, komünist eğilimli Gürcü okur kitlesinin bir kısmında yazara karşı ilgi uyandırmıştı. Nazım Hikmet dışında, Sovyet Gürcistan’da ilgi gören diğer Sosyalist Türk yazarlarından Sabahattin Ali, Suat Derviş ve Aziz Nesin’i ayırt edebiliriz, ancak, erken Sovyet döneminde, Gürcüceye ancak Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali’nin eserleri çevrilip yayımlanmıştı, örneğin, Nazım Hikmet’in yayımlanan ilk Gürcüce çevirileri Stalin dönemine aittir – 1951 yılında Zoia adlı şiiri kitapçık olarak Sabiltgami yayınları tarafından yayımlanmıştır. Süreli yayınlarda Türk yazarlarının eserlerinin yayımlanmasının başlangıcı da aynı döneme denk geliyor, örneğin, Sabahattin Ali’nin Ayran adlı öyküsü, aynı 1951 yılında, Droşa (Bayrak) dergisinin 1951-3. Sayısında yayımlanmıştır. Aynı dönemde, genel çeviri faaliyetlerle birlikte Türkçeden Gürcüce tercüme faaliyetleri de yen güç kazanıyor ve özellikle Stalin’in ölümünden sonra, hem süreli yayınlarda, hem kitap olarak Türk yazarlarına ait pek çok eser Gürcistan’da yayımlanmıştı.

Çeviri faaliyetler özellikle 1960 yıllarında yeni ivme kazanır ve sonraki dönemlerde Gürcistan’da büyük üne kavuşacak olan Aziz Nesin başta olmak üzere, pek çok Türk yazarının eserleri bu dönemde Gürcüceye çevriliyor, Aziz Nesin’in ilk çeviri hikayesi de Droşa dergisinin 1963 – 11.

Sayısında yayımlanmıştır. 1966 yılında Ömer Seyfettin’in hikayeleri Komünist gazetesinde tefrika edilmiş, 1967’de ise, Nodar Canaşiya’nın çevirdiği Suat Derviş’in ünlü romanı Fosforlu Cevriye kitap olarak Sabçota Sakartvelo (Sovyet Gürcistan) yayınları tarafından yayımlanmıştır. Bu dönemde kitap olarak yayımlanan, Türk edebiyatının bir diğer klasik romanı ise, Reşat Nuri Güntekin’in kaleme aldığı Çalıkuşu’dur – Gürcüce çevirisi, 1961’de kitap olarak yayımlanır.

1960’lı yıllarında, Türk yazarlarının eserleri, ayrıca, Doğu edebiyatı derlemelerinde de yer aldı – örneğin, Armağan adı ile yayımlanan, antoloji niteliği de taşıyan, dört ciltten oluşan derlemede Aziz Nesin, Fakir Baykurt, Yakup Kadri, Sait Faik gibi yazarların eserleri yer alıyor.

1970’li yıllarda özellikle kitap olarak yayımlanan çeviri sayısında önemli bir artış görünür , ayrııca, Orhan Kemal gibi önemli yazarların eserleri de ilk defa bu dönemde kitap olarak yayımlanır.

1970’li yılların sonu ve 1980’li yılların başlangıcıyla Sovyet Birliğinde sansür gittikçe zayflanmaya başlayarak, daha önce çeşitli nedenlerden ötürü üzerine çok fazla durulmamış yazarlarla birlikte, Türk edebiyatının klasiği olarak kabul edilen eserler ve ideolojik açıdan uyumlu olmakla beraber çeşitli nedenlerle çevrilmekten çekinilen edebi eser de tercüme edilerek yayımlanmıştır. Örneğin, İbrahim Goradze’nin yaptığı, Yaşar Kemal’ın ünlü romanı İnce Memed’in birinci kitabının çevirisi 1984 yılında, ikinci kitabınınki ise 1986’da Sovyet Acara yayınları tarafından basılmıştır. Aynı dönemde, çarpıcı anlatım tekniği ve Türkiye’nin sosyal sorunlarının en karanlık yönlerine değinmesiyle ün salmış Bekir Yıldız’ın hikayeleri de Gürcü basın ve çeviri edebiyat derlemelerinde yer almaya başlıyor, ancak, Bekir Yıldız’ın eserleri, oldukça tanınır olmasına rağmen, ister Sovyet döneminde, ister sonrasında kitap olarak yayımlanmamıştır. Kitap olarak yayımlanmamış pek çok eser ise, zamanında edebiyat temalı süreli yayınlarda yer almıştır – örneğin, ünlü Gürcü şairi Pridon Halvaşi’nin çevirdiği Orhan Veli’nin bazı şiirleri dönemin popüler edebiyat dergilerinden

‘Saunje’nin sayfalarında yer aldı.

Dönemin Türkçe-Gürcüce çeviri faaliyetlerinin bir diğer özelliği coğrafi unsurlardır,Tiflis’te aktif yayınevlerine göre, Batum’da faaliyet gösteren yayınevleri daha fazla çeviri eser yayımlamıştır – bunun sebeplerinden biri, kuşkusuz günümüzdeki Acara Özerk Cumhuriyetinin neredeyse üç yüzyıl boyunca Osmanlı hakimiyetinin altında olması ve Osmanlı dönemi bittikten sonra da, Türkçenin daha çok biliniyor olmasından kaynaklı. Bu konuda, yukarıda bahsettiğimiz Sovyet Acara yayınları önemli bir yere sahiptir – Fakir Baykurt, Nazım Hikmet, Orhan Kemal gibi yazarların eserleri Gürcistan’da ilk kez Batum’da, Sovyet Acara tarafından yaymlanmıştır. Türkçe – Gürcüce çeviri faaliyetlerinin Acara’da, özellikle Batum etrafında yoğunlaşmasında bir diğer önemli unsur ise, bölgenin, Türkiye - SSCB sınırları kapalı olduğu halde (Sarp Sınır Kapısı ancak 1988’de açılacaktı.) Türkiye ile sürekli temaslar içinde olması ve Sovyet döneminde Türkiye’ye göç etmiş bazı Batumluların geri dönmesidir. Örneğin, dönemin aktif ve etkin çevirmenlerinden İbrahim Yavuz Goradze de, Sovyet döneminin ilk yıllarında Türkiye’ye göç ederek, uzun yıllar boyunca Muş ve Diyarbakır’da, Doğu’ya Karadenizliler iskanı politikası kapsamında yaşadıktan sonra tekrar Batum’a dönen Gürcülerdendi. 16 Sınırın diğer tarafında akrabaların varlığı, Sovyet öncesi döneminde birikan iki ülke arasındaki temaslar ve sınırların kapalı olduğu dönemlerde bile geçişlerin, kaçak olarak olsa da devam etmesi, bölge halkında, profesyonel seviyede olmasa da, Türkçe bilen bir kitle yarattı. Ayrıca, 1944 ve 1951 yıllarında Orta Asya’ya sürülene kadar, bölgede Türkiye kökenli ve Türkçe bilen, etnik olarak karma bir topluluk da mevcuttu; bu topluluk günümüzde Orta Asya’da, Kyrgizistan ve Kazakistan gibi ülkelerde ikamet etmekte; aralarında Türklerle birlikte Lazlar (Dervişova,2011) ve Rum kökenli Müslümanlar17 da vardı. Etnik ve dilsel olarak renkli ortamda, Rus hakimiyeti ile birlikte gelen Rusça ile birlikte, Türkçe de bir nevi Lingua Franca görevi görüyordu; dolayısıyla, bölge, Türk - Gürcü edebi ilişkilerinin derinleşmesi için de verimli zemin yaratmış oldu. Bir taraftan ister ailede, ister eski eğitim kurumlarında Türkçe öğrenmiş olan, diğer taraftansa geri dönen muhacirler ve aileleri, bölgede Türkiye ve Türk kültürü ile temasları canlı tutan unsurlar haline geldi. Ayrıca, bu ortamda, Türkiye’ye yaşayan Gürcülerle ilgili araştırma yapan ve diaspora temsilcileri ile de temas kuran, önce KGB büniyesinde olsa da, sonradan bağımsızlaşan pek çok dernek ve kuruluş ortaya çıkmıştır, Acaralı yazarlardan pek çoğu da, ister Türkiye’deki Gürcü diasporası, ister bölgenin tarihi ile ilgili pek eser kaleme almıştır.

Diaspora temsilcilerinin ilk ziyaret yerlerinden biri de, bölge kökenli olsun olmasınlar, Batumi oldu.

Sovyet döneminde herhangi edebi faaliyeti, çevirmenlik dahil olmak üzere, karakterize eden unsurlardan biri ideolojikti – edebi kalitesi ve ülkesindeki yeri ne olursa olsun, ilk tercih edilen genelde sol eğilimli, özellikle komünist yazarlar oluyordu. Böylece, bu çerçevede, eserleri çevrilen yazarlar arasında Yaşar Kemal, Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali gibi büyük bir öneme sahip usta yazarlar olsa da, Bekir Yıldız veya Fakir Baykurt gibi, edebi değeri önemli olduğu halde, ülkelerinde sınırlı okur kitlesi olan yazarlar da ülkelerinde hiç görmediği kadar rağbet gördü. Diğer yandan, Ahmet Hamdi Tanpınar veya Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi yazarlara, Türkiye’de popüler ve önemli yerlere sahip oldukları halde, yeterince kadar ilgi gösterilmedi – Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eserlerinden Saatleri Ayarlama Enstitüsü ancak 2014’de yayımlanmıştı, Yakup

16 İbrahim Yavuz Goradze’nin daha ayrıntılı biyografisi için bkz. http://www.gdd.org.tr/mutfakdetay.asp?id=160

17 İsmail Bardaçidze ile yapılan bu konuya dair söyleşiye şu adresten ulaşılabilir:

https://www.youtube.com/watch?v=WkQ-NAOmn7w

Kadri’nin eserleri ise, derlemelerde yer alan birkaç hikayesini saymasak, Gürcüceye çevrilmemiştir.

Bu trend, Sovyet birliğinde ideoloji baskısının zayflanmaya başladığı Perestroika döneminde değişmeye başlıyor ve daha önce yasak veya geniş kamuoyundan uzak pek çok eser ve yazar yeniden tanınmaya başlar, fakat, o dönemde Gürcistan’da yer alan ve ülkenin siyasetini derinden etkileyen siyasi olaylar zinciri yüzünden Türk edebiyatına diğer edebiyatlara verilen dikkat ve önem verilmedi ve ilgili tercüme faaliyetlerinin genişlemesi artık Sovyet sonrası, 1990’lı yıllara kaldı – Orhan Pamuk’un da dahil olduğu, pek çok önemi çağdaş Türk yazarının eserlerinin Gürcü okuru ile ilk tanışması 1990’lı yıllardan başlıyor.

Ortamın liberalleşmesi, ideolojik çerçevelerin gevşelemesi ve pek çok alanda kaldırılması, tekrar açılan sınır kapıları ve yeniden başlayan iki ülke arası seyahatlar, Gürcistan’da Türk edebiyatına karşı duyulan ilgiyi yeniden uyandırdı. Bu yeni aşamada, Gürcü edebiyatseverleri ile çevirmenler Sovyet döneminde pek tanınmayan Türk modernist edebiyatı ve gündellik edebiyat hayatı ile de tanışma fırsatı buldular ve böylece, yeni sayfa açılmış oldu.