• Sonuç bulunamadı

NOBEL ÖDÜLÜ VE TÜRK POPÜLER KÜLTÜRÜNÜN YARATTIĞI ÜN- ÜN-GÜRCİTSTAN’DA ORHAN PAMUK NEDEN POPÜLER

III. ORHAN PAMUK’UN HAYATI VE ESERLERİ

1. GÜRCÜ VE TÜRK EDEBİYATLARI ARASINDAKİ İLİŞKİLER VE ORHAN PAMUK’UN ESERLERİNİN GÜRCÜCE ÇEVİRİLERİ

2.4. NOBEL ÖDÜLÜ VE TÜRK POPÜLER KÜLTÜRÜNÜN YARATTIĞI ÜN- ÜN-GÜRCİTSTAN’DA ORHAN PAMUK NEDEN POPÜLER

Gürcistan’da yayına devam eden İmedi TV’nın 2 Mayıs 2019 günkü programıdır. Programa bakarak, hafta içi yayımlanan dizilerin tamamının (Al Yazmalım, Kördüğüm, Elif, Ufak Tefek Cinayetler, Elimi Bırakma.) Türk dizilerinden oluştuğunu görüyoruz. 20 Ulusal TV kanallarında dizi ve eğlence programlarında ayrılan zamanın çoğunluğunun Türk dizilerine harcanması doğal olarak, kültürel yayımacılık anlamında etkili olmuştu ve dizi izleyici kitlesinin, televiziyon etkisiyle, Türk kültürünün diğer ürünlerine yönelmesini sağladı, dolayısıyla, çağdaş Gürcistan’da, televiziyon dışında bütün ülkeyi kapsayacak kapasitesi olmayan medya aracını olmadığını dikkate alsak, zamanında Nobel Ödülünün Orhan Pamuk’a ilgiyi yaratmasında oynadığı rolüne benzer etkiyi TV dizilerinin yarattığını söylememiz mümkündür.

2.4.NOBEL ÖDÜLÜ VE TÜRK POPÜLER KÜLTÜRÜNÜN YARATTIĞI

insanları arasında ortaya çıkan, eski kuşağın pek çok temsilcisi tarafından yaklaşan devrimin işareti olarak algıladığı yabancılaşmayı gösteriyor. (Lyotard,1984:8) Bilimsel ve teknolojik gelişiminin getirdiği yabancılaşma doğal olarak sanat ve edebiyata da sıçradı; bilginin küreselleşmesinin getirdiği yerleşmiş toplumsal değerlere karşı şüphecilik ve teknolojik gelişme bir araya gelince de, bu sefer yeni kuşak yazarlarının etrafindaki dünyayı yeniden sorgulamalarına neden oldu.

Sorgulama ile birlikte yeni varoluşsal krizler ortaya çıktı ve bu açıdan, Postmodern edebiyatının karakteristik özelliklerinden biri yazarın kendi dışındaki dünyaya karşı yabancılaşması oldu. Bu yabancılaşmanın sebebpleri her zaman aynı olmasa da, genelde, toplumsal gelişime ayak uydurabilmiş yazarın, kendisinin gerisinde kalmış çevresinde verdiği psikolojik tepkidir. Bu özelliklerinden ötürü, Postmodern edebiyatı, aynı Postmodernizm kurallarına göre, realite statik ve her toplumda aynı olmasa da, okurunun daha aktif ve belirli birikime sahip olmasını talep eder, böylece, nufüsün bütün kesimlerine hitap etmez, dahası, böyle bir niyeti de yok, böylece, Orhan Pamuk’un Gürcistan’da yakaladığı popülerliğini anlamak için atmamız gereken adımlardan biri Gürcü toplumunun yapısına genel olarak bakmak ve onu, sosyolojik açıdan kısaca değerlendirmeye çalışmaktır – bir yazarın veya bir ülkenin kültürünün popüler olabilmesi için, onun, hedef toplumda verimli bir zemine kavuşması şarttır. Bu zemini yaratan etkenlerse, hedef toplumun sosyolojik, kültürel ve diğer özellikleridir.

20. yüzyılın sonu ve 21. Yüzyılın birinci yarısının Gürcistan’ı, Sovyetler Birliğinin dağılmasının ardından oluşan kaos ve hızlandırılmış, bazen devlet destekli kültürel değişiminin bir ürünüdür ve kendisinde birden fazla kültürel çevreye ait özellikleri içermektedir. Yüzyıllar boyunca Güney Kafkasya’da yaşayan, etrafindaki toplumlarla her zaman yoğun kültürel alış-verişte bulunan ve onlardan benimsediği kadar onlara da çok şey katmış Gürcü toplumu, Türki halklarla da tarih boyunca ciddi temaslarda bulunmuştur, ancak, son dönemlerde artan Türkiye-Gürcistan arasındaki kültürel alış-verişi sadece bununla açıklayacak olursak, cevabımız ve açıklamamız yetersiz kalır.

Aynı şekilde, önceki bölümde değindiğimiz TV dizilerinin popüler olması da, tek başına bir yazarı popüler kılabilen bir unsur olma yeteneğinden yoksundur – TV izleyicisi ve edebiyat okuru kitleleri, birbirlerinden her zaman aynı olmasa ve aralarında geçişkenlik mevcut olsa da, tek bir bütün oluşturmuyor, kitap okumak, televizyon izlemekle kıyasla entellektüel seviyesi daha üst olan gruplara hitap eden bir aktivite olarak kabul edilse de, toplumsal realite bu konuda beklenenden ve kabul edilenden daha farklı olabilir.

İlk etken, iki millet arasında bulunan zihniyet benzerlikleridir – din gibi ayrıştırıcı ve oldukça büyük fark yaratan etken söz konusu olmasına karşın, gündelik hayatta, insanlararası ilişkilerinde ve hayata karşı genel bakış açısında bu iki toplum arasında ciddi benzerlikler mevcut. Ancak, kültürel konulara değinirken, kabul etmemiz gereken bir başka husus da mevcuttur. Orhan Pamuk, üslubu, kullandığı edebi yöntemler ve geldiği sosyal sınıf itibarıyla tipik Türk yazarından daha çok yabancı, hatta kimilere göre, oryantalist Avrupalı yazarlara benzer. Orhan Pamuk’un ‘milli olmaması’ ile ilgili tartışmalar, Türkiye’de de yeni bir fenomen değil, siyasi temelli suçlamalar bir yana, eserlerinin edebi özelliklerinden yola çıkarak, Orhan Pamuk’un doğduğu ortamdan koparak bir Avrupalı yazar olduğunu söyleyenler sayısı az değil. Örneğin, Beyazit Akman, Pamuk’u Batı üsülü oryantalizmi benimsemekle suçlar – Akman’a gore, özellikle Beyaz Kale’den başlayarak, Pamuk, Sömürge çağı Batı’ının kültürel normlarını kopyalayarak, Batı toplumunda klişeleşmiş

Türk imajına ve stereotiplere uygun eserler vererek, hala post-sömürgeci bakış açısının etkisinde olan Batı’ya kendini kabul ettirmiştir, Akman,bunun Beyaz Kale romanındaki örneği olarak, Doğu – Batı çatışması üzerine olan romanın Türk karakterlerinin bilime karşı bakışlarını görüyor ve yazarı, gerçek böyle olmadığı halde, Türkleri bilime karşı anlayışsız olmakla suçladığı için eleştirerek Osmanlı döneminde özellikle tıbbın oldukça gelişmiş olduğunu anlatmaya çalışıyor (Akman,2016:62-64). Akman’ın Pamuk’a yönelltiği en önemli suçlama, yazarın kendi isteği ile

‘sömürgeleşmesi’dir. Akman, Robert Koleji mezunu, İstanbul’un seçkin ailelerinden birinin çocuğu olan Pamuk’u toplumdan kopuk, aşağılık kompleksi yaşayan ve Osmanlı’yı düşman olarak gören bir

‘endişeli modern’ olmakla suçluyor (Akman,2016:70). Bu açıdan, Akman’ın AKP döneminde popülaritesi artan hör görülen Anadolu halkı ve toplumdan kopuk Kemalist elitleri dikotomisinin etrafında bir fikir kurma niyetinde bulunduğunu söyleyebiliriz ve Akman, tam olarak haksız olmamakla beraber, Pamuk’u suçladığı şekilde, dönemin seçkinlerin desteklediği savlardan faydalanarak muhalif görüşleri ile tanınan yazarı eleştirmekten ziyade iktidara şirin görünme amaçlı hareketle suçlanabilir. Akman’ın niyetlerine rağmen, Pamuk’a yönelttiği suçlamalarının aynı zamanda belirli temel içeren, Doğulu yazarın gereksiz oryantalizmine karşı bir eleştiri olduğunu kabul etmemiz de gerekiyor.

Oryantalizm açısından, özellikle çağdaş Gürcü edebiyatı ortaya çıktıktan sonra, yani 19.

Yüzyılından itibaren, Gürcü edebiyatında Müslüman topluluklara karşı bakış, artık Batı edebiyatındaki klişelere uygun bir şekilde işlemeye başlıyor. Gürcü edebiyatında, Türkler, Müslümanlar ve İslami toplumlar genel olarak, tarih boyunca Gürcistan'ın ’endileri ile olduğu temaslar ve özellikle, açtığı savaşların bıraktığı izlerden esinlenmiş bakış açısıyla ele alınır. Bu açıdan, Gürcü edebiyatından oryantalist konulu iki esere kısaca değinmeyi uygun buldum. Bu iki eser Kondrate Tataraşvili’nin Memlük adlı romanı ve Cemal Karçhadze’nin Rahat-Luxumi adlı öyküsüdür. Her iki eser, Gürcülerle Müslümanların tarih içerisinde temasları ele alıyor. Birincisi köle olarak satılan iki Gürcü gencin hikayesini anlatıyor, diğeri ise, bir Avrupalı seyyahin İstanbul’da, Osmanlının Gürcistan seferine katılmış ve maddi zorluklar nedeniyle sokakta lokum satarak geçim sağlamak zorunda kalmış bir yaşlı askerle görüşmesi ve onun anlattığı kendi hikayesini. Her iki eser zamanında Gürcistan toplumu üzerine oldukça büyük etki yaratmış, ünlü sayan eserlerdendir. Dolayısıyla, her ikisinin toplumsal zevkleri esinleme kapasitesi mevcuttur.

Memlük,18. Yüzyılda, Batı Gürcistan’da başlıyor ve hemen başlangıcında, başkahramanlarından biri ile babasının Osmanlı – Gürcü muharebelerinden Xresili muharebesini tartışmasıyla başlıyor, romanın başlıca konusu, adından da anlaşıldığı gibi, o dönemlerde Gürcistan’ın batısında hala devam eden, genelde Osmanlıların elinde olan insan kaçırma ve köle ticaretidir. Eser, kendi hemşehrileri tarafından kaçırılıp Ali Yusuf adında bir Türk köle tacirine satılan,sonradan onun tarafından da biri Mısır Mamelüklerine diğeri ise Venediklilere satılan iki genci anlatıyor.

Romanda, Türk tipleri köle tacirleri, onlara ait geminin mürettebatı ve İstanbul Pazarı tüccarlarından oluşuyor ve genelde olumsuzdur. Ancak, romanın İstanbul ve Ortadoğu anlatımları, Ortadoğuya egzotik yaklaşım ve dönemin Avrupa kültüründe yayıgın oryantalist motiflerin içermesi zamanında Gürcü toplumunda Ortadoğu’ya ve ülkenin geçmişine dair ilgi yeniden uyandırmıştı.

Romanın popülaritesi, Sovyet döneminde onun, en az roman kadar ünlü film olarak uyarılmasına

yol açmıştır ve filmde geçen bazı cümleler (Örneğin: “Ne birisi Memlüktü ne de öteki Venedikli”) gündelik dile deyimler olarak geçmişti.

Kendisi de modernist/postmodernist bir yazar olan Cemal Karçhadze’nin Rahat-Luxumi adlı öyküsü ise, Mamelük’ten çok daha farklı resim çiziyor. Hikayenin başkahramanı İstanbul’da bulunan, diplomat olduğu ima edilen, uyuruğu belirtilmeyen bir batılı gezgindir. Gezgin, İstanbul sokaklarında dolaşırken Koca Süleyman lakaplı yaşlı bir tatlıcı ile karşılaşır, Koca Süleyman, zamanında, lalası olduğu ve özenle yetiştirdiği Oman Paşa ile Gürcistan seferinde bulunmuş ve anlatıcıya orada başından geçenleri anlatıyor. Koca Süleyiman, tipleme olarak (dinç, mistik görünüşlü, ilk bakıştan rahat görünen, ölümlülüğü ile barışık bir Doğulu.) 19. Yüzyılın Avrupa edebiyatında çokça yararlanılan Ortadoğulu, müslüman tiplerini anımsatıyor ve olay örgüsünün geçtiği yer ve zamana bakınca, bunun bilinçli bir oriyantalist tasvir olduğunu söyleyebiliriz.

Hikayenin en enteresan özelliği, Gürcüleri düşmanlarınından birinin, bu durumda bir Türkün gözünden anlatması ve bu açıdan, eser Gürcülerle ilgili olarak oldukça eleştirel tavır sergiliyor – onları ikiyüzlü, güvenilmez, her türlü ihanete meyilli, hırslı ve para düşkünü olarak gösteriyor, o kadar ki, Koca Süleyman, krala ve milliyetine sadık tek Gürcüyü gördüğü halde, bunu bile unutamıyor. Bu açıdan, Orhan Pamuk’a yönelik gayrimillilik suçlamalarını, Karçhadze’ye karşı da yapabiliriz. Hikayenin bir diğer ilginç özelliği, Gürcü tarihi ve folkloründe, ülkeyi işgal eden ve kendisinden onlara kılavuzluk etmek isteyen Osmanlı ordusunu yanlış yönlendirerek ülkesinin liderlerine ordu toplayıp düşmanı püskürtme fırsatı veren ve bunun için öldürülen Papaz Tevdore’nin hikayesini yeniden ve farklı perspektiften anlatmasıdır. Yazarın/anlatıcının olaya bakışı da bir başka üzerine durmamı gereken konudur. Anlatım biçiminden yazarın olaya saygısı ve tarihe karşı duruş belli olduğu izlenimi yaratsa da, anlatıcının Koca Süleyman’ın anlattıkları ile ilgili şüphesi, aynı anda yazarın da resmi tarihe yönelik şüphesini dışa vuruyor. Anlatıcı, hikayenin gerçek değil – Koca Süleyiman’ın, çok da kaliteli olmayan lokumları satabilmesi için uydurduğu bir yalan olduğundan şüpheleniyor.

Bu iki edebiyat eseri, iç kaynaklı Ortadoğu ya da Türkiye temaları da içeren, halk tarafından bilinen Gürcü edebi eser örnekleri oluşturuyor. Her iki metnin tanınırlığı, genel toplumda Ortadoğu ve Müslüman ülkelerine yönelik ilgi uyanması için yeterli sayılabilir.

Nobel ve yukarıda söz edilen etkenler dışında, Orhan Pamuk ve daha genel olarak, Gürcistan’da Türk kültürüne duyulan ilgi, dolayılı olarak Sovyet döneminden geliyor, dünyaya kapalı sisteme ve güçlü propaganda mekanizmasına sahip SSCB, özellikle sınırlarının korumasına önem veriyordu.

Türkiye – SSCB sınırı ise, Soğuk Savaş dönemi ülkelerarası sınırlarından belki en korunaklıydı.

Sınır bölgesine girmek bile resmi izinlere tabi ve oldukça zor bir işti. Böylece, Türkiye, Gürcüler için çok yakın, ancak bir de o kadar gizemli bir komşu haline bürünmüştü. Sınırlar kapatılıp iki ülke arasında ilişkiler durunca, Gürcüler için Türkiye ile ilgili iki çeşit kaynak kaldı. Sovyet dönemine özgü, yoğun çeviri faaliyetleri kapsamında çevrilen Türk edebiyatı ve Soğuk Savaş propagandası gereği, bazı istisnalar hariç, genelde çarpıtılmış haberler. Bu durumda, SSCB’nin Gürcü vatandaşları, genel olarak her türlü yabancı ve farklıya merak beslemeye başladılar, bu yüzden, 1988 yılında Sarp sınır kapısının açılmasının aslında ilişkilerin gelişmesi için zaten verimli toprağa düşmüş bir tohum olduğunu söyleyebiliriz.

Orhan Pamuk’u Gürcistan’da ünlü ve eserleri talepte olan bir yazar kılan bir diğer ve belki en önemli unsur onun Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış olmasıdır. Bu ödül, yazarın veya verildiği herhangi bir alanda bir insanın kazanabileceği en prestijli ödüllerden biridir ve Gürcistan da dahil, küresel toplumda böyle kabul edilir. Hatta pek çok ülkede, pek çok yayınevi, Nobel Ödüllü yazarların kitaplarını özel kitap dizisi kapsamında yayımlamıştı. Örneğin, Türkiye’de, Sabah Gazetesi Nobel Ödüllü yazarlar dizisi hazırlanmıştır. Gürcistan’da ise, İntelekti Yayınları, ნობელიანტები (Nobel Ödüllü (yazarlar)) adı altında, Saul Bellow, Luigi Pirandello, Nadine Gordimer gibi Nobel Ödüllü yazarların eserlerini çıkarmıştır. Nobel Ödüllendirme töreni ise pek çok ülke televizyonü tarafından canlı yayınlanıyor. Böylece, Nobel Ödülü, prestijli olduğu kadar dünya çapında görünürlüğü ve etkisi en yüksek ödüldür ve Nobel kazanmanın en kaliteli reklam demek olduğunu söylesek herhalde yanılmayız. Ödül almış ve eserlerine prestij kazandıran yazarın kitapları artık bir nevi statüs sembolü haline geliyor ve edebi değerinden bağımsız olarak Veblen malı olmaya başlıyor. Çevresindekilerin de Nobel Ödüllü yazarların kim olduğu, ne yazdığı, ne yaptığını bildiğinden haberdar, tüketici toplumun herhangi bir ferdi, söz konusu yazarların kitaplarına da artık Iphone gözüyle bakıyor ve okusa bile, kitapları satın almak edebiyat sevgisi ile ilgili olmaktan çıkar – kitapseverlik gösteriş merkezli bir faaliyet olmaya başlıyor ve artık hobi veya herhangi bir kişisel geliştirme aktivitesi olmaktan çok sosyal aktivite olmaya başlıyor. Tüketici toplumlarda kitapların böylesi bir nesneye dönüşmesi ilk bakışta sıradışı görünebilir, ancak Sovyet tüketim yelpazesinde kitapların yerine ve SSCB’de yaygın tüketim kalıplarına bakarsak, bu durum şaşırtıcı olmaktan oldukça uzaktır.

Kaliteli tüketici ürün açığı Stalin sonrası Sovyet dönemini ayrılmaz özelliklerinden biriydi, araba, kaliteli mobilya gibi lüks sayılan mallardan sosis, tuvalet kağıdı gibi temel tüketim ürünlerine kadar, neredeyse herşey bir gün piyasadan yok olabilirdi. Bu açıdan, bazen kitaplar da çok arzulanan bir tüketici malı haline gelebilirdi. Örneğin, daha çok kitap kapağıyla çıkan Sovyet kitapları, 1970’li yıllarda, süs eşyası görevi üstlenmeye başlamış ve bunun sebeplerinden biri, kağit eksikliği gibi sorunlar nedeniyle kaliteli kitapların talepleri karşılayacak seviyede yayımlanmamasıydı.21 Diğer ülkelerde çok satılan ve talep edilen eserler yerinde, Sovyetler Birliğinde halk arasında pek karşılığı olmayan, ideolojik ağırlığı yüksek, edebi değeri düşük yazarlar ve ideolojik kitaplar yayımlanıyordu, diğer, talebi yüksek olan, polisiye veya yabancı dillerden çeviri romanlarsa nadiren ve düşük tirajla yayımlanıyordu.22 Dolayısıyla, özellikle düşük tirajlı ama sevilen kitaplara sahip olmak, aynı zamanda bir statüs simgesi haline gelmeye başladı. Zor bulunan veya ‘prestijli’

yazarlara ait eserler, tıpkı ithal mobilya veya Versace kiyafetleri gibi gösteriş ürünleri hale geldi.

Durumu daha da zor kılan bazı kitapların paraya satılmayıp sadece önceden belirlenen miktarda atık kağit getiren müşterilere verilmesi gibi olaylardı.23 Özellikle 1970-80’lı yıllarda, ekonomik sorunlar nedeniyle SSCB’de her türlü tüketici ürünü açığı da arttı, doğal olarak, bu ürünlerle ilgili prestij de doğrudan orantılı olarak yükseldi. Kitapları popüler tüketim nesnesi haline getiren bir diğer faktör ise, ülkede İnteligentsiya olarak bilinen, eğitimli orta sınıfın varlığıydı. Bu grup, kitap

21 P. Gnyloribov – Oxota na Knigam v SSSR:Kak Eto Bilo,bkz. https://new-retail.ru/magaziny/istoriya/okhota_za_knigami_v_sssr_kak_eto_bylo1237/

22 A. Pashover - Sredneazyatskii Dyuma i Moem za Makulaturu – Kult Knigi v SSSR, Novoe Vremia, N18,12 Eylül,2014

23 Ayrıca bkz. E.S. Holmogorov. – Ditiya Knizhnogo Defitsita, Vzglyad, 12 Ekim, 2016

gibi, kişisel gelişiminin ayrılmaz parçası olarak gördüğü nesnelere ayrı ve özel önem veriyordu.

Dolayısıyla, diğer mallarla birlikte kitapların piyasada varlığı, İnteligentsiyanın iktidara karşı sadakatı ile doğrudan ilişkiliydi. Kitapları popüler kılan bir diğer unsur da onların süs eşyası olarak kullanılmasıydı. Renkli kitap kapaklı, kaliteli kağıda basılmış kitaplar, evlerde dekorasyon işlevi görmeye başladı.

SSCB’nin dağılmasının ardından yeniden kurulan ulus-devletlerde, çok önemli ideolojik farklara rağmen, eski döneme ait pek çok alışkanlık aynen veya biraz değişmiş şekilde devam etti – ithal mal takıntısı, belirli markalara düşkünlük gibi geç Sovyet dönemine ait pek çok tandans, özellikle 1990’lı yıllara damga vurdu. Bu açıdan, bir post-Sovyet toplum olarak, Gürcistan’da Orhan Pamuk’un neden çok popüler olduğu, yazarın üslubunun sevilmesi ve son zamanlarda artan Türk kültürel etkisinin artmasından ziyade Sovyet döneminden beri süregelen bazı alışkanlıklarla da açıklanabilir. Dinin kamusal alanlardan çektirildiği, seküler ahlak ve ideolojik kuralların başat olduğu Sovyet toplumunda, Nobel Ödülü gibi seküler, insanı yücelten özelliklere sahip olduğu varsayılan ödüller ve sahipleri Sovyet propagandasında önemli yere sahiptiler. Böylece, Nobel Ödülü kazanmanın reklam olarak değeri, Sovyet sonrası döneminde, hem korundu, hem kapitalist ticari ahlakı yayıldıkça, daha büyük etki kazandı. Orhan Pamuk’un, Gürcistan da dahil, yurtdışında ününü arttıran bir diğer unsur da siyasi açıklamalarıdır. 2005’te başlayan süreç, yetmez ama evet kampanyası ve yazarın, çeşitli medya kuruluşlarına verdiği demeçlerle devam etti ve bir şekilde, Orhan Pamuk, siyasi görüşleri ile de tanınmaya başladı. Her ne kadar onun Nobel Ödülü kazanmasının yegane sebebinin siyasi açıklamaları olduğu iddialarına katılmasam da, özellikle popülaritesinin artmasında siyasi açıklamalarının rolü oldukça yüksek – Türkiye’de hassas bir konu olan, ancak ABD ve Rusya dahil pek çok ülkenin soykırım olarak kabul ettiği 1915 Olayları ile ilgili açıklamaları bu konuda özellikle etkili olmuştur. Avrupa ve ABD medyasında gündem yaratan yazarın Gürcistan’da da dikkat çekmesi, ünün artmasında doğal olarak sebep olmuştur.

Gözardı edilmemesi gereken bir diğer unsur, yayınevleri tarafında yürütülen reklam sürecidir.

Örneğin, Orhan Pamuk’un pek çok kitabının Gürcistan yayıncısı Bakur Sulakauri Yayıncılık, 2014 yılının Mart ayında yazarı Tiflis’e davet etti.24 Ulusal kanallar tarafından da yakından takip edilen ziyarete, Gürcü toplumu yoğun ilgi gösterdi ve medya aracıyla, Orhan Pamuk artık ülke çapında tanınan ilk Türk yazarı oldu.

Sonuçta, Orhan Pamuk, Gürcistan’da popüler olmasını, Sovyet döneminden kalma alışkanlıklara, Nobel Ödülünün yarattığı üne ve siyasi açıklamalarının dünya medyasındaki yankılarına borçludur.

Genel olarak Türk TV dizileri gibi popüler kültür ürünlerinin hem popülarite, hem talep açısından artması, bir ikincil etken olarak çok önemli olsa da, tek başına olayların akışını değiştirecek kadar etkili bir aktör olduğunu düşünmüyorum. Türk popüler kültürü yayılmadan önce de, sınırların kapalı oluşu ve Sovyetler Birliğinde Doğu Bilimleri olarak bilinen üniversite bölümleri devletçe desteklenen ve kültürel alanda aktif olduklarından, toplumda, Türkiye’ye yönelik ilgi zaten mevcuttu. Dolayısıyla, Türk ana akım popüler kültürünün gelişi, Orhan Pamuk gibi yazarlarına yol açmaktansa, mevcut olan ilgiyi karşılamaya yönelmiş oldu. Gürcü edebiyatında Türkiye ve

24 Ayrıca bkz. Orhan Pamukis Tbilisi,Rustavi 2, 16.03.2014 https://www.youtube.com/watch?v=4Z-6EKeEMJQ

Türklerle ilgili konuların oldukça yoğun şekile işlenmiş olması ise, okurların, genel olarak Türk edebiyatına yönelmesi için verimli zemin yarattı. Böylece, Orhan Pamuk’un popülaritesi verimli zemin bulması ile açıklayabiliriz. Kültürel açıdan Türkiye’den o kadar da farklı olmayan, İslami ve Doğu kültürleri ile yüzyıllara dayanan temasları olan bir toplumda bir Türk yazar her zaman okurlarını bulur. Ayrıca, Gürcü toplumunun Türkiye toplumunun aksine, Ermeni meselesi gibi konulara çok da hassas yaklaşmaması, Türk okurlarının bir kısmını uzak tutan yazarın siyasi kişiliğinin etkisi efektif bir şekilde sıfırladı. Türkiye’de, okurların bir grubu için tek başına boykot nedeni olabilecek pek çok siyasi etken Gürcistan’da işlevsizdir.

Ve son olarak, SSCB döneminden hemen sonra, eski Sovyet ülkelerinde ortaya çıkan modernist ve postmodernist edebiyatının popülerleşme eğitiminden de kısaca söz etmeliyiz. SSCB dönemine ideolojik olarak hor görülen ve yasak olmasa da, resmi edebiyattan yok edilmeye çalışılan postmodernizm, SSCB’nin dağılmasının ardından popülarite patlamasını yaşadı, daha önce fiilen yasak ve devlet destekli yayınlarda eleştirilen, hatta dalga geçilen sanat akımları artık neredeyse tek gerçek haline gelmişti. Öyle ki, Rus edebiyat bilimcilerinden Viyacheslav Kuritsin, 1990’lıların başından postmodernizmin Rus edebiyatından neredeyse tek sürükleyici güç haline geldiğinden bahsediyor. (Kuritsin, Akt. Epşteyin, 2000: 54) SSCB ve hemen sonraki evrede, Gürcü okur, pek çok yazarın Gürcüce çevirileri mevcut olsa da, Sovyet dönemi aydın insan algısına uyarak ve kabul edilen kuralları devam ederek, SSCB’nin resmi dili olan Rusçanın aktif kullanımına devam etti ve çeşitli sebeplerden Rus edebiyatı ve Rusçaya çevrilen dünya edebiyatını takip etmeye devam etti, dolayısıyla, özellikle 1990’lı yıllarda ve 2000’li yılların başında, Gürcü okurlarının, özellikle aydın olarak kabul edilen, edebiyat sahnesinde aktif insanlar üzerine Rus edebi hayatının etkileri devam etti – dolayısıyla, Orhan Pamuk’u da kapsayan postmodern edebiyat modası, bir anlamda Rus etkisiyle ve SSCB sonrası oluşan, SSCB döneminde yasak akımlara yönelme eğiliminin doğal bir sonucu olarak görülebilir – bu evrede, Gürcistan’daki kültür hayatı, henüz tam olarak eski Sovyet sanat çevrelerinden kopmuş değil, hatta, kendini hala bu çevrenin bir parçası olarak görüyor ve onun benimsediği değerleri benimsemeyi bir nevi zorunluluk olarak değerlendirmektedir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

KARA KİTAP’IN GÜRCÜCE ÇEVİRİSİ