• Sonuç bulunamadı

ORHAN PAMUK’UN ROMANLARININ GÜRCİSTAN SERÜVENİ – GÜRCİSTAN’DA ORHAN PAMUK NEDEN POPÜLER

III. ORHAN PAMUK’UN HAYATI VE ESERLERİ

1. GÜRCÜ VE TÜRK EDEBİYATLARI ARASINDAKİ İLİŞKİLER VE ORHAN PAMUK’UN ESERLERİNİN GÜRCÜCE ÇEVİRİLERİ

2.3. ORHAN PAMUK’UN ROMANLARININ GÜRCİSTAN SERÜVENİ – GÜRCİSTAN’DA ORHAN PAMUK NEDEN POPÜLER

Günümüzde Nobel Edebiyat Ödülünü kazanan ilk Türk yazarı olarak tanınan, dünya çapında ünlü ve ülke içinde açıksözlülüğü ve büyük yankı uyandıran siyasi açıklamaları ile tanınan Orhan Pamuk’un Gürcistan serüveni, onun Nobel öncesi günlerine dayanıp 1990’lı yıllarının ikinci yarısına kadar gider. Orhan Pamuk’un eserlerinin ilk Gürcüce çevirileri 1998-1999 yıllarına denk gelir ve beklenmedik şekilde, izini takip edebildiğimiz Gürcüceye çevrilen ilk Orhan Pamuk eseri, romanlarında biri değil, bir film senaryosu olarak yazdığı Gizli Yüz’dür. Eser, 1990’lı yılların sonunda Tamar Alpenidze tarafından çevrildi ve yukarıda da bahsettiğimiz bir sempozyumda ilgili bildiri de sunulmuştur. Çeviriler mevcut olmasına karşın, Orhan Pamuk’un eserlerinin kitap olarak çıkması ancak onun Nobel Ödülü kazanmasının ardından başlar, ancak, ilk yayımlanan eserleri, diğer eserleri ile kıyasla arka planda kalan, yukarida söz edilen Gizli Yüz ve yazarın üçüncü romanı olan Beyaz Kale’dir. Her ikisi, Gürcistan’da, 2008 yılında, yazarın dünya çapında ünlü olmasından iki yıl sonra kitap olarak yayımlanır, göreceli olarak ikinci planda kalan romanların yazarın Nobel Ödülü kazanmasını sağlayan, ‘Benim Adım Kırmızı’ gibi romanlardan daha önce yayımlanması, çevirmenlere ve yayınevlerine yönelik ciddi eleştirilere neden olur ve böylece, okur ve o kadar önemli olmasa da, Gürcü Türkologların etkisiyle, diğer romanları Gürcüceye kazandırılması için çabalar hızlanır ve sonraki yıllarda önce 2009’da Nana Canaşia tarafından çevrilen Cevdet Bey ve Oğulları, 2010’da ise Liya Çlaidze’nin çevirdiği ‘Benim Adım Kırmızı’ yayımlanır. Özellikle bu son çeviri, romanın yurtdışındaki tanınırlığı nedeniyle Gürcü okurlarında da yoğun yankı uyandırır ve yazara karşı yoğun talebin oluşmasına neden oluyor, bundan sonra, Pamuk eserlerinin Gürcüceye çevrilmesi artık hem çevirmenler, hem yayınevleri için maddi ve manevi açıdan önemli bir görev haline gelir ve Türkçe aslı çıkmadan telif hakları almak gibi önlemlerle Orhan Pamuk, Gürcistan’da bu kadar büyük üne kavuşmuş ilk yazarı olmaya nail olur. 2011’de, Kar ve Masumiyet Müzesi de çevriliyor. Ayrıca, Öteki Renkler gibi kurmaca olmayan, daha çok yazarın iç dünysını anlatan kitaplarının da çevrilmeye başlanıyor. Yazarın kurmaca olmayan, denemelerden oluşan kitaplarından Gürüce çevirisi yayımlanan ilki Saf ve Düşünceli Romancı oldu – Diogene Yayınları tarafından çıkarılan bu kitap, Gürcü okurlara ulaşan Türk edebiyatı açısından bir istisna oluştururyor. Türkçe bilen çevirmenlerin varlığından ötürü Gürcistan’da genelde Türk edebiyatı orijinalden çevrilirken, bu kitap, İa Bersenadze tarafından, üçüncü dil olan İngilizceden çevrilmiştir, aynı şekilde Öteki Renkler de İngilizceden çevrilmiştir. (Tavelidze,:2013,95)

2013’ten itibaren, yazarın yeni çıkan eserleri de mümkün olduğu kadar erken çevriliyor – örneğin yazarın son romanı Kırmızı Saçlı Kadın, 2017 yılında, Türkçe orijinalinin çıkmasının ardından birkaç ay sonra yayımlanmıştır. Bu açıdan, yazarın daha önceki romanı Kafamda Bir Tuhaflık, 2014 yılın sonunda çıktığı halde, Gürcistan’da ancak 2017’de yayımlanmıştır, ki bunun nedeninin, eserin

Türkiye tarihini iyi bilmeyenler için kavraması zor ve yabancı okur için tanıdık imgeleri içermiyor olduğu düşünülebilir.

Konumuzun bir diğer boyutu Gürcistan’da Orhan Pamuk’un popüler olmasının nedenidir. Bu konuda, pek çok Gürcü yayıncı, eleştirmen ve yazarın fikri, beklenenin aksine, Türk mevkidaşlarının görüşlerine yakınlık gösteriyor, örneğin, Gürcü gazeteci ve edebiyat bilimcisi İrma Tavelidze’nin ‘Pamukomania’ adlı, 2013 yılında Tsheli Şokoladi dergisinde yayımlanan makalesinde Gürcü yayıncı Bakur Sulakauri, Orhan Pamuk’un Gürcistan’da gittikçe artan popülaritesini, onun iyi bir yazar olduğunu kabul ettiği halde daha çok Nobel Edebiyat Ödülünü kazanmış olmasıyla ilişkilendiriyor, Nobel Ödülü kazanmasının arkasındaki etken olaraksa yazarın siyasi içerikli açıklamalarla Türkiye içinde ve dışında yarattığı infiali görüyor(Tavelidze, 2013:90-95). Bu açıdan, Sulakauri’nin görüşü, dönemin Türk medyasında yansıyan ulusalcı çevrelere yakın yazarlarla gazetecilerin görüşleriyle benzerlik gösteriyor. Bu görüşler daha çok gazete sayfalarında, köşe yazılarında yapılan eleştirilerle sınırlı olsa da, istisnalar da mevcut, örneğin, Orhan Pamuk’un Nobel Ödülü kazanmasının ardından, ulusalcı çevrelerle yakınlığı ile bilinen yazar Demirtaş Ceyhun’un kaleme aldığı ve bazı edebiyatçıların da imza attığı bildirinde, Orhan Pamuk, doğrudan emperiyalistlerle işbirliği yapmakla suçlanıyor. Siyasi görüşlerle açıklamaları nedeniyle Orhan Pamuk’un Türkiye’de yaşadığı bir başka konu da bir yargı davasıdır - avukat Kemal Kerinçsiz’ın açtığı dava sonucunda, yazar, Kerinçsiz’e ve onunla birlikte kendisini şikayet eden 5 kişiye tazminat ödemeye mahkum edilmiştir.18 Bu konuda, örneğin Sulakauri’nin ve diğer yabancıların Türk medyasının bir kısmının görüşlerine katılmasının bir diğer nedeni de şüphesiz, Nobel Ödülü kazanmadan önce yazarın, ister Türk ister uluslararası medyada , siyasi görüşleri ile tanınan bir şahsiyet olmamasıdır. Nobel öncesi dönemine ait romanlar arasında, yazarın kendi ifadesi ile siyasi tek romanıdır. Kar mevcut, hatta, yazarın, daha önce siyasetle ilgili çekingen, korumacı refleksler sergilediği de söylenebilir – 1995’te Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda Orhan Pamuk, doğrudan siyasetle ilgilenmediğini ve ilgilenmek de istemediğini vurgulamıştı, aynı döneme ait Varlık dergisine verdiği bir diğer röportajda da Oğuz Atay, Ahmet Hamdi Tanpınar, Halit Ziya gibi yazarların hiç bir zaman gerçek anlamda siyasetle ilgilenmediklerini basiretsizliğe düşmemek, dolayısıyla olumlu bir adım olarak değerlendirmişti. (Ecevit(Akt.),1996:58) Böyle açıklamalı olduğu halde, her ne kadar siyasi açıdan Orhan Pamuk kendini daha az önemli göstermeye çalışsa da, eserlerine baktıkça, konular açısından, onun oldukça politik bir yazar olduğu net bir şekilde gözlemlenmektedir. Cumhuriyet dönemi modernleşmenin sonucunda Batılılaşmış bir İstanbullu ailenin çocuğu olan yazar, kendi sözleri ile sadece Kar’ın siyasi roman olduğunu söylese de, diğer romanlarında da siyasi yanlar, Batı-Doğu ve modernleşme – geri kalmışlık ekseninden oldukça görünür, hatta bir anlamda baskındır – Nobel öncesi romanlarından, Sessiz Ev, 12 Eylül öncesi siyasi çatışmanın olay örgüsünde önemli rol üstlendiği bir romandır ve romanda siyaset, oldukça önemli olan karakterlerinde Nilgün’ün ölümüne doğrudan neden oluyor. Cevdet Bey ve Oğullarında’da, siyasi yönler Sessiz Ev’deki gibi baskın olmadığı halde, özellikle modernleşme ekseninden ele alacak olursak, oldukça önemlidir. Böylece, yazar, “Benim tek ve son siyasi roman Kar’dır”

dediğinde, muhtemelen siyasi olayların karakterlerin hayat akışının bir parçasıymışcasına

18 https://www.cnnturk.com/2011/turkiye/03/27/orhan.pamuk.tazminat.odeyecek/611262.0/index.html

işlenmediği tek roman olduğunu kastediyor – çünkü diğer romanlarda, siyasi ağırlık hissedilmesine rağmen, olaylar siyaset merkezli değil, karakter merkezli olarak ele alınır.

Gürcistan’da da kısmen kabul edilen, Türkiye’de oldukça yaygın Orhan Pamuk’la ilgili görüşlerden bir diğeri de onun bir Türk veya Doğulu yazar gibi değil, bir Avrupalı gibi yazıyor olmasıdır.

örneğin, Gürcü çevirmen ve yazar Giorgi Lobjanidze, Sessiz Ev’in Gürcüce çevirisinin yayımlanmasıyla ilgili makalesinde, böyle düşündüğünü yazıyor, ancak, aynı makalede görüşüne başvurduğu, Orhan Pamuk’un romanlarının Gürcüceye çevirenlerin en ünlüsü Liya Çlaidze bu görüşe karşı çıkarak, Tanzimat sonrası Türk edebiyatının zaten daha çok Avrupa edebiyatının bir parçası olduğunu vurguluyor, ayrıca, Lobjanidze, yazarın tercih ettiği üslupta oryantalizmi görüyor ve anlatım açısından, gereksizce uzatilmış Türk TV dizileri ile benzerlik görüyor. (Lobjanidze,Radio Tavisupleba, 29 Eylül,2013)

Oryantalizm suçlamaları, Orhan Pamuk için yeni bir olay değil, seçtiği konularla üslupta ötürü, yazar, Nobel Ödülü almadan önce de, gayri milli olmakla suçlanıp yabancı bir yazar gibi yazmakla itham edilmiştir. Postmodernist, Batı değerlerini benimsemiş yazarın, edebi faaliyetlere başladığı dönemin – 12 Eylül döneminin - dominant ideolojisine haraç vermemesi bunun bir etken olarak görülebilmesine rağmen, onu tek etken olarak sayımak olayı çözümlenmesinde kısa yolu seçmek olarak görülebilir. Ancak, meseleye bir modernleşme ve siyaset ekseninden bakacak olursak, B. E.

Aksoy’un da belirttiği gibi, onun siyasetten uzak durduğunu vurgulamasının gerçek sebebinin edebiyata devlet büyüklerince biçilen rol ve ayrılan yerden uzak durmak istemesi olduğunu anlayabiliriz (Aksoy,2017:59-60). Bir diğer örnek, Orhan Pamuk’un eserlerinde, Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatının klişeleşmiş konularından Kurtuluş Savaşı ve Atatürk’e neredeyse hiç rastlanmıyor olmasıdır. Bu konuda tek istisna Kar’dır ve orada da, meseleye bakış parodik ve eleştireldir. Oynadığı Atatürk rolu ile ün kazanmış oyuncu Sunay Zaim’in kendisine biçtiği bir nevi yerel Atatürk rolü olay örgüsünün trajikomik sonuna neden oluyor, dolayısıyla, roman, 12 Eylül sonrası gündellik hayatın parçası olan militan sağ Kemalizmın eleştirisi olarak görülebilir. Türk edebiyatında çok fazla görülmeyen üslup ve edebi yöntem tercihleri, yazarın, her ne kadar açık açık üzerine durmasa da, görüşleri ile birlikte bir araya gelince, o dönemin Türkiye’sinin resmi ideolojisine ters gelince de doğar olarak, Orhan Pamuk gayri milli vatan haini yaftasının yemek zorunda kaldı. Ayrıca, 1990 yılından başlayan uluslararası ödül serüveni de, kimi çevrelerin yazarın, ödül kazanabilmek için yabancılara şirin görünmek zorunda olduğu iddialarının ortaya çıkmasına neden olmuştu.

Orhan Pamuk’un Gürcistan’da en popüler Türk ve yabancı yazar olması, doğal olarak, Gürcistan’da da kendisine yönelik bazı eleştirilerin ortaya çıkması ile sonuçlandı, ancak, Türkiye’den farklı olarak, söz konusu eleştiriler eserlerinden Gürcüleri anlatım biçimi ile ilgilidir ve beklenmedik şekilde, sadece yazarın Gürcistan ziyaretinin hemen ardından ilk defa gündeme gelmiştir. Yazarın, 2014 yılında gerçekleşen Tiflis ziyaretinin hemen ardından, Gürcü medyasında, özellikle internette dolaşmaya başlayan bir makalede, yazarın, Kar adlı romanında, Gürcüleri sülüklere benzeterek onlara hakaret ettiği iddia edildi ve bunun örneği olarak, Kar adlı romanındaki aşağıdaki satırları gösterildi:

“Çalışıp para kazanmaya Türkiye'ye gelmiş bir Gürcü karı - kocaydı bunlar. Çayhaneye

döndüklerinde MİT görevlisinin kimliklerini geri verdiği duvara dayalı işsiz gençler hemen onlardan şikâyet ettiler: Kadın veremliydi, ama orospuluk yapıyor, şehre inen mandıra sahipleri, deri tüccarlanyla yatıyordu. Kocası da öteki Gürcüler gibi yarı fiyatına çalışmaya razı olduğu için kırk yılda bir amele pazarında bir iş çıkarsa Türk vatandaşlarının elinden işini alıyordu. Bunlar o kadar parasız ve pintiydiler ki otele para vermiyor, su idaresinin hademesinin eline ayda beş Amerikan doları toka edip bu kazan dairesinde yaşıyorlardı.

Söylentiye göre memleketlerine dönünce kendilerine bir ev alacaklar,

hayatlarının sonuna kadar iş yapmayacaklardı. Kutularda burada ucuza aldıkları ve Tiflis'e geri dönünce satacakları deri eşyalar vardı, iki kere sınırdışı

edilmiş, gene bir yolunu bulup bu kazan dairesindeki "evlerine" dönmeyi başarmışlardı. Rüşvet yiyen polislerin bir türlü temizlemediği böyle mikropları askerî idare Kars'tan temizlemeliydi.” (Pamuk,2002:183)

Sonuç, Gürcü sosyal medyasında ve basından yapılan çok sayıda olumsuz yorum ve Orhan Pamuk’a ait sosyal medya hesaplarının saldırıya uğraması oldu ve Zviad Koridze gibi Gürcü medyasının liberal veya ılımlı isimleri, Orhan Pamuk’u savunmak zorunda kaldılar. Koridze, Netgazeti internet portalında, 17 Mart, 2014 tarihli yazısında, Gürcü toplumunun gereksiz ahlakçılığını eleştiriyor.19 Radikal milliyetçi ve Türk karşıtı grupların görüşlerine rağmen, bu olay Gürcistan’da Orhan Pamuk’un eserlerinin popülaritesine zarar verecek boyuytlarına ulaşamadı ve oluşan tepki azalarak gündemden kayboldu.

Oluşan tepki, kanımca (Ve bu konuda yapılan çalışmaların yok denecek kadar az olması nedeniyle, kişisel görüşlerime ağırlık vermek zorundayım.) Orhan Pamuk’un Gürcülerle ilgili görüşlerinden kaynaklanmıyor ve tepkinin gerçek nedeni yazarın, 1990’lı yılların, iç savaştan yeni çıkmış Gürcistan’ında oluşan durumun Türkiye üzerindeki yansımasını çok gerçekçi dille anlatmış olmuş olmasıdır. Bizzat ben ise, Kar’ı, yazarın Gürcistan ziyaretinden birkaç sene önce okumuş bir Gürcü okur olarak, okuma sürecinde, eserde Gürcülere karşı gösterilen herhangi bir ideolojik veya siyasi eğilim görmediğimi, o dönemde Kars’tan daha çok Türkiye’nin Doğu Karadeniz bölgesinde dağılan, genelde çalışmak için orada bulunan, genelde taşra kökenli Gürcüleri oldukça gerçekçi şekilde anlattığını düşündüğümü söyleyebilirim. Beklenmediğim tek şey, ekonomik nedenlerle daha çok Trabzon, Samsun gibi yerlere göç ettikleri bilinen Gürcülerin yazar tarafından Kars’a yerleştirildikleriydi. Bir anlamda, Gürcülerin Orhan Pamuk’a gösterdikleri tepki, Türkiye’de, özellikle Avrupa Birliği yanlısı, modernleşmeci toplumsal kesimin yazara gösterdiği tepkisine eşit tutabiliriz. Çağdaş dünyanın parçası olma yolunda ilerleyen veya ilerlediğini varsayan bir toplum, ki bu açıdan Gürcistan ve Türkiye toplumları benzeşir, kendilerine yönelik ve kendilerini diğer toplumlardan daha alt seviyede gösterdiğini düşündükleri sanat eserlerini, yazıları ve ifadeleri kişisel bir hakaret olarak algılayabilirler. Söz konusu toplumlar için kendilerine yönelik herhangi bir eleştiri, aynı zamanda uygar dünyaya üye olmadıkları iddiasidir ve modernleşme yukarıdan dayatılan nihai hedefi olan toplumlarda uygar dünyaya ait olup olmama konusu oldukça ciddiye alınır. Böylece, modernleşme veya Batılılaşma gibi hedefleri olan ve konu ile ilgili kompleksleri besleyen toplumlarda, bir grup olarak kendilerine yönelik herhangi bir eleştiri, masum olsa bile, modernleşememe, uygarlaşamama suçlaması gibi lanse edilir ve kamuoyu tarafından da aynı şekilde algılanır. Gürcü kamuoyunu etkileyen bir diğer unsur da Gürcü toplumunda oldukça yaygın olan,

19 Zviad Koridze’nin söz konusu yazısı için bkz. https://netgazeti.ge/opinion/30169/

Türklere karşı olumsuz tavrıdır. Türkler, Gürcülere kıyasla, İslam etkisinden dolayı, Gürcistan’da Asyalı ya da Ortadoğulu, geri kalmış bir milliyet olarak görülür, dolayısıyla, popüler algıda, Orhan Pamuk’un, aslında gerçek anlamda eleştiri bile olmayan cümleleri, toplumda yayıgın görüşlere göre, geri kalmış bir topluma mensup bir insanın haksız bir saldırı olarak görüldü ve sonucunda oluşann tepki beklenmedik kadar şiddetli oldu. Sonuçta, bu sefer siyasi açıklamaları ile olmasa bile, yazdıklarının Gürcistan gerçeklerinde ve toplumsal yapısında karşılık bulmasından ötürü, Orhan Pamuk, Gürcistan’da da siyasi gündem oluşturabilmiştir. Sebebi olduğu tartışmalar, benzer olayların Türkiye gidişatından farklı olarak herhangi bir mahkeme davasına sebep olmayı başaramamışsa da, yazarın Gürcistan’ın modernleşme davasının etrafında oluşan tartışma ortamında yer almasına yardımcı olmuştur.

Orhan Pamuk’un Gürcistan’da popüler olmasına neden olan bir diğer unsur, çevirmenleridir. Yakın zamana kadar, bazı bölgeler dışında, Türkçe, Gürcistan’da geniş çapta tercih edilen, popüler bir yabancı dil değildi; Gürcistan sınırları içinde konuşulan bir diğer Türki dil Azerice ise, Anadolu Türk edebiyatının standartı olarak kabul edilen İstanbul Türkçesine nazaran, daha alt konuma sahiptir. Bu yüzden, Türkçe – Gürcüce çeviri faaliyetler, oldukça iyi akademik eğitim almış entellektüel bir grubun tekelinde gerçekleşmiştir. Orhan Pamuk’un romanlarının Gürcüceye çevirenlerin genel profiline bakacak olursak, Tamar Alpenidze ve Liya Çlaidze’nin profesör ünvanına sahip olduğunu görürüz – Tamar Alpenidze halen Tiflis Devlet Üniversitesi Türkoloji bölümünde görevini yürütmektedir. Liya Çlaidze ise, Tiflis Özgür Üniversitesinde ölümüne dek Doğu Bilimleri bölümünde aynı görevde bulunmuştur. Diğer çevirmenlerden, Kara Kitap’ın da çevirmeni olan Nana Canaşia, yıllara dayanan tecrübeye sahiptir ve sadece Kafamda Bir Tuhaflık’ın çevirmeni olan Ekaterine Ahvlediani alanda göreceli olarak tecrübesiz sayılır. Bu, yayıncıların Pamuk’a önem verdiğinden ziyade, biraz olsa da Sovyet döneminin sosyal ve politik özellikleri ile de alakalı – dışa kapalı, yurtdışına çıkma imkanlarının oldukça kısıtlı olduğu ülkede, yabancı dil bilmek, özellikle yabancı dillerle ilgili çalışmalar yapmak, toplumun büyük bir çoğunluğu için hiç getirisi olmayan, vakit kayıbı olarak nitelendirilebilecek bir eylemdi. Böylece, göreceli imtiyazlara sahip üniversite çevreleri, bu konuda ciddi anlamda çalışma motivasyonuna sahip olabilecek nadir gruplardandı, bu, Sovyet dönemi ve hemen sonrasında, özellikle göreceli olarak daha az popüler Doğu ülkelerinin edebiyatlarını ilk başta geniş okur kitlelerinden uzat tutsa da, artan ülkelerarası kültürel etkileşimler sayesinde ortaya talep çıkınca, oldukça kaliteli çevirilerle ilgisi uyandırılıan okurları sabit tutmayı başarabilmiştir.

Son olarak, Gürcü okurları ile Orhan Pamuk ilişkisini derinleştiren başka bir etkenden söz etmemiz de gerekir. Bu, Türk popüler kültürünün son zamanlarda artan etkisi ve Türkiye devletinin, yurtdışında Türkiye ve Türk kültürü ile ilgili faaliyetlere daha fazla önem ve dikkat vermeye başlamış olmasıdır. TİKA, Yunus Emre Enstitüsü gibi devlet kuruluşlarının kültürel alanda da ciddi anlamda tanıtım faaliyetlerine başlaması, doğal olarak meyve vermeye başladı. Ayrıca, 2000’li yılların sonundan itibaren, dünyada artan Türk TV dizisi modasına Gürcistan da katıldı. Kısa bir süre içerisinde popülarite yakalanmış Türk dizileri, tıpkı Balkan ve Arap ülkelerinde olduğu gibi, Gürcistan’da da tez zaman içerisinde izleyicilerin dikkatini çekerek sevgi kazanmıştı ve bir süre sonra, televizyonlarda dizilere ayrılan sürenin çoğunu işgal eden Latin Amerika kökenli dizilerinin yerini neredeyse tamamen alabildi. Bu durumun günümüze dek süregelen örneklerinden biri

Gürcistan’da yayına devam eden İmedi TV’nın 2 Mayıs 2019 günkü programıdır. Programa bakarak, hafta içi yayımlanan dizilerin tamamının (Al Yazmalım, Kördüğüm, Elif, Ufak Tefek Cinayetler, Elimi Bırakma.) Türk dizilerinden oluştuğunu görüyoruz. 20 Ulusal TV kanallarında dizi ve eğlence programlarında ayrılan zamanın çoğunluğunun Türk dizilerine harcanması doğal olarak, kültürel yayımacılık anlamında etkili olmuştu ve dizi izleyici kitlesinin, televiziyon etkisiyle, Türk kültürünün diğer ürünlerine yönelmesini sağladı, dolayısıyla, çağdaş Gürcistan’da, televiziyon dışında bütün ülkeyi kapsayacak kapasitesi olmayan medya aracını olmadığını dikkate alsak, zamanında Nobel Ödülünün Orhan Pamuk’a ilgiyi yaratmasında oynadığı rolüne benzer etkiyi TV dizilerinin yarattığını söylememiz mümkündür.

2.4.NOBEL ÖDÜLÜ VE TÜRK POPÜLER KÜLTÜRÜNÜN YARATTIĞI