• Sonuç bulunamadı

E- KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1.4. HİCRİ III ASIRDAKİ TOPLUMSAL VE KÜLTÜREL YAPI

1.4.1. Sosyo Kültürel Durum

Hicrî III. asır yoğun fikrî/ilmî tartışmaların yaşandığı bir dönemdir. Bu dönemde Ehl-i hadis, Mu’tezile, Ehl-i re’y, Şia, Mürcie, Müşebbihe, Mücessime gibi fırkalar arasında yaşanan tartışmalar Hadis ilmi tarihi ve gelişimi açısından oldukça önem arz etmektedir. Bu asırda ehl-i hadise yöneltilen eleştirilere cevap verilmiş, daha önce belirlenen hadis usûlü ve hadis ıstılahlarının bir kısmı yazılı hale getirilmiş ve Ehl-i hadîs’in din anlayışı, temel hadis kitaplarında ortaya konulmuştur.274 Buna

274

53

karşın karşıt gruplar da Ehl-i hadîs karşısındaki ideolojik duruş ve tavırlarını sergilemişler ve bu tutum ve duruşu eserleriyle müşahhas hale getirmişlerdir.

Hicrî III. asır başlarında Abbasîlerin iktidara gelmesiyle İslam devletinin merkezi Şam’dan Irak’a kaymış, başşehir önce Kûfe sonra Bağdat olmuştur. Irak siyâsî, askeri, ekonomik, sosyal ve ilmi gelişmelerin merkezi olmaya devam etmiştir. Bağdat kısa zamanda İslam dünyasının hatta dünyanın merkezi haline gelmiştir. Abbâsîler devleti zamanına kadar İslam dünyası tek merkezden idare edilse de Abbâsîlerin kurulmasıyla birlikte önce Endülüs merkezi devletten ayrılmış, kuzey Afrika’da Hâricîler Rüstemî Devleti’ni (157/774) kurmuş, Doğu’da ise Ağlebîler (184/800) devleti kurulmuştur. Keza Horasan ve Sicistan’da Saffarîler (256/870) Devleti kurulmuştur. Saffârîler’i Samanîler, Karahanlılar, Gazneliler takip etmiştir.275

Yine Abbasîler döneminde Arapların mutlak hâkimiyeti sona ermiştir. İranlılar, Horasanlılar, Mevâlîler, Türkler, Berberiler devlet yönetimindeki ağırlıklarını gittikçe hissettirmeye başlamışlardır. Devlet büyük ölçüde Fars kültürü tesiri altında kalmış ve halifeler eski İran devlet geleneklerini taklîde başlamışlardır. İktidarın kabilelere dayandırılma fikri sona ermiş, halifeler eşlerini Araplar arasından değil diğer ırklardan seçmeye başlamışlardır. İranlı cariyelerle evlenmeler yaygınlaşmıştır.276

Bu da büyük ölçüde devlet geleneğinin değişmesine, sistemin farklılaşmasına sebep olmuştur.

Ebû Ca’fer el-Mansûr zamanında ilerde ilim ve kültür merkez haline gelecek olan Bağdat şehrinin ve Beytu’l Hikme’nin temelleri atıldı. Çinlilerle yapılan savaş sonucunda Semerkant’ta kâğıt imalathaneleri kuruldu. Keza Tercüme ve te’lîf hareketleri organize hale geldi. Özellikle Bağdat dünyanın ilim, kültür, edebiyat ve sanat merkezi oldu. Ulemâ devlet nezdinde önemli görevlerde çalıştırıldı. Hatta bu görevi kabul etmeyen ulemâ devlet başkanı tarafından cezalandırılmaya başlandı. Nitekim halife Mansûr, Bağdat Kadısı İbn Ebî Leyla (ö.148/765) vefat edince Ebû

275

Ramazan Şeşen, İslam Medeniyeti Tarihi, İsar Vakfı Yay., İstanbul 1990, s. 93.

276

54

Hanife’ye Bağdat kadılığı teklifini sunmuş, bu teklifi kabul etmeyince ceza olarak onu Bağdat’ın inşasında kontrolör olarak çalıştırmıştır.277

Şimdi bu asrın sosyo-kültürel ortamını iyice anlayabilmek adına bu asırda yaşayan toplumun yapısına göz atalım. Her şeyden önce Abbâsî iktidarı boyunca İslam dünyasının değişik bölgelerinde devletler, beylikler kurulmuştur. Mesela İran’ın doğusunda Tâhirîler, Saffarîler; Fas-Cezayir ve Tunus’ta İdrisîler ve Ağlebîler; Maveraünnehir ve Afganistan’da Samanîler gibi birçok irili ufaklı devletçikler kurulmuştur.278Yani Abbasî devleti, siyâsî olarak bölünmüş olan bir

devlet olarak görünüyordu. Ayrıca toplumun değişik tabakalardan oluşması ve toplumun değişik fırkalara ayrılması da bu toplumda üretken bir siyâsî ortamın olduğunu gösterir.

Abbâsî toplumunun yapısına gelince; Abbâsîlerin kurulmasıyla birlikte devletteki Arap hâkimiyeti kırılmıştır. Mevâlîler bilhassa İran ve Horasanlı unsurlar devlet idaresinde önemli görevler almışlar ve Araplarla eşit bir statüye kavuşmuşlardır. Vezirler, valiler, kumandanlar mevâlîlerden seçilmeye başlanmıştır. Nitekim Ebû Müslim, Bermekîler ve diğer vezirler genelde Fars kökenliydi. Zamanla Türklerin hâkimiyeti gittikçe artmıştır. Daha sonra Deylemler, Zenciler, Berberîler yeni Müslüman olan diğer unsurlar da topluma eklenmiştir. Zamanla köle, câriye, ğulâm edinme artmıştır. Halifeler eşlerini cariyeler arasından seçmeye başlamışlardır. Böylece toplum melez bir toplum haline gelmeye başlamıştır.279

Bu asırda da kabilecilik, ırkçılık, bölgecilik az çok varlığını hissettirmiştir. Şehirlerde aynı dil, aynı ırk, aynı kabileye mensup olanlar ayrı mahallelerde oturmuşlar, topluma uyum sağlayamayan zenciler ve çingeneler toplumdan dışlanmışlardı. Köleler ve köylüler halkın fakir tabakasıydı. Ayrıca toplumda “Fityân” “Ahdâs” denilen evsiz barksız kimseler de mevcuttu. Zaman zaman bu kimseler isyanlarda kullanılmışlar, milis kuvvet haline getirilmişlerdir. Toplumun

277 Şeşen, İslam Medeniyeti Tarihi, s.95-99. 278

İsmail Çalışkan, Siyasal Tefsîrin Oluşum Süreci, Ankara Okulu Yay., Ankara 2012, s.40.

279

55

fakir kesimi -Zût ve Zencîler gibi- bazen organize isyan çıkarmışlardır. Zimmîlere de sarık kullanmak, Müslümanlardan yüksek bina inşa etmek gibi ameliyeler yasaklanmıştır.280

Böylece toplum kamplaşmaya, ayrışmaya müsait bir hale getirilmiştir.

Hicrî III. asırda bir takım fikri/siyâsî/dini olayların cereyan ettiği bilinmektedir. Bu fikri cereyanların temelinde İranlılar temel rolü oynamışlardır. Nitekim Abbâsîlerin ilk çağında ortaya çıkan fikri cereyanların altında eski İran mezheplerinin izlerini görmek mümkündür. Bu meyanda Şîa ile Mazdek dini öğretileri birbirine benzemektedir.281

Yine Ebû Müslim’in dâîlerinden olan Sinbâd’ın Maveraünnehir’de çıkardığı isyan, Mukanna’ isyanı, Babek Hürremî isyanı, Afşin isyanı282

İran kadîm mezheplerinin fikrî izlerini taşımaktadır. Keza Hicrî III. asırda ortaya çıkan Zenâdıka hareketinde Zerdüşt ve Hristiyanlığın izlerini görmek mümkündür.283

Yine Abbâsîlerin ilk devirlerinde Arap unsurlar ile diğer unsurları eşit tutan insanların tek tıynetten geldiğini savunan, kendilerine “Ehl-i tesviye” denen grup Şuûbiyye hareketini başlatmıştır. Bu harekete Farisîler, Nebâtîler, Kıptîler, Endülüsler gibi değişik milletler iştirak etmiş, hatta bu hareket ile ilgili değişik eserler kaleme alınmıştır.284

Bu harekete mensup olanlar eserlerini Fars kültürüyle işlemişler ve İslam’a bâtıl olan şeyleri sokmaya çalışmışlardır. Bunun üzerine İslam ulemâsı bunların eserlerine reddiye türü eserler yazmışlardır.285

Hicrî III. asır İslam âlemine İran-Sasani geleneklerinin hâkim olduğu asır olduğunu daha önce ifade etmiştik. Bu meyanda şiir, edebiyat, mimari, sanat, musiki gibi alanlarda da Fars tesirini görmek mümkündür. Hatta tefsir, hadis, tıp gibi ilimler Farsça yazılır olmuştur. Öte yandan Farslılar Arapça öğrenince kitap te’lîf etmeye

280

Şeşen, İslam Medeniyeti Tarihi, s.150-151.

281 Hasan Ahmed Mahmud- Ahmed İbrahim Şerif, el-Âlemu’l-İslâmî fî Asri’l-Abbâsî,

Dâru’l-Fikri’l-Arabî, Beyrût ts., s.80-86.

282

Taberî, Târîh, IX, s.83.

283 Hasan Ahmed Mahmud, el-Âlemu’l-İslâmî s.88. 284

Bu eserler için bkz. İbn Nedîm, el-Fihrist, İbrahim Ramazan (Thk.)., Dâru’l-Ma’rife, Lübnan 1417/1997, s.77.

285

56

başlamışlardır. Ebû Hanife, Sibeveyh, Ferrâ, İbn Kuteybe’nin müellefatı gibi… İran asıllı mevâlîler zamanla devlet yönetiminde önemli mevkilere gelmiş, vezirler İran asıllı mevâlîler arasından seçilmiş, divanlardaki küttâblar bu mevâlîlerden teşekkül ettirilmiştir.286

Üçüncü asırda yaşayan böylesi kozmopolit bir toplumda değişik ırklar ve kabileden oluşan toplumsal tabakalar idare tarafından zaman zaman farklı politik gayelerle kışkırtılmıştır. Mesela Horasanlılara karşı Bermekîler; Bermekîlere karşı Arap asıllılar; Türklere karşı Horasanlılar kışkırtılmıştır. Ayrıca Abbâsî iktidarı, gerek İranlı unsurlara gerekse diğer unsurlara kendi yönetimine karşı çıkmadıkları sürece dokunmuyordu.287 Nitekim halife Hârûn Reşid, Abbâsîlerin kuruluşundan beri devletin yönetiminde görev alan Bermekîlerin kurucularını hapse attırmış, halife Bermekîlerin Şîî anlayışına karşı Sünnî ekolü desteklemiştir.288

İşte Abbâsî iktidarının kamuoyuna bakış açısı buydu. İnşa edilmeye çalışılan kültür ve medeniyet bu ideolojiye göre şekillenecekti.

Aynı zamanda Abbasî devletinde toplum, Havâs ve Avâm denilen iki bölümden oluşuyordu. Halifenin yakınları, emirler, vezirler, kadılar, âlimler, edipler, kâtipler havas sınıfını; esnaf ve sanatkârlar, çiftçiler, askerler ve köleler ise avâm sınıfını oluşturuyorlardı. Öte yandan Abbâsî devleti sınırları çok geniş olduğundan başta Araplar, İranlılar ve Türkler olmak üzere muhtelif kavimlere ve çeşitli mezheplere mensup insanlar yaşamaktaydı. Zaman zaman etnik unsurlar arasında kavga ve mücadeleler yaşanırdı. Sosyal sınıflardan biri olan kölelerin çoğu Slav, Rum ve Zencilerden müteşekkildi. Diğer bir sosyal sınıf Yahudi ve Hristiyanlardan oluşan zımmîlerdi.289

286

Hasan Ahmed Mahmud, el-Âlemu’l-İslâmî, s.95-101.

287 Hasan Ahmed Mahmud, el-Âlemu’l-İslâmî, s.101. 288

Şeşen, İslam Medeniyeti Tarihi, s.101-104.

289

Hakkı Dursun Yıldız, “Abbâsîler”, DİA, I, 46; Şeşen, İslam Medeniyeti Tarihi, s.150- 151.

57

Abbâsîler devrinde gerek ticari, gerek iktisadi anlamda da büyük atılımlar yapılmış, iç ve dış ticaret gelişmiş, kültür ve medeniyet seviyesi yükselmiştir.290

Öte yandan Abbasîler tarafından yeni şehirler kurulmuş ve bu kurulan yeni şehirler yönetim tarafından başkent yapılmıştır. Bu şehirlerden birisi Ebû Ca’fer el-Mansûr tarafından inşa edilen Bağdat şehridir.291

Bu şehir daha önce de ifade edildiği üzere kısa zamanda dünyanın kültür, siyaset, ekonomi ve bilim merkezi haline gelmiştir.

Bağdat en parlak devrini Harun Reşid zamanında yaşamıştır. Bu şehirde Beytu’l-Hikme kurulmuş, yabancı dillerden kitaplar tercüme edilmiş, siyaset/kültür ve moda şehri olmaya devam etmiştir.292

Hanefi ve Hanbeli mezhepleri burada gelişmiştir. Ayrıca burada birçok halk kütüphanesi mevcuttu. Bu da halkın ilim noktasında geldiği yeri göstermesi açısından oldukça önemlidir.293

Halife el-Emin devrinde ise kültürel ve ilmi çalışmalar hız kazanmış; Kindî, Nazzâm, Harezmî, Câhız gibi filozoflar, matematikçiler, astronomlar değişik çalışmalar yapmışlardır.294

Ancak bu şehir Emin ile Me’mûn’un hilâfet eksenli kavgaları esnasında büyük hasar görmüştür.295

Hicrî III. asrın ikinci çeyreğine gelindiğinde Türkler ve Araplar arasında yaşanan tatsız olaylar yüzünden halife Mu’tasım tarafından Sâmerrâ şehri kurulmuş ve başkent ilan edilmiştir.296

Bu asırda yapılan tercüme faaliyetlerinin İslam Kültür tarihine büyük katkısı olmuş ve bu dönemin toplumsal ve fikri yapısını oldukça etkilemiştir. Esasen İslam dünyasında filolojik, dini ve sosyal ilimler sahasında ilk çalışmaları Emevîler yapsa da bu çalışmalar Abbâsîler devrinde sistematik hale getirilmiştir.297

İslam coğrafyasının genişlemesiyle birlikte Müslümanların İran, Helen, Hint ve diğer kültürlerle teması sonucu bu farklı kültürler arası çıkan tartışmaların sâikiyle Müslümanlar kendi inançlarını savunma adına antik dünyanın ilmi ve felsefi

290

Şeşen, İslam Medeniyeti Tarihi, s.136-149.

291 Abdülaziz ed-Dûrî, “Bağdat” DİA, IV, 425. 292

Şeşen, İslam Medeniyeti Tarihi, s.157.

293

ed-Dûrî, “Bağdat” DİA, IV, s.429-430.

294 Şeşen, İslam Medeniyeti Tarihi, s.106. 295

ed-Dûrî, “Bağdat”, DİA, s.426.

296

Mustafa Demirci “ Sâmerrâ”, DİA, XXXVI, s.70.

297

58

eserlerini Arapça’ya tercüme etme ihtiyacı hissetmişlerdir. İlk defa Emevî devrinde başlayan bu tercüme hareketi298

Abbasîler zamanında halife Me’mûn döneminde genişleyerek Hadis, Fıkıh, dil, Edebiyat gibi geleneksel ilimlerin yanı sıra matematik, mantık, felsefe, geometri, astronomi gibi aklî ve tecrübî ilimleri de kapsamıştır. İranlı Abdullah b. Mukaffa’ Aristo’nun “Organon” adlı mantık kitabı ile Porphyrius’un “Eisagoge/Îsâgûcî” adlı eserini ve “Kelîle ve Dimne” yi Farsça’dan Arapça’ya çevirdi.299

Bu dönemde Ulûmu’l-evâil (Antik ilim)’e dair yüzlerce hatta binlerce eser Yunanca, Süryanice, Sanskritçe, Pehlevîce, Nabatice’den Arapça’ya çevrilmiştir.300

Bu tercüme faaliyetleri yapılırken Hellenistik mekteplerin hocalarından istifade edilmiştir. Mehdî döneminde ortaya çıkan Zenâdıka hareketi301 bu tercüme faaliyetlerini aksaklığa uğratsa da302

Harun Reşid ve Me’mûn zamanında gelişerek devam etmiştir.

Hicrî III. asır ilimlerin teşekkül ettiği bir asır özelliği taşımaktadır. Bu dönemde çıkan dinî ve fikrî akımların etkisiyle tefsir ilminde rivâyet ve dirâyet metotları, dil ve edebiyat alanında Basra ve Kûfe ekolleri, fıkıh alanında hadis ve re’y ekolleri teşekkül etmiştir.303

Ayrıca fıkıh mezheplerinden olan Hanefi, Şâfiî, Mâlikî, Hanbelî mezhepleri ile Zâhirî, Evzâî, Süfyân es-Sevrî, Taberî mezhepleri ile sünnî olmayan mezhepler bu dönemde kuruluşlarını tamamlamışlardır.304

Genişleyen İslam bölgesinde yeni birçok meselenin ortaya çıkması, bu meselelere fıkhi hüküm verme ihtiyacı ve irili ufaklı birçok mezhebin bulunması müçtehit hukukçuların farklı yorumlarına dayalı birçok mezhebin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Durum böyle olunca hadis alanında sahîh hadise ihtiyaç duyulmuş

298

İbn Nedim, el-Fihrist, s.340.

299

Muvaffakuddin Ebi’l Abbas Ahmed b. Kasım b. Ebî Useybia, Uyûnu’l-Enbâ fî Tabâkâti’l- Etibbâ, Nizar Rıza (Thk.), Beyrût ts., s.413; Mahmut Kaya, “Beytu’l Hikme”, DİA, IV, 89.

300

İbn Nedim, el-Fihrist, s.340-342.

301

Melhem Chokr, İslamın Hicrî II. Asrında Zındıklık ve Zındıklar, Ayşe Meral (Trc.), İstanbul 2002.

302

Kaya , “Beytu’l Hikme”, DİA, IV, 89.

303

Yıldız, “Abbâsîler”, DİA, I, s.42.

304

59

ve meşhur Kütüb-ü sitte bu asırda kaleme alınmıştır. Bu devirdeki ilmî ve fikrî hareketler meydana getirilen eserlerin içeriğine tesir etmiştir.305

Hadis üzerine yazılan bu kitaplar bir metodolojiye ihtiyaç duymuş; hadisler sahîh, zayıf, mütevatir, hasen, mevzû’ gibi sınıflara ayrılmıştır. Hadislerin râvilerinin sağlamlığı için cerh ve ta’dîl ilminin metotları tespit edilmiştir.306

Ayrıca bu asırda hızlı bir tasnif ameliyesi dikkati çekmektedir. Bu tasnif faaliyetine hız veren amillerin başında sünneti öğrenip başka nesillere aktarma düşüncesi, siyâsî durum, Zındıka, Râvendiyye, Hurremiyye gibi ilhad hareketlerinin yanı sıra Cebriyye, Kaderiyye, Mürcie, Mu’tezile gibi itikâdî/siyâsî ideolojilerin zuhuru, hadis uydurmacılığının yaygınlaşması, hadisin teşrii değeri üzerine yapılan tartışmalar ve beşerî zafiyetler sebebiyle hadisin sıhhatine zarar veren durumlar gelmektedir.307

Bu asırdaki fikrî/itikâdî duruma gelince Emevîler döneminde zuhur eden Mu’tezile mezhebi; Halife Me’mûn, Mu’tasım ve Vâsık devirlerinde en parlak dönemlerini yaşamış ve taraftarlarını çoğaltmıştır. Abbâsî halifelerinden Emin, Me’mûn, Mu’tasım’da olduğu gibi halife Vâsık’ın kadısı da mu’tezilî olan Ahmed b. Ebî Duâd’tı. Vâsık devrinde de iktidara karşı hadisçiler ve Şiilerin muhalefeti devam etmiştir.308

Özellikle Bağdat Mu’tezilesi halifeler nezdinde itibar kazanarak kendi görüşlerini devletin resmi mezhebi haline getirmişlerdir. Bilhassa Halku’l-Kur’ân konusunda birçok âlim eziyete maruz bırakılmış, yapılan münazaralar neticesinde Mihne Devri’nin ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır.309

Bu görüşe karşın ehl-i sünnet de kendi kelamını bu devirde teşekkül etmeye başlamıştır. İslam toplumunun Şîa, Havâric, Mürcie gibi mezhep/fırkalara bölünmesi, Zühd hareketinin ortaya çıkıp özellikle Yunan felsefi kaynaklarının Arapçaya tercüme edilmesinden sonra, dış

305

Özpınar, Hadis Edebiyatının Oluşumu, s.207-313.

306

Selman Başaran-Mehmet Ali Sönmez, Hadis Tarihi ve Usûlü, Bursa ts., s.71; Muhammed Zübeyir Sıddıkî, Hadis Edebiyatı Tarihi, Yusuf Ziya Kavakçı (Trc.), İrfan Yay., İstanbul 1996, s.89.

307 Muhammed Zübeyir Sıddîkî, Hadis Edebiyatı Tarihi, s.63-73; Ahmet Yücel, Hadis

Istılahlarının Doğuşu ve Gelişimi, İFAV Yay., İstanbul 1996, s.27-51.

308

Şeşen, İslam Medeniyeti Tarihi, s.110-111.

309

60

kaynaklı bazı düşünce ve görüşlerin bir kısım mutasavvıflar üzerinde etkili olması ve netice itibariyle hulûl/ittihâd/ibâhiyye gibi öğretilerin ortaya çıkması yine bu döneme rastlamaktadır.310

Hicrî III. asırdaki fikrî ve sosyo-kültürel ortam bundan ibaret değildi. Zira bu asırda Sünnî ekol de kendi arasında iki farklı hukûkî ekole ayrılmıştır. Bunlar Ehl-i hadîs ve Ehl-i re’y’dir. Ehl-i re’y dini mevzularda akıl ve kıyası önde tutan ekole isim olarak verilmiş ve Irak’ta zuhur etmiştir.311

Zira Irak hem kozmopolit bir toplum yapısına sahip hem de ilim, fen ve felsefede önemli merkezlerden biriydi.312

Böyle bir ekolün oluşumunda toplumun kültürel ve siyâsî yapısının farklılık arz etmesi yatmaktadır. Yani fikri çekişmelerin, uyuşmaz inançların ortaya çıktığı merkezde birbirinden farklı görüşler zuhur etmiştir.313

İbn Ebî Leylâ (ö.148/765)314, Ebû Hanîfe (ö.150/767)315, Ebû Yusuf (ö.182/798)316, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî (ö.189/205)317 bu görüşün öncülerinden sayılmıştır. Bu ekollere sadece hukûkî ekoller olarak bakamadığımızı, bunları aynı zamanda belirli bir dünya görüşleri ve paradigmaları olan akımlar olarak gördüğümüzü ifade etmek istiyoruz.

Ehl-i re’y’in karşısında da Medine merkezli Hicaz yani Ehl-i hadîs ekolü oluşmuştur. Esasen bu iki ekol arası görüş ayrılığının temelinde kültür ve örf farklılığı yatmaktadır.318

Bu iki ekol arasında zamanla yöntemsel farklılıkların gündeme gelerek gittikçe artan dozda yoğunlaşması gerek fıkıh gerek hadis gerekse tefsir ilimlerinin oluşumunda büyük tesirleri olmuştur. Zira bu iki ekol taraftarları

310 Yıldız, “Abbâsîler”, DİA, s. 43-45.

311 Daniel Brown, İslam Düşüncesinde Sünneti Yeniden Düşünmek, S. Kızılkaya-S. Özer

(Çev.), Ankara Okulu Yay., Ankara 2002, s.26.

312

Ahmed Emin, Duha’l-İslam, Mektebetu’n-Nahdati’l-Mısriyye, Kâhire 1964, c. II, s.77; Irak bölgesi için bkz. Ahmed Emin, Fecru’l-İslam, Ahmed Serdaroğlu (Çev.), Kılıç Kitabevi, Ankara 1976, s.179-189.

313

M. Esad Kılıçer, İslam Fıkhında Re’y Taraftarları, DİB Yay., Ankara 1994, s.58.

314

Ebû Hasan b. Abdullah el-İclî, Târîhu’s-Sikât, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût 1984, s.407.

315

Hatîb el-Bağdadi, Târihu Bağdat, Beşşâr Avvâd Ma’rûf (Thk.), Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî, Beyrût 1422/2002, c. XV, s.444.

316 Hatîb el-Bağdâdî, Târihu Bağdat, XVI, 359. 317

Muhammed Zahid el-Kevserî, Bulûğu’l-Emânî fî Sîreti’l-İmam Muhammed b. el- Hasan eş-Şeybânî, Mektebetu’l-Hâncî, Kâhire 1355, s.4.

318

61

savundukları görüşler için Kur’ân’dan, hadisten, sahabi uygulamalarından deliller getirmeye çalışmışlardır. Bu anlamda Evzâî (ö.157/774), Malik b. Enes (179/795)319

, Süfyân b. Uyeyne (ö.198/814)320, Muhammed b. İdris eş-Şâfiî (ö.204/820)321, Ahmed b. Hanbel (ö.241/855) gibi ulema Ehl-i hadîs taraftarlarından sayılmışlardır. Bu dönemde âyet ve hadisleri zahiri manalarına göre değil de aklî delillerle yorumlanması gerektiğini savunan düşünce ekolü ile bu konuda yorum ve te’vîl yolunu kapatan âyetleri zahiri manasına göre anlaşılması gerektiğini ileri süren düşünce ekolleri sürekli çatışma halinde olmuştur.322

Hicrî III. asrın kültürel dokusunu şekillendiren etkenlerden biri de Müslümanların yabancı kültürlerin inanç ve düşünceleriyle sürekli temas halinde bulunmaları olmuştur. Müslümanların diğer kültür ve medeniyetlerle teması fetihler ve tercüme faaliyetleri sonucunda gerçekleşmiştir. Bu meyanda Abbâsîler devrinde Hicrî III. asrın sonlarında İslam coğrafyası Doğu’da Kaşgar ve Sind; Batıda Endülüs dâhil Atlas okyanusuna kadar; Kuzeyde Türkistan dâhil Sibirya, Aral gölü, Hazar denizi ve Kafkasya hattına ve Avrupa yakasında Pirene dağlarına kadar; güneyde Hint okyanusu ve Basra Körfezi ile Afrika’da Nube ve büyük Sahra’ya kadar geniş bir coğrafyayı içine alıyordu.323

Fethedilen bölgelerden İran ve Irak ilim, kültür ve inanç açısından tam bir mozaikler coğrafyasıdır. Buralarda Farslıların yanı sıra Hristiyan, Yahudi, Mazdek, Mani ve Zerdüştlerden oluşan etnik bir kültürel doku bulunmaktadır. Şam’da Bizans-Roma kültürü hâkimdir. Mısır’da eski Mısır ve Yunan medeniyetleri hâkim olduğu gibi İskenderiye gibi felsefi okulların yerleştiği yerdir. Hicrî II. asrın başlarından itibaren buralara İslam dini girmiş, öğretilerini bu halklara kabul ettirmiş ve kültür alışverişleri başlamıştır.324

319

İbnu’l-Cevzî, Sıfatu’s-Safve, Mahmud Fahûrî (Thk.), Dâru’l-Maârif, Beyrût 1979, II, 177-180.

320

Şemsuddin ez-Zehebî, el-İber fî Haberi Men Gaber, Ebû Hacir Muhammed b. Besyûnî Zeğlûl (Thk.), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût ts., c. I, s.254.

321 Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, VIII, 236 322

Şeşen, İslam Medeniyeti Tarihi, s.111-115.

323

Kemal Sandıkçı, İlk Üç Asırda Hadis, TDV Yay., Ankara 1991, s.16.

324

62

Bütün bu gelişmeler çerçevesinde Müslümanlar karşılaştıkları yeni ilimler ve kültürlerle etkileşime geçmiş, özellikle Kur’an ve Sünnetin boş bıraktığı sahalar bu kültürlerin etki alanını oluşturmuştur.325

Bu meyanda teşbîh, tecsîm, hulûl, kader, irade gibi inançlar, başta ric’at olmak üzere Şîa’nın görüşleri, İmâmet ve Vesâyet ile ilgili görüşler ve bu hususta uydurma hadislerin ve israiliyâtın çıkışı gibi mevzular ehl-i kitap kültürünün İslam üzerindeki etkisini göstermesi bakımından yeterli bir delildir.326

Öte yandan tercüme faaliyetlerinde görevlendirilen mütercim ve küttâblar genelde Süryâni kilisesine mensup kimselerden müteşekkildi. Bu mütercimler İslamî akideyi ifsat amaçlı te’lîf eserler ortaya koymuşlardır.327