• Sonuç bulunamadı

E- KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1.4. HİCRİ III ASIRDAKİ TOPLUMSAL VE KÜLTÜREL YAPI

2.1.4. Muhaddislerin Belirli Bir Mezhebe Mensup Olma Durumu

580 İbn Kesîr, el-Bidâye, x, 316; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, XVII, 23. 581 İbnu’l-Cevzî, Muntazam, XI, 249; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, XVII, 23.

134

İnsanın sergilemiş olduğu davranışlar ve eylemler yaşamış olduğu toplumun ve çevrenin etkilerinden bağımsız olamaz. Çükü birey davranışları yaşadığı toplumun şekline göre farklılıklar arz edebilir. Bu açıdan kişilerin olaylara vermiş olduğu tepkiler tutum ve davranışlar içinde yaşamış olduğu toplumdaki siyâsî olaylar siyasal kurumlar veya siyasal iktidar süreçlerinden gelen etkilere karşı değişebilmektedir. Birey de toplumun tabii bir üyesi olduğundan kendi toplumunda meydana gelen siyâsî ve dînî olayların aslında aktif bir aktörüdür. Siyâsî ve dînî olaylarda kişinin rol alması aslında insanoğlunun bazı psikolojik özelliklerinin yattığı söylenebilir. Zira insan kendi savunduğu ideolojisinin iktidar olmasını istemekte veya kişisel menfaat kaygısı ile hareket ettiği için iktidarın, örgütlerin görüşlerini fikir ve eylem olarak savunmaktadır.582

Bireyin toplum içinde neşet eden ideolojik ve siyasi gruplara mezheplere müntesip olmasının veya böyle bir zorunluluk hissetmesinin bazı sebepleri vardır. Mesela kişinin varlığını koruma ve güvenlik içinde yaşama isteği bunlardan biridir. Keza daha müreffeh ve hürriyet içerisinde yaşama arzusu da mensubiyet hissini tetikleyen sebepler arasında sayılabilir. Ancak kişinin bir siyasi dini/itikâdî ekole mensup olmasının altında yatan en önemli faktör iktidar olma arzusudur. Zira bireyin sürekli iktidarı elde etme arzusu, güç ve kuvvetini geliştirme eğilimi onun güdüsüdür. Bu onun karakterinin gereğidir.583

Bireyde var olan bu psikolojik his yani güç ve kuvvetini her zaman taze tutma ve bunun için çaba gösterme onu siyasal iktidarı destekleme veya siyasal iktidarı eleştirmeye yöneltmiştir. Siyasal iktidar kendi ideolojisini dikte ettirmeye çalışıyorsa ve toplumda kolonyal bir sistem oluşmuşsa toplumun fırkalara ve hiziplere ayrılması kaçınılmazdır. Bireyde var olan zıt duygulara sahip olma hisleri ve siyasi baskılara karşı tepki verme duygusu onu bir fırka müntesibi olmaya itebilmektedir. Özellikle siyasal toplumsallaşmanın yoğun olduğu toplumlarda toplum üyelerinin kazandıkları siyasal kültür, değer, kural ve inançlar bireyleri siyasal sistem içerisinde belirli bir rol

582 Geniş bilgi için bkz. Ahmet N. Yücekök, Siyasetin Toplumsal Tabanı (Siyaset

Sosyolojisi), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1987, s. 14-30.

583 Davut Dursun- Mustafa Altunoğlu (Ed.), Siyaset Bilimi, Anadolu Üniversitesi

135

oynayacak donanıma sahip hale getirir. Bunun yanında siyasetin ve dinin aktif olarak kullanıldığı toplumlar bölünmelere daha yatkındırlar. Bu meyanda toplumda oluşan dini ve siyâsî örgütler oldukça aktif bir rol oynarlar. Bireyin dini ve siyasi görüşünü etkin propaganda sayesinde büyük ölçüde şekillendirirler. Bireylerde var olan girişkenlik, teşebbüs ruhu, asabiyet, tarafgirlik gibi duygular, yaş ve cinsiyet, yaşadığı toplumdaki siyasal ve hukuksal faktörler onu bir partiye, fırkaya, mezhebe üye olmak zorunda bırakabilmektedir. Zira insan bazı görüş ve düşüncelerini toplumsal örgütler vasıtasıyla kamuoyuna kabul ettirir.

Verdiğimiz bu bilgiler muvacehesinde ilk üç asırda muhaddisler içinde bulundukları toplumun ve tarihsel koşulların gereği olarak hem itikâdî hem de amelî olarak tüm mezheplerin oluşumlarına şahit olmuşlardır. Daha önce farklı başlıklar altında bu mezheplerin zuhuruna neden olan faktörlerden bahsettik. İşte bu malum faktörler hadisçileri de etkilemiş ve onların da herhangi bir ekole mensup olmalarını zorunlu kılmıştır. Her muhaddis, fakîh, müfessir, dil âlimi, şair doğrudan veya dolaylı olarak kendi mezhebini savunmuş ve diğer mezheplere karşı bir savunma mekanizması geliştirmiştir. Keza belirli bir mezhebe mensup olan ulema bidat-sapık fırka gibi terimler kullanarak siyâsî ve ideolojik taksimat yapma gayreti içerisinde olmuştur. Bu fırkalar içerisinde merkezi konumda yer alan, ağırlığı olan, sayısal çoğunluğu olan grup müntesipleri “öteki”leri tanımlamaya kalkışmıştır. Bu tanımlamanın ana karakteri ise diğer gruplara olumsuz bir tavırla bakmak olmuştur.

İslam dünyasında yaşanan siyâsî ve dini ihtilaflarla birlikte meydana gelen hizipleşme her halükarda yukarıda da ifade edildiği gibi bir lidere ve bunun etrafında toplanan müntesiplere ihtiyaç duyacaktı. Dikkat edilecek olursa bu fırkaların müntesipleri ya muhaddis ya fakîh ya da müfessirler olmuştur. Muhaddisler ve fakîhler müntesibi bulundukları mezheplere göre değerlendirilmişlerdir. Bu muhaddislerin kimlik bilgileri tespit edilirken tarafsız davranılamamış, dönem ulemâsının rivâyetleri bile bağlı bulunduğu itikâdî/ameli mezhebe göre kategorize edilmiş, hangi değeri hak ettiği zaman zaman sübjektif değerlendirmelere göre yapılmıştır.

Sonuç olarak ilk üç asırda yaşanan toplumsal olaylar sebebiyle mezhep ve fırkalara bölüşen islam toplumunun bu durumundan muhaddisler de nasibini almış ve

136

hemen hemen her muhaddisin itikâdî ve amelî anlamda intisap ettiği bir mezhep olmuştur. Onların mezhebî aidiyetleri muhaliflerine karşı bir tutum bir duruş sergilemelerine sebep olmuştur. Bir muhaddis ameli alanda Hanefi mezhebi müntesibi itikâdî alanda mürcii veya mutezilî olabilmiştir. Keza ameli alanda Şafii olan muhaddis itikâdî alanda Ehl-i hadîs olabilmiştir. İbrahim b. Rüstem el- Mervezî (ö.211), İbrahim b. Yusuf el-Belhî el-Bâhilî (ö.239) 584 Muhammed B. Ebi’l Leys el- Horezmî (ö.235/849) Abdullah b. Muhammed el-Halencî (ö.253/867)585, Salih b. Muhammed et-Tirmizi (ö.239/853)586, Abdurrahman b. İshak b. İbrahim b. Seleme ed-Dabbî (ö.232/846)587, Bişr b. Gıyâs el- Merîsî (ö.218/833) gibi birçok fakîh ve muhaddis itikatta mürciî ve Ehl-i re’y mensubu amelde ise Hanefî olarak tanımlanmıştır.

2.2. İDEOLOJİK HADİSÇİLİK AÇISINDAN TEMEL