• Sonuç bulunamadı

E- KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1.4. HİCRİ III ASIRDAKİ TOPLUMSAL VE KÜLTÜREL YAPI

2.1.3. İdeolojik Hadisçiliğe Sebep Olan Amiller

2.1.3.2. Mezhep Taassubu

Mezhep kelimesi gitmek, gidilecek yer ve zaman anlamlarına gelmektedir. Ayrıca mezhep kelimesi fikir ve düşünce konusunda takip edilen yol ve kişinin yöneldiği tarz ve meslek anlamlarında da kullanılmıştır.472

İnsanların inanıp yöneldikleri asıl, esas, yol ve inanç anlamına geldiği de ifade edilmiştir.473

Dini bir

471 Koçyiğit, Münakaşalar, s.101-102. 472

Ebû Nasr İsmâîl b. Hammâd el-Cevherî, es-Sıhâh Tâcu’l-Lüğa, Ahmed Abdulğafûr Attâr (Thk.), Dâru’l-İlm li’l-Mellâyîn, Beyrût, 1407/1987, c. I, s.129.

473 Ebû’t-Tâhir Mecdüddîn Muhammed b. Ya‘kûb b. Muhammed el-Fîrûzâbâdî, el-

108

kavram olarak ise mezhep kelimesi “Dilin ihtilafsız ve kesin olan esasları dışındaki itikâdî, siyâsî ve fıkhî konularda, dînî delillerin kaynağı olarak kabul edilen metinlerde kesin bir delil bulunmaması, yahut delil kabul edilen unsurların birden çok olması veya delil olarak kabul edilecek unsurların dayandığı dini metinlerin yoruma açık yahut yorumlaması gerekli olması durumunda, aklî zaruretler, dil özellikleri. naslardaki işâret ve emareler ve örfün gereklerinden istifade edilmek suretiyle ortaya konulan farklı yorumlar, düşünceler, yöneliş ve anlayışlar mezhep olarak isimlendirilmektedir”.474

İslam düşüncesinde Mezhep terimi daha çok sistemleşmiş olan itikâdî, siyâsî ve fıkhî ekolleri ifade etmek için kullanılmıştır. Bu kavram incelediğimiz asırlarda yazılan eserler göz önüne alındığında bazen Fırka/Fırak veya Makale/Makâlât kavramları ile de ifade edilmiştir. İtikadî ve siyâsî konularda ana bünyeden ayrılan zümrelere daha çok Fırak kelimesi kullanıldığı gözlemlenmektedir. Mesela hicrî III. asırda Şii müellifler tarafından kaleme alınan Hasan b. Musa en-Nevbahtî ve Sa'd b. Abdullah el-Kummî’nin Fıraku'ş-Şîa ve el- Makâlât ve'l-Fırak adlı eserleri bu gözlemimizi destekler mahiyettedir.

Taassup kelimesine gelince sözlükte “yakalamak, kuşatmak, sarmak, bağlamak” anlamındaki asb (usûb) kökünden türeyen ve “kendi soyuna yardım etmek, körü körüne bağlanmak, bir şeye kani olmak”475

manasına gelmektedir. Dini bir kavram olarak bir inancı körü körüne kabul edip başkasına dayatma ve başkalarının inanç ve düşüncelerini aşağılayıp baskı yoluyla yok etme476

anlamında kullanılmıştır. Taassubun bağnazlık anlamına geldiğine de vurgu yapılmıştır.477

Mezhepler Peygamberimiz (sav)'in vefatından sonra Kur’ân ve hadiste açık olarak ifade edilmeyen meselelerin herkesin kabul edeceği bir hüküm vereceği otorite boşluğundan zuhur etmiştir. Sahabi devrinin ilk yıllarından itibaren gelişen siyasi olaylarla beraber başlayan ihtilaflar ve bunun doğal sonucu olarak meydana gelen fırkalaşma zamanla mezhep haline gelmiştir. Bu mezhepler daha önce ifade

474 Mustafa Öz, “Mezhep Kavramı Üzerine”, İslâmî Araştırmalar, c. 15, s. 304. 475

Ebü’l-Fazl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem b. Alî b. Ahmed el-Ensârî er-Rüveyfiî, Lisânu’l-Arab, Dâru Sadr, Beyrût 1414, I, 603; Fîrûzâbâdî, el-Ķâmûsu’l-Muhît, c. I, s. 182,

476 Mustafa Çağrıcı, “Taassup”, DİA, XXXIX, 285.

109

edildiği gibi amelî, itikâdî ve siyâsî alanlarda oluşan mezheplerdir. Amelî mezhepler Kur’ân ve sünnette mevzu bahis olmayan meselelere cevap verme ve çözüme kavuşturma yetkisi olan içtihâd farklılığından ortaya çıkmıştır. Siyasi mezhepler ise özellikle halifelik mevzusu etrafında düşülen fikrî ayrılıklar sebebiyle zuhur etmiştir. İtikâdî mezhepler ise kaza, kader, irade, haberi sıfatlar, şefaat, sırat mizan gibi metafizik konularda çıkan düşünsel ayrılıklar sonucu doğmuştur.

Daha önce ifade edildiği gibi islam âleminde yaşanan iç kargaşalar ve siyasal gelişmeler Müslümanların Ali’nin tahkim işini kabul etmesi konusunda onu tekfîr eden Hâricîlerin; diğer yandan Aliyi ilah kabul eden ve onun nass ile tayin olduğuna inanan Şîa’nın; bütün bunlar karşısında çıkan olaylara tarafsız kaldığını iddia eden Mürcie’nin478

; Sahabi devrinin sonlarında ise Cebriyye, Kaderiyye, Müşebbihe, Mücessime gibi fırkaların ortaya çıkmasına sebep olmuştur.479

Adı geçen mezhepler arasında yaşanan siyâsî ayrılıklar zaman ilerledikçe dini bir nitelik kazanarak itikâdî mezheplerin teşekkülüne zemin hazırlamıştır. Müntesiplerinin çoğu fakîh, muhaddis, müfessir, filolog vs. kimselerden oluşan bu mezhepler mezheplerinin akaide müteallik görüşlerini aksettiren âyetleri te’vîl etmiş ve bu te’vîle uygun hadis rivâyet etmişlerdir.480

Öte yandan bu fırkalar ihtiyaçlarını karşılayamayan ve işlerine gelmeyen hadislerin Hz. Peygamber’e (a.s.) nispetini inkâr ederek uydurulmuş olduğunu iddia etmişlerdir.481

Bu mezheplerin her biri kendine ait bir öğreti ve yöntembilim belirlemiş, İslam âleminde zenginlik sayılması gereken fikir ayrılığı sonucu oluşan bu doktrinler ideoloji halini almıştır. Öğretiler ideoloji halini aldıkça taraflar kendi mezheplerinin liderlerini mit haline getirmiştir.

Öte yandan mezhepler kendi görüşleri dışında doğru kabul etmeme eğilimi göstermiştir. Yani artık mezhepler kesin inanççı olmuş ve mezhep ideolojisine körü körüne bağlanmaya başlamışlardır. Özellikle sergilenen dînî taassup acılı sahnelere neden olmuş, taassup artıkça aşırı yorumlar çoğalmış ve bilim, fikir ve akıl yolundan

478 Mustafa Sıbâî, İslam Hukukunda Sünnet, Kamil Tunç (Çev.), Sembol Yay., İstanbul

2013, s.99.

479

Yaşar Kandemir, Mevzu Hadisler Menşei, Tanıma Yolları, Tenkidi, İFAV Yay., İstanbul 2011, s.26; Koçyiğit, Münakaşalar, s.102.

480 Kandemir, Mevzu Hadisler, s.143; Sıbâî, İslam Hukukunda Sünnet, s.10. 481 Kandemir, Mevzu Hadisler, s.27.

110

ayrılmalar olmuştur. Bu yüzden pek çok insan inançlarından dolayı ıstırap çekmiştir.482

Körü körüne taklît etme metodunu kendine şiar edinen mezkûr fırkalar bir düşünce ve inanç hareketine duydukları ilgiyi inceleyip değerlendirmek yerine taklitçi bir tutum sergilemişlerdir. Bu da katı bir bağlılık doğurmuş, giderek taassup duygusunun yerleşmesine yol açmıştır. Nitekim İslâm dünyasında özellikle fıkıh ve kelâm alanlarında mezheplerin ortaya çıkmasından sonra taassubun ürettiği tartışmalar kan dökülmesine ve ülkelerin tahrip edilmesine kadar varan düşmanlıklara sebep olmuştur.483

Her mezhebin doğuş sebebi farklı olsa da bir düşünce ve inancı anlamadan, olduğu gibi, körü körüne kabul etme ve bu düşünceye sıkı sıkıya bağlı olma ve dinî mevzulara bu gözlükle bakma mezheplerin ortak paydaları olmuştur. Mezheplerin bilimsel metot farklılıkları, değişik bilgi kaynakları, zihniyet farklılıkları ve akıl ilkeleri gibi bazı nedenlerle farklı fikirlere sahip olmaları gayet normal iken çoğulcu yapı dikkate alınmaksızın dar bir düşünce içerisinde kendi mezhebinin inanç ve ideolojisini en üstün ve en doğru addederek başka fikir, inanç ve ideolojilere düşman tavır takınılmıştır. Farklı düşüncelere karşı mutaassıbâne tavırlar sergilenmiştir. Bu tavırlar zamanla siyasi ve ideolojik tavır şekline büründürülmüş ve her fırka kendi rivâyetlerini ve hadisçilerini oluşturmuştur.

Şimdi de yukarıda verilen malumatlar ışığında mezhep taassubunun ideolojik hadisçiliğe nasıl ittiğini, bu işin pratikteki boyutunu irdeleyelim. Bilhassa Emevîler döneminde artan kader ve kaza tartışmaları Kaderiyye, Cebriyye ve Mürcie mezheplerini karşı karşıya getirmiştir.484

Mezhepler bu tartışmalarının yanında mürtekib-i kebire’nin durumu, imân artar veya eksilir mi?, Ru’yetullah vuku bulacak mı?, Allah’ın (c.c) haberi sıfatlarının durumu, insan fiillerinde özgür müdür? şeklindeki metafizik konuları tartışmışlardır. Her fırka kendi ideolojisini savunan deliller getiriyordu. Mürcie büyük günah işleyenin durumuyla ilgili ircâ ve te’hîr/erteleme hükmünü vermiştir. Cehmî Mürcie’ye göre imân Allah ve Resûlünü

482

Bertrand Russell, Din ile Bilim, Akşit Göktürk (Çev.), İstanbul 1983, s.9.

483 Mustafa Çağrıcı, “Taassup”, DİA, XXXIX, 285.

484 Ebû’l-Abbas Takiyyuddin Ahmed b. Abdülhalim İbn Teymiyye, Minhâcu’s-Sünneti’n-

111

(a.s.)bilmekten ibarettir. Bir kimsenin ameli olmazsa kebâirden bir şeyler işlese bile bu onun imânına zarar vermez. Bu açıdan imânda eksilme veya artma söz konusu değildir.485

İşte Mürcie mezhebi müntesipleri imânla ilgili bu görüşlerini teyit etmek için hadis uydurmaktan geri kalmamıştır. Nitekim Ebû Said el-Hudrî’ye varan bir isnatla Hz. Peygamber(a.s.)şöyle emretmiştir.

“Her kim imânın artıp eksildiğini iddia ederse bilsin ki imânın artması nifak eksilmesi ise küfürdür. Böyle kimseler tövbe ederlerse ne âlâ.. Aksi halde boyunlarını kılıçla vurunuz. Bunlar Rahman’ın düşmanlarıdır. Allah (cc)’ın dinini parçalamışlar, küfre intisap etmişlerdir. Allah’a düşman olmuşlardır. Allah yeryüzünü bunlardan temizlesin. Haberiniz olsun ki bunların namazları da oruçları da zekât ve hacları da kabul olunmaz. Haberiniz olsun ki bunların bir dini de yoktur. Resulullah (a.s.) onlardan uzaktır, onlar da Resulullah (a.s) ’tan..”486

İbnu’l-Cevzî bu hadisin İbnu’l Kasım et-Telkânî’nin uydurmalarından olduğunu ifade etmiştir. Keza Hâkim en-Neysâbûrî hadisin râvilerinde Muhammed İbnu’l Kasım et-Telkânî’nin Mürcie’nin reislerinden olduğunu ve mezhebi adına hadis vazettiğini ifade etmiştir.487

Mürcie karşısında yer alan grup da onların imân ile ilgili görüşlerini çürütmek için hadis vazetmişlerdir. Mesela Ammâr b. Mutarrıf Muâz b. Cebel’e varan bir isnatla Hz. Peygamber’in (a.s.)“İman artar ve eksilir.” dediğini, oysa Ammâr’ın münkeru’l-hadis olduğu, yalan söylediği, “sâriku’l hadis” yani hadis hırsızlığı yaptığı şeklinde cerh edildiği müşahede olunmaktadır.488

Hadisleri taraflı olarak okuyup ve bu anlamda hadis üreten çevreler hızlarını alamayıp mezhep taassubu hisleriyle hareket ederek muhaliflerini zemmeden hadisler vazetmişlerdir. Bu duruma başka bir örnek Mürcie muhaliflerinin İbn

485 el-Eş'arî, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn, I, 114.

486 İbnu’l-Cevzî, el-Mevdûât, I, 133; Ebû’l Fadl Muhammed b. Tahir b. Ali b. Ahmed el-

Makdîsî eş-Şeybânî İbnu’l Kayserânî; Tezkiretu’l-Huffâz, Hamdi Abdülmecid Selefi (Thk.), Dâru’s- Sumey’î, Riyâd 1415/1994, c. I, s.328.

487 İbnu’l-Cevzî, el-Mevdûât, I, 133. 488 İbnu’l-Cevzî, el-Mevdûât, I, 129-130.

112

Abbas’a varan bir senetle Hz. Peygamber’in (a.s.)“Her ümmetin Yahudileri vardır, benim ümmetimin Yahudileri de Mürciedir.” buyurduğunu söyledikleri rivâyettir.489

Yine Mürcie mezhebi muhalifleri, Muhammed b. Said’in İbn Abbas’a varan bir senetle Hz. Peygamber’in (a.s) ağzıyla zemmettirilmiştir. Nitekim rivâyete göre Hz. Peygamber’e (a.s) Mürcie hakkında soru sorulmuş, o da cevaben “ Allah Mürcie’ye lanet etsin. Onlar öyle bir kavimdir ki amelsiz imân üzerinde konuşurlar. Namaz, zekât ve haccı farz saymazlar.” demiştir. Hadisin râvisi Muhammed İbn Said el-Ezrak, İbn Adiyy tarafından “hadis uyduran, Kezzâb/Aşırı yalancı” olarak tavsif edilmiştir.490

Yukarıda anlatılanlar sadece Mürcie ve muhaliflerine münhasır değildir. Kaderiyye, Cehmiyye, Mu’tezile gibi diğer mezhepler de vazettikleri hadislerle veya hadislere yaptıkları ekleme ve çıkarımlarla mezheplerinin propagandasını yapmışlar ve mezheplerini katı, sert, bağnaz bir şekilde savunmuşlardır. Nitekim “Ümmetimden iki sınıfa şefaatim nail olamaz: Kaderiyye ve Mürcie..”491

, “ Kaderiyye, Cehmiyye, Mürcie ve Revâfız gibi fırkaların Allah’ın (c.c)yetmiş Peygamber lisanıyla lanetlediği ”,492

“Mürciî ve kaderi iken ölen birinin üç gün sonra kabri açılsa mutlaka yönünü kıbleden çevrilmiş olarak bulunacağını”493

ifade eden hadisler uydurulmuştur.

Uydurulan hadisler sadece bununla sınırlı kalmamıştır. Bunun da ilerisine gidilip Kur’ân’ın mahlûk olup olması ile ilgili görüş sahibi olanların Allah tarafından lanetlendiği Hz. Peygamber’e (a.s.) söylettirilmiştir. Nitekim Ebû Saîd el-Hudrî’ye dayatılan bir isnatla Hz. Peygamber’in (a.s)şöyle dediği iddia edilmiştir:

489

es-Suyûtî, el-Leâliu’l-Masnûa, I, 240; Nuruddin Ali b. Muhammed Ali b. Abdirrahman İbn Arrâk el-Kinânî, Tenzîhu’ş-Şerîati’l Merfûa ani’l-Ahbâri’ş-Şerîati’l-Merfûa, Abdulvehhâb Abdullatif-Abdullah Muhammed Sıddık el-Ğımârî (Thk.), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût 1399, c. I, s. 312; İbnu’l-Cevzî, el-Mevdûât, I, 27.

490 İbnu’l-Cevzî, el-Mevdûât, I, 276-277; Suyûti, el-Leâli’, I, 240; İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-

Şerîa, I, 312.

491 İbnu’l-Cevzî, el-Mevdûât, I, 134. 492 İbnu’l-Cevzî, el-Mevdûât, I, 276. 493 İbnu’l-Cevzî, el-Mevdûât, I, 277.

113

“ Allah 70 nebi lisanıyla şu dört guruba lanet etmiştir: Kaderiyye, Mürcie, Cehmiyye ve Revâfız.. Dedik ki: ya Resûlallah! Kaderiler kimlerdir? O da cevaben: hayrın Allah (c.c.)’ tan şerrin ise iblis’ten geldiğini söyleyenlerdir. Dikkat edin! Hayır ve şer Allah (c.c.)’ tandır. Kim bunun dışında bir şey söylerse Allah’ın (c.c.)laneti onun üzerine olsun. Bunun üzerine dedik ki: Peki ya Resûlallah! Cehmîler kimlerdir? O da cevaben: Kur’ân’ın mahlûk olduğunu söyleyenlerdir. Dikkat edin! Kur’an mahlûk değildir. Her kim bunun dışında bir şey söylerse Allah’ın (c.c.) laneti onun üzerine olsun. Dedik ki: ya Resûlallah! Peki Mürciîler kimlerdir.? O da cevaben: imânın amelsiz sadece sözden ibaret olduğunu söyleyenlerdir. Peki ya Râfizîler kimlerdir? dedik. O da cevaben: Ebûbekir’e ve Ömer’e sövenlerdir. Dikkat edin! Kim onlara söverse Allah’ın (c.c.) laneti onun üzerine olsun.”494

Mezkûr hadis teknik bakımdan incelendiğinde; İbnu’l-Cevzî bu hadisin uydurma olduğunda şüphe olmadığı kanaatindedir.495 Zira hadisin senedinde iki meçhul râvi bulunmaktadır: Muhammed b. İsa ve Muhammed b. Ahmed b. Mansur el-Harbî. Bu hadisi incelediğimizde hadisin tamamen mezhep taassubu sebebiyle rivâyet edildiği ortaya çıkmaktadır. Zira hicrî III. asırda meydana gelen İslamın Kur’ân’ın mahlûk olduğu şeklinde bir inanç getirmemesine rağmen ve Müslümanların gündemine dış kaynaktan sızan Kur’ân’ın mahlûk olup olmadığı mevzuu özellikle Abbâsîler zamanında Mu’tezile tarafından islâmi bir akide olarak savunulmuş ve bu inanç halka zorla kabul ettirilmiştir. Mezkûr rivayet mezhebî aidiyetin ve taassubun hadis ilmine, hadisin ideolojik olarak kullanılmasına, anlaşılmasına ve yorumlanmasına apaçık bir örnektir.

İdeolojik Hadisçilik sadece itikâdî/siyâsî anlamda oluşan mezheplere has değildir. Bu durum zamanla fıkıh mezheplerine de yansımıştır. Hadisler mezhebî ön kabullere göre anlaşılmış ve ona göre yorumlanmıştır. Bu durum kendini özelikle hicrî II. asrın ikinci yarısı ve hicrî III. asrın ilk yarısında göstermektedir. Zira bu zaman dilimi fıkhî mezheplerin çatışma ve kavgalarının yoğun olduğu yıllardır. Bu

494 İbnu’l-Cevzî, el-Mevdûât, I, 276. 495 İbnu’l-Cevzî, el-Mevdûât, I, 276.

114

duruma bağlı olarak Hanefi mezhebi müntesibi râviler Ebû Hanife’nin geleceğini müjdeleyeceklerdir. Bu müjde “Ümmetim arasından adına Ebû Hanife denilen bir zat gelecektir. O ümmetimin ışığıdır.”496

şeklinde Hz. Peygamber’e (a.sظ) söylettirilmiştir.497

Öte yandan muhalif olarak görülen Şâfiî hakkında da zemmedici hadisler rivâyet edilecektir. Nitekim mezkûr hadisin makablinde “ Ümmetimden Muhammed b. İdris eş-Şâfiî adında bir şahıs zuhur edecek. Bu şahıs ümmetime şeytandan daha zararlı olacaktır.”498

şeklinde hadis nakledilmiştir. Mevzûât kitaplarında mezhep imamlarının menakıplarına dair uydurulmuş daha birçok hadis örnekleri bulmak mümkündür.499 Keza fıkhî mezheplere mensup bazı muhaddis fakîhler ibadetlerin şekil yönüne takılarak, teferruat sayılacak meselelerde çok basit mevzuları mezhep fanatizmi sâikiyle kendi mezheplerinin daha doğru olduğunu ispat için hadisleri keyfi istimal cihetine yönelmişler, hatta hadis uydurma cihetine gitmişlerdir. Nitekim “ ْنَم ُهَل َةلاَص لاَف ِةلاهصلا يِف ِهْيَدَي َعَف َر/Rükûda ellerini kaldıran kimsenin namazı sahîh değildir.”500

ve “ةَضي ِرَف اًثلاَث ِبُنُجْلِل َقاَشْنِتْسلاا َو ةَضَمْضَمْلا َلَعَج َمهلَس َو ِهْيَلَع ُ هاللَّ ىهلَص يِبهنلا نَأ /Cünüp olana Ağza buruna üç defa su vermek farzdır.”501

gibi uydurma hadisler bunun ispatıdır.

Sonuç olarak mezhep taassubu; mezhebi ve imamını öven, mezhebin görüşlerini destekleyen, mezhebin muhaliflerini ve görüşlerini zemmeden rivâyetlerin nakledilmesine ve üretilmesine sebep olmuştur. Keza aşırı tarafgirlik, fırkacılık ve gruplaşma zihniyeti hadislerin taraflı ve ideolojik anlaşılmasına sevk eden amillerden biri olmasına sebep olmuştur.

496 İbnu’l-Cevzî, el-Mevdûât, II, 48. 497

İbnu’l-Cevzî bu hadisin uydurma olduğu kanaatindedir. Hadisin râvilerinden Me’mûn b. Ahmed es-Sülemî ve Ahmed b. Abdullah el-Cuveybârî’nin hadis uydurucusu olarak bilindiğini, dinlerinin olmadığını kendilerinde hayırdan bir emareye rastlanmadığı şeklinde cerh edilmişlerdir. İbn Hıbbân ise; Me’mûn’un görmediği kişilerden hadis rivâyet ettiğini, Cuveybârî’nin ise aşırı yalancı, Deccal ve hadis rivâyet ettiği kişiler adına rivâyet etmedikleri hadisi rivâyet ettiğini ifade etmiştir. (İbnu’l-Cevzî, el-Mevdûât, II, 48.)

498 İbnu’l-Cevzî, el-Mevdûât, II, 48; Suyûtî, el-Leâli’, I, 417; İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, II,

30.

499

Bunun için İbnu’l-Cevzî, el-Mevdûât, I, 279 ile II, 75 arasına bkz.

500 İbnu’l-Cevzî, el-Mevdûât, II, 97. Suyûtî, el-Leâli’, II, 18; İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, II,

79.

115