• Sonuç bulunamadı

E- KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1.4. HİCRİ III ASIRDAKİ TOPLUMSAL VE KÜLTÜREL YAPI

2.1.3. İdeolojik Hadisçiliğe Sebep Olan Amiller

2.1.3.1. Siyâsî İhtilaflar

"Muhalefet" kelimesi Arapça h-l-f kökünden türemiş bir kavramdır. İhtilaf kavramı da aynı kökten türemiş olup kişinin farklı bir yol alması ve görüş ayrılığı anlamına gelmektedir.451

Arapçada çağdaş anlamda muhalefet kelimesini Muârada kelimesi karşılamaktadır. Nitekim hicrî III. asır müelliflerinden Sehl b. Abdullah et- Tusterî(ö.283/896) Kaderiyye ve Mürcie’nin görüşlerine yöneltilmiş tenkitleri içeren “ el-Muârada alâ Ehli’l-Fırak ve Ehli’d-Deâvi fi’l-Ahvâl/mezhep mensuplarına ve ihtilaf edenlere Reddiye ve Muhalefet” adlı eseri mevcuttur. Bu kelime karşılık verme, tenkit, karşı görüş bildirme, reddetme anlamlarında kullanılmaktadır.452

451

Muhammed b. Ahmed el-Ezherî Ebû Mansûr el-Herevî, Tehzîbu’l-Lüğa, Dâru’l-İhyâi’t- Turâsi’l-Arabî, Beyrût, 2001, VII, 174.

452 Nevin A. Mustafa, İslam Siyaset Düşüncesinde Muhalefet, İz Yayıncılık, İstanbul 1995,

102

İhtilaf/muhalefet kelimesi islam düşünce tarihinin çeşitli merhalelerinde fikri ayrılığı ifade etmek için de kullanılmıştır.

Muhalefet kelimesinin tanımından sonra muhalefetin iki temel özelliği olduğunu söylemek gerekir. Birincisi: muhalefet, temelinde islam olan devlet içerisinde yaşama zorunluluğundan doğan siyasi bir olgudur.453

Bu tarzdaki bir siyaset bir olgu etrafında dolaşır ki bu da liderlik olgusudur. Toplumda yaşayan fırka müntesipleri liderlik vasfına sahip olan kişinin özelliklerini belirlenmeye yönelmiştir. Her fırkanın ideal bir lider fotoğrafı vardır ve bu fotoğraf dini argümanlarla zenginleştirilmiştir. Bu dînî argümanların en önemlileri Kur’an âyetleri ve Hadis rivâyetleridir. Bununla beraber her fırka dini argümanları müntesiplerine aktaracak kimselere ihtiyaç duymuşlardır ki bunlar da muhaddisler, fakîhler, müfessirlerdir. Bu aracılar siyasi muhaliflerine delil üretme çabası içerisindedirler. Râviler için sunulan şartların dahi mezhebin siyasi görüşüne uygun olmasına dikkat edilmiştir. Mesela şia, râvilerinin Ehl-i beyt’ten olması şartını koşmuşlardır. Buna karşın Ehl-i hadîs râvinin mezhep propagandisti olmaması, meçhul olmaması, bizzat sayılan mezheplere tabi olmaması gibi şartlar ileri sürmüştür.454

Muhalefetin ikinci özelliği ise muhalefetin dine dayanması ve meşruluğunu ondan almasıdır. Bu anlamdaki muhalefet sadece dine dayanmış ve din sınırıyla kuşatılmıştır. Dinin prensipleri ile hareket eder.455

Bu durumda muhalefetin birinci özelliğini ideolojisine önder kılan taraflar -mutezile gibi- hilâfet mevzusunda şura ve emr-i bi’l maruf nehy-i ani’l münker/ iyiliği emredip kötülükten alıkoyma ile ilgili âyet ve hadisleri delil olarak getirmişlerdir.456 Buna karşın muhalefetin ikinci özelliğini dikkate alan fırkalar ise -Ehl-i sünnet ve Mürcie gibi- ulû’l-emr’e itaatin vücûbiyetini, birlik-beraberliğe teşvik eden âyet ve hadis rivâyetlerini muhaddislerine rivâyet ettirmişlerdir. İşte islam düşüncesinde ortaya çıkan islam

453 Nevin A. Mustafa, İslam Siyaset Düşüncesinde Muhalefet, s.60.

454 Nureddin el-Itr, Menhecu’n-Nakd fî Ulûmi’l-Hadis, Dâru’l-Fikr, Dımeşk 1418/1997,

s.78.

455

Nevin A. Mustafa, İslam Siyaset Düşüncesinde Muhalefet, s.60.

456 Konu ile ilgili bir makale için bkz. Recep Ardoğan, “Teorik Temeller ve Tarihsel

Gerilimler Arasında İslam Kültüründe Siyasal Muhalefet”, Cumhuriyet Üniversitesi İFD, c. 8, s. 171-189.

103

fırkaları dinin asılları ile ilgili farklı tasavvurları ve duruşları ve anlayışları sebebiyle siyasi ihtilaflara düşmüşlerdir. Bu ihtilaflar siyasi olmasına rağmen siyasi görüşlerine meşruluk kazandırma adına bu görüşleri dini bir şekle büründürmüşlerdir. Böylece her bir fırkanın müntesibi olan muhaddisler hadis rivâyetleri karşısında ideolojik bir tutum sergilemişlerdir.

Muhalefet insani ve tabii bir olgudur. Siyasi otoritenin davranış tutum ve icraatlarını tartışma ve denetleme aracıdır. Temeli görüş ayrılıklarını kabul etmeye, farklı görüşlere tahammül etmeye dayanır. Muhalefetle birlikte sürekli tartışma ve değerlendirme kapısı açık tutulur. O bir eksiklik değil bilakis zenginliktir. Muhalefetin bu niteliklerine rağmen islam dünyasında fırkalar arası çıkan muhalefetlerde fırka ve mezhep ideolojilerinin dine sığdırılması sebebiyle muhalefet sadece muhalefet etmekten ibaret kaldığı da bir gerçektir.

İslam siyaset düşüncesinde ise iki türlü muhalefetten söz edilmektedir. Aktif muhalefet ve Pasif muhalefet. Aktif muhalefet genellikle fırka isyanları ve muhalif bir fırka ideolojisi olarak kendini göstermiştir. Havâric, Şia, Mürcie gibi ideolojik fırkaların yapmış oldukları isyanlar veya geliştirdikleri ideolojiler gibi.457

Pasif muhalefet ise İslam düşüncesinde ortaya çıkan ideolojik fikirler karşısında susan veya çekimser kalan muhalefettir. Mürcie’nin büyük günah işleyen kişinin durumu hakkında görüş bildirmeyip durumunu Allah’a havale etmesi gibi veya Halku’l- Kur’ân konusunda görüşünü ifade etmeyen Vâkıfiyye gibi. İşte bizim İslam düşüncesinde muhalefet dendiği zaman aklımıza ilk gelen ve muhalefet kelimesinden anladığımız tarih içerisinde meydana gelen birbirinden farklı ideolojilere sahip olan Mürcie, Mutezile, Şia ve Ehl-i sünnet arasında cereyan eden muhalefetlerdir.

Siyaset denilen kavram iki grup arasında paylaşılmaktadır bunlardan biri siyaseti yönlendiren iktidar, diğeri ise iktidar dışında kalan muhalefet.458 Siyaset ve muhalefet iç içe olan iki kavramdır. Siyaset varsa orada muhalefet de söz konusudur. Muhalefet, devletin gücünün sınırlandırılması için gerekli bir olgudur. Muhalif

457 Bu isyanlar için bkz. Muhammed Ammâra, el-İslâm ve’s-Sevrâ, el-Müessesetu’l-

Arabiyye li’d-Dirâsât ve’n-Neşr, Beyrût 1980, s.182-183.

104

kanadın olmaması durumunda egemen olan ideoloji ya da parti veya hizibin görüşleri tartışılmaz doğru olarak addedilir ve toplum düşüncesi ve kültürü gelişemez, donakalır. Nitekim Şîa’nın imamet teorisinde imamların masum olması ve imametin nübüvvetin devamı olarak kabul edilmesi, imamların görüşlerine muhalefet edilmemesi donucunu doğurmuş ve adeta akıl donukluğa uğratılmıştır. Yani Şîa’da siyaset imamın karizmatik kişiliğini merkez olarak kabul etmiştir. Muhalefet asla söz konusu değildir. Bu anlamda onlar imamlarla ilgili hadisleri rivâyet eden muhaddislerin sadece Şîi asıllı olması veya Şîî imamla bir irtibatının bulunması şartına bağlamışlardır. Bu manaya vakıf olabilmek için Kuleynî’nin el-Kâfi adlı eserinin “ Kitâbu’l-Hücce” kısmına bakmak yeterlidir.459

Hz. Peygamber’in (a.s.) vefatından sonra meydana gelen sınırsız olaylar buna karşın âyet ve hadislerin sınırlı sayıda hüküm getirmiş olması bazı hususların Müslümanların anlama ve yorum kabiliyetine bırakılması sonucunu doğurmuştur. Bu hakikatten hareketle aynı dine mensup olan insanlar arasında dini düşünce, algı ve yorum farklılığının olması gayet tabii bir durumdur. Hatta bu kaçınılmaz bir vakıadır. Algı ve yorum farklılığından doğan fikri gelişmeler aslında bir tehlike değil potansiyel bir güçtür. Aksi takdirde tekdüze bir din anlayışının hâkim olduğu ve farklılıklarla beslenemeyen bir kültür durağanlık, statükoculuk, korku ve baskı üretmeye mahkûmdur.460 Nitekim incelediğimiz asırda siyasi ihtilaflar ideolojik hadisçiliği, ideolojik tefsirciliği, ideolojik fıkıhçılığı gündeme getirmiştir. Bu asırda bir yandan siyasi, bir yandan itikâdî diğer yandan da fıkhî mezhepler mevcuttur. Siyasi mezhepler özellikle hilâfet sorunu üzerinden birbirleriyle çatışan Şia, Hariciler ve Ehl-i Sünnet gibi mezheplerdir. İtikâdî mezhepler ise Ehl-i hadis, Mürcie, Cehmiyye gibi cebr, ihtiyar, kaza ve kader, büyük günah, imân vb. mevzular üzerinden karşı karşıya gelen mezheplerdir. Fıkhi mezhepler ise Ehl-i hadîs ve Ehl-i re’y gibi dinin ameli boyutu karşısında birbirlerine muhalif görüş serd eden mezheplerdir.

459 Kuleynî, Usûlu’l-Kâfî, II, 119-332.

105

Hicrî III. asırda tekâmüle eren ve ideolojik öğretilerini tamamlayan bu fırkalar siyasi ihtilaflar yüzünden birbirlerine karşı koyacak kuvvetli argümanlar, aygıtlar kullanmışlardır. Söz konusu toplum Müslüman olunca en büyük dini argüman Kur’ân ve Sünnet olmuştur. Her hizip kendine has bir dini öğreti, dini tavır ve duruş belirlemiştir. Kendi ideolojisine meşruluk kazandırmak için muhaddis, müfessir ve fakihler yetiştirmiştir. Siyasi olan mevzular siyasetin içinde kalmamış din alanına taş(ırıl)mıştır. Siyasetin doğası gereği muhalefetin olması gerektiği gerçeği göz ardı edilmiştir. Her fırka, hizip, mezhep kendi ideolojisinin doğruluğunu ispata yönelmiştir. Diğer gruplara ise bid’at ehli, din dışı yol takip eden güruh olarak bakmıştır. Mesela başlangıçta siyâsî bir mevzu olan ve sonradan dînî bir renge büründürülen hilâfet/imamet konusunda varid olduğu iddia edilen “İmamlar Kureyştendir.” hadisi karşısında her mezhep muhaddis farklı bir tavır almıştır. Hâricî muhaddisler bu hadisi ideolojileri gereği reddetmişlerdir. Çünkü onlar halifenin seçimle iş başına geleceği ideolojisine sahiptirler.461

Şii müntesipler ise imametin nassla tayini ideolojisini ortaya atmıştır. Bunun için muhaddislerine imamın nas ile tayin olduğuna dair birçok hadis rivâyet ettirmiştir.462

Ali'nin imametini nassa dayandırma yaklaşımına karşılık, Ehl-i Sünnet uleması da Ebûbekir'in imametini ve faziletini gösteren birçok hadis rivâyet etmiştir.463

Hatta Hz. Ebûbekir’in namaz imamlığını devlet bakanlığına kıyas ederek imametin Hz. Ebûbekir’e kaldığı tezini savunmuşlardır. Bu anlamda hicrî III. asır muhaddislerinden Buhârî(ö.256/870) Sahîh adlı eserinin Kitâbu’l-Ahkâm adlı bölümünde464, Müslim ise Kitâbu’l-İmâre465 başlığı altında imâmetle ilgili hadîsleri bir araya getirmiştir. Öte yandan Hâricî müelliflerinden Rebî b. Habîb (ö. 180/796

461

Muhammed Ebû Zehra, Mezhepler Tarihi, Sıbğatulah Kaya (Çev.), Çelik Yayınevi, İstanbul 2013, s.76.

462 Kuleynî, Usûlü’l-Kâfî, II, 213-243

463 Buhârî, Kitâbu Ashâbi’n-Nebi, 4. Ebû Bekr İbn Ebî Âsım Ahmed b. Amr b. ed-Dahhâk

b. Mahled eş-Şeybânî, es-Sünne, Muhammed Nâsır el-Albânî (Thk.), Mektebetu’l İslami, Beyrût 1400, c. II, s. 575-579.

464 Buhârî, Sahîh, IX, 61. 465 Müslim, Sahîh, III, 1451.

106

[?]) “Müsned” adlı eserinde “Bâbun fi’l-Velâye ve’l-İmâre” adlı bap başlığı altında Hâricîliğin konu ile ilgili siyasi ve ideolojik görüşlerini bir araya getirmiştir.466

Şii muhaddisler hilâfetin Ali ve oğullarının hakkı olduğu halde bu hakkın gasp edildiği ideolojisine sahip oldukları için bu görüşü teyit ve takviye etme adına Hz. Ali’nin ve Ehl-i beyt’in fazileti ile ilgili hadis rivâyet etmişlerdir.467

Bununla beraber kendilerine kan kusan Emevî hilâfetini kötüleyen hadisler imal etmişlerdir. Bunun karşısında Emevî iktidarı da boş durmamış, devrin muhaddislerinden yardım alarak Muâviye’nin fazileti ile ilgili hadis vazetmişler ve Muâviye hakkındaki hadis lafızlarını değiştirmişlerdir.468

Öte yandan Hicrî ikinci asırda Şîa-Emevî arasındaki bu yarışa hicrî III. asırda Abbâsîler de katılmışlarıdır. Nitekim Abbâsî iktidarı kendi meşruiyetini ispat etmek için dönemin muhaddislerine Abdullah b. Abbas ile ilgili birçok hadis vazettirmiştir.469

Bunun karşısında yer alan ve Abbâsî iktidarı rahatsızları olan muhalif grup da Abbâsîleri ve iktidarlarını zemmeden hadisler uydurmuşlarıdır.470

Netice itibariyle h. 35 yılından itibaren ortaya atılan siyasi/itikâdî/dini fikirler hicrî I ve II. asırlarda başta siyasi olarak ortaya çıkıp sonra dini bir renge büründürülen Cebriyye, Mürcie, Mu’tezile, Ehl-i hadis, Ehl-i re’y tavazzuh etmeye başlamıştır. Teşekkül eden fırka/hizip ve mezhepler siyasi konu olan hilâfet/imamet konusunu tartışır olmuştur. Her mezhep kendi görüşünü empoze etmek için kendine has ulema türetmiştir. Bu ulemâlardan bir gurubu muhaddislerdir. Her mezhebin muhaddisinin mezhebini destekleyen bir duruşu olması sebebiyle birbirinden farklı ideolojiye sahip olan fırkaların râvileri, kendi mezhebinin siyasi görüşünü destekleyen hadisleri rivâyet etmişlerdir.

466 Ebû Amr er-Rebî‘ b. Habîb b. Amr el-Ezdî el-Ferâhîdî el-Basrî, el-Câmiu’s-Sahîh

Müsnedu’l-İmâmi’r-Rebî’( Ebû Ya’kûb Yusuf b. İbrahim el-Vercelânî, Kitâbu’t-Tertîb fi’s-Sahîhi’r- Rasûl içinde), Mektebetu’l Maskat, Umman 1424/2003, s.43-45.

467 Koçyiğit, Hadis Tarihi, s.135-136.

468 Bu uydurma hadisler için bkz. İbnu’l-Cevzî, el-Mevdûât, II,.27; Koçyiğit, Hadis Tarihi,

s.137.

469

Bu uydurma hadisler için bkz. İbnu’l-Cevzî, el-Mevdûât, II, 31-35; Koçyiğit, Hadis Tarihi, s.139.

470 Bu uydurma hadisler için bkz. İbnu’l-Cevzî, el-Mevdûât, II, 39; Koçyiğit, Hadis Tarihi,

107

İncelediğimiz asra aşırı siyasallaşma, kutuplaşma, kavga ve kargaşa hâkim olmuştur. Bu sebeple fırkalar arası siyasi ayrılıklar her tartışmayı ana ekseninden saptırmış ve tartışmalar fikir üretimine değil muhalefete sebep olan araç haline getirilmiştir. Bu da değişik fırkalara mensup olan muhaddisleri hadis rivâyetlerini ideolojik olarak te’vîl etmeye, ideolojisini destekleyen hadisleri bir araya getirmesine sebep olmuştur. Bunu yaparken bir hadisi almış, metinlerden işlerine yaramayacak kısımları çıkarıp kendi iddialarını takviye edecek sözler ilave etmişler ve bunu halk arasında yaymışlardır. Yahut da Hz. Peygamber’in (a.s.) hiç söylemediği sözleri ona nispet ederek ideolojilerine meşruiyet kazandırmaya çalışmışlardır.471

Netice itibariyle siyaset doğal olarak yöneten-yönetilen ilişkisi, iktidar- muhalefet mücadelesi üzerine kaimdir. Bu nedenle de ihtilafın kaynağı da siyasetin ta kendisi olmuştur. Her toplumda olduğu gibi Müslümanlar arasında da siyaset bölücülük ve kargaşaya sebep olmuştur. Müslümanlar sorunlarını çözmede dini kaynaklara başvurarak siyâsî sorunları dini sorunlar haline getirmişlerdir. Bu da zorunlu olarak dini referansları yorumlama ameliyesini beraberinde getirmiştir. İslam dünyasında meydana gelen siyâsî/dini olaylar neticesinde meydana gelen siyâsî ihtilaflar İslam toplumunu hizipleşmeye sevk etmiştir. Müslümanlar arasında görülen bu siyâsî ihtilaflar her fırkanın ideolojik bir duruş sergilemesine neden olmuştur. Bu ideolojik duruş da oluşan fırkaların müntesipleri üzerinde baskın gelmiş ve neticede ideolojik Hadisçiliğin başlamasına sevk eden amillerden biri olmuştur.