• Sonuç bulunamadı

E- KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1.4. HİCRİ III ASIRDAKİ TOPLUMSAL VE KÜLTÜREL YAPI

2.1.2 İdeolojik Hadisçiliğin Tarihsel Seyri

Bir olayın tarihi sürecini bilmek o olayın çözümlemesi ve anlaşılması için oldukça önemlidir. Bu sebeple İslam tarihinde yaşanan olaylarla beraber hadis rivâyetlerini ideolojik okumanın tarihsel sürecini bilmek problemim çözümünde bize yardımcı olacaktır. Hz. Peygamber (a.s.) hayatta iken sahabi döneminde din ve dini anlayış, şahsi anlama farklılığından kaynaklanan ihtilaflardan uzaktı. Fakat kastettiğimiz bu devir sahabi efendilerimizin ilk devridir. Sahabi döneminin sonlarına yaklaşıldığında İslam âleminde cereyan eden, siyâsî olarak başlayıp dini bir renge bürünen olaylara bağlı olarak sahabi arasındaki durum farklı bir veçheye bürünmüştür. Sahabi nesli Hz. Peygamber (a.s.) sonrası süreci Hz. Peygamber’in (a.s.) hayatta olduğu döneme kıyasla aynı durulukta sürdüremedi. Başta siyasi olaylar olmak üzere ardından da dini anlama ve dînî metinleri yorumlama noktasında ihtilafa düştüler. Bu ilk neslin ihtilafı giderek büyümüş ve daha geniş çaplı ideolojilere dönüşmüştür. Artık âyetler yavaş yavaş ideolojik bir tarzda okunmaya başlanmıştır. Bu ideolojik okumalar dediğimiz gibi sahabi efendilerimizin son dönemine rastlamaktadır.

“Fitne dönemi” diye adlandırılan döneme yetişen sahâbî kendi siyâsî görüşlerini muhaliflerine kabul ettirmek ve davalarında haklılıklarını ispat edebilmek için âyet ve hadislerden örnekler vermişlerdir. Karşı kutupta yer alan muhalifler de aynı metodu kullanmışlardır. Bu mevzuya bir örnek vermemiz gerekse Hz. Âişe’nin Cemel vakasında, Muâviye’nin Hz. Osman’ın intikamını alması davasında, Hâricîlerin tahkim olayından sonraki hareket ve tavırlarında, Hz. Ali’nin bazı savaşlarda âyetten örnek vermesi gibi olaylara bakmak kâfidir. Mesela Mezkûr savaşta haklı olan tarafı belirlemek için seçilen hakemler de meseleyi çözememiş, bilakis seçilen hakemlerin uygulamaları yeni bazı kamplaşmalara sebep olmuştur. Savaşı takip eden “Hakem olayı” haricîlik fırkasının doğmasına sebep olmuştur. Ortaya çıkışı dini mi siyâsî mi olduğu hakkında tartışma bulunan bu fırka kendinden başka fırkaların doğuşuna da zemin hazırlamıştır.392

Adı geçen fırka Hz. Ali’yi,

90

Osman’ı, Muâviye’yi, onların taraftarlarını ve Tahkim meselesini kabul eden bütün Müslümanları tekfîr etmiştir.393

İlk harici gruplar Hz. Osman’ın katledilmesi ile beraber sorulmaya başlanan büyük günah işleyenin durumu ile ilgili bu tür bir günah işleyen kimsenin kâfir olduğunu ve ebediyyen cehennemde kalacağını iddia etmişlerdir. Keza o günün toplumu içerisinde popüler tartışma konuları olan hilâfet ve imamet ile ilgili olarak; hilâfetin Kureyşli olmayan hür ve adil her Müslümanın hakkı olduğunu savunmuşlardır. Kendi görüşlerini meşru bir zemine oturtmak ve bu görüşleri İslam ümmetine kabul ettirmek için de Kur’ân âyetlerini ve hadisi kullanmışlardır.394

İlk siyâsî ayrılıkların başlangıcı sayılan Sıffîn savaşından sonra yaşanan Tahkim olayında Kur’ân âyetlerini ideolojik okuma süreci başlamıştır. Yani Hâricîlik kutsal metinlerin ilk ideolojik yorumunu kamuoyuna sunmuştur. Nitekim Hâricîler “ Hüküm ancak Allah (c.c)’ındır.”395 âyetini sloganlaştırarak Hz. Ali’ye karşı çıkmışlar ve Tahkîm fikrini kabul etmeyi ve problemin çözümünü kişilerin hükmüne bırakmanın büyük günah olduğunu iddia etmişlerdir. Haricilerin bu konuda en popüler delili İblis’in küfre düşmesi olayıdır. Nitekim bu olayı onlar “Allah İblis’e Âdem’e (a.s.) secde etmesini emrettiğinde imtina etti. Başka bir kebîre (büyük günah) irtikâp etmedi. Yoksa O Allah’ın (c.c)vahdaniyetini biliyordu.” şeklinde yorumlayıp ideolojilerini destekleyecek bir şekilde istidlâlde bulunmuşlardır.396

Yani İblis sadece bir günahla şeytan oldu ve ebedi cehennemi hak etti. Öyle ise büyük günah işleyen mü’mîn de irtikâp ettiği günah sebebiyle haricîlere göre ebediyyen cehennemde kalacaktır.

393 Hariciliğin dini mi siyâsî bir hareket mi olduğu ile ilgili bkz. Ethem Ruhi Fığlalı,

İbâdiyye’nin Doğuşu ve Görüşleri, AÜDF Yay., Ankara 1983, s.54-56; J. Wellhausen, İslamiyet’in İlk Devrinde Dini-Siyâsî Muhalefet Partileri, Fikret Işıltan (Çev.), TTK Yay., Ankara 1989, s.11- 12; Watt, Teşekkül Devri, s.24.

394 Ebû Muzaffer Tahir b. Muhammed el-İsferâyînî, et-Tabsîr fi’d-Dîn, Kemal Yusuf el-Hût

(Thk.), Âlemu’l-Kütüb, Lübnan 1403/1983 c. I, s. 45; Watt, Teşekkül Devri, s.16-18; Harun Yıldız, Din-Siyaset-İdeoloji: Haricilik Düşüncesinin Doğuşu, Sidre Yay., Samsun 1999, s.121-122. Hâricîlerin kullandıkları hadis için bkz. Ebu Müslim İbn Kuteybe ed-Dîneverî, Te’vîlu Muhtelefi’l- Hadîs, el-Mektebu’l-İslâmî/Müessesetu’l-İşrâk, Beyrût 1419/1999, s.47-48.

395 Kur’ân-ı Kerim, Maide 5/44; En’âm 6/57; Yusuf 12/40, 67. 396 Şehristânî, el-Milel, I, 122-123.

91

Hâricîler oluşturdukları ideolojiyi dine hapsetmeleri sebebi ile Kur’ân nasslarını anlayışları ve onlardan hüküm çıkarmaları yüzeysel kalmıştır. Mesela Hâricîlere göre bir kimse bir yetimin çok az bir malını yerse Nisa Sûresi’nin 10. âyetine göre397 bu kimsenin yanması vaciptir. Ancak o kimse yetimi öldürürse veya karnını yarsa yanması gerekmez. Zira Allah bu hususta bir nass indirmemiştir.398

Yine onlar Kur’ân âyetlerinin müphemâtına kendi mezhebî anlayışları ve prensipleri doğrultusunda anlam vermişlerdir. Mesela “ َّالل ُدِهْشُي َو اَيْنُّدلا ِةاَيَحْلا يِف ُهُل ْوَق َكُب ِجْعُي نَم ِساَّنلا َنِم َو

ىَلَع

ماَص ِخْلا ُّدَلَأ َوُه َو ِهِبْلَق يِف اَم /İnsanlardan öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider. Bir de kalbindekine (Sözünün özüne uyduğuna) Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o, düşmanlıkta en amansız olandır.”399

âyette geçen “نَم" ism-i mevsûlünü ve “ َوُه” zamirini Hz. Ali olarak yorumlamışlarıdır.400

Onlar özellikle “ Kılıçlarınızı omuzlarınıza alın, sonra onların cemaatini yok edin.”401

, “Kim malı uğruna öldürülürse şehittir.”402

tarzında hamâsî ifadeler içeren rivayetler Hâricîlerin en çok istidlâlde bulundukları hadislerdendir. Keza “Ümmetimden daima hakka yardımcı bir cemaat olacaktır. Hiçbir muhalifin muhalefeti ona zarar vermez.” hadisi de Hâricîlere göre Hâricîleri ifade eder.403 İşte görüldüğü üzere Hâricîler âyet ve hadislere anlam verirken kendi mezhebî anlayışlarını asıl kabul edip ideolojik yorumlarda bulunmuşlardır.

Bahse konu olan bu durumu başka bir örnekle açıklamak gerekirse Buhârî’de geçen şu hadisi örnek verebiliriz. Buhari sahabinin ileri gelenlerinden Sa’d b. Ebû Vakkâs ile ilgili şu rivâyete yer verir.

“ Mus’ab b. Sa’d dedi ki; babamdan ‘Amel bakımından insanlardan en çok ziyana uğrayanını söyleyeyim mi?’404

âyetinde bahsedilen kişilerin Harûriyye olup

397 Kur’ân-ı Kerim, Nisa, 3/10. “Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak

karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.”

398

Abdurrahman İbnu’l-Cevzî, Telbîs-u İblîs, Dâru’l-Kalem, Beyrût ts., s.93

399 Kur’ân-ı Kerim, Bakara, 2/204. 400 Şehristânî, el-Milel, I, 120. 401 İbn Kuteybe Te’vîl, 47. 402

İbn Kuteybe, Te’vîl, 48.

403 İbn Kuteybe, Te’vîl, 48. Bu hadisi Buhârî bâb başlığı yaparak hadisin Hâricîlere değil

Ehl-i hadise işaret ettiğini ispat etmeye çalışmıştır.(Buhârî, İ’tisâm, 10.)

92

olmadığını sordum. O da ‘Hayır. Onlar Yahudiler ve Hristiyanlardır. Harûriyye ise ‘Onlar ki söz verip bağlandıktan sonra Allah’a verdikleri ahdi bozarlar.’405

âyetinde bahsedilenlerdir.’ dedi. Sa’d da onları fâsık olarak nitelendirdi.”406

Diğer bir örnek ise Kastallânî (ö.923/1317)’nin Buhârî şerhinde aktardığı şu rivâyettir.

“ Ya’kûb b. Süfyân “Târîh” adlı eserinde sağlam bir senetle İbn Abbas’ın şöyle dediğini nakleder. ‘Eğer her taraftan saldırıya uğrasalar ve sonra fitne çıkarmaları istenseydi, (Münafıklar) hiç tereddüt etmeden bunu yaparlardı.’407

âyetinin te’vili h. 60’lı yılların başında oldu. İbn Abbas bu sözüyle halife Yezîd b. Muâviye zamanında meydana gelen Harre vakası sırasında Şam ordusunun Benî Hârise’nin olduğu bölgeden Medine’ye girişini kastetmiştir. Ya’kûb dedi ki; Harre vakası h. 63 senesinde meydana gelmiştir.408

Yine Şuarâ sûresi 4. âyeti münasebetiyle Hâşimî-Emevî çekişmesine, dolayısıyla Emevî devleti ile Abbâsî devletinin hâkimiyet değişimine işaret eden şu rivâyet nakledilir.

“ İbn Abbas dedi ki bu âyet Beni Ümeyye hakkında nazil oldu. İlerde biz onların yöneticisi olacağız. Zorluktan sonra onların boynu bize eğik olacak. Onlar bir müddet izzete sahip olduktan sonra alçalacaklar.”409

Keza Sa’d b. Ebî Vakkâs “ ْمُهَبوُلُق ُ هاللَّ َغا َزَأ اوُغا َز اهمَلَف/ Ama onlar yoldan sapınca, Allah da onların kalplerini saptırmıştı.”410

Âyeti ile “ اَم َنوُعِبهتَيَف ٌغْي َز ْمِهِبوُلُق يِف َنيِذهلا اهمَأَف ُهْنِم َهَباَشَت/ Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını

405Kur’ân-ı Kerim, Ra’d, 13/25. 406 Buhârî, Tefsîr, 202.

407 Kur’ân-ı Kerim, Ahzâb, 33/14.

408 Ebû’l-Abbâs Şihabuddin Ahmed el-Kastallânî, İrşâdu’s-Sârî fî Şerhi Sahîhi’l-Buhârî,

el-Matbaatu’l-Kübrâ el-Emîriyye, Mısır 1323, c. X, s. 199.

409 Ebû Ali el-Fadl b. el-Hasan et-Tabersî, Mecmau’l-Beyan fî Tefsîri’l Kur’an, Beyrût ts.,

c. XX, s.138.

93

yapmak için müteşâbih âyetlerinin ardına düşerler.”411

âyetinde kastedilenlerin Harûrîler olduğunu ifade etmiştir.412

Görüldüğü üzere bu ideolojik yorumlar sahâbîlerin son zamanına denk gelen Haricilik akımı ve Emevîler hakkında olduğu oldukça açıktır. Siyâsî hareketler ve dalgalanmalar ilerleyen dönemlerde gelişip farklılaştıkça ideolojik yorumlar da o denli farklılaşacaktır. Özellikle Emevî ve Abbasî iktidarları zamanında dâhili kargaşalar arttıkça farklı temeller üzerine bina edilmiş fırkalar zuhur edecektir. Zaten siyâsî fikirler ve ideolojiler her zaman bu tür ortamlarda doğarlar.

Haricilerin ideolojileri gereği âyetleri ve hadisleri aşırı yorumu; Emevî- Hâşimî çekişmesine, Emevî zulmüne, Ali ve Osman hakkındaki iddialara ve Müslümanları çok kolay tekfîr eden Hâricî ideolojiye karşı ortaya çıkan, toplumdaki uzlaşmacı tavrıyla etrafında birçok taraftar toplamayı başaran Hicrî 60/679 yılında adına en başta “tarafsızlar” denen grubu ortaya çıkarmıştır. Bu grup Hz. Ali ve Hz. Osman’ın lehinde ve aleyhinde olan güçlü zümrelere karşı yumuşak ve ılımlı görüşü temsil etmişlerdir.413 Bunlara siyasi olaylara karışmayan anlamında “Mu’tezile” veya “Huleysiyye” adı verilmiştir. Ancak bu Mu’tezile’nin hicrî II. asırda ortaya çıkan Mu’tezile ile ilgisi yoktur. Bu guruba siyasi çekişmelerde haklı olan taraf konusunda şüpheye düştükleri için “Şükkâk”, büyük günah konusunda böyle bir kişinin durumunu Allah’a bıraktıkları için “Mürcie”, Şii Makâlât yazarları ise Muaviye’ye biat ettikleri için “es-Sevâdu’l-A’zâm”, “Ehlu’l-Haşv”, “Etbâu’l Mülk” diye isimlendirmişlerdir.414

Adı geçen bu tarafsızlar gurubu gittikçe güçlenmiş “Ölen öldürülen her iki Müslüman da ateştedir.” ve “Allah’ın öldüren kulu olma. Öldürülen kulu ol.”415

411

Kur’an-ı, Kerim, Âl-i İmrân, 3/7.

412

Ebû İshâk İbrâhîm b. Mûsâ b. Muhammed el-Lahmî eş-Şâtıbî el-Gırnâtî, el-İ’tisâm, Muhammed Abdirrahman eş-Şakîr-Sa’d b. Abdillah Âl-ı Hamîd-Hişâm b. İsmail es-Sînî (Thk.), Dâr-u İbni’l-Cevzî, Riyâd, 1429/2008, c. I, s. 98.

413 İsa Doğan, Mürcie ve Ebû Hanife, Kardeş Matbaası, Samsun 1992, s.71; Sönmez Kutlu,

Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, TDV Yay., Ankara 2000, s.104-107.

414 Sönmez Kutlu, İslam Düşüncesinde İlk Gelenekçiler, Kitabiyât Yay., Ankara 2002,

s.34.

94

şeklindeki hadislerini gündemde tutarak fitneden uzak durmuş, ehl-i kıbleden isyan eden kimseyle savaşmayı haram saymışlardır.416

Toplumda uzlaşmacı tavır ve duruşuyla bilinen bu grup Mürciî ideolojisinin alt yapısını oluşturan gruptu. Böylece Mürciî ideoloji de yavaş yavaş tarihsel seyir içinde kendi yerini işgal etmeyi başarmıştır. Zamanla gelişen mürcii ideoloji de kendine has muhaddisler yetiştirmiş ve kendine has hadis usûlü geliştirerek kendi idealini destekleyen rivâyet öbeklerini bir araya getirme ve hasımlarına cevap verme gayreti içerisine girmiştir.

Öte yandan Hicrî I. asrın sonlarına doğru ilk Şîî fikirler de teşekkül etmeye başlamıştır. Bu grup başlangıçta diğer halifelerin Hz. Ali’nin hilâfet hakkını gasp ettiklerini iddia edenlerden oluşuyordu.417

Bilahare Ali b. Ebî Tâlib’in Hz. Peygamber’den (a.s.) sonra nass ve tayin ile halife olduğuna inanan, imametin kıyamete kadar O’nun Fatıma’dan olan soyunda kalacağını ileri süren toplulukların müşterek adı olmuştur.418

Hz. Peygamber (a.s.)hayatta iken Hz. Ali’yi nass ile tayin ettiğini ve Gadîr-i Hum denilen yerde bunu bildirdiğini iddia eden Şîa, kendi ideolojisi için Emevî yönetimine karşı sürekli isyan hareketleri düzenlemiştir. Bir önceki bölümde ifade edildiği gibi Kerbelâ pişmanlarının yaptığı Tevvâbûn hareketi, Muhammed b. Hanefiyye adına biat alan Şîa’nın inanç konularını ideoloji haline getiren, Rec’at, Bedâ ve Mehdî ideolojilerini imân esası haline getiren Muhtâr es- Sekafî (ö.67/687) bu mezhebi tamamen siyasallaştırmıştır.419

Bu görüşlerini âyet ve hadisten destek alarak ve hadîs rivâyetleri ile temellendirerek yapmıştır. Adı geçen bu fırka kendi içinde İmâmet mevzusu ile alakalı değişik görüşleri olduğu için zamanla değişik alt fırkalara bölünmüştür.420

Bahse konu olan bu grup da kendine has muhaddisler ve hadis usul ilmi geliştirerek kendi ideolojisini destekleyen hadis rivâyetlerini kabul etmiş, diğer rivâyetleri ise ya mevzu olarak nitelemiş ya da âhâd

416

İbn Kuteybe, Te’vîl, s.49.

417 Onat, Emevîler Devri Şii Hareketleri, s.115-137. 418 Onat, Emevîler Devri Şii Hareketleri, s.15.

419 Şîa’nın bu konulardaki görüşleri için bkz. Nevbahtî- Kummî, Şii Fırkalar, Kitâbu’l-

Makâlât ve’l-Fırak/Fıraku’ş Şîa, Hasan Onat -Sabri Hizmetli - Sönmez Kutlu (Çev.), Ankara Okulu Yay., Ankara 2004; Metin Bozan, İmâmiyye Şîasının İmamet Tasavvuru, AÜİF Yay., Ankara 2007.

95

haber olduğu gerekçesiyle hadisle istidlal edilemeyeceğini iddia etmiştir. Yani bu fırka da Kur’ân âyetlerini ve hadis rivâyetlerini ideolojik okumuştur.

Yukarıda bahsedilen konuya örnek vermek gerekirse Şîa, Fatiha sûresindeki “ نيلاضلا” “yoldan sapmışlar” dan kastın Hz. Ömer olduğunu ifade etmişlerdir.421 Diğer

bir rivâyette de “مهيلع بوضغملا” “kendilerine gazap edilenler” den kastın “Ali’nin yerine başkalarını halife yapanlar (en-Nussâb)” olduğu iddia etmişlerdir.422 Yine İsrâ

sûresinde geçen “Gerçekten bu Kur’ân doğru yola iletir.”423 âyetindeki ism-i mevsûl olan “يِتهلِل” den kasıt “İmam”ın bizatihi kendisidir. Aynı surenin 60. Âyetinde geçen “eş-Şeceretu’l Mel’ûne(Lanetlenmiş ağaç)” den kastın ise Emevîler olduğunu iddia etmişlerdir.424

Görüldüğü üzere Şia Kur’an’daki müphem âyetleri Ali, Ehl-i beyt ve imamet lehinde; Ebûbekir, Osmân ve Emevîler aleyhinde yorumlamışlardır. Bu durum onlarında âyetleri ideolojik olarak okuduklarının delilidir.425

Onlar bu anlamda hadisleri de ideolojik bir tarzda okumuşlardır. Onların ideolojik anlam yükleyerek te’vîl ettikleri en meşhur hadis “Sekaleyn Hadisi” dir.426 Bu hadis, Şia inancına göre Kur’ân ve Ehl-i beyt sapmaktan koruyucu olmaları sebebiyle imamların masumiyetine delil sayılmıştır. Yine bu hadisi şia, temel prensiplerinden biri olan ehl-i beyti sevme(Tevellâ)427 prensibine de delil saymıştır.428

421 Muhammed Mâlallah, eş-Şîa ve Tahrîfi’l-Kur’ân, Ammân ts., s.120

422 İhsan İlâhi Zâhir, eş-Şîa ve’l-Kur’ân, İdâratu Tercümani’s-Sünne (Nşr.), Lahor 1407,

s.168.

423 Kur’ân-ı Kerim, İsrâ, 17/9. 424

Ebû Ali el-Fadl b. Hasan et-Tabersî, Mecmau’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Dâru’l Murtazâ, Beyrût 1427/2006, c. VI, s. 202.

425 İmametin Ali’ye ait olduğu âyetler için bkz. Âyetullah el-Hâc Seyyid İbrahim el-Musevî

ez-Zencânî en-Necefî, Akâidu’l-İmâmiyyeti’l-İsnâaşeriyye, 1402/1982, c. I, s.80-88.

426

Zeyd b. Erkâm (66/689)'ın rivâyet ettiği Sekaleyn hadîsi şöyledir: “Resûlullah bir gün Mekke ile Medine arasında Hum denilen su basında bize bir hutbe irâd etti. Bu hutbesinde önce Allah'a hamd ve sena etti, va'z ve nasihatte bulundu, Allah'ı zikretti. Sonra şöyle buyurdu: Ey insanlar, dikkat ediniz. Ben ancak bir beşerim, Rabbimin elçisi Azrâil’in gelmesi yakındır, ben ona icabet edeceğim. Size iki ağırlık (Sekaleyn) bırakıyorum. Birincisi, kendisinde hidâyet ve nur olan Allah’ın (c.c) kitabıdır. Allah’ın (c.c) kitabını alınız ve ona sımsıkı sarılınız. Böylece O Allah’ın (c.c) kitabına teşvik etti ve ona rağbet ettirdi. Sonra şöyle dedi: İkincisi, Ehl-i beytimdir. Size Ehl-i beyt’im hakkında Allah'ı hatırlatırım. Bu son sözü üç defa tekrar etti. (Müslim, Fedâil, hno:2408; Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXXII, 10; Beyhakî, Sünen, II, 212.)

427 Çalışkan, Siyasal Tefsir, s.85.

428 Mazlum Uyar, İmâmiyye Şia’sında Düşünce Ekolleri Ahbârîlik, Ayışığı Yay., İstanbul

96

Yine Şia Buhârî’de geçen “ Havz hadisi”nde429

“dinden irtidât edenler”den kastın sahabîler olduğunu iddia etmiştir. Çünkü Şia’ya göre çoğu sahabi Hz. Peygamber’in (a.s.) ölümünden sonra hallerini koruyamamışlardır.430 Şia ayrıca Allah’ın (c.c) düşüncesinde Bedâ431

olacağına inanmış, bunun için de “ Sıla-i rahim ömrü uzatır, sadaka da gelmesi muhakkak belayı uzaklaştırır.”432

şeklindeki rivâyetleri ideolojik olarak okumuş ve bu rivâyeti bedâ düşüncelerine delil olarak serd etmişlerdir. Onların daha birçok rivâyeti ideolojik olarak okuduğunu III. bölümde tafsilatlı olarak işleyeceğiz.

Hicrî II. Asrın başlarına gelindiğinde ise büyük günah işleyen kimsenin ne mümin ne de kâfir olduğunu, insanın fiillerinde hür olduğunu iddia ederek ortaya çıkan Mu’tezile, Vasıl b. Ata (ö.131/748) ve Amr b. Ubeyd (ö144/761) vasıtasıyla tarihteki yerini almıştır.433

Mezkûr iki şahsın Hasan-ı Basri ile ilim meclislerinde yaptıkları tartışmalar sonucu Mu’tezile kendine has görüşleriyle teşekkül etmeye başlamıştır.434

Böylece hicrî I. asırda hilâfet ve bunun neticesinde gündeme gelen büyük günah ve imân problemleri etrafında Haricilik, Şîa, Mürcie ve Haşeviyye (Şamlılar ve Muâviye taraftarları); hicrî II. Asrın ilk çeyreğinde ise Mu’tezile İslam düşüncesinde yerlerini almışlardır.

Mu’tezile de diğer mezhepler gibi Kur’ân âyetlerini kendi ideolojisi rehberliğinde okumuş ve âyetleri bu ideolojiye göre yorumlamıştır. Özellikle bu yorumlama ameliyesini müphem ve müteşâbih âyetler üzerinde gerçekleştirmiştir.

429

Buhârî’de de geçen Havz hadîsi şöyledir: Bir ara (ben havuzumun basında) duruyordum. Birden orada bir cemaat gördüm. Hatta onları tanıdım. Benimle onlar arasında bir melek belirdi. Bu cemaate geliniz! Dedi. Ben de bu meleğe: nereye gidiyorsun? diye sordum. Melek: Vallahi Cehenneme, diye cevap verdi. Bunların günahı nedir ki? dedim. Melek: Ya Resûlallah! Senden sonra bunlar dönüp (dinlerine) arkalarını çevirerek irtidât ettiler, dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem: Sanmam ki bunlardan Cehennem’den kurtulanlar olsun. Ancak çobansız, yolunu şaşıran deve sürüsünden yolunu bulanlar misali bunlardan da Cehennem`den kurtulanlar olsun”(Buhârî, Rikâk, 53.)

430

Cemal Sofuoğlu, “Şia-ı İmâmiyye’nin Hadîs Anlayışı”, Milletlerarası Tarihte ve Günümüzde Şiilik Sempozyumu, İstanbul, 13-15 Şubat 1993, s. 262.

431 Bedâ: Allah’ın (c.c) bir şey yapacağını haber verip sonradan düşüncesini değiştirerek onu

yapmamasıdır.

432

İbn Kuteybe, Te’vîl, I, 53.

433 Şehristânî, el-Milel, I, 143-145.

434 A. Saim Kılavuz, Anahatlarıyla İslam Akaidi ve Kelama Giriş, Ensar Yay., İstanbul

97

Mesela “ Kulları içinde ancak ulemâ(bilginler) Allahtan (gereği gibi) korkarlar.”435 âyetinde geçen “Ulemâ” lafzı Mutezilî bilginler tarafından “Allah’ın (c.c) tevhid ve adaletini onun için caiz olan ve olmayan şeyleri bilen, onu yüceltip hakkıyla takdir eden kişiler” olarak yorumlanmıştır.436

Yine Âl-i İmrân sûresinin 105. âyetinde geçen “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra ayrılığa düşüp ihtilaf edenler” den kastın kendi muhalifleri ve bu ümmetin bid’atçileri olan Müşebbihe, Cebriyye ve Haşeviyye olduğu şeklinde yorumlamışlardır.437 Görüldüğü gibi Mu’tezile de mezhebî kaygılarla âyetlerin anlamını yorumlamış ve kendi ideolojisinin selameti açısından bir takım te’vîllere yeltenmiştir.

Tevhîd ilkesi çerçevesinde Allah’ın (c.c) sıfatları ile alakalı muhaliflere cevap verme adına “ Allah’ın (c.c) nimetlerini tefekkür edin; zatını ise tefekkür etmeyin.” hadisini delil olarak sunmuşlardır.438

Yine “ Kendisine ilmin inceliklerini öğretmesini isteyen adama Hz. Peygamber (a.s.) : ‘Sen ilmin başı için ne yaptın ki onun inceliklerini öğrenmek istiyorsun.’ diye sorar. Adam da ‘Ya Resûlallah! İlmin başı nedir?’ diye sorunca Hz. Peygamber (a.s.) : ‘Allah’ı hakkıyla tanıman temsil ve teşbihe gitmeden O’nun Âlim, Kâdir ve bir olduğunu bilmendir.’ diye cevap verir.”439

Yine mu’tezilî tevhid esasını ihtiva eden “ Beş şey vardır ki bunları bilmemenin bir özrü olmaz: Allah’ı bilmek ve O’nu bir şeye benzetmemek, Allah için sevmek, Allah için buğz etmek, İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak ve zalimlerden uzak durmak.”440

rivayetini de tevhid ideolojilerinin kanıtı saymışlardır.

Adalet ilkelerini desteklemek adına “ Şakî ameliyle şaki olandır, saîd(mutlu) te ameliyle saîd olandır.” hadisi ile Hz. Âişe’den rivâyet edilen “ Resûlullâh’ın eline su döküyordum. Su kabı elimden düşüp kırıldı. Bunun üzerine ben ‘kırılması mukaddermiş.’ dedim. Bunun üzerine Resûlullah(a.s.)‘ öyle ise ben niye gönderildim,

435

Kur’ân-ı Kerim, Fâtır, 28

436

Cârullah Mahmud b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf an Hakâiki Ğavâmizi’t-Tenzîl ve Uyûnu’l- Ekâvîl fî Vucûhi’t-Te’vîl, Şeyh Adil Ahmed Abdulmevcûd-Ali Muhammed Muavved (Thk.), Mektebetu’l Ubeykân, 1418/1997, c. V, s. 154.

437 Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 606-607. 438

Kâdî Abdulcabbâr İbn Ahmed el-Hamedânî, Fadlu’l-İ’tizâl ve Tabâkâtu’l-Mu’tezile, Fuad Seyyid (Nşr.), Dâru’t-Tunûsiyye, Tunus 1986, s.140.

439 Kâdî Abdulcabbâr, Fadlu’l-İ’tizâl, s.141. 440 Kâdî Abdulcabbâr, Fadlu’l-İ’tizâl, s.150.

98

peygamberler niçin gönderildi.’ diyerek kızdı.”441