• Sonuç bulunamadı

2.1. Duygusal Zeka Kavramı

2.1.1. Duygusal Zeka Kavramının Bilimsel Yazındaki Tarihsel Gelişimi Birbiriyle her ne kadar yakından ilgili olsalar da, duygusal zeka ve sosyal zeka

2.1.1.1. Sosyal Zeka

Landy (55) yaptığı yazın incelemesinde ‘sosyal zeka’ kavramının ilk kez 1909 yılında Dewey tarafından kullanıldığını belirtmektedir. Ancak ilk kullanım için gönderimler genellikle Thorndike (23)’nin zamanın populer bilim dergilerinden olan Harper’s Magazine’de yayınlanan makalesinedir. Söz konusu makalesinde Thorndike, o ana dek tek boyutu (ussal boyut, ‘IQ’) olduğu öngörülen zekanın birden çok boyutta ele alınması gerektiğini öne sürmüş ve üç temel boyutlu bir yapı önerisinde bulunmuştur.

Bu boyutlar ussal (abstract) zeka, pratik (mechanical) zeka ve sosyal (social) zekadır*. Zekayı kaynak suyuna benzeten Thorndike, laboratuar analizinde suyun hangi sayıda, türde ve oranda kimyasal (örneğin: demir, sodyum, vb.) içerdiğinin saptanabilmesi gibi, zekanın da kapsamlı analizini yapmak üzere geliştirilecek gerecin kişinin yalnızca ussal değil, pratik ve sosyal yeteneklerini de ortaya çıkarabilecek hassasiyette ve kapsamda olması gerektiğini savunmuştur (23). Thorndike’ye göre hangi türde olursa olsun zeka, beyin hücreleri arasındaki sinirsel bağların sayısıyla doğrudan alakalı olması açısından, düşünsel bir yetenektir (21).

Zekanın sosyal boyutu insan davranışı üzerine beş temel öngörüde bulunmaktadır (56). Bu öngörülerden ilki davranışın bir ‘amaca yönelik (purposive)’ olduğunu belirtir.

* Edward Thorndike (23) makalesinin 228’inci sayfasındaki ‘abstract’ ve ‘mechanical’ zeka terimleri için önerilen Türkçe çeviriler tarafımızca yapılmıştır. Aynı sayfada yazar olası başka zeka boyutları için de örneklendirme yapmaktadır (örneğin: sanat zekası).

Bu öngörü, davranış bilimcilerin çocuklar üzerinde yaptıkları incelemelerde insanın üç yaşından itibaren belirli bir amaca yönelik davranış geliştirme yeteği edindiğini tespit etmeleriyle destek bulmuştur (60). İkinci öngörü, insanın bulunduğu sosyal ortamlarda

‘aktif rol’ üstlendiğini belirtir. Söz konusu aktifliği Zirkel (56), insanın içinde bulunduğu ortamda pasif görünse bile etrafında olup bitenleri sürekli anlama eğiliminde oluşuyla açıklamaktadır. Üçüncü öngörü, insan davranışının sergilendiği ortama göre

‘içerik taşıyan (contextualized) sosyal bir olgu’ olduğuyla ilgilidir. Markus and Kitayama (61)’nın kültür ve davranış ilişkisini araştırdıkları ve benzer olsalar dahi bazı davranışların farklı kültürlerde (cultural contexts) farklı bilişsel ve duygusal anlam taşıdığını belirledikleri çalışma, sosyal zekanın üçüncü öngörüsünü destekleyicidir. İlk öngörünün uzantısı niteliğindeki dördüncü öngörü, davranışın ‘gelişme kaydedici (developmental)’ unsuru olduğunu belirtir. Bu durumu Sroufe et al. (62), bireyin yaşadığı ve çalıştığı ortamlardaki koşullara göre belirli sorumlulukları ve görevleri yerine getirmeye ve birtakım kademeler elde etmeye yönelik sürekli aşama kaydedici davranış geliştirme eğiliminde olduğunu gözlemledikleri çalışmalarında desteklemektedir. Sosyal zekanın insan davranışı üzerine beşinci öngörüsü ise davranışın düşünsel bir sürecin ürünü olduğunu belirtir. Bu son öngörü, aynı zamanda ilk ve ikinci öngörüler de, 1975 yılında davranış bilimci olan Icek Ajzen ve Martin Fishbein’in geliştirdikleri ‘Nedensel Davranış Kuramı (Theory of Reasoned Action)’ ile destek bulmuştur (63).

Yaptığı kapsamlı yazın taramasında Landy (21), 1920 yılında bilimsel yazında tartışılmaya başlanan sosyal zeka kavramının önceleri pek önemsenmediğini öne sürmektedir. Bu görüşüne neden olarak Landy (21), 1920-1937 yılları arasında sosyal zeka üzerine yalnızca 10 bilimsel yayın olmasını göstermektedir. Az sayıdaki bu çalışmalar arasında en önemlisi, kavramın ölçülmesi için 1927’de George Washington Üniversitesi’nden (ABD) Moss ve arkadaşlarının geliştirdikleri gereçtir (21). ‘George Washington Sosyal Zeka Testi (George Washington Social Intelligence Test)’ olarak yazına geçen bu gereci Thorndike* and Stein (25), sosyal zekadan çok genel zeka ölçüm gereci olarak değerlendirmiştir. Landy (21) sosyal zeka kavramının 1937’den sonra ilgili yazında pek geçmediğini belirtmektedir. Bu durumun nedenini Burtt (64) kavramın ölçümü için yapılan çalışmaların hala zekayı genel kapsamı dahilinde ölçme

eğilimi gösterdiğine bağlamaktadır. Belki de bu nedenle sosyal zekayı araştıran ruh bilimcilerin ilgisi, 1940’ların sonundan itibaren kavramın ne olduğu, bireylerde nasıl geliştiği ve nasıl ölçülebileceği gibi konulardan çok, sosyal zeka bozukluklarına yönelmiş olabilir (örneğin: aleksitemiya). Sonuç olarak sosyal zeka kavramı, 1983’te Gardner’in ‘Çoklu Zeka Kuramı (Multiple Intelligence Theory)’nı geliştirmesine dek bilimsel yazında pek ilgi çekici bir alan olarak belirmemektedir (9).

Ancak 1980’lerden itibaren, Thorndike’nin 1920’de öne sürdüğü kavramın bilimsel yazında yeniden önem kazanmaya başladığı ve pek çok araştırmacının zekanın sosyal boyutunun anlaşılması için girişimde bulunduğu görülmektedir (58,65,31,66). Bu çalışmalar arasında da olguyu ‘sosyal zeka’ yerine yine yakından ilgili ancak farklı şekilde adlandırma eğilimleri mevcuttur. Söz gelimi, ‘sosyal beceri (social skill)’

(67,68), ‘sosyal yeterlilik (social competence)’ (69), ‘kişilerarası zeka (interpersonal intelligence)’ (70), ‘ferdi sosyal verimlilik (social self-efficacy)’ (71), gibi farklı tercihler bu duruma örnek olarak verilebilir.

2.1.1.2. Aleksitemiya

Duygusal zeka kavramının bilimsel yazında ortaya atılmasının öncülü niteliğindeki çalışmalar 1950’lerde ruh bilimcilerin aleksitemiya (‘alexithymia’) üzerine eğilim göstermelerine dayanmaktadır (48). Bu araştırmacılar arasında Ruesh (72), MacLean (73) ve Kelman (74) sayılabilir. Aleksitemiya, bireyin kendi duygularına onları tanımlayamayacak derecede yabancılaşması durumudur (75). Her ne kadar genel tanımında çoğu araştırmacı hemfikir olsa da, yazında ilk tartışıldığı zamanlarda aleksitemiyanın ne tür bir rahatsızlık olduğu üzerine görüş ayrılıklarının olduğu görülmektedir. Örneğin, duyguları ifade etme sorununu Ruesh (72) psikolojik bir bozukluk, MacLean (73) psikolojik kökenli fizyolojik bir rahatsızlık (psikosomatik), Kelman (74) ise psikiyatrik bir durum olarak değerlendirmiştir. Yazında yer edindiği 1950-1960’lı yıllar boyunca aleksitemiya kavramı dahilinde duyguların içten-dışa ifade edilmesindeki bozukluklar ele alınırken, 1970’lerden itibaren Nemiah et al. (76)’ın getirdiği farklı bakış açısıyla duyguların dıştan-içe ifade edilmesi de kavramın kapsamı içinde değerlendirilmeye başlanmıştır. Nemiah et al. (76) kimi bireylerin, ya da bazı durumlarda her bireyin, kendi duygularının değerlendirmesini yapmaktan çok etraflarında olup bitenlerin ve başkalarının nasıl hissettiklerini değerlendirmeyi ön

planda tuttuğunu belirtmiştir. Kavramsal kapsamındaki bu genişleme, aleksitemiyanın bireylerde ölçülmesi için 1980’lerden itibaren geliştirilen çeşitli gereçlerin şekillenmesinde de önemli rol oynamıştır. Örneğin, hem Taylor et al. (77) tarafından geliştirilen 26 önermeli Toronto Aleksitemiya Ölçeği’nde [‘Toronto Alexithymia Scale’

(TAS-26)] hem de bu ölçeğin Bagby et al. (78) tarafından geliştirilmiş ikinci sürümü olan 20 önermeli TAS-20’de Nemiah et al. (76)’ın öne sürdüğü dıştan-içe dönük bireysel değerlendirme eğilimi bir boyutu oluşturmaktadır*.