• Sonuç bulunamadı

Duygusal zekanın liderlik ile ilişkisine yapılan göndermeler genellikle Goleman’ın 1998’de Harvard Business Review dergisinde yayınlanan ‘What makes a leader?’ başlıklı makalesinedir. Bu çalışmasında Goleman (13), çok sayıda uluslararası örgütün yöneticisi üzerinde yaptığı incelemeleri sonucunda hangi ülke, kültür ya da şirketten olursa olsun tüm yöneticilerde saptadığı unsurun duygusal zeka yeteneği olduğunu belirtmektedir. Ancak bilişsel zeka haricinde başka bir tür zekanın iş yaşantısında daha etkili olduğuna dair ilk gözlemler 1930’lu yıllara kadar geriye gitmektedir.

Thorndike’nin 1920’de sosyal zeka kavramını ortaya atmasından kısa bir süre sonra, bilimsel yazında bilişsel zekanın mı yoksa sosyal zekanın mı yöneticilerin başarılarında daha etkili olduğu üzerine tartışmalar başlamıştır. Örneğin Moss (142) yaptığı gözlemler sonucunda üniversite yıllarında başarılı olan öğrencilerin çoğunlukla

okul sonrası ofis işleri yaptıklarını ve yükselemediklerini, diğer taraftan iş yaşantısında yüksek kariyer elde eden çoğu yöneticinin ise genellikle okul yıllarında ders/sınıf tekrarı ya da okuldan atılma gibi sorunlar geçirmiş olduğunu henüz 1930’larda belirtmektedir.

Benzer şekilde Laird (143)’de o zamana dek görev yapan Amerikan başkanlarının akademik geçmişleriyle elde ettikleri kariyerlerini karşılaştırarak, çok az sayıda Amerikan başkanının akademik anlamda başarılı bir öğrencilik geçirdiğini, ancak okul sonrasında sınıflarındaki çalışkan öğrencilerden çok daha yüksek seviyelere eriştiklerini kaydetmiştir. Bu tür gözlemler 1950 öncesi ilgili yazında okul döneminde bilişsel zekanın, okul sonrasındaki kariyer yaşantısındaysa sosyal zekanın arzu edilen başarıların ediniminde önemli rol oynadığına yönelik bir görüş oluşturmuştur (144).

Bilişsel ve sosyal zeka yeteneklerinin bireylerin okul-iş yaşantısı üzerine nasıl etkide bulunduğuna ilişkin ilk bilimsel çalışmaların 1980’lerden itibaren yayınlanan uzamsal (‘longitudinal’) araştırmalar olduğu görülmektedir. Çoğu 40-50 yıllık gözlem sürecini kapsayan bu uzamsal çalışmalarda sosyal bilimciler araştırmalarına 1950’lerden önce başlamışlardır. Bu çalışmalar arasında Snarey and Vaillant (145) ve Feist and Barron (146) sayılabilir. Snarey and Vaillant, Amerika’nın Massachusetts eyaletinin Sommersville bölgesindeki 450 erkek çocuğunun 40 yıl boyunca akademik ve sosyal yaşantılarındaki gelişimlerini incelemiştir. Araştırmacılar, gözlem kümelerini oluşturan bireylerin üçte ikisini bölgedeki varlıklı ailelerin çocuklarından, kalan üçte birini ise bilişsel zeka (IQ) seviyesi 90’ın altında olan çocuklardan seçtikleri araştırmada ilginç sonuçlar elde etmiştir. Snarey and Vaillant, IQ seviyesi düşük çocukların okul döneminde derslerde diğerlerine oranla başarısız olduğunu, ancak bu farkın okul sonrası iş ve sosyal yaşamda ortadan kalktığını gözlemlemiş, dolayısıyla bilişsel zekanın okul sonrasında çok az bir etkiye sahip olduğu sonucuna varmıştır. Kırk yıl sonrasında gözlem grubu kapsamında iş ve sosyal yaşamda başarıyı getiren önemli iki etkenin bireylerin duyguları kontrol etme ve diğerleri ile iyi ilişkiler kurma becerileri geliştirmeleri olduğu görülmüştür (145). Konu üzerine bir diğer çalışmayı gerçekleştiren Feist and Barron (146) ise, 1950’lerin başından itibaren Kaliforniya Üniversitesi’nde (Berkeley, ABD) fen bilimleri alanında doktora öğrenimi gören toplam 80 öğrenci üzerinde çalışmıştır. Öğrencilere doktora dönemlerinde kişilik ve zeka testleri uygulayan araştırmacılar, yaklaşık 40 yıl sonra bu bireylerin okul sonrası kariyer yaşantılarını incelemiş ve iş yaşantısında sosyal ve duygusal yeteneklerin bilişsel

yeteneklere oranla daha baskın role sahip olduğunu tespit etmişlerdir. Bu tür çalışma sonuçları ardından Amerika’da ilk, orta ve özel eğitim okullarında (‘special schools’

örneğin: engelli eğitim merkezleri) 1990’lardan itibaren eğitim programlarına öğrencilerin kişilik, duygusal ve sosyal zeka yeteneklerini geliştirmeyi amaçlayan dersler eklenmiştir (147).

Salovey and Mayer (12)’in bilimsel yazına duygusal zeka kavramını kazandırmalarından bu yana, modern yöneticilik anlayışı kapsamında duygusal zekanın liderlik ile ilişkisini doğrulayan pek çok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmaların öncüsü Goleman (13)’dır. Goleman, uluslararası örgütlerde üst düzey yöneticilerin liderlik karakterlerini incelemiş ve yöneticilerin üçte ikisinin duygusal zekanın duygu kontrolü, motivasyon, empati ve sosyal ilişkiler boyutlarında yüksek skor elde ettiklerini, kalan üçte birlik kesimin ise ağırlıklı olarak bilişsel ve pratik zeka unsurlarına sahip olduğunu tespit etmiştir (13). 1990’lar boyunca yapılan çeşitli çalışmalar stres kontrolü (148), başkalarının duygularını anlayabilme, diğerleriyle iyi geçinebilme (149), geleceğe olumlu bakabilme (150) ve esneklik (151) gibi sosyal ve duygusal zekanın birtakım unsurlarının başarılı liderlerin ortak özelliği olduğu yönünde sonuçlar sunmuştur.

Duygusal zeka (EQ) ile bilişsel zeka (IQ) yeteneklerinin karşılaştırılması uzun süre bilimsel olmayan (‘anecdotal’) temelde seyretmiştir. Konu ile ilgili yapılan ilk deneysel çalışma, IQ seviyesi düşük olan bireylerin stresli anlarda daha doğru ve yapıcı kararlar alabildiğine yönelik bulgular öne süren Ciarrochi et al. (152)’in araştırmasıdır.

Bu araştırmanın sonuçları bireylerde IQ seviyesinin düşük ancak EQ seviyesinin yüksek (ya da bunun tam tersi durumun) olabileceğini, düşük IQ ancak yüksek EQ’lu bireylerin duyguları sezinleme, empati kurma ve duyguları yönetme gibi yetenekleri geliştirebildiğini göstermektedir. Bu tür araştırma bulgularının kimi kesimler nezdinde, duygusal zekanın iş yaşantısında bilişsel zekaya oranla daha önemli olduğuna ve düşük IQ seviyesinin yüksek EQ seviyesi ile telafi edilebileceğine yönelik bir anlayışı doğurması kaçınılmazdır. Ancak Boyatzis et al. (153) bu tür bir anlayışın doğru olmadığını, bilişsel zekanın duygusal zekanın gelişimi için bir eşik oluşturduğunu, yöneticilik vasıflarının yalnızca sosyal ilişkileri sevk ve idare etmekle sınırlı olmadığı, özellikle işletmenin pazar performansına yönelik strateji ve taktik geliştirme gibi konularda bilişsel zekanın önem arz ettiğini belirtmektedir. Nitekim Côte et al. (154)’in duygusal zeka ile kişilik arasındaki ilişkiye yönelik örgüt (bir yüksek öğretim

kurumunun) çalışanları ile yaptıkları çalışma, duygusal zekanın bireyin sahip olduğu kişilik tarzına göre sosyal ve ahlaki davranışların yanı sıra anti-sosyal ve ahlaki olmayan davranışları da güdüleyebileceğine yönelik bulgular sunmaktadır.

Araştırmacıların elde ettikleri bu sonuç, Goleman (11)’ın “duygusal zeka ahlaki davranışın temelini teşkil etmektedir (...emotional intelligence is the backbone of moral conduct...)” yorumuna karşıt bir görüş oluşturmaktadır.