4. AYRIMCILIK VE ŞİDDET
4.4. Sosyal Çevre
yönelmelerine ya da 5. Bölümde ayrıntılı değineceğim, Özlem’in hayatının bir döneminde gerçekleştirdiği kendi iş yerini açma gibi girişimleri beraberinde getiriyor.
gibi eşcinsellerin bir dış grup olarak kavramsallaştırılması sonucunda oluşan ve belirli stereotiplerin eşlik ettiği bir gruplar arası ilişki üzerinden kavranmalı ve sosyokültürel bağlamda değerlendirilmeli (2006, s. 16).
Lezbiyenlere ve biseksüel kadınlara dönük tüm bu etiketler ve tepkiler diğer yandan, lezbiyenliğin ya da biseksüelliğin salt cinsellik üzerine kurulu olarak algılandığına;;
kadın kadına aşk yok sayılırken, bu aşkın sokakta dışavurumu ise, erkeğin bakışına hapsolan adeta bir seyirlik malzeme halini alabildiğine işaret ediyordu. Bu durum, aşağıda dile getirilen deneyimlerde olduğu gibi görüştüğüm kadınların gündelik hayatlarında kamusal alanda ilişkilerine dair en ufak belirtide herhangi bir köşede kendini ortaya koyabiliyordu:
Fiziksel bi şiddetle ben bizzat karşılaşmadım. Ama psikolojik şiddetle, sözel tacizle falan çok karşılaştım. Mesela yolda sevgilimin elini tutarak yürüdüğümde, yok
“sürtüşgenler”, yok “yiyişgenler” gibi laflar… O zamanlarda sevgilimle el ele tutuştuğumda, sevgilimi öptüğümde falan bakışların böyle olduğunu falan görüyorum. (Burcu)
Eski kız arkadaşımla bi yerde öpüşmüştük ve boş olduğunu da gayet kontrol ettik ortalığı. Ama biri geçmiş ordan… Kız arkadaşım o adamı görmüş ve bizi zevk alarak izlemiş adam… Kafadaki algı, lezbiyenler… mastürbasyon aracıdır. (İrem) Direk fantezi unsuru olarak görüyolar. Laf atan oluyo… Ama öyle kötü bi tepkiyle bi şeyle karşılaşmadım nefrete varabilecek kadar. Hani iki geyin öpüşmesi nefret unsuru olabiliyor, erkekliği aşağıladıkları için ya da o yüce erkekliği, militarizmi o şuyu buyu ayaklar altına alan unsur olarak gördükleri için, belki de kadınlaştıkları diye algıladıkları için öyle daha çok nefret cinayetine ya da daha çok nefret pratikleriyle karşılaşıyolar. Ama iki kadının öpüşmesi takılması gayet herkesin izlediği bir şey olabiliyor… Canlı porno izledim gibi falan. (Müge)
Özlem de çoğunlukla heteroseksüel erkeklerden aldıkları bu tepkiyi ve şekillendiği algıyı, doğrudan porno sektörüyle bağlantılı olarak değerlendirdi;; “Porno sektörünün verdiği cafcaflı şey tabiki kadın sevişmesi”. Benzer şekilde, Özbay ve Soydan’ın eşcinsel ve biseksüel kadınlarla yaptıkları görüşmelerle hazırladıkları Eşcinsel Kadınlar Yirmi Dört Tanıklık adlı çalışmada da Özbay, röportaj yapılan lezbiyenlerin büyük çoğunluğunun heteroseksüel erkekler için çekilen pornografik materyallerle bir sorunu olduğunu ortaya koyuyor (2003, s. 25).
Bu şekilde kadın eşcinselliğinin merkezine cinsellik oturtulunca, eşcinsel kadınlar da çoğunlukla sekse düşkün ya da sürekli buna dönük bir arayıştaymış gibi algılanabiliyor.
Bu anlamda kadınların özellikle üniversite yurtlarında aynı odayı paylaştıkları ya da paylaşma ihtimali olan kişilere dönük aktardıkları, çevrelerinde de yaygın olduğu gözlemlenen bu algıyı ortaya koyuyor:
Liseden arkadaşlarla üniversiteyi kazanma hayalleri kuruyoduk. Evde kalırız ya da yurtta kalırız gibi bi muhabbet döndü. Sonra yurt mevzusu açılınca biri bi anda ‘Ya yurtta kaldığımız oda arkadaşımız lezbiyen olursa’ dedi. Bi anda, ne konusu açılmıştı bi şey olmuştu falan. Herkes bi şey söylüyo;; ‘ya bana söylemezse de soyunurken bana bakarsa’ falan. (İdil)
Lezbiyenliğim çoğunlukla seksüel bi şey olarak ele alındı. Ben Hazal’la yanı odada kalmam, ya soyunurken bana bakarsa gibi şeyler söylenirdi. (Hazal)
Diğer yandan da bu durum, kadınların yurttan atılma ihtimalinin getirdiği baskıyla da birleşerek özellikle üniversite yurtlarında görünür olmalarını engelliyordu ya da yurttan ayrılmalarına neden oluyordu. İdil’in “kız yurdunda lezbiyen oda arkadaşı olmak” diye anlattığı bu problemli alanda, kadınlar oda arkadaşlarına çoğunlukla lezbiyen ya da biseksüel olduklarını söyleyemiyorlardı. Diğer açıdan bakıldığında ise, kendilerine dönük bu algı, aynı zamanda kadınların hemcinsleriyle aynı mekânı paylaştıklarında buna dönük bir yanlış anlaşılmaya mahal vermeme kaygısıyla kendi kendilerini denetlemelerini getiriyor, yanlarında soyunan/giyinen birini gördüklerinde gözlerini kaçırmak ya da mekândan ayrılmak gibi yollara başvurmalarına neden oluyordu.
Örneğin Nihan, beden eğitimi derslerinin bu anlamda kendisi için problemli bir alanı oluşturduğundan bahsetti. Yöneliminin bilindiğini de düşünen Nihan, derslere hazırlıkta önce sınıf arkadaşlarının giyindiğini, kendisininse onlar mekândan çıktıktan sonra giyinmeyi tercih ettiğini anlattı.
Bunların yanında görüştüğüm kadınlar, çevrelerine görünür olduklarında ya da eşcinsel/biseksüel olduklarına dair şüphe duyulduğunda zaman zaman çevreleri tarafından dışlanıyorlar, bazı arkadaşlarının onlarla tamamen ilişkilerini kestiği durumlarla karşılaşıyorlardı. Daha önce değindiğim, İrem’in kız arkadaşıyla okulda maruz kaldıklarından sonra her ikisinin de okul arkadaşları tarafından doğrudan izole edilmesi bunun bir örneğini oluşturuyor. Benzer şekilde Burcu da, eşcinsel olduğu için kendisiyle arkadaşlığını kesen ya da aralarına mesafe koyan arkadaşlarının olduğunu söyleyen kadınlardan. Burcu bu durumun, toplumsal baskılar ya da kalıpyargılarla anlaşılabileceğini söylerken;; diğer yandan da kendisinden uzaklaşmayı seçen
arkadaşlarının aslında kendi eşcinselliklerini bastırıyor olabileceklerini, içselleştirilmiş homofobileri ve kendilerine dair korkularından kaynaklanabileceğini vurguladı.
Görüştüğüm kadınların gündelik hayatında, tanıdıkları ve birebir ilişkilendikleri kişilerin yanında, daha önce değindiğim etiketlemede olduğu gibi büyük çoğunlukla da tanımadıkları kişilerin doğrudan müdahaleleriyle karşılaşıyorlardı. Sokağın yanında özellikle kafe ya da bar gibi mekânlar bunun en çok deneyimlediği alanları oluşturuyordu. Mekânlarda birilerine “asıldıkları” gerekçesiyle uyarılabiliyor ya da güvenlik görevlileri tarafından dışarı çıkarılabiliyorlardı. Örneğin Burcu’nun aşağıda ifade ettikleri, bu anlamda sergilenen birebir müdahaleyi ortaya koyuyor:
Bi kafeye oturduğunda sevgilinin elini tutuyosun mesela, pat diye kül tablasını vuruyosa sehpaya, gidin diyo mesela… Yani bizi istemiyo. Barlardan kaç kere burda öpüşemezsiniz, burası gey bar değil, kendi mekânınıza gidin gibi tepkilerle karşılaşıyosun. (Burcu)
Sokakta ve çeşitli mekânlarda maruz kalınan her türlü baskı ve şiddetin kadınların gündelik hayatlarındaki yansımasıysa daima izleniyor olma tedirginliğiyle özellikle dışarıdayken kız arkadaşlarıyla öpüşmemek ya da el ele tutuşmamak gibi davranış ve eylemlerini özdenetime tabi tutmak olabiliyor. Bu durum bir yandan kısıtlanmışlık hissiyle kadınları çepeçevre sarıyor. Diğer yandan da zaman zaman, Pınar’ın kanıksanmışlık dediği, artık sokakta kız arkadaşıyla ne yapmaması gerektiğine dair içselleştirdikleriyle baskıyı kabullenmiş ve pasifize olmuş bir şekilde eylemlerine yansıyor:
Çok fazlaydı, klasikti Kızılay’da, “oo lezo!” bilmem ne, “aa ablacı!”… böyle şeyler oluyodu. Sonrasında bu hareketlerden dolayı geri çekiliyosun. Önceden evet sokakta öpüşüyodum;; ama şimdi böyle şeyler yapmıyorum ama bunda iş hayatının da çok etkisi var. Ama şu anda mesela çalışmasam yine sokakta hiçbi şey yapamam. Çünkü o tepkiler… Mesela ben kendimden utanmıyorum, ama bana o tepkiyi veren insan yerine utanıyorum. Çok kötü bi his ya! (Deniz)
Kız arkadaşının elini tutup gezmek falan, ben hiç böyle bi şey yapmadım. Asıl sancılı kısmı bu bence. Sana direk ya ben istemiyorum, öyle bi derdim yok falan gibi bi şey söylerdim. Kendime böyle söylüyorum. Aman sokakta yürümeyeyim, uğraşamam falan diyorum. İyiyim mutluyum da diyebilirsin ama bunu, herhangi bi yerde öpüşememe, herhangi bi yerde el ele tutuşamama evin dışında, arkadaşlarının yanı dışında, bunu o kadar kanıksamış durumdayım ki. Artık gerçekten şöyle bi noktaya geliyo. Ben bu hakkın bana verilmediğini kabul etmiş durumdayım. En acı bi tarafı bu oluyo. Ben erkek arkadaşımla sokakta dans edebiliyoken kız arkadaşımla ellerim cebimde yürüyorum ve bu beni artık mutsuz
etmiyo. Üzücü tarafı o aslında. Nedenini sorguluyorum zaman zaman ama gerçekten çok yorgun hissediyorum galiba kendimi. Ve yorgun olduğum şey, bu böyle kanıksıyosun ya bi şeyleri kabuk bağlıyosun, kabul ediyosun, artık gerçekten istemiyorum. Öyle bi hissim de kalmıyor. Yanımda bi kadın varsa, bi kız arkadaşım varsa, bunlar benim için böyle olcak. Kabul. Ve hiç sorgulayıp düşünüp istemeyi bile aklımdan geçmiyo böyle şeyler. (Pınar)
Pınar, kız arkadaşıyla “dışarıda” görünür olmaması gerektiği konusunda maruz bırakıldığı durumu kanıksamış görünse de, görüşmeye yansıdığı gibi aslında kadına olan aşkını dört duvar arasına sıkıştırıp gün yüzüne zor çıkarabiliyor ve başkalarıyla paylaşamıyor olmanın baskısını fazlasıyla hissediyor ve bundan mutsuzluk duyuyordu.
Durumu kabullendiğine dair çizdiği tablo ise, aşılması zorlu görülen yolda dik durmak için arkasına sığınılan, kendisini rahatlatan unsurlardan birini oluşturuyor görünüyordu.
Görüşmelerde dile getirilen ve benim de araştırma süresince özellikle heteroseksüel arkadaşlarımdan duyduğum, “Ben onları anlıyorum, anormal de görmüyorum.
İstedikleri gibi yaşasınlar;; ama benden uzak dursunlar.” ya da “Sen hiç öteki lezbiyenlere benzemiyosun” tepkisiydi. Bu ifade bir yandan eşcinsellikle derdi olmadığına hatta zaman zaman onu olumladığına dair bir tablo çiziyor gibi görünse de, aslında eşcinsel bireylerle karşılaşmak istemiyor, onları yok sayıyor ve özünde yönelimlerini olağan görmüyordu. Dışlama da temelde bu şekilde pekiştiriliyordu.
Sonuç olarak eşcinsel ve biseksüel kadınların deneyimlediği gibi, ataerkilliğin ve heteronormatif olanın kendilerine tehdit olarak algıladıklarını gündelik hayat içerisinde herhangi bir köşede şiddetin her türlüsüne boğduğunu görüyoruz. Kadınların kendilerinden başlayarak aile içinde, okul ve iş hayatında, aynı zamanda da bu alanları sarıp sarmalayan sosyal çevrede bu baskı ve farklı şekillerde tezahür eden ayrımcılık görünür oluyor. Peki gündelik hayatları böylesine çeşitli baskı, şiddet ve ayrımcılık sarmalıyla bezeli olan;; birer mağdur olarak çizilebilecek lezbiyenler ve biseksüel kadınlar, tüm bunların merkezinde tüm bu olup bitenlerle ne yapıyorlar? Görüştüğüm bütün kadınlar, gündelik yaşamlarının çevreleyen bu baskı mekanizmasının içerisinde hiçbir şekilde kendilerine biçileni öylece kabullenen pasif birer kurban değildi. Aksine kendi kimlik ve istekleriyle dolu birer özne ve eleştirel birer fail olarak, gündelik hayatlarını önceden belirlenmiş bir senaryodan, kendi kaderlerini kontrol etmeye ya da en azından aktif olarak şekillendirmeye çalıştıkları kişisel bir arayışa, aslında mücadele
alanına dönüştürme çabası içerisindeydi hepsi (Bennett, 2013, s. 94). Peki, kadınların bu düzeni terk etmeden, tam da bu düzenin içinde erkle oynadıkları ve kendilerine alan açabildikleri, gündelik hayatlarının ayrıntılarına eklemlenen bu taktikler nelerdi? (De Certeau, 2008, s. 46). Sonraki bölüm bu bağlamda, lezbiyenlerin ve biseksüel kadınların gündelik hayatlarını çepeçevre saran heteronormatif kalıpları esnetebilmelerinin ve kazanım elde edebilmelerinin önünü açan hayatta kalma yollarına dair bireyselden kolektife uzanan bir çerçeve sunacak.