2. CİNSİYET BELASI
2.2. Başkalarına Açılma
ikiliğine sıkışarak erkek olduğu düşüncelerini beraberinde getirmiş. Diğer yandan internet gibi araçların getirdiği bilgi ve kişilere kolay erişim ile LGBTİ bireylerle karşılaşmalar, kadınlara “yalnız değilim” dedirten ve lezbiyen/biseksüel kimlikle barışmayı kolaylaştıran unsurlar olmuş. Bunun yanında görüşmeler açılma sürecini, kendine açılmayla başlayan ve dışarıya açılma ya da açılamamayla devam eden bir süreç olarak çizdi. Sonraki bölümde, bu başkalarına açılma süreci ele alınacaktır.
olarak Goffman’ın vurguladığı gibi “normaller” için normal olmayan, diğerleri için baş edilmesi gereken bir durum haline geliyor.
Stigmatize edilen kişiler gündelik hayatları içerisinde, çizilen normalle karşılaşmalar sonucunda onlara dair bilgi ediniyor ve stigmatize edilen özelliğine dönük algı geliştiriyor. Bu süreçte Goffman, farklı şekillerde damgalanan kişinin, normalle karşılaşmalarda stigmatize edilen özelliğiyle baş etmek için farklı yollara başvurabildiğini söylüyor. Stigma sembolü ile ismi gizlenebiliyor veya değiştirilebiliyor ya da damgalanan özellik daha az stigmatize edilecek bir diğer özellikle değiştirilebiliyor (Goffman, 1963, s. 114). Dış grupta ve iç grupta başkalarına görünür olma da bunun bir parçasını oluşturuyor. Kendisiyle aynı damgayı taşıyanlarla olduğu gibi daha küçük gruplara karşı açık olmak ve dışarıdan birileriyle karşılaşıldığında durumu gizlemek de yapılanlar arasında bulunuyor. Burada normal olanla karşılaşmalar ya da dış gruba açılma süreci, görüştüğüm lezbiyenler ve biseksüel kadınlar için heteroseksüelliğin pekiştirildiği yer olan özellikle ailede görünür olma, kaygı yaratan en problemli alanlardan birini oluşturuyor. Bunun yanında damgalanan kişinin kendisiyle aynı damgayı taşıyanlarla karşılaşmaları, iç gruba görünür olmak ise deneyimlerin paylaşılmasını, rahatlamayı ve birbirine destek olmayı getirebiliyor (s. 137). Aynı zamanda bu karşılaşmalarla deneyimler üzerine düşünmek farkındalığın artmasının, eleştirel yaklaşımın beslenmesinin, kendileri için bireysel ve gizli görünenin kamusal alana taşınmasının önünü açabiliyor.
Örneğin Özlem, kendisine açılmasının üniversitede gerçekleştiğinden bahsetti. Fakat uzunca bir süre lezbiyen kelimesini kullanamamış;; çünkü bu kelime ona “itici”
geliyormuş. Bu itici gelme halinin nedenini ise ailesinde duyduklarına bağlı olabileceğini söyledi: “O zamana kadar anne falan da lezbiyen kelimesini duyunca ayyy iğrenç falan diye duyduğum için, belki ben de öyle görüyodum yani.” Benzer şekilde İdil de, ailesinde eşcinseller için sıklıkla kullanıldığını vurguladığı “top”, “ibne”
gibi kelimeler ya da “kız Ahmet” gibi ifadelerden rahatsızlığını ve açılmasının önünde yarattığı gerilimi dile getirdi. Hazal’ın annesi de, kızının lezbiyen olduğundan şüphelendiğinde, aniden gelişen bir olay bağlamında Hazal’ı arayarak, “Sana lezbiyen diyolar. Bunun olmadığını onlara anlatmalısın. ‘Beni damgalıyosunuz, ben bu damgayla hayatımın sonuna kadar nasıl yaşarım?’ demelisin.” diye uyarmış. Bu şekilde, lezbiyen
olmayı utanılacak ve karşısında durulması gereken bir şey olarak çizmiş ve özünde Hazal’ın ailesine açılması önündeki kocaman duvara bir tuğla daha eklemiş.
Ailenin yanında, gündelik hayatın içerisinde herhangi bir alanda, sosyal çevrede, sokakta, vakit geçirilen kafe, bar gibi mekanlarda açık ve görünür olma çabası görüştüğüm kadınlar için zorlu süreçlerden birine denk düşüyordu. Bu süreçte Goffman’ın da belirttiği gibi insanların ne düşüneceğini bilememek kaygı yaratıyor, kendini gizleme de diğerlerine karşı kötü hissetmelerine neden oluyor, aynı zamanda da düşüncelerini ve davranışlarını da önceden hesaplayıp ona göre hareket etmeyi gerektiriyordu. Kadınlardan sıklıkla duyduğum, özellikle arkadaşları öğrendiğinde
“Benimle dalga mı geçerler?” ya da “Arkamdan mı konuşurlar?” gibi kaygılar, kendilerine açıldıkları ilk dönemlerde çevrelerine görünür olmalarını engelleyenler arasında bulunmuş.
Kadınlar, ailelerine ve de sosyal çevrelerine açılamamanın en büyük çelişkisini ise hayatlarına bir kadın girdiğinde, aşık olduklarında yaşıyorlardı. “Beni gerçekten çok zorlayan bi şey var… Gerçekten birine aşık olduğun zaman onu dünyalara duyurmak istiyosun. Yapamıyosun.” diyordu Pınar;; “Kız arkadaşının elini tutup gezmek falan, ben hiç böyle bi şey yapmadım. Asıl sancılı kısmı bu bence.” Nihan da benzer şekilde, baskıdan dolayı sokakta sevgilisiyle el ele dolaşamadığını;; heteroseksüel ortamda sürekli “sosyal şiddet” altında olduğunu söylüyordu. Bu durumsa “sevgilinle eve tıkılmakla” sonuçlanıyordu.
Aşık oldukları kadına yanlarında başka bir erkek duygularını açıkça dile dökebilirken susmak durumunda kaldıkları zamanlarsa, Müge’de olduğu gibi kadınların görüşmelerde en çok öfkelendikleri anlardan birine denk düşüyordu:
Sevgilin olduğunu söyleyemiyosun… Neslihan’ın bi arkadaşı Neslihan’a açıldı, Neslihan’ı sevdiğini söyledi. Biz onunla aynı masada oturmak zorundayız, ben o çocuğun bakışlarını görüyorum. Beni bilmiyo, Neslihan’ı da bilmiyo… Sonuçta Türk toplumunda ben orda onun sevgilisi konumunda olsam o öyle bi şey yapmayacaktı. O adam yapıyo. Ve sen hiçbi şey yapamıyosun… Başkası sevgiline iltifatlar yağdırıyo, acayip bakıyo falan, Allahım bakmayayım diye başka yerlere bakıyosun… Normalde sinirlenirsin, onu bile belli edemiyosun!
Kadınların kendi beden ve benlikleriyle dönem dönem kurdukları problemli ilişki,
“aşkını yaşayamamanın” getirdiği baskı, kendileriyle çatışmaya girmeleri, zaman zaman kendi bedenlerine zarar vermelerine de varabilen, psikolojik ve fiziksel baskı ve şiddetle doluydu. Önceki yıllarda bir kadına aşık olan ama ailesine açılamayan Funda, bir yandan ağzından çıkanlardan utanç duyduğunu belirterek, aşağıdaki cümleleri kurabildiğini söylüyordu:
Kadını seviyorum. Ama kendimi kabul edemiyorum. İçinde yaşadığım toplumu görüyorum biliyorum. Ailemi biliyorum. Müslüman. Çok inançlı bi insanım. Ona tezat bi şeyler yaşıyorum… Kendimi iğrenç bi şekilde şu duayı ederken buldum;;
Allahım bi kaza olsun bi şey olsun. Annem babam kardeşim hepsi bi anda ölsünler ve ben bu kadınla hayatımı geçireyim.
Bir kadına aşık olduğu için Müge’nin ve görüşmelerde buna benzer ifadelerle görüşmecilerden bazılarının ortaya koyduğu öncelikle kendilerine dönük öfkede olduğu gibi; içselleştirilmiş homofobiye işaret ediyor. Öztürk ve Kındap’ın lezbiyenler ve biseksüel kadınlarla yaptıkları çalışma, cinsel yönelimi ailesi tarafından bilinmeyen kadınlarda içselleştirilmiş homofobinin daha yüksek olduğunu;; bununla birlikte içselleştirilmiş homofobi nedeniyle suçluluk, utanç ve kendine öfke duyan eşcinsellerin sayısının hiç de az olmadığını ortaya koyuyor (2011, s. 166-167). Burada üzerine gidilmesi gereken nokta ise, kadınların bu hissetikleri ve maruz kaldıkları baskı ve şiddetin benlikle ilgili bireysel bir durum olarak algılanmaması;; aksine kadınları kendilerinden nefrete iten, aşklarını dile dökmelerini engelleyen ve ilişkilerini eve hapseden;; kalıpyargılar ve dışlamayla örülü zemini üreten toplumsal koşulların irdelenmesi gerektiğidir.
Tüm bunlara yanında, görüştüğüm kadınlar başkalarına açılmak istediklerinde açılmanın nasıl gerçekleşmesi gerektiğine dair fikirlerini de ortaya koydular. Örneğin, bazı eşcinsellerin kendilerini tanıtırken adlarından sonra yönelimlerini söylemeleri gibi bir durum, kadınların ağırlıklı olarak eleştirdikleri arasında bulunuyordu. Yağmur’un aşağıdaki cümleleri bunu yansıtır nitelikte:
Belki abartmadan yapmak lazım böyle çok dik bi görüşle… Bu şey gibi… Bi insanla ‘Meraba ben Yağmur, lezbiyenim’ tanışmak gibi geliyo bana. Tamam evet öylesin ama insansın sen, bunu savunuyosun zaten, hiçbi farkın olmadığını savunuyosun öbür insanlardan, heteroseksüellere veya homofobik insanlara. O zaman belirtmenin de bi manası yok... Bi yandan da bunu insanlara bi şey
anlatabilmek için söylüyosun. Çoğu insan zaten bu tanımların ne anlama geldiğini bilmiyo. O sebeple senin bunları söylemen açıklaman gerekiyo… Bazı başkaldırışlarda da çok abartılı geliyor. Tabiki insanlar bilgilendirilsin. Ama bi yandan da fazla etiket de bana bu sefer savundukları görüşle çelişiyo gibi geliyo.
Çiğdem de benzer şekilde bunu “gösteriş değil belki ama “ben farklıyım’ diye bağırmak” olarak ele aldı. Kadınların büyük çoğunluğu gibi o da bu durumu kendi kendini etiketleme olarak görüyordu ve olması gerekenin “Ben farklı değilim, yoo bildiğin, herhangi biriyim.” gibi bir algının yerleştirilmesi gerektiği olduğunu söyledi.
Funda da benzer şekilde, “Görünürlüğü kabul ettirmeye çalışırken de işte marjinal olmamak gerek … Biraz belki suyuna gitmek olarak mı bilmiyorum, çok göze sokmadan, belki de daha kabul edilebilir şeylerle bunu yapmaya kalksan kabul edilebilir bu. Aşılabilir toplum bunu kabul eder.” diyerek ortaya koydu.
Funda’nın bahsettiği, “çok göze sokmadan, daha kabul edilebilir şeylerle bunu yapmayı”, yani açılmak ve görünür olmayı Hazal’ın aşağıdaki cümlelerinin ortaya koyduğu gibi kendini geliştirerek ya da iyi bir işte çalışarak gerçekleştirmek, görüştüğüm bazı kadınlara göre kabul edilmeyi kolaylaştırabilecek durumlar yaratabiliyordu:
Bireysel olarak kendini geliştirmek, iyi bi okulda okuyup, iyi bi iş sahibi olmak, özünde başarılı olmak, doktor vb. olmak, statü sahibi olunca kabul edilmen kolaylaşıyo. Bi sürü insan var yapabileceklerini yapmışlar ve ekstradan eşcinseller.
Yani aileme söyleyeceğim zaman param işim hayatım tamamen elimde olacak.
Ekstradan bu olacak. O zaman bu göze batmaz şeklinde. Benim etrafımdaki gey arkadaşlarımı annem çok sever;; ‘Hazal çünkü bu insanların dersleri başarılı, bu insanlar Hacettepe’nin en iyi bölümlerinde okuyolar. Bunların ekstra özellikleri, normal bir insandan tek farkları, bi erkekten hoşlanıyor olmaları.’ Bu göz ardı edilebilir. Ben de göz ardı edilebilecek kıvama getirip de söylersem problem olmaz. Küçüğün büyüğe uyarlaması gibi düşünelim. Annemin düşüncesi geneli yansıtabilir.
Hazal, bu söylediklerini yansıtır şekilde ünlü olmak istiyor ve görüşmelerde belirttiği gibi bunun için kendine her yıl yapması gerektiğini düşündüğü hedefler belirliyor.
Örneğin bir süre amatör bir grupta solistlik yapmayı denemiş;; fakat farklı nedenlerle süreç ilerleyememiş. Son olaraksa, ünlü özel bir televizyon kanalında yayınlanan, en iyi şarkı söyleyen kişinin seçilmeye çabalandığı popüler bir yarışma programının elemelerine katılmış. Bu bağlamda Hazal ünlü olmayı farklı nedenlerin yanında temelde, lezbiyen kimliğini açıkça yaşayabilmek için ona güç verecek, bir nevi
durumunu meşrulaştıracak bir araç olarak görüyordu. Buna karşılık Funda, “Bülent Ersoy’u televizyonda alkışlarken, Zeki Müren’i dinlerken, evde çocuğu eşcinselim dediğinde öldürüyor.” dediği toplumu ikiyüzlü olarak tanımladı ve ünlü olmak ya da iyi bir işte çalışmak gibi koşulların hayatını kolaylaştırmayacağını ortaya koydu. Funda’nın düşüncelerini Deniz de paylaştı ve özellikle hanenin içine, aileye vurgu yaptı:
Çok param olsa da ya da ünlü de olsam, ailem aynıysa hayatım daha kolay olmazdı. Aynı olurdu. Televizyondaki gey imajları problem yaratmıyo gibi, çünkü senin evinden uzakta. Bu eşcinsellik olarak bakmadığın zaman da. İşte Seda Sayan mesela. Yaşlı bi kadın. Kendinden baya yaşça küçük kişilerle birlikte oluyo. Bu annemin komşusu olsa mesela annem ‘Aaa yok yuh’ falan der ama Seda Sayan’a bayılır. Çünkü evinden uzakta. Ya da hiper gerçeklik mi neyse artık o. Sanki o burda gerçek dünyada yaşamıyo. O iyi ya tamam. Ama ailene yakınsa başka.
Bunların yanında, eşcinsel olduğuna dair başkalarına açılmak için Hazal’ın belirttiği gibi iyi bir işte çalışmak ya da ünlü olmak gibi yolları seçip, eşcinselliği “ekstra bir özellikle” olarak ortaya koymak ve kabul edilmeyi beklemek, Burcu’ya göre içselleştirilmiş homofobinin yansımalarını taşıyordu:
… Bu ciddi homofobi bana göre. Eşcinselliğinin ancak o noktada onay göreceğini düşünüyo. Gerçekten bunu insanlarla konuşmak ve homofobik olduklarını anlamalarını sağlamak, sorgulayıp homofobileriyle mücadele etmeleri gerekir…
Çünkü homofobi bi hastalıktır;; eşcinsellik bi hastalık değildir, ama homofobi bi hastalıktır. Tedavi edilebilir. Bunu söyleyen insanlar gerçekten eşcinsellikleriyle barışık değiller. Gerçekten öyle olsa, eşcinselliğini söyleyebilmek, yaşayabilmek, eşcinselliğini başka insanlarla paylaşabilmek için başka bi yönüyle onay görmek zorunda olduğunu hissetmez. Ama böyle düşünüyo. Bi yerden kıvıracak.
Eşcinselliğiyle barışmak olmayacak ki bu…
Burcu’ya göre, bu anlamda özellikle aileye açılmada izlenmesi gereken ve de kendi hayatında da deneyimlediği süreç öncelikle kendisinin, kendisiyle birlikte de ailesinin bu konuda farkındalığını arttırmaktı;; yani başkalarına açılmanın kilit noktası bilinçlenmekti. Bunu Burcu bilinçli olarak yaptığını ortaya koydu, “Benim de çok içimden geldi, çok söylemek istedim… ama hem kendimin hem de onların hazır oldukları zamanda söyledim” dedi. Burcu’nun annesi, odasına gelip kızına “Sen de onlardan mısın?” diye sorduğunda, Burcu annesini yanına oturtup içerisinde bulunduğu durumu ve bu süreci nasıl atlatma yoluna girdiklerini şöyle anlattı:
Annem odama geldi, sen de onlardan mısın kızım dedi. Gel dedim anne otur, doğru dürüst konuşalım yoksa olmayacak. Biz 3 saat falan konuştuk. Ama anneme, şimdi sen sorsan kaç yaşında kendini keşfettin diye, sana nasıl anlatacaksam öyle
anlattım. İlk nasıl fark ettim, fark ettikten sonra geriye dönüp baktığımda neleri anladım… Tabi ben anlattım çok rahatladım, üstümden bi yük kalktı;; annemin de üstüne bi yük bindi;; ben üstümdeki yükü onun omuzlarına yükledim yani.
Sarıldım, sen şimdi benim daha güzel annemsin dedim. Ama sen benim daha güzel kızımsın değil dedi. Ben de olsun, ben güzel olmayayım, ben kötü olayım, sen güzelsin, ben iyi hissediyorum kendimi dedim. Sen de iyi hissedeceksin dedim.
Bir dönem Kaos GL’de çalıştığı ve ailelerle kurulan iletişimin sağlıklı geçmesi sürecinde nelerin önem taşıdığına dair de bilgisi olduğunu söyleyen Burcu, bu yolu izlemesinin ailesine açılmasını ve sonrasında gelen süreci kolaylaştırdığını söyledi.
Hatta annesine açıldıktan sonra annesinin “Bana psikiyatrist öner, ben böyle baş edemicem tek başıma.” diyerek Burcu’ya danışacak bilince erişmiş olduğunu söyledi.
Bunun yanında “Ben zamanında açılmasam da erken açılsam, annem bana psikiyatrist arayacaktı” diyen Burcu “iyi ki de öyle yapmışım, beklemişim” diyerek bu süreçte farkındalığın önemini tekrar ortaya koydu.
Görüştüğüm kadınlar için başkalarına açılma süreci böylesine çok katmanlıydı ve zaman zaman zorlukları da beraberinde taşımıştı. İç gruba açılma deneyimleri ise Goffman’ın belirttiği gibi, deneyimlerin paylaşılmasını, rahatlamayı ve birbirine destek olmayı getirmişti;; Facebook’ta eşcinsel bir arkadaşımın iletisinde karşılaştığım, “Evde hissetmek gibi, etrafta hep senin gibiler olunca, bütün duvarlar gidiyor.” ifadesinin yansıttığı gibi. Bu anlamda görüştüğüm kadınların verdiği örneklerden birini Kaos GL’nin düzenlediği “Şaraplı Buluşmalar” oluşturdu. Kaos GL dergisinde izi sürülebildiği kadarıyla, Kaos Kültür Merkezi bünyesinde 2002 sonu, 2003 yılının başından itibaren başlayan Kadın Buluşmaları yapılıyordu (Güner, 2003, s. 4) ve Burcu’nun belirttiği gibi “Şaraplı Buluşmalar” bunun bir parçası olarak yapılmaya başlandı ve devam etti. Gerçekleştirildikleri zaman itibariyle, görüştüğüm kadınlardan özellikle 20’li yaşlarının sonundaki ve 30’larındaki lezbiyenlerin ve biseksüel kadınların haberdar oldukları Şaraplı Buluşmalarda kadınlar kendilerini rahatlıkla açabildiklerini ve birbirlerinin deneyimlerinden yararlanabildiklerini söylediler. “Hayatta Kalmak İçin”
bölümünde ayrıntılı ele alacağım kadınların kendi aralarında buluşmaları ve karşılaşmalara dair bu deneyim ve ortaya koydukları pratikler, kendilerine ve başkalarına açılmaya dair kafalarındaki soruları giderebilecekleri ve birbirlerine destek olabilecekleri ortamlar sağlıyordu.
Sonuç olarak, görüştüğüm lezbiyenlerin ve biseksüel kadınların hayatında, ailenin özellikle vurgulandığı başkalarına açılma süreci çetrefilli bir yol olarak ortada duruyordu. Fakat Burcu’nun üzerinde durduğu gibi farkındalığın arttırılması, kendileriyle ilişkilerinden başlayarak pek çok fikir ve durumun dönüştürülebilmesinin önünü açıyordu. İlk açıldığı zamanlarda kendini “yarı lezbiyen” olarak tanımlayan İrem’in “Şimdi bakınca o bastırılmış yönelim ve içselleştirilmiş heteronormların ne kadar net bi şekilde göründüğünü görebiliyorum. Şu an düşündüğümde bir tokat atarmışım kendime.” cümleleri buna güzel bir örnek teşkil ediyor. Diğer yandan, görüşmelerin birinde defterimin kenarına not düştüğüm “alternatif hayatların kardeş olduğunu öğrenmek” ifadesinin yansıttığı gibi, lezbiyenlerin ve biseksüel kadınların bir araya gelip deneyimlerini paylaşmaları ve bunlar üzerine düşünmeleri bir yandan farkındalığın artmasını da getirirken diğer yandan da birlikteliği güçlendiren bir unsur haline geliyor.