• Sonuç bulunamadı

2. CİNSİYET  BELASI

2.2. Başkalarına  Açılma

ikiliğine   sıkışarak   erkek   olduğu   düşüncelerini   beraberinde   getirmiş.   Diğer   yandan   internet   gibi   araçların   getirdiği   bilgi   ve   kişilere   kolay   erişim   ile   LGBTİ   bireylerle   karşılaşmalar,   kadınlara   “yalnız   değilim”   dedirten   ve   lezbiyen/biseksüel   kimlikle   barışmayı   kolaylaştıran   unsurlar   olmuş.   Bunun   yanında   görüşmeler   açılma   sürecini,   kendine   açılmayla   başlayan   ve   dışarıya   açılma   ya   da   açılamamayla   devam   eden   bir   süreç  olarak  çizdi.  Sonraki  bölümde,  bu  başkalarına  açılma  süreci  ele  alınacaktır.

olarak  Goffman’ın  vurguladığı  gibi  “normaller”  için  normal  olmayan,  diğerleri  için  baş   edilmesi gereken bir durum haline geliyor.

Stigmatize   edilen   kişiler   gündelik   hayatları   içerisinde,   çizilen   normalle karşılaşmalar   sonucunda   onlara   dair   bilgi   ediniyor   ve   stigmatize   edilen   özelliğine   dönük   algı   geliştiriyor.   Bu   süreçte   Goffman,   farklı   şekillerde   damgalanan   kişinin,   normalle   karşılaşmalarda   stigmatize   edilen   özelliğiyle   baş   etmek   için   farklı   yollara   başvurabildiğini  söylüyor.  Stigma  sembolü  ile  ismi  gizlenebiliyor  veya  değiştirilebiliyor   ya da damgalanan özellik   daha   az   stigmatize   edilecek   bir   diğer   özellikle   değiştirilebiliyor  (Goffman, 1963, s. 114).  Dış  grupta  ve  iç  grupta  başkalarına  görünür   olma  da  bunun  bir  parçasını  oluşturuyor.  Kendisiyle  aynı  damgayı  taşıyanlarla  olduğu   gibi   daha   küçük   gruplara   karşı   açık   olmak   ve   dışarıdan   birileriyle   karşılaşıldığında   durumu  gizlemek  de  yapılanlar  arasında  bulunuyor.  Burada  normal olanla  karşılaşmalar   ya   da   dış   gruba   açılma   süreci,   görüştüğüm   lezbiyenler ve   biseksüel   kadınlar   için   heteroseksüelliğin  pekiştirildiği  yer  olan  özellikle  ailede  görünür  olma,  kaygı  yaratan  en   problemli  alanlardan  birini  oluşturuyor.  Bunun   yanında  damgalanan  kişinin  kendisiyle   aynı   damgayı   taşıyanlarla   karşılaşmaları,   iç   gruba   görünür   olmak   ise   deneyimlerin paylaşılmasını,   rahatlamayı   ve   birbirine   destek   olmayı   getirebiliyor (s. 137).   Aynı   zamanda   bu   karşılaşmalarla   deneyimler   üzerine   düşünmek   farkındalığın   artmasının,   eleştirel   yaklaşımın   beslenmesinin,   kendileri   için   bireysel   ve   gizli   görünenin   kamusal   alana  taşınmasının  önünü  açabiliyor.  

Örneğin   Özlem,   kendisine   açılmasının   üniversitede   gerçekleştiğinden   bahsetti.   Fakat   uzunca   bir   süre   lezbiyen   kelimesini   kullanamamış;;   çünkü   bu   kelime   ona   “itici”  

geliyormuş.   Bu   itici   gelme   halinin   nedenini   ise   ailesinde   duyduklarına   bağlı   olabileceğini   söyledi:     “O   zamana   kadar   anne   falan   da   lezbiyen   kelimesini   duyunca   ayyy   iğrenç   falan   diye   duyduğum   için,   belki   ben   de   öyle   görüyodum   yani.”   Benzer   şekilde  İdil de, ailesinde  eşcinseller  için  sıklıkla  kullanıldığını  vurguladığı  “top”,  “ibne”  

gibi  kelimeler  ya  da  “kız  Ahmet”  gibi  ifadelerden  rahatsızlığını  ve  açılmasının  önünde   yarattığı   gerilimi   dile   getirdi.   Hazal’ın   annesi   de,   kızının   lezbiyen   olduğundan   şüphelendiğinde,  aniden  gelişen  bir  olay  bağlamında   Hazal’ı   arayarak,  “Sana  lezbiyen   diyolar.  Bunun  olmadığını  onlara  anlatmalısın.  ‘Beni  damgalıyosunuz,  ben  bu  damgayla   hayatımın  sonuna  kadar  nasıl  yaşarım?’  demelisin.”  diye  uyarmış.  Bu  şekilde,  lezbiyen  

olmayı   utanılacak   ve   karşısında   durulması   gereken   bir   şey   olarak   çizmiş   ve   özünde   Hazal’ın  ailesine  açılması  önündeki  kocaman  duvara  bir  tuğla  daha  eklemiş.  

Ailenin   yanında,   gündelik   hayatın   içerisinde   herhangi   bir   alanda,   sosyal   çevrede,   sokakta,   vakit   geçirilen   kafe, bar   gibi   mekanlarda   açık   ve   görünür   olma   çabası   görüştüğüm   kadınlar   için   zorlu   süreçlerden   birine   denk   düşüyordu.   Bu   süreçte   Goffman’ın   da   belirttiği   gibi   insanların   ne   düşüneceğini   bilememek   kaygı   yaratıyor,   kendini  gizleme  de  diğerlerine  karşı  kötü  hissetmelerine  neden  oluyor,  aynı  zamanda  da   düşüncelerini   ve   davranışlarını   da   önceden   hesaplayıp   ona   göre   hareket   etmeyi   gerektiriyordu.   Kadınlardan   sıklıkla   duyduğum,   özellikle   arkadaşları   öğrendiğinde  

“Benimle   dalga   mı   geçerler?”   ya   da   “Arkamdan   mı   konuşurlar?”   gibi   kaygılar,   kendilerine   açıldıkları   ilk   dönemlerde   çevrelerine   görünür   olmalarını   engelleyenler   arasında  bulunmuş.  

Kadınlar,   ailelerine   ve   de   sosyal   çevrelerine   açılamamanın   en   büyük   çelişkisini   ise   hayatlarına   bir   kadın   girdiğinde,   aşık   olduklarında   yaşıyorlardı.   “Beni   gerçekten   çok   zorlayan   bi   şey   var…   Gerçekten   birine   aşık   olduğun   zaman   onu   dünyalara   duyurmak   istiyosun.  Yapamıyosun.”  diyordu  Pınar;;  “Kız  arkadaşının  elini  tutup  gezmek  falan,  ben   hiç   böyle   bi   şey   yapmadım.   Asıl   sancılı   kısmı   bu   bence.”   Nihan da   benzer   şekilde,   baskıdan   dolayı   sokakta   sevgilisiyle   el   ele   dolaşamadığını;;   heteroseksüel   ortamda   sürekli   “sosyal   şiddet”   altında   olduğunu   söylüyordu.   Bu   durumsa   “sevgilinle   eve   tıkılmakla”  sonuçlanıyordu.

Aşık   oldukları   kadına   yanlarında   başka   bir   erkek   duygularını   açıkça   dile   dökebilirken   susmak   durumunda   kaldıkları   zamanlarsa,   Müge’de olduğu   gibi   kadınların   görüşmelerde  en  çok  öfkelendikleri  anlardan  birine  denk  düşüyordu:  

Sevgilin   olduğunu   söyleyemiyosun…   Neslihan’ın   bi   arkadaşı   Neslihan’a açıldı,   Neslihan’ı sevdiğini   söyledi.   Biz   onunla   aynı   masada   oturmak   zorundayız,   ben   o   çocuğun   bakışlarını   görüyorum.   Beni   bilmiyo,   Neslihan’ı   da bilmiyo…   Sonuçta   Türk   toplumunda   ben   orda   onun   sevgilisi   konumunda   olsam   o   öyle   bi   şey   yapmayacaktı.  O  adam  yapıyo.  Ve  sen  hiçbi  şey  yapamıyosun…  Başkası  sevgiline   iltifatlar   yağdırıyo,   acayip   bakıyo   falan,   Allahım   bakmayayım   diye   başka   yerlere   bakıyosun…  Normalde  sinirlenirsin,  onu  bile  belli  edemiyosun!  

Kadınların   kendi   beden   ve   benlikleriyle   dönem   dönem   kurdukları   problemli   ilişki,  

“aşkını  yaşayamamanın”  getirdiği  baskı,  kendileriyle  çatışmaya  girmeleri,  zaman  zaman   kendi  bedenlerine  zarar  vermelerine  de  varabilen,  psikolojik  ve  fiziksel  baskı  ve  şiddetle   doluydu.   Önceki   yıllarda   bir   kadına   aşık   olan ama   ailesine   açılamayan   Funda, bir yandan   ağzından   çıkanlardan   utanç   duyduğunu   belirterek,   aşağıdaki   cümleleri   kurabildiğini  söylüyordu:  

Kadını   seviyorum.   Ama   kendimi   kabul   edemiyorum.   İçinde   yaşadığım   toplumu   görüyorum  biliyorum.  Ailemi  biliyorum.  Müslüman.  Çok  inançlı  bi  insanım.  Ona   tezat  bi  şeyler  yaşıyorum…  Kendimi  iğrenç  bi  şekilde  şu  duayı  ederken  buldum;;  

Allahım  bi  kaza  olsun  bi  şey  olsun.  Annem  babam  kardeşim  hepsi  bi  anda  ölsünler   ve  ben  bu  kadınla  hayatımı  geçireyim.

Bir   kadına   aşık   olduğu   için Müge’nin   ve   görüşmelerde   buna   benzer   ifadelerle   görüşmecilerden  bazılarının  ortaya  koyduğu  öncelikle  kendilerine  dönük  öfkede  olduğu   gibi; içselleştirilmiş   homofobiye   işaret   ediyor.   Öztürk   ve   Kındap’ın   lezbiyenler   ve   biseksüel   kadınlarla   yaptıkları   çalışma,   cinsel   yönelimi   ailesi   tarafından   bilinmeyen   kadınlarda   içselleştirilmiş   homofobinin   daha   yüksek   olduğunu;;   bununla   birlikte   içselleştirilmiş  homofobi  nedeniyle  suçluluk,  utanç  ve  kendine  öfke  duyan  eşcinsellerin   sayısının   hiç   de   az   olmadığını   ortaya   koyuyor (2011, s. 166-167).   Burada   üzerine   gidilmesi   gereken   nokta   ise,   kadınların   bu   hissetikleri   ve   maruz   kaldıkları   baskı   ve   şiddetin   benlikle   ilgili   bireysel   bir   durum   olarak   algılanmaması;;   aksine   kadınları   kendilerinden   nefrete   iten,   aşklarını   dile   dökmelerini   engelleyen   ve   ilişkilerini   eve   hapseden;;   kalıpyargılar   ve   dışlamayla   örülü     zemini   üreten   toplumsal   koşulların   irdelenmesi  gerektiğidir.  

Tüm   bunlara   yanında,   görüştüğüm   kadınlar   başkalarına   açılmak   istediklerinde açılmanın  nasıl   gerçekleşmesi   gerektiğine  dair  fikirlerini  de  ortaya  koydular.  Örneğin,   bazı  eşcinsellerin  kendilerini  tanıtırken  adlarından  sonra  yönelimlerini  söylemeleri  gibi   bir   durum,   kadınların   ağırlıklı   olarak   eleştirdikleri   arasında   bulunuyordu. Yağmur’un aşağıdaki  cümleleri  bunu  yansıtır  nitelikte:  

Belki   abartmadan   yapmak   lazım   böyle   çok   dik   bi   görüşle…   Bu   şey   gibi…   Bi   insanla  ‘Meraba  ben  Yağmur,  lezbiyenim’  tanışmak  gibi  geliyo  bana.  Tamam  evet   öylesin   ama   insansın   sen,   bunu   savunuyosun   zaten,   hiçbi   farkın   olmadığını   savunuyosun   öbür   insanlardan,   heteroseksüellere   veya   homofobik   insanlara.   O   zaman   belirtmenin   de   bi   manası   yok...   Bi   yandan   da   bunu   insanlara   bi   şey  

anlatabilmek  için  söylüyosun.  Çoğu  insan  zaten  bu  tanımların  ne  anlama  geldiğini   bilmiyo.   O   sebeple   senin   bunları   söylemen   açıklaman   gerekiyo…   Bazı   başkaldırışlarda   da   çok   abartılı   geliyor.   Tabiki   insanlar   bilgilendirilsin.   Ama   bi   yandan  da  fazla  etiket  de  bana  bu  sefer  savundukları  görüşle  çelişiyo  gibi  geliyo.

Çiğdem de   benzer   şekilde   bunu   “gösteriş   değil   belki   ama   “ben   farklıyım’   diye   bağırmak”   olarak   ele   aldı.   Kadınların   büyük   çoğunluğu   gibi   o   da   bu   durumu   kendi kendini etiketleme olarak   görüyordu   ve   olması   gerekenin   “Ben   farklı   değilim,   yoo   bildiğin,   herhangi   biriyim.”   gibi  bir  algının   yerleştirilmesi   gerektiği   olduğunu  söyledi.  

Funda da   benzer   şekilde,   “Görünürlüğü   kabul   ettirmeye   çalışırken   de   işte   marjinal   olmamak   gerek   …   Biraz   belki   suyuna   gitmek   olarak   mı   bilmiyorum,   çok   göze   sokmadan, belki de daha kabul edilebilir  şeylerle  bunu  yapmaya  kalksan  kabul  edilebilir   bu.  Aşılabilir  toplum  bunu  kabul  eder.”  diyerek  ortaya  koydu.  

Funda’nın   bahsettiği,   “çok   göze   sokmadan,   daha   kabul   edilebilir   şeylerle   bunu   yapmayı”,   yani   açılmak   ve   görünür   olmayı   Hazal’ın   aşağıdaki   cümlelerinin ortaya koyduğu   gibi   kendini   geliştirerek   ya   da   iyi   bir   işte   çalışarak   gerçekleştirmek,   görüştüğüm   bazı   kadınlara   göre   kabul   edilmeyi   kolaylaştırabilecek   durumlar   yaratabiliyordu:

Bireysel  olarak   kendini   geliştirmek,   iyi   bi   okulda   okuyup,   iyi   bi iş  sahibi  olmak,   özünde   başarılı   olmak,   doktor   vb.   olmak,   statü   sahibi   olunca   kabul   edilmen   kolaylaşıyo.  Bi  sürü  insan  var  yapabileceklerini  yapmışlar  ve  ekstradan  eşcinseller.  

Yani   aileme   söyleyeceğim   zaman   param   işim   hayatım   tamamen   elimde   olacak.  

Ekstradan   bu   olacak.   O   zaman   bu   göze   batmaz   şeklinde.   Benim   etrafımdaki   gey   arkadaşlarımı   annem   çok   sever;;   ‘Hazal çünkü   bu   insanların   dersleri   başarılı,   bu   insanlar   Hacettepe’nin   en   iyi   bölümlerinde   okuyolar.   Bunların   ekstra   özellikleri,   normal bir insandan tek farkları,   bi   erkekten   hoşlanıyor   olmaları.’   Bu   göz   ardı   edilebilir.   Ben   de   göz   ardı   edilebilecek   kıvama   getirip   de   söylersem   problem   olmaz.   Küçüğün   büyüğe   uyarlaması   gibi   düşünelim.   Annemin   düşüncesi   geneli   yansıtabilir.  

Hazal,   bu   söylediklerini   yansıtır şekilde   ünlü   olmak   istiyor   ve   görüşmelerde   belirttiği   gibi   bunun   için   kendine   her   yıl   yapması   gerektiğini   düşündüğü   hedefler   belirliyor.  

Örneğin   bir   süre   amatör   bir   grupta   solistlik   yapmayı   denemiş;;   fakat   farklı   nedenlerle   süreç  ilerleyememiş.  Son  olaraksa,  ünlü  özel  bir  televizyon  kanalında  yayınlanan,  en  iyi   şarkı   söyleyen   kişinin   seçilmeye   çabalandığı   popüler   bir   yarışma   programının   elemelerine   katılmış.   Bu   bağlamda   Hazal ünlü   olmayı   farklı   nedenlerin   yanında   temelde,   lezbiyen   kimliğini   açıkça   yaşayabilmek   için   ona   güç   verecek,   bir   nevi  

durumunu   meşrulaştıracak   bir   araç   olarak   görüyordu.   Buna   karşılık   Funda,   “Bülent   Ersoy’u   televizyonda   alkışlarken,   Zeki   Müren’i   dinlerken,   evde   çocuğu   eşcinselim   dediğinde  öldürüyor.”  dediği  toplumu  ikiyüzlü  olarak  tanımladı  ve  ünlü  olmak  ya  da  iyi   bir  işte  çalışmak  gibi  koşulların  hayatını  kolaylaştırmayacağını  ortaya  koydu.  Funda’nın   düşüncelerini  Deniz de  paylaştı  ve  özellikle  hanenin  içine,  aileye  vurgu  yaptı:

Çok   param   olsa   da   ya   da   ünlü   de   olsam,   ailem   aynıysa   hayatım   daha   kolay   olmazdı.  Aynı  olurdu.  Televizyondaki  gey  imajları  problem  yaratmıyo  gibi,  çünkü   senin  evinden  uzakta.  Bu  eşcinsellik  olarak  bakmadığın  zaman  da.  İşte  Seda  Sayan   mesela.   Yaşlı   bi   kadın. Kendinden   baya   yaşça   küçük   kişilerle   birlikte   oluyo.   Bu   annemin  komşusu  olsa  mesela  annem  ‘Aaa  yok  yuh’  falan  der  ama  Seda  Sayan’a   bayılır.   Çünkü   evinden   uzakta.   Ya   da   hiper   gerçeklik   mi   neyse   artık   o.   Sanki   o   burda  gerçek  dünyada  yaşamıyo.  O  iyi  ya  tamam.  Ama  ailene  yakınsa  başka.  

Bunların   yanında,   eşcinsel   olduğuna   dair   başkalarına   açılmak   için   Hazal’ın   belirttiği   gibi   iyi   bir   işte   çalışmak   ya   da   ünlü   olmak   gibi   yolları   seçip,   eşcinselliği   “ekstra   bir   özellikle”   olarak   ortaya   koymak   ve   kabul   edilmeyi   beklemek,   Burcu’ya   göre   içselleştirilmiş  homofobinin  yansımalarını  taşıyordu:  

…  Bu  ciddi  homofobi  bana  göre.  Eşcinselliğinin  ancak  o  noktada  onay  göreceğini   düşünüyo.   Gerçekten   bunu   insanlarla   konuşmak   ve   homofobik   olduklarını   anlamalarını   sağlamak,   sorgulayıp   homofobileriyle   mücadele   etmeleri   gerekir…  

Çünkü   homofobi   bi   hastalıktır;;   eşcinsellik   bi   hastalık   değildir,   ama   homofobi   bi   hastalıktır.     Tedavi   edilebilir.   Bunu   söyleyen   insanlar   gerçekten   eşcinsellikleriyle   barışık   değiller.   Gerçekten   öyle   olsa,   eşcinselliğini   söyleyebilmek,   yaşayabilmek,   eşcinselliğini   başka   insanlarla   paylaşabilmek   için   başka   bi   yönüyle   onay   görmek   zorunda   olduğunu   hissetmez.     Ama   böyle   düşünüyo.   Bi   yerden   kıvıracak.  

Eşcinselliğiyle  barışmak  olmayacak  ki  bu…  

Burcu’ya   göre,   bu   anlamda   özellikle   aileye   açılmada   izlenmesi   gereken   ve   de   kendi   hayatında   da   deneyimlediği   süreç   öncelikle   kendisinin,   kendisiyle   birlikte   de   ailesinin   bu   konuda   farkındalığını   arttırmaktı;;   yani   başkalarına   açılmanın   kilit   noktası   bilinçlenmekti.   Bunu   Burcu   bilinçli   olarak   yaptığını   ortaya   koydu,   “Benim   de   çok   içimden   geldi,   çok   söylemek   istedim…   ama   hem   kendimin   hem   de   onların   hazır   oldukları   zamanda   söyledim”   dedi.   Burcu’nun   annesi,   odasına   gelip   kızına   “Sen   de   onlardan  mısın?”  diye  sorduğunda,  Burcu  annesini  yanına  oturtup  içerisinde  bulunduğu   durumu  ve  bu  süreci  nasıl  atlatma  yoluna  girdiklerini  şöyle  anlattı:      

Annem  odama  geldi,  sen  de  onlardan  mısın  kızım  dedi.  Gel  dedim  anne  otur,  doğru   dürüst  konuşalım  yoksa  olmayacak.  Biz  3  saat  falan  konuştuk.  Ama  anneme,  şimdi   sen   sorsan   kaç   yaşında   kendini   keşfettin   diye,   sana   nasıl   anlatacaksam   öyle  

anlattım.   İlk   nasıl   fark   ettim,   fark   ettikten   sonra   geriye   dönüp   baktığımda   neleri   anladım…  Tabi  ben  anlattım  çok  rahatladım,  üstümden  bi  yük  kalktı;;  annemin  de   üstüne   bi   yük   bindi;;   ben   üstümdeki   yükü   onun   omuzlarına   yükledim   yani.  

Sarıldım,  sen  şimdi  benim  daha  güzel  annemsin  dedim.  Ama  sen  benim  daha  güzel   kızımsın   değil   dedi.   Ben   de   olsun,   ben   güzel   olmayayım,   ben   kötü   olayım,   sen   güzelsin,  ben  iyi  hissediyorum  kendimi dedim. Sen de iyi hissedeceksin dedim.

Bir   dönem   Kaos   GL’de   çalıştığı   ve   ailelerle   kurulan   iletişimin   sağlıklı   geçmesi   sürecinde   nelerin   önem   taşıdığına   dair   de   bilgisi   olduğunu   söyleyen   Burcu,   bu   yolu   izlemesinin   ailesine   açılmasını   ve   sonrasında   gelen   süreci   kolaylaştırdığını   söyledi.  

Hatta   annesine   açıldıktan   sonra   annesinin   “Bana   psikiyatrist   öner,   ben   böyle   baş   edemicem   tek   başıma.”   diyerek   Burcu’ya   danışacak   bilince   erişmiş   olduğunu   söyledi.    

Bunun  yanında  “Ben  zamanında  açılmasam  da  erken  açılsam,   annem bana psikiyatrist arayacaktı”   diyen   Burcu   “iyi   ki   de   öyle   yapmışım,   beklemişim”   diyerek   bu   süreçte   farkındalığın  önemini  tekrar  ortaya  koydu.  

Görüştüğüm   kadınlar   için   başkalarına   açılma   süreci   böylesine   çok   katmanlıydı   ve   zaman   zaman   zorlukları   da   beraberinde   taşımıştı.   İç   gruba   açılma   deneyimleri   ise   Goffman’ın  belirttiği  gibi,  deneyimlerin  paylaşılmasını,  rahatlamayı  ve  birbirine  destek   olmayı  getirmişti;;    Facebook’ta  eşcinsel  bir  arkadaşımın  iletisinde  karşılaştığım,  “Evde hissetmek gibi, etrafta hep   senin   gibiler   olunca,   bütün   duvarlar   gidiyor.”   ifadesinin   yansıttığı   gibi.   Bu   anlamda   görüştüğüm   kadınların   verdiği   örneklerden   birini   Kaos   GL’nin   düzenlediği   “Şaraplı   Buluşmalar” oluşturdu.   Kaos GL dergisinde izi sürülebildiği   kadarıyla, Kaos   Kültür   Merkezi   bünyesinde 2002 sonu,   2003   yılının   başından   itibaren   başlayan   Kadın   Buluşmaları yapılıyordu (Güner,   2003,   s.   4)   ve Burcu’nun   belirttiği   gibi “Şaraplı   Buluşmalar”   bunun bir   parçası   olarak yapılmaya   başlandı ve devam etti. Gerçekleştirildikleri  zaman itibariyle,   görüştüğüm   kadınlardan   özellikle  20’li  yaşlarının  sonundaki  ve  30’larındaki  lezbiyenlerin ve  biseksüel  kadınların   haberdar   oldukları   Şaraplı Buluşmalarda   kadınlar   kendilerini   rahatlıkla   açabildiklerini   ve  birbirlerinin  deneyimlerinden  yararlanabildiklerini  söylediler.  “Hayatta  Kalmak  İçin”  

bölümünde   ayrıntılı   ele   alacağım   kadınların   kendi   aralarında   buluşmaları   ve   karşılaşmalara   dair   bu   deneyim   ve   ortaya   koydukları   pratikler,   kendilerine   ve   başkalarına  açılmaya  dair  kafalarındaki  soruları  giderebilecekleri  ve  birbirlerine  destek   olabilecekleri  ortamlar  sağlıyordu.  

Sonuç   olarak,   görüştüğüm   lezbiyenlerin ve   biseksüel   kadınların   hayatında,   ailenin   özellikle   vurgulandığı   başkalarına   açılma   süreci   çetrefilli   bir   yol   olarak   ortada   duruyordu.   Fakat   Burcu’nun   üzerinde   durduğu   gibi   farkındalığın   arttırılması,   kendileriyle   ilişkilerinden   başlayarak   pek   çok   fikir   ve   durumun   dönüştürülebilmesinin   önünü   açıyordu. İlk   açıldığı   zamanlarda   kendini   “yarı   lezbiyen”   olarak   tanımlayan   İrem’in “Şimdi   bakınca   o   bastırılmış   yönelim   ve   içselleştirilmiş   heteronormların   ne   kadar   net   bi   şekilde   göründüğünü   görebiliyorum.   Şu   an   düşündüğümde   bir   tokat   atarmışım   kendime.”   cümleleri   buna   güzel   bir   örnek   teşkil   ediyor.   Diğer   yandan,   görüşmelerin   birinde   defterimin   kenarına   not   düştüğüm   “alternatif   hayatların   kardeş   olduğunu  öğrenmek”  ifadesinin  yansıttığı  gibi,  lezbiyenlerin ve  biseksüel  kadınların  bir   araya gelip deneyimlerini paylaşmaları   ve   bunlar   üzerine   düşünmeleri   bir   yandan   farkındalığın  artmasını  da  getirirken  diğer   yandan  da  birlikteliği  güçlendiren  bir  unsur   haline geliyor.