• Sonuç bulunamadı

1.   GÖRÜNMEK  Mİ  GÖRÜNMEMEK  Mİ?

1.2.   Bir  Çözüm  Olarak  Görünmezlik

“Kaybedeceklerimizin  miktarı  her  birimiz  için değişik…  Açılma  sonucunda,  birimizin   hafta   sonunda   dışarı çıkma   imkânı   yok   olabilecekken,   bir   diğerimiz   hayatını   teslim ediyor   olabilir   ailesine…”   diyor   Kaos   GL’nin   “Kadın   olma   halleri”   üzerine   yaptığı   söyleşilerden   birinde   bir   katılımcı   (A. & Varol, 2009, s. 21).   Görünmezlik   ve   yok   sayılmak  şiddetin  ve  baskının   ağır  bir   yönüne  işaret   edebilirken;;   açık   olmanın   kendisi   lezbiyenlerin ve   biseksüel   kadınların   zaman   zaman   farklı   alanlarda   ayrımcılığa   uğramasının   ve   farklı   şekillerde   bedeller   ödemesinin   önünü   açabiliyor.   Görüştüğüm   kadınların,   tüm   bu   görünür   olmak   ya   da olmamak   gelgitleri   arasında   karşılaştıkları   yaftalanma,  dışlanma,  taciz  ya  da  her  türlü  şiddet  ve  ayrımcılığın  karşısında  hayatlarını   kolaylaştıran   bir   yol   olarak   zaman   zaman   görünmezliğe   sığındıklarını   gözlemledim.  

Dolayısıyla   lezbiyenlerin ve   biseksüel   kadınların   hayatında   görünmezlik,   De  

Certeau’nun  “gözetimin  filtresine  giren  bireylerin…  dağınık  yaratıcılıklarının  kaçamak   gizli   biçimleri”   olarak   anlattığı   taktiklerden birini   oluşturuyor.   Heteronormatif   olanın   karşısında   konumlanan,   tüm   sapkın   ve hasta halleriyle kontrol edilmeye, düzeltilmeye   çalışılan   bireyler   olan   lezbiyenler ve   biseksüel   kadınlar,   böylelikle   kendilerine   çizilen   yazgıyı   pasif   bir   şekilde   kabullenmiyor;;   aksine   çevirdikleri   türlü   “dümenler”   ve  

“kaçamaklarla”,   kendilerine   dayatılan   alanda   bir   nevi   kendi   oyunlarını   kuruyorlardı.  

Görünmezlik   de   bu   yolda   kullandıkları   en   temel   araçlardan   biriydi;;   “Ben   lezbiyen   olduğumu  söylemediğim  sürece  hiçbir  şekilde  kötü  dönüş  yaşamam.”  diyen  İdil’in ifade ettiği  gibi.

Görüştüğüm   kadınların   görünmezlik   duvarını   ördükleri   en   temel   yerlerden   biri   aileleriydi.   Daha   önce   değindiğim   gibi   ailelerin   kızlarını   hastalıklı   görüp   düzelmeye   zorlayan   tutumları,   bazen   psikoloğa   götürmeye   evrilen   sancılı   süreç,   evliliğe   dönük   baskılar,   çevreden   gelen   tepkilerden   “el   âlem   ne   der”   kaygılarıyla   kadınların   evden   atılmasına  uzanan  deneyimler  aşağıda  alıntıladığım  örneklerdeki  gibi  görünür  olmamayı   etkili  bir  çözüm  olarak  ortaya çıkarıyordu:  

Bu   zamana   kadar   hiç   açılmayı   düşünmedim   onlara.   Çünkü   annemin   tepkisini   biliyorum. Annem  dinden  dem  vuracak.   İşte  el   âlem ne der diyecek, burdan dem vuracak.  Deli  gibi  damat  torun  isteyen  bi  kadın,  ordan  dem  vuracak.  (Funda) İlk   ifşa   olduğum   olaydan   sonra   annem;;   ‘Bu   hataya   devam   edeceksen   benim   cesedimi   çiğnemen   gerekiyo’   diye   bi   cümle   kurdu   bana,   16   yaşındaki   bi   çocuğa.  

Ve   ben,   ne   yapabilirdim   ki   o   saatten   sonra?   Her   gün   gelip   dese   miydim,   kız   arkadaşımla   bugün   burdaydık?   Olmayacaktı.   Açık   açık   benden   yalan   söylememi   istediler. (İrem)

Bunun  yanında  görünür  olmak,  Nihan’ın “Böyle  iyiyim;;  yaşıyorum  takılıyorum.  Şimdi   bi   şey   söylesem   dile   getirmek   gerekecek.   O   yüzden   dile   getirmiyorum.”   cümlelerinde   anlattığı   gibi,   beraberinde   bütün   bu   süreci   göğüslemeyi   ve   dönüştürme   çabasını   gerektirecekti. Pınar   da bu   anlamda   görünür   olmamayı   çözüm   olarak ortaya koyanlar arasındaydı:

Kadınlar  görünür  oldukları  zaman  sorunları  artacak.  Görünür  değiller  sorunları  yok   dolayısıyla   uğraşmıyolar…   Ne   uğruna   görüncek,   görünmeden   de   yapabiliyo   kadınlar…  Düşünsene.  Kolay  bi  yol  varken…  Tamamen  benim  üzerimden  gidelim.

Pınar.  Başka  birini  düşünmeye  gerek  yok.  Ben  şu  an  kız  arkadaşım  var.  Mutluyum.  

Çok   rahatım.   Hiç   sıkıntı   yaşamıyorum.   Çalışıyorum.   İş   yerinde   hiçbir   derdim   sorunum   yok.   Şu   an   neden   açılıp   görünür   olup,   neden   yol   açayım,   niye   açayım,   kime  açayım?  (Pınar)

Diğer  yandan,  açılma  sürecini  göğüsleme  yolundaki  ilk  adım  aslında  kendi  yöneliminle   kurduğun   ilişkinin   sağlıklı   ve   sağlam   olması,   özünde   yöneliminin   “doğallığını”  

içselleştirmiş  olmaktı.  Bu  anlamda  görüştüğüm  kadınlardan  bazılarının  kendi  aşkları  ve   bedenleriyle   kurdukları   problemi   ilişkiyle,   LGBT   bireylerin   eşcinselliğe   yönelik   olumsuz   yargıları   ve   tutumları   içselleştirmelerine   işaret   eden   içselleştirilmiş   homofobiyle  boğuştuklarını  gözlemledim  (Malyon,  1982,  akt.  Öztürk  &  Kındap,  2011,   s. 164). Çağla’nın  aşağıdaki  cümleleri  buna  örnek  oluşturabilir:  

Sırf  onlar  üzülmesin  diye,  tek  çocuğum,  her  şeylerini  benim  üzerime  kurmuşlar…  

Bu   bana   çok   koyuyo…   Ben   şunu   anneme   dedirtmiyim,   “Benim   kızım,   bildiğim   kızım   değilmiş’…   Tek   derdim   annemler   üzülmesin,   annemler bunalmasın.   Bu   insanlar  beni  bi  kere  üzecek  bi  şey  yapmadılar,  beni  hep  mutlu  etmeye  çabaladılar,   ben  onlara  bunu  nasıl  yaparım?

Aileye  açılmanın  ya  da  görünür  olmanın  tercih  edilmemesi  aslında  bu  süreçte  Çağla’nın kendine  bakışını  netleştirme  çabasına  ve aileyle  ilişkilerini  de  rahatlatan  bir  yere  denk   düşüyordu.   Bu   bir   yandan   kendiyle   uğraşma   diğer   yandan   da   aileye   kapalı   olma   hali,   görüştüğüm  biseksüel  kadınlardan  Funda’nın  hayatının  bir  döneminde de  yer  bulmuştu.  

Onun  kaygısı  ise  daha  çok,  hem  kadınlara hem de erkeklere ilgi duyma halini ailesine nasıl   anlatabileceği   yönündeydi.   Bu   nedenle   ona   göre   sadece   hemcinsine   ya   da   karşı   cinse  ilgi  duysaydı  açılması  daha  rahat  olacaktı:  

Bu  zamana  kadar  hep  şey  diyodum  ben.  Evet  bi  erkekle  bi  deneyimim  olmasa  da   evet   ben   erkeklerden   hala   hoşlanıyorum,   etkileniyorum,   evet   ben   biseksüelim   ve   gidip  aileme  açıldığımda  ne  diyecem?  Lezbiyen  olsam  belki  açılmam  daha  kolay   olur;;  çünkü  ne  istediğimi  biliyorum.  Ama  şu  anda  biseksüelim,  hayatımda  bi  kadın   mı  olcak  bi  erkek  mi  olcak  bunu  bilmediğim  için  açılmam  diyodum.  (Funda)

Bunun  yanında,  benzer  süreçleri  atlatıp  “aileme  bunu  yapamam”  anlayışını  aşan  Özlem ise,   “İlk   zamanlarda   onlara   bu   haksızlığı   yapamam,   o   yüzden   hiç   açılmam   diye   düşünüyodum;;   ama   şu   anda   bana   haksızlık   olduğunu   düşünüyorum.”   diye   belirtirken,   diğer   yandan   da “drama   queen”   dediği   annesini   düşündüğü   için   açılmak   istemediğini   söyledi.   Bu   anlamda   görüştüğüm   kadınların   yüksek   tansiyon   gibi   anne   ya   da   babada   bulunan   rahatsızlıkları   öne   sürerek   onlara   zarar   verme   kaygısıyla   açılmak   istemediklerini   gözlemledim.   Böylece   görünür   olmamak,   aksi   durumda   kadınların   alacakları   sorumluluğu   da   neredeyse   sıfırlıyor   ve   aileye   zarar   verme   kaygısından   sıyrılmalarını  sağlıyordu.

Görünmezlik,  kadınların  “aşklarını  yaşamalarını”  kolaylaştıran  bir  taktik  olabiliyorken;;  

gündelik   hayat   içerisinde   tüm   bu   yaşanılanları   yok   sayma,   yalan   söyleme   ya   da   rol   yapma   diğer   yandan   da   kadınların   sürekli   davranışlarını   kontrol ettikleri ve bir nevi kaygı   ve   öfke   nöbetlerine   evrilen   bir   durum   halini   alabiliyordu.   Örneğin   Çağla,

“Annemler  için  böyle  iyi  olacağını  düşünüyorum.  Ama  sonuçta  rol  yapman  gereken  bi   durum   oluyor.   O   çok   fena.”   diye   anlattı   içinde   bulunduğu   durumu.   Erving   Goffman   Günlük   Yaşamda Benliğin   Sunumu   kitabında (2009), gündelik   hayat   içerisinde   bireylerin   toplumsal   düzen   taleplerine   uygun   şekilde   donatılmaya   çalışılırken,   diğerleriyle  karşılaşma  alanı  olan  sahne  önünde belirli rolleri oynayarak, sergiledikleri performanslar dizisiyle sahne   arkasında   tuttukları   benliğin   özerkliğini   tüm   yönüyle   korumaya   ve   sürdürmeye   çalıştıklarından   bahsediyor.   Genel   toplumsal   doğruya   uygunluğuyla  idealize  edilerek  tekrar  sergilenmesi  beklenen  sahne  önü  performansların   aksine, sahne  arkası  kişinin  üstüne  yüklenen  tüm  bu  rolleri  bir  kenara  bırakarak  kendi  iç   gerçekliğiyle  birlikte  olduğu  ve  kendisini  dışarıdaki  vitrine  hazırladığı  alandır.  Simone   de   Beauvoir’ın   kadınların   erkeklerin   bakışından   uzaktaki   hallerine   odaklandığı   şu   cümleler  buna  güzel  bir  çerçeve  çiziyor:

Erkeğin  karşısında  kadın  sürekli  rol  yapar;;  önemsiz  eş  olarak  statüsünü  kabul  etmiş   gibi  yaptığında  yalan  söyler,  taklit,  kostümler  ve  öğrenilmiş  sözlerle  erkeğe  hayali   bir   kişilik   sunduğunda   yalan   söyler…   Erkeklerin   dünyası   acımasız   ve   keskindir,   sesler fazla   güçlü,   ışıklar   fazla   parlak,   etkileşimler   serttir.   Bir   kadın   başka   kadınlarla   birlikteyken   sahne   arkasındadır;;   donanımını   hazırlıyordur,   ama   savaşta   değildir;;   kostümünü   ayarlıyor,   makyajını   yapıyor,   taktiklerini   belirliyordur;;  

sahneye   girişini   yapmadan   önce   kanatlarda   sabahlığı   ve   terlikleriyle   bekler;;   bu   sıcak,  rahat,  gevşek  hava  hoşuna  gider.  (akt. Goffman, 2009, s. 113)

Bu  süreç  kadının kendine  ait,  kendi  benliğine  dair  bir  alan  yaratmasına  işaret  ederken, diğer  yandan  da  Beauvoir’ın  dediği  gibi  “bu  tiyatroculuk  sürekli  bir gerilim getiriyor”.  

John Scott bunu  yansıtır  şekilde,  tahakküm  altındakilerin  baskı  karşısında  sergiledikleri   uyumluluğun,  zaman  zaman  kişinin  kendisi  ya  da  sevdikleri  çıkarına  şiddetli  bir  öfkeyi   bastırmasıyla   ilgili   bir   sorunu beraberinde   getirdiğini   söylüyor   (1995, s. 67).   Sürekli   kendilerini   denetleme   ihtiyacı   hisseden   ve   tetikte   olmalarını   düşünen   görüştüğüm   kadınların  gündelik  hayatlarında  yer  bulan  da  tam  olarak  buna  denk  geliyor.  

Bunun   yanında   görüştüğüm   kadınlar,   4.   Bölümde   ayrıntılı   değineceğim   özellikle   çalışma   hayatında   görünmezliğin   getirdiği   güvenlik   çemberi   içerisinde   kendilerini   var  

etmeyi   seçiyorlardı.   Aysun   Öner’in   (2013) beyaz   yakalı   lezbiyen   ve   gey   bireylerin   iş   yaşamında   yaşadıkları   ayrımcılıklar   ve   bunlarla   mücadele   stratejilerine   odaklanan   çalışması   da   lezbiyen   ve   gey   bireylerin   cinsel   yönelimleri   nedeniyle   iş   yerlerinde   ayrımcılığa   uğradığını,   bu   nedenle   pek   çok   bireyin   de   iş   yerinde   cinsel   yönelimini   gizleme yoluna   gittiğini   gösteriyor.   Lezbiyen   kadınların   karşılaştıkları   ayrımcılık   temelde   kadın   olmalarıyla   bağlantılıyken,   cinsel   yönelimlerini   açıkladıklarında   ayrımcılıkla   karşılaşma   oranı   artıyor (Öner,   2013,   s.   138). Kadınların   buna   karşılık   yaptığıysa   sevgilileri   yokmuş   ya   da   heteroseksüelmiş   gibi   davranma   yollarına   giderek   özünde  görünür  olmamayı  oluşturuyor.  Görüştüğüm  kadınlardan  çok  sık  duyduğum  ve   defterimin   kenarına   not   düştüğüm   “Kaybedilecekler arttıkça, görünürlük   giderek   düşüyor.”  sözü  de  bunu  yansıtıyordu  aslında.

Görüştüğüm   lezbiyenlerin ve   biseksüel   kadınların   görünmezliği   seçmeleri,   sosyal   çevrelerinde,  okulda,  üniversitede  ve  gündelik  hayatlarında  değdikleri  diğer  alanlarda da sıklıkla   yer   buluyordu.   Örneğin,   daha   önce   değindiğim   gibi   eşcinsel   ya   da   biseksüel   cinsel  yönelimin  öğrenilmesi  işini  kaybetmek  gibi  yurttan  atılmaya  da  varabiliyor  ya  da   aynı   mekânı   paylaştığın   insanlar   tarafından   orayı   terk   etmene   dair   sana   yönelen   bir   baskı  aracına  dönüşebiliyordu.  

Görüştüğüm   kadınların   gündelik   hayatında   görünmezlik   değindiğim   çerçevede   bir   çözüm   olarak   var   olabiliyorken;;   diğer   yandan   da   görüşmecilerden   birinin   “politik   görünürlük”   diye   ifade   ettiği   zeminle   çatışabiliyordu.   Nihan’ın   söylediği   “Sen   kendi   içinde   yaşıyosun   ben   kendi   içimde   yaşıyorum.   Böyle   sürekli   bi   baskı.   Nasıl   dönüşecek?”   düşünceleri,   konu   görünmezlik   olduğunda   görüştüğüm   kadınların   zihinlerini kurcalayanlar arasında  yer  buluyordu.  Görünmezlik hayat kurtarabiliyorken, diğer   yandan   da   maruz   kalınan   tüm   şiddet   ve   ayrımcılıkla   mücadele   edecek   bir   alan   yaratma  olanaklarını  yok  ediyor;;  bazı  görüşmecilere  göre  LGBTİ  hareketin  güçlenmesi   önünde   büyük   bir   engel   teşkil   edebiliyordu.   Örneğin   Deniz,   mücadelenin bireyselden başladığını,  harekete  ivme  kazandırılabilmesi  için  lezbiyenlerin ve  biseksüel  kadınların   kendi   varoluşlarını   ortaya   koymaları   gerektiğini   söylüyordu.   Fakat yine de kaybedeceklerinin   ağırlığını   hissetmesi,   ailede   ve   iş   yerinde   onu   görünür olmamaya itiyordu;;     dışarıda   görünmezlik,   hareket   içinde   görünür   olmamayı   getiriyordu:   “Ben   kimseye   açılamıyorum,   dolayısıyla   sokağa   inemiyorum.   Bireysel   açılım   yapamadığım  

için  bu  mücadelede  çok  yer  alamıyosun.”  diyordu Deniz.  Bu  sıkışmışlık  tasviri  zaman zaman   içinden   çıkılamayacak   tartışmalara   evriliyordu;;   fakat   kadınların   kendilerine   dayatılan  yerin  sınırlarından  çıkmadan,  Deniz’in  aşağıdaki  cümlelerinin  gösterdiği  gibi   onun   içerisinde   çeşitli   “kurnazlıklarla”   salınabildikleri   durumlara da   bolca   işaret ediliyordu:

Hep  şey  olur,  homofobi  karşıtı  yürüyüşlerde  falan  kaldırımdan  yürürler.  Yürümek   istiyo  ama  kaldırımdan  yürüyo   mesela.  ‘Ben  zaten  yürüyodum,  onlarla  aynı  anda   yürüdüm’  der  gibi,  ben  de  yaptım  bunu.

Görüştüğüm   kadınlar   arasındaki   bu   bağlamdaki ikinci   büyük   tartışmayı   ise,   görünür   ol(a)mayanların,   LGBTİ   hareket   içerisinde   aktif   yer   alan   kişilerin   eleştirilerine   maruz   kalmaları  oluşturuyordu.  Bunun  temel nedeni, Çağla’nın  sıklıkla  duyduğunu  söylediği;;  

“Siz   böyle   kendinizi   saklarsanız   biz   nasıl   bir   yerlere   varacağız?”   diyen   ve   “tamamen   açık   olan   kişilerin,   açık   olmayan   kişileri   küçümsemesi”   olarak   da   ortaya   koyulan   anlayıştı.  Devamında  açık  olmayanlardan  beklenense,  “bir  şeylerden  fedakârlık  yapıp”  

görünür   olmalarıydı.   Buna   görüştüğüm   örgütlü   olmayan   kadınlardan   gelen   yanıtsa   herkesin  hayatındaki  koşulların  aynı  olamayacağı  üzerindeydi:  

Sen  bi  şeylerden  bu  kadar  çabuk  vazgeçmiş  olabilirsin  ama  benim  ailemle  bağlarım   bu  kadar  çabuk  silebileceğim,  ya  da  üzebileceğim,  ya  da  işle  bağlantılı,  bu  kadar   çabuk  vazgeçebileceğim  bi  şey  değil  yani.  (Çağla)

Görüştüğüm   örgütlü   kadınlardan   Burcu   ise,   Kaos   GL   ve benzeri   gibi   LGBTİ   derneklerine   özellikle   ailelerine   açılma   konusunda   gelen   bireylerin   bu   konuda   danışmanlık   alabildiklerini;;   bireylerin   içinde   yaşadıkları   koşulları   dikkate   alarak   temkinli   yaklaşmaları   ve   açık   olmaya   dair   bir   baskının   yaratılmaması   gerektiğini   söyledi:  

Hemen   ailenize   açılmayın.   Bunun   bi   zamanı   var.   Herkesin   ailesi   yaşantıları   bir   değil.   Bu   bilinçsiz   kadınların   köylere   gidip,   kocan   sana   vuruyorsa sen de ona bi tane  vur  demesi  gibi…  Böyle  bilinçlendirme  olur  mu  koşulları  bilmeden?  Açıl  sen   de  açıl  denir  mi  yani?  (Burcu)

Pek   çok   eşcinsel ve   biseksüel   kadına   göre   gündelik   hayatlarında   nispeten   daha   açık   yaşayan   ve   görünür   olan   görüştüğüm   kadınlar   da   bu   çalışma   içinde   kendi   adlarıyla   görünür  olmak  ya  da  olmamak  ikiliğinde  gidip  geldiler  çoğunlukla.  Bir  yandan  bir  nevi   kendi   deneyimlerini   kolektifleştirmek   ve   diğerleriyle   paylaşarak   farklı   tartışmaların  

önünü  açmak  gibi  bir  amaçla  bu  çalışmada  benimle  yola  çıktıkları  görülüyordu.  Kendi   gündelik   hayatlarını   tam   da   bu   amaçla,   politik   bir   bilinçle   hareket   ederek   eşcinsel ve biseksüel   kadınların   deneyimlerini   daha   da   görünür   kılmak   için   her   yönüyle   açmaya   hazır   olan   bu   kadınlardan   zaman   zaman   çalışmada   kendi   isimleriyle   yer   almayı   arzu   ettiklerini   söyleyenler   de   oldu. Fakat   diğer   yandan   da   görüştüğüm   kadınların   büyük   çoğunluğu;;   çalışmanın   ailelerinin   eline   geçmesinden,   iş   yerinde   duyulmasından   ya   da   anlattıklarından  dolayı  LGBTİ  camia  içerisinde  tepki çekmelerinden  duydukları  kaygıyı   dile getirdiler.

Sonuç  olarak,  görünmezlik  görüştüğüm  kadınların  hayatlarının  herhangi  bir  döneminde,   karşılaştıkları   tüm   bu   ayrımcılık   pratikleriyle   mücadele   yolunda   kullandıkları   temel   taktik olarak   öne   çıktı.   Lezbiyenler ve   biseksüel   kadınlar;;   ailede,   işte,   sosyal   çevrede   sevgilileriyle  ilgili  soru  soranlara  zaman  zaman  sevgilisi  yokmuş  ya  da  erkek  arkadaşı   varmış  gibi  davranarak  ya  da  sevgililerinin  cinsiyetinden  hiç  bahsetmeyerek  ilişkilerini   sürdürmeye   çabalıyorlardı.   Bunun   yanında   Kaos   GL’nin   etkinliklerine   katılıp   fotoğraflarda   yer   almamak   ya   da   eylemlere   gidip   kortejle   değil   kaldırımdan   yürümek   gibi   yollarla   da   bir   yandan   aslında   kendilerine   mücadeleye   destek   sunabilecekleri   kanallar   açıyorlardı. De   Certeau’nun,   “bulunduğu   durumdan,   daha   önceden   öngörülemeyecek   yararlar   sağlamayı   bilmek”   dediği,   egemen   sistemin   içerisinde,   insanın  kendisine  dayatılan  yerin  sınırlarından  çıkmadan  gerçekleşen  “olanla  idare  etme   sanatı”nı  icra  ediyordu  kadınlar (s. 104).