• Sonuç bulunamadı

3.4. Sosyolojik Teoriler

3.4.3. Sosyal Çatışma Teorileri

Sosyal çatışma teorileri başlığında, Marxit Düşünce ve Çatışma Teorisi ele alınacaktır.

3.4.3.1. Marxist Düşünce ve Çatışma Teorisi

Sosyal çatışma kuramcılarının; toplumda çatışma halinde olan sınıfların olduğu ve suçun da toplumdaki eşitsizlikler sebebiyle ortaya çıkan bu çatışma ortamından kaynaklandığı konularında hemfikir oldukları söylenebilir.

Çatışmacı yaklaşım, çatışmayı; toplumsal yaşamın asla yok edilemeyecek bir yönü olarak görmektedir (Schmalleger, 2006: 289).

Suçlu toplumun oluşmasında kapitalist devletin etkisine odaklanan Marx’ın fikirleri, çatışma teorilerinin tümüne dayanak oluşturur. Marx’a göre, gücü elde etmenin ve bulundurmanın en etkili sistemi toplumsal kurumların hâkimiyetidir. Bu, eğitim, bilim, hukuk, din, bilim, ekonomi ve hükumet yolu ile toplumu meydana getiren fertlerin dünya görüşlerinin denetimi anlamına gelmektedir (İçli, 2004:134-138).

77

Çatışma Kuramı, Engels’in ve Marx'ın ortaya koyduğu sorunu sosyalist ve komünist bakış açısıyla ele almaya çalışan bir kuramdır. Mevcut toplumsal düzen, adalet sistemi tümüyle güçlü olanların elindedir ve güçsüzleri sömürmektedir. Böylesi bir durumda, güçsüzler, kendilerini sömürmekte olan güçlüler karşısında kendilerini savunmak; güçlülerse, ellerinde bulunan üstünlüğü kaybetmemek için mücadelede bulunur ve neticede pek çok suç işlenir. Sonuç olarak, suçu doğuran sebebin kapitalist düzen olduğu görüşünü ileri sürerler. Bunu önleyebilmenin yolunun ise, ayrımcılıktan uzak, eşitlikçi bir toplumsal düzenin kurulmasından geçtiğini belirtirler (Dolu, 2010:419).

Marx; çatışmayı kapitalist toplumların hepsinde iki ayrı sosyal sınıf olarak ortaya çıkan burjuva sınıfı yani gücü elinde tutanlarla proletarya yani isçi sınıfı çerçevesinde açıklamıştır. Marx, suçluluk ve suç işleyenlere ilişkin fazlaca açıklama yapmamış olmasına rağmen, kriminologların birçoğu suç açıklamalarında onun geliştirdiği genel toplum modelinden yararlanmıştır. Marx, gücün dağılımındaki tarihsel eşitsizliklerin toplumdaki kaynakları azalttığını, bu eşitsizliklerin ise gücü elinde bulunduranlarla yani burjuva sınıfıyla güçsüz olanların yani işçi sınıfının arasında çatışma oluşturacağını ifade etmiştir (Williams ve McShane, 2003: 173).

Marxist kuramcılar suç davranışını açıklarken Marx’ın iki önemli görüşünü kullanmıştır. İlki; Marx’a göre insanların işlerinde ve hayatlarında verimli olması insan tabiatının temelidir. Ancak, sanayileşen kapitalist toplumlar; yeterince çalıştırılmayan insanları ve çok sayıda işsizi demoralize etmekte ve verimsiz kılmaktadır. Böylelikle bu kişiler, ahlaksızlığın ve bütün suç türlerinin öznesi haline gelmektedir. İkinci görüşü ise; Marx, toplumun genel yararı için tüm bireylerin eşit ve özgür bir şekilde toplumsal sözleşmeye katıldığı ve yasaların genel talepleri hususunda bir uzlaşıyı temsil ettiği görüşünü reddederek kaynakların eşitsiz dağılımının toplumda gücün de eşitsiz dağılımına yol açtığını vurgulamıştır. Bu durumda varlıklı olmayanlar güçsüz olmakta, ancak; tam tersine varlıklı olanlar gücü de elinde bulundurmakta ve diğerlerini kendi istekleri doğrultusunda kontrol edebilmektedirler. Marx'a göre suç, toplum düzenine karşı kasten yapılan bir şiddet eğilimi olarak görülmez, Ona göre suç; yalnız bırakılan kişilerin hakim olan şartlar karşısındaki mücadelesidir (Vold, Bernard ve Snipes, 2002: 252).

Marxist kuramlar, suç olgusunu, iktisadi anlatımlar kapsamında açıklar. Sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan toplumsal sınıflar ve bu sınıfların arasında

78

ekonomik farklılıkların meydana getirdiği olumsuz neticeler, suçun ve suçluluğun açıklanmasında yer almıştır (Burkay, 2008:13).

Engels, “İngiltere’de Çalışan Sınıfın Durumu” (1845) isimli çalışmasında ayrıntılı bir şekilde suçu açıklamaktadır. Toplumsal düzene uyumsuzluk, kendini suçun içinde açık bir şekilde göstermektedir. İşçi sınıfını demoralize eden ve sinirlendiren sebepler öncekinden daha çok etki etmesi durumunda o zaman işçi sınıfıyla burjuva sınıfı kesin olarak yer değiştirir. Bundan dolayı proleter sınıfın yayılmasıyla İngiltere’de suç oranları yükselmiş ve İngilizler dünyadaki en suçlu millet halini almıştır. Bu konuyla ilgili olarak Engels üç tez öne sürmektedir:

1. Kapitalizmdeki ekonomik ilişkiler suçun sebebidir. 2. Suç, işçi sınıfının burjuva sınıfına meydan okuyuşudur.

3.Sınıfsal mücadelenin uygun şekli ile ortaya konulması durumunda suçluluk kısır ve başarısız olur (Demirbaş, 2005:142-143).

“Suçluluk ve Ekonomik Şartlar” (1916) adlı eserinde Marxist kuramcı W.A. Bonger; geliştirdiği suç teorisinde, kapitalizmin insanları bencilliğe ve açgözlülüğe yönelttiğini ve suçun alt sınıflarda yoğunlaştığını belirtmektedir. Zira adalet mekanizması yoksul insanları suçlu yaparken, varlıklı insanların bencilce isteklerini elde edebilmeleri için hukuki imkânları onların hizmetine sunmaktadır. W.A. Bonger, suçun ortadan kaldırılmasının, sosyalist toplumların toplumun tamamına yaymış olduğu zenginlikle olacağını savunmaktadır (Burkay, 2008:13).

Bu yaklaşıma göre suç, kimi zaman gücü elinde tutanların egemen pozisyonlarını koruyabilmek maksadıyla kullanılırken; kimi zaman da güçsüz sınıfların bir çeşit yaşam mücadelesi biçiminde olmaktadır. Zayıf sınıfların işlediği suçlar da gene seçkinlerin zayıfları denetim altına almak için kullandığı bir metot olarak karşımıza çıkmaktadır (Dolu, 2010:438).

Thorsten Sellin (1938), “Kültür Çatışması ve Suç” isimli çalışmasında, çatışmayı suçu anlamak için kullanmıştır. Sellin, sanayileşme ve kentleşme gibi uygarlığın ilerlemesinde kültürel ve sosyal çatışmaların genişleyerek potansiyellerini artıracağını belirtmiştir. Sellin, suçu, modern toplumda çatışmanın ortaya çıkardığı sosyal organizasyonsuzlukların ve normların sonuçlarından biri olarak görür. Sellin'e göre kültür çatışması, bir kişinin kültürel rolleri arasında çelişki yaşaması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Ona göre, kültürel çatışma iki şekilde suçla sonuçlanır ve bunu

79

birincil ve ikincil kültür çatışması şeklinde açıklar. Birincil kültür çatışması; değişik kültürel normlar, kendi aralarında çatıştığında meydana gelmektedir. Bu çatışma, bir kültürün üyelerinin değişik bir kültürün hâkim olduğu yerlere göç ettiği zaman yaşanabilmektedir. İkincil kültür çatışması ise; bir toplumun genel kültürel niteliklerinin yani üst kültüründe farklılaşmaların ve eşitsizliklerin yaşanmaya başlamasıyla ortaya çıkar. Sellin'e göre kültürel çatışma, suçluluğun önemli nedenlerinden birisidir (Beirne ve Messerschmidt, 2006: 388).

Suçluluk ve Yasal Düzen (1969) isimli eserinde Austin Turk; toplumsal düzenin çatışmanın başlıca modeli olarak görülmesi gerektiğini belirtmiştir. Suçun psikolojik ve davranışsal yaklaşımlara dayalı açıklamalarının yerine toplumsal düzeni merkeze koyan bir açıklama sunmuştur. Turk'e göre hukuk, toplumsal gruplar arasında, diğerlerinin üstünde kontrolün sürdürülebilmesini sağlayan bir güç aracıdır. Turk, suçu; gruplar arasındaki çatışmanın doğal dengesi olarak tanımlar (Schmalleger, 2006: 294).

Çatışmacı teoriler genellikle, toplumun birbirleri ile çatışma halinde olan birim ve unsurlardan meydana geldiğini, değişimin ise aralarında çatışan bu ögelerin itici gücü ile oluştuğunu iddia etmektedirler. Toplumsal bütünleşme; ahenkli ve birleşmiş bir yapıda olmayan toplumun ögeleri arasındaki çatışmadan kaynaklanan, birbirlerine zıt kuvvetlerin dengelenmesi sonucunda meydana gelmektedir. Çatışmacı kuramlar, çatışmanın sebepleri bakımından kişisel sebepli çatışma ve sosyal sebepli çatışma olarak iki farklı görüşe ayrılır. Bu görüşlerden ilkine göre çatışma, insanın içgüdüsel bir özelliği olduğundan kaçınılmazdır ve evrenseldir. İkincisine göre ise, çatışma, toplumdaki farklı gruplar arasında yaşanan çıkar çatışmalarının sonucunda meydana gelmektedir ve kaçınılmazdır (Kongar, 1995: 185–86).

Özetleyecek olursak; çatışmacı teoriler suç olgusunu ve suçluluğu insanların refah düzeyi, kapitalist sistem, sınıflar arası çatışma, işsizlik, fakirlik, emeğin sömürülmesi ve ekonomik eşitsizliklerin ortaya çıkardığı sorunlar bağlamında izah etmektedirler. Ayrıca suçluluğu büyük oranda kapitalist yapının neden olduğu sınıfsal çatışma bağlamında açıklaması kuramın suçu açıklama potansiyelini sınırlamaktadır. Çünkü suç türlerinin tümü sınıf çatışmasından kaynaklanmamakta belki genel suçluluk içinde çok dar bir alanı ifade etmektedir.

80

Sosyal çatışma teorilerinin değerlendirilmesi kapsamında şu hususlar belirtilebilir: Suçluluğun yapısal Marksist kuramının bilhassa, insanların çalışma koşullarıyla suç arasındaki ilişki üzerine yoğunlaşması önemli bir husustur. Fakat, suçun bütün türlerini bu kapsamda incelemek olanaksızdır. Bu sebeple çatışmacı teorilerin özellikle, kişisel ve sosyal motivasyon etkenlerini ihmal etmesi, ciddi bir noksanlık olarak değerlendirilebilir. Teorilere ilişkin belirtilebilecek bir diğer konu da test edilebilme güçlüğüdür. Teoriler açısından bu durum önemli bir dezavantaj oluşturur. Ayrıca; üst sınıflara ait olan kişilerin işlemiş oldukları (sahtecilik, yolsuzluk, rüşvet, şirket suçları gibi) suçların, bu kuramlara göre nasıl açıklanacağı konusu da ayrı bir sorundur. Bir diğer eleştiri de, kuramların iş, okul, aile gibi alanlardaki sosyal kontrol süreçlerinin cinsiyet bazında göstermiş olduğu farklılaşmanın atlanmış olmasıdır. Zira suç ve sosyal sınıf arasındaki ilişki, cinsiyet yapılı bir nitelik taşımaktadır. Bunlarla birlikte, günümüzde artık gelişmiş devletlerde işçilerin çalışma şartları ve ekonomik koşullarında gerçekleştirilen iyileştirilmeler bir diğer eleştiri örneği olarak verilebilir. Gelişmiş devletlerde gerek çalışma saatlerinin düşürülmesi, gerek sendikal hakların gelişmesi, gerek ücretlerde yapılan iyileştirmeler ve gerekse iş güvencesinin sağlanması sayesinde işçiler, eski dönemlerle karşılaştırılamayacak seviyede bir ilerleme katetmişlerdir. Bu sebeple suça ilişkin araştırmalarda belli bir işi olmaktan ziyade, işsizlik ve fakirlik gibi etkenlerin daha mühim olduğu söylenebilir. Yani, çatışma teorileri; sosyal, ekonomik, kültürel, hukuksal, demografik gibi birçok suç değişkenini içermemektedir. Bu durum da teorinin suçu açıklama düzeyinin oldukça sınırlı olduğunu göstermektedir (Kızmaz, 2006:313-314).