• Sonuç bulunamadı

2.2 TÜRKĐYE ERMENĐSTAN ĐLĐŞKĐLERĐ

2.3. SORUNU ULUSLAR ARASI HUKUKĐ BĐR MESELE HALĐNE GETĐRME ÇABALAR

Ermeni propagandasının son yıllarda üzerinde yoğunlaştığı alan, yakın geçmişte siyasallaştırılan “Ermeni Soy kırımı” konusunun hukukileştirilmesi çabasıdır. Diaspora başta olmak üzere Ermeni propaganda merkezleri, son günlerde konuyu “devletler hukuku suçları” çerçevesinde ele alarak ve birtakım uluslar arası hukuk metinlerini ön plana çıkartarak Türkiye’yi bu bakımdan mahkum ettirmeye çabalamaktadırlar. Hattâ, mesele Yahudilere yönelik Nazi katliamları ile aynı kefeye konulmaktadır. Aşağıda değerlendireceğimiz 1948 tarihli sözleşme, hiç görülmedik biçimde 1915 yılına, yani geriye işletilmeye çalışıldığı görülmektedir. 78

76 Çaycı, S. , a.g. m. , s. 39.

77 Simsir, B. N. ,Ermeni Meselesi 1774-2005, s.393 78 Toklu, V. Uluslararası Đlişkiler, Ankara, 1996, s.3

9. 12. 1948 tarihli Soy Kırımı (Jenosit) Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi ile “soy kırımının” (Jenosit) uluslar arası hukuk açısından cezalandırılabilirliği sağlanmıştır. Soy kırımı suçunun belirleyici ögesi, ulus, din, soy, ya da ırk özellikleri üzerine oluşan bir grubun yok edilmesidir.

Sözleşme bu yok etme eylemini;

• Grup üyelerinin öldürülmesi,

• Grup üyelerinin fiziksel ya da ruhsal sağlıklarına ağır zararlar verilmesi,

• Grup üyelerinin fizik varlıklarının ortadan kaldırılmasına neden olacak koşullar altına konması,

• Grupta doğumlara engel olacak önlemlerin alınması,

• Bir grubun çocuklarının zorla bir başka gruba nakledilmesi şeklinde saymıştır.79

Sayılan bu eylemler soy kırım suçunun maddi unsurunu oluşturur. Yani soy kırımı suçunun işlenebilmesi bu eylemlerden birinin ya da bir kaçının gerçekleştirilmesi durumunda iddia olunabilir. Ancak ceza hukuku teorisi sorumluluk için söz konusu eylemlerin gerçekleştirilmiş olmasının yanında, fail ile fiil arasında psişik bir bağın da bulunmasını gerekli kılar. Bu bağ suçun özü olup manevi unsurunu oluşturduğu düşünülebilir.80

Ceza Kanunu'nun 76. ve 77. maddelerinde soykırım ve insanlığa karsı diğer suçlar başlığı altında statünün kapsamına giren iki suç iç hukuka girmiştir. Madde 76 da kastın özel hali ele alınmıştır “yok etme kastıyla ifadesiyle” Ayrıca 78. madde de bu suçların örgütlü halde islenmesi de cezanın ağırlaştırılacağı düzenlenmiştir. Madde 78 de bu suçun sayısınca içtima hükümleri ele alınmaktadır.81

79 Toklu, a.g.e. , s.4–4. 80

Toklu, a.g. e. s.4

81Turhan. F ,www.ceza-bb.adalet.gov.tr/makale/101.doc “Yeni Türk Ceza Kanununda Uluslararası

suçlar”, 05/01/2006, http:// www. avrupa hukuku . com/2005/01/uluslararası-ceza mahkemesi-

Bir suçun manevi unsuru kasıt ya da ihmal olabilir. Soy kırımı suçunun, sayılan eylemlerin etnik bir grubu ortadan kaldırmaya yönelmiş olması nedeniyle ancak özel kasıt ile işlenmesi mümkündür. Doğası gereği soy kırımı suçunun genel kasıt ya da ihmal ile işlenmesi düşünülemez. 82

Şayet özel kasıt olarak ifade ettiğimiz, bir etnik grubun ortadan kaldırılması kastı ile eylemler gerçekleştirilmemiş ise bu durumda "soy kırım"dan (Genocide) değil mesela "öldürme" (Homicide)’den bahsedilebilir. Eylemlere tâbi tutulan insan sayısının az ya da fazla oluşu soy kırımı suçunun varlığını etkilemez. Önemli olan eylemlerin hangi amaçla gerçekleştirildiğidir.83

Türkler ve Ermeniler dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir toplumda görülmeyecek ölçüde iç içe yaşamışlardır. 8 asırlık bu zaman diliminde din, dil ve kültür farklılıklarına rağmen barış içinde yaşamayı başardılar. Bu yaşantı belirli bir kültür aktarımına da neden oldu. Bugün Türkiye dışında yaşayan Ermenilerin dahi isimlerinde Türkçe ekler bulunması bunun sonucu olarak görülmektedir.

Fransız ihtilalinden sonra, patlayan ulusal akımlar 19 ncu yüzyılda Osmanlı Đmparatorluğu dahilinde bulunan çeşitli ulusların bağımsızlığı ile sonuçlandı. Ermeniler özel durumları nedeniyle bağımsızlıklarını gerçekleştiremediler. Anadolu’nun her tarafından Türklerle iç içe yaşayabilir oluşları, herhangi bir bölgede çoğunluk sağlayamamalarına neden oldu. Belirli yerlerde tedhiş eylemlerini giriştiler ancak Ermeni yurdu denilebilecek bir bölgenin olmayışı bu bölgesel isyanları genel bir bağımsızlık mücadelesine dönüştüremedi.84

Öldürme eylemlerinin ve ölümlerin soy kırımı olarak nitelenmesi Türk tarafınca rahatsızlık uyandırmıştır. Çünkü soy kırım kastı bulunmadığını, Ermenilere karşı öldürme eylemlerine girişenler gasp amacı ile hareket eden eşkıyalar ile Ermeni saldırılarına maruz kalmış kişilerin kin gütme saikiyle hareket eden yakınları olduğunu belirtmektedirler. Türklere göre, ölümler bir devlet politikası olarak değil, bireysel ve kontrol edilmeyen kişilerce gerçekleştirilmiştir ve bu kişiler daha sonra

82 Toklu, a.g.e, s..5 83 Toklu, a.g.e. ,s.6

yargılanmış ve cezalandırılmıştır. Ölenlerden geriye kalan çocukların Müslüman ailelerce sahiplenilmesi ise aslında 800 yıllık Türk-Ermeni dayanışmasının doğal sonucu olarak görülmektedir.85

Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeni ayaklanmaları ve Osmanlı yönetiminin aldığı karşı tedbirler incelenirken, Osmanlı Devleti’nin bir dünya savaşının içinde olduğu, seferberlik ilan edildiği; Ermeni unsurların, casusluk, silahlı ayaklanma, Türk-Müslüman halkı kıtal, işgal ordularıyla iş birliği suretiyle milli müdafaaya hıyanet fiillerini işlediği; Osmanlı Devleti’nin, başta devletin bekası olmak üzere, devletler hukukuna ve hayati ulusal güvenlik ihtiyaçlarına uygun, gerekli ve ölçülü tedbirleri aldığı ve uygulamaya çalıştığı savunulmaktadır.86

Zorunlu göç esnasında, Ermenilerin zaman zaman gasp ve soygun gibi eylemlere maruz kaldıkları yukarıda anlatılmıştı. Mahalli Türk-Müslüman halk, eşkıya ve zaman zaman da bir kısım askerlerce, ayaklanmacı Ermenilere olduğu kadar, tehcire tâbi olan Ermenilere de (duygusal veya başka insani nedenlerle) saldırılar, çok sayıda (56.000 civarında) öldürme fiilinin işlendiği de inkar edilmemektedir. Önemli olan, bunların soy kırımı amacına yönelik değil, kendiliğinden oluşan ve gelişen insani tepkiler olduğunun görülebilmesidir. Bu çerçevede mahalli Türk-Müslüman halk, adeta Ermeniler tarafından kendilerine yapılanlara aynı şekilde mukabelede bulunmuştur. Bu nokta, eylemlerin zararla karşılık (reprisal) sayılarak mazur görülmesi yahut “onlar da yaptı” (tu quoque) mazeretine sığınılması bakımından önem taşımamakla birlikte, soy kırımı kastı bulunmadığını göstermesi bakımından önemlidir. Osmanlı Devleti yaptığı işlemi sınır dışı etme (deportatiton-expulsion) mahiyetinde değil, Ülke içi nakil olarak belirtmektedir. (displacement). Devletin bekası ve ülke bütünlüğü gibi hayati önemdeki ulusal güvenlik ihtiyaçları bu önlemlerin zaruret halini aldığı bildirilmiştir.87

Bütün bunların yanında, birçok Ermeni’nin Osmanlı Devleti’nin çeşitli organlarında çalıştığı ve Cumhuriyet döneminde Türklerle Ermeniler arasındaki

85 Soysal, a. g. e. , s. 21. 86 Soysal, a. g. e. , s.22. 87 Çaycı, a.g.e. , s. 30-31.

toplumsal yaşantı paylaşımı ve uyumlu ilişkilerin de soykırımı yalanladığı ileri sürülmektedir. 1970’li yıllarda ise, Türkiye ideolojik ve bölücü terör eylemleri ile karşı karşıya kalırken ve ASALA tarafından Türkiye’ye yönelik ciddi bir terör hareketi yürütülürken, Türkiye’deki Gayrimüslim azınlıklardan biri olan Ermeni toplumunun bu eylemlere karşı sessiz kaldığı savunulmaktadır.