• Sonuç bulunamadı

Charles Taylor, Sartre’ın kimlik ve sorumluluk anlayışının bu- radakine kısmen benzeyen, kısmen de ters düşen bir eleştirisini yapar. Bireyin bir “radikal seçim ” faili olduğu fikrine karşı çıkar ve bu fikri sorumluluk mantığı hakkındaki içgörüyü dikkatsizce derinleştirdiği için tutarsız bulur.

Bir kişinin eylemlerinden sorumlu olduğunu düşündüğümüzde, onu aynı zamanda bu eylem lerle ilgili değerlendirmelerden de so ­ rumlu olarak düşünürüz. Peki ama burada hangi sorumluluk m ode­

li uygun düşer? Taylor, Sartre'ın her birimizin olduğumuz benliği

ve bu benlikten doğan değerlendirmeleri seçtiğim izi söyleyerek ra­

dikal bir seçim modeli ortaya koyduğunu düşünür. Kötü niyet ise kendine radikal seçim in hakikatini itiraf etmeyi istememektir.

Ancak radikal seçim fikrinin inkâr ettiği unsurları öngerektirdi- ği ortaya çıkar. Varoluşçuluk B ir Hüm anizm adır'da anlatılan genç adam hasta annesiyle kalmak ya da direnişe katılmak eylemleri arasında korkunç bir kararsızlığa düştüğünde, Sartre bunu radikal bir seçim , yani ondan önce gelen bir dizi hüküm v e ilkeye dayan­

mayan bir seçim yapılmasını gerektiren bir ikilem olarak betimler.

Taylor burada bir seçimin gerekli olduğunu kabul eder; ancak bu sadece, ikilem iki seçeneğin de söz konusu aktöre ahlâki bir zorla­

ma dayattığı daha önceki bir bağlamda ortaya çıktığı için böyledir;

bunun bir ikilem olması bile buradaki aktörün kendi durumunu ve bir dereceye kadar kim liğini oluşturan bir önyargılar ağı içinde ol­

duğunu açığa vurur. Bu, “sadece taleplerin kendileri radikal bir seçim tarafından yaratılmadığı için bir ikilemdir.”6

Taylor bu öncelikli taleplerin konumunu araştırır. Bunların ken­

dilerinin seçildikleri söylenem ez; çünkü seçim fikri sadece her biri diğerinden bir dereceye kadar farklı olan alternatiflerin bulunduğu bir durumda geçerlidir. “Hiçbir şey gö z önünde bulundurulmadan, fail bir alternatifin diğerinden iyi olduğunu hissetmeden yapılacak bir seçim ..., seçim midir?”(293) Taylor'a göre bunun bir seçim ol­

madığı açıktır.

B öylece Taylor burada başka bazı şeylerin de işe karıştığı sonu­

cuna varır. Bu seçim örtük bir “güçlü değerlendirme” yapısına da­

yanmaktadır. Güçlü bir değerlendirme, kişinin, kim liğini bir dere­

ceye kadar oluşturan v e üzerinde özgül değerlendirmelerinin geliştiği geçirgen ve dayanıksız bir temel olarak hizmet gören bir önyargılar ağında çoktan kıskıvrak bağlandığı bir yargı/keşif bağ­

lamında yapılan değerlendirmedir. Benliğin seçim i asla gerçekten radikal bir seçim değildir, çünkü her zaman için benliğe baskı yapan öncelikli bir art alan varsayar.

B öylece Taylor, Sartre'ın radikal seçim kuramında güçlü değer­

6. Charles Taylor, •‘Responsibility for Self," The Identities o f Persons içinde, der.

Amölie O.Rorty (Berkeley and Los Angeles: University of California Press, 1976), 291. Bu m akaleye ait sayfa göndermeleri metinde parantez içinde veril­

miştir.

^"ON/Kıınlm-FMltlılık 145

lendirmenin “dışlandığı sanılan yerlere gizlice sızdığını” söyler.

(294) Peki ama Sartre'ın ortaya koyduğu ontolojiye ya da Sartre'm kuramında radikal seçimden önce gelen, benliğin önceki formasyo­

nuna da böyle gizlice sızar mı?

Radikal seçim doktrini, elbette Sartre'ın açık bir biçimde ortaya koyduğu temel bir ontolojiye dayanır. Çünkü Sartre insanların be­

nimsedikleri ilkeler için onlara bir temel sağlayacak daha yüce bir varlık ya da aşkın bir sav içermeyen bir dünyaya fırlatıldıklarını düşünür. İnsanlar en son kertede, bu çok biçimli sözcüğün bir anla­

mında kendilerinden “sorumludurlar”. Sartre daha sonraları radikal seçim kavramını dizileştirme, totalizasyon, pratiko-inert, yaşanan deneyim (le vecit) ve genel olarak la fo rc e des choses (şeylerin gücü] kavramlarıyla sürekli daraltlıysa da varlıkta insanların idrak ve ifade etmelerine elverişli daha yüce bir yön bulunmadığına dair ilk düşüncesini yeniden ortaya koymuştur. Sartre'ın bu ontolojiyi sık sık bizatihi sorunsallaştırmaya açık olmayan bir bildiri olarak ortaya koyması göz önüne alındığında, bir kez bu “güçlü” yargıla­

ma olgusu ortaya konduktan sonra, radikal seçim doktrini araştırı­

lacak olasılıklardan sadece biri olarak görülebilir. Diğer alternatif­

lerin oluşturduğu grup (Taylor'ınkiler de dahil) başından itibaren araştırmaya kapanmıştır.

Taylor bu seçim doktrininin yararına olan ilk varsayımları açığa vurduğu oranda haklıdır; bence etik seçimin yalnızca kısmen de­

ğerlendirici failin bilinçli bakış açısı dahilinde sayılabilecek olan bir art alanı gerektirdiği suçlamasında da haklıdır. Onlara bakarak eylem de bulunduğumuz varsayımların hepsinden sorumlu değiliz.

Ama bu iki noktanın onaylanması, Sartre'ın ontolojisindeki diğer unsurların bir kenara atılmasını gerektirmez ille de. Yani, Taylor'ın kendi benlik, sorgulama ve sorumluluk kuramı onaylanmadan da Sartre'ın insanın daima kendi benliğinden kesin biçimde sorumlu olduğu düşüncesine dayanan radikal seçim doktrini yadsınabilir.

N e var ki Taylor, radikal seçim fikrine dair eleştirisini benliğe ait alternatif bir ontolojiyi onaylamak için bir sıçrama tahtası ola­

rak kullanır. Burada, radikal seçim “radikal sorgulama”ya hizmet eder hale gelmiştir. Güçlü değerlendirme artık, ahlâki yargıların bir dizi tutarlılık testi yaparak başvurduğu, kristalize ettiği ve kusur- suzlaştırdığı önyargılardan oluşan bir art alan g öz önünde bulundu­

rularak biçimlendirilmesi olarak yorumlanmaktadır. Taylor benli­

ğin en derin unsurunun, tam gelişm em iş bir önyargılar deposu içer­

diğini; bunun da sorgulayıcı benliği, söz konusu önyargıları ifade etme ve onaylama süreci içinde hakikate yaklaştırdığını titiz bir bi­

çimde tartışmasa da ontolojik yükün hepsini değerlendirme yapan benliğin değerlendirme yaparken sürekli bunun doğru olduğunu varsaydığı olgusu üzerine yığar ve insanı bu önyargılar kümesini sorgulama ve belirsizleştirme biçimlerini araştırmaktan alıkoyan bir retorik üslup benimser.

O halde, radikal sorgulamanın kendisi bir dizi ayrıcalıklı önyar­

gı tarafından kuşatılmıştır. Taylor'ın doktrinine, yan radikal bir kendi kendini sorgulama doktrini diyelim. B öylece bu yenilenm iş sorgulama im gesi, benlik için benliğin (radikal bir biçim de) kendi­

ni seçtiği fikrine dayanmayan derin bir sorumluluk modeli geliştir­

mek üzere ortaya konmuştur. Aşağıda Taylor, onayladığı karşı so­

rumluluk doktrinini açıklamaktadır (vurgular benim):

Aslında bir anlamda daha radikal bir biçimde sorumluyuzdur. Değer­

lendirmelerimiz seçilmemiştir. Bunlar, aksine, daha değerli, yüce, bü­

tünlük içinde ya da tatminkâr olana ait kavrayışımızın ifade bulmuş biçimleridir. Ancak bu boyut asla tam ve doyurucu bir biçimde ifade edileme2. Daha da önemlisi bu boyut, içinde kendini aldatma, çarpıt­

ma, körlük ve duyarsızlık için fazlasıyla yer olan; kişinin emin olup ol­

madığı sorusunun daima gündemde olduğu ve bir daha göz at buyru­

ğunun daima yerli yerinde durduğu meselelere dokunur.[294]

Önemli bulduğumuzu formüle etme girişimlerimiz, tıpkı betimlemeler gibi bir şeylere sadık olmaya çalışmalıdır. Ancak sadık olmaya çalış­

tıkları şey belli kanıtlarla ortaya konulabilecek bağımsız bir nesne değil; daha çok, tayin edici ölçüde bir şeye dair büyük ölçüde ifade bulmamış bir duygudur.... Kısaca en az berrak, en az ifade edilmiş de­

ğerlendirmeler, tam da en derin değerlendirmelerdir.... Onlarsız kişili­

ğimin yıkılacağı anlamında, bir özne olarak neysem buna en yakın olan ve haklarında net bir şekilde konuşmamın en güç olduğu değer- lendirmelerdir.[296]

Bu iki “ifade”de dikkat edilm esi gereken birçok husus var. Ön­

celikle, Taylor’ın metni, çözüm lem esini açık formülasyonlann baş­

147

vurdukları ve sözcüklere çevirdikleri tam gelişm em iş art alana ba­

ğımlı oldukları üzerinde yoğunlaştırır. Bu, Sartre'm (erken dönem) en zayıf olduğu ve alternatif konumun en güçlü yanını açığa vura­

cağı noktadır. Fakat sonra, Taylor düşünme ile öndüşünme arasın­

daki ilişkiyle ilgili böyle geniş bir kavrayışla bağdaşabilecek ben­

lik ve sorumluluk anlayışlarının çoğulluğunu resmetmez. Sartre'a karşı geliştirdiği bu genel hususları, özel bir benlik ve sorumluluk ontolojisine bağlar.

Ortaya konulan anlayış birçok bakımdan Augustinusçu bir m o­

deli özetlemektedir: Benlik içsel bir itiraf ve kendini sorgulama sü­

reci yoluyla aranan derin hakikatlere daha fazla uyum sağlayabilen derin bir benliktir; insan iç benliğini ne kadar dikkatli ve dürüstçe sorgularsa, temel kim liğine ve ilahi varlığın en derin gizemlerine o kadar yaklaşır; ancak hakikat sınırsız olduğu, oysa biz sınırlı oldu­

ğumuz için asla “tam ya da doyurucu bir biçimde” elde edilemez;

o halde yeteneklerinin sınırlı olduğu, bağımlılığının büyük olduğu ve “körlük ve duyarsızlık” eğilim inin önemli ölçüde bulunduğu bir durumda benlik “kendini aldatma” eğilim ine karşı tetikte olm alı­

dır; ne var ki benlik, “bir şeylere sadık olmaya çalışmalıdır..., belli kanıtlarla ortaya konulabilecek bağım sız bir nesneye değil; daha çok tayin edici ölçüde önem li olan bir şeye dair büyük ölçüde ifade bulmamış duyguya” yani sınırlı benlik sınırsız tanrıya mümkün ol­

duğunca dikkat etmelidir; v e sonunda benlik, özsaydamlık sınırla­

rında bile “radikal bir biçimde sorumlu" kalır; ama yaptığı seçim ­ lerden çok (bunlar ikincil önemdedir) kendisi hakkındaki en derin hakikatleri ifade etme -yoksa bu hakikatlerin ona ulaşmasını sağla­

yan kayra mı demeli?- arayışı açısından sorumludur.

Taylor'm çağrıları gücünü okurlarının çoğunun bunlara yanıt vermeye önceden eğilim li olmasından alır. Bu durum çağrı strateji­

sini inançlara, savlara ya da emirlere dair sıkıcı ifadelerden daha etkili kılar. Taylor’ın ardında ustalıkla kullandığı söylem in terimle­

rinde yerleşmiş köklü bir gelenek vardır. Bu gelenek derin, itirafta bulunan bir benliği; yüce bir yöne ya da güce duyarlılık olarak so­

rumluluk nosyonunu; ifadenin daima kısmi ve tamamlanmamış bir şey olarak kavranışım; iç derinlik ve hakikatin birbirine bağlanma­

sını; benliğin içlerinde tam gelişm em iş bir biçimde bulunan derin hakikatlerin sondajlanması olarak radikal sorgulama fikrini; benli­

ğin içindeki aşkın gerçeğin alımlanmasını içeren bir süreç olarak güçlü değerlendirme fikrini; ve bu içsel aydınlık v e hakikat kayna­

ğına yaklaşılabilse bile, ona asla tamamen ve kesin bir biçimde ulaşılamayacağı fikrini içerir.

Bu özel doktrini radikal seçimin genel eleştirisine dönüştüren retorik tekniklerin üzerinde durmak gerek. Örneğin, benliğin iç ve dış dünyayla ilişkisini betimlemek üzere seçilen kilit terimler, söz­

gelimi, kısmen kendi formuna direnen bir ham varlık üzerinde te­

mellenen toplumsal olarak oluşturulmuş bir benlik deneyiminden çok keşif ve yücelm e deneyim ini vurgularlar. Bu ilk olasılık düşü­

nülmemiş ve tartışılmamıştır; daha çok sonraki olasılık, sanki Sarl- re'ın radikal seçim modeline karşı tek geçerli alternatifi sağlıyor- muşçasına, zarif bir biçimde sunuş tarzına sokulmuştur. Taylor'ın toplumsal ontolojisini metni içinde sorunsallaştırılmamış olan me­

cazlar taşımaktadır.

Bu formülasyonlarm arasına sık sık, yeterince özgülleştirilm e­

miş, stratejik önemde “biz” ve “bizim” ifadeleri serpiştirilir. Bun­

lar belirsiz ve kararsız bir biçimde, Taylor'la hemfikir olan, başvur­

duğu gelenekte yerleşm iş olan, bu geleneğin en temel koyutlarına sadık bir “bize”, bu gelenek içinde çalışıldığında, belli varsayımlar dile getiren, bir önermenin ortaya konulduğu her seferinde bir ha­

kikat nosyonunu varsaymak zorunda olan, çözülm e riskinden bu varsayımları sorgulamayı reddederek kaçınan v e bir başka anda zo ­ runlu olan önermeleri diğer bir anda sorgulamanın yollarını (man­

tıksal olarak) yaratmayan evrensel bir bize gönderme yaparlar.

Taylor'ın formülasyonlarındaki “zorunluluk” da aynı şekilde çok biçim li bir tarzda işlev görür: Bir an ahlâki bir zorunluluk, başka bir an mantıksal bir zorunluluk ve daha başka bir an da üstü kapalı bir biçimde mantıksalmış gibi bakılan ahlâki bir zorunluluk olabilir bu. Örneğin “[bu derin değerlendirmeler] olmaksızın kişili­

ğim çözülür,” tehdidi “bir şeylere sadık olmaya çalışm alıyız” inan­

cına güç verir ve onu izler.

Taylor'ın sorumluluk doktrininin bir dizi söylem sel stratejiden yararlanmış olması yüzünden yanlış olduğunu söylemiyorum.

Benim onayladığım da dahil olmak üzere bu türden her kuram re­

torik destekler bulur. Bu doktrinin ikna gücünün önemli bir kısm ı­

nın eleştirel düşünme eşiğinin altında hareket ettiğini ve hatta so ­ 149

mutlaştırdığı inancın bizzat kendi dönüştürme ve itiraf pratikleriyle hesaplaşma yolundaki çabaları engellediğini anlatmaya çalışıyo­

rum. Bu doktrinin etkililiği temel, tartışılabilir bir inanca bağlıdır ve bu teleolojik inanç gizlendiği retorik delikler açıldıkça, daha açık ve tartışılabilir hale gelir.

Sartre ve Taylor birlikte incelendiklerinde, “sorumluluk” fikri­

nin kendisinin günümüz modem söylem inde kalıcı bir istikrarsızlık alanı olduğu açıkça görülür. Hiçbir sorumluluk doktrininin kendini sağlam bir biçimde temellendirirken diğerlerini yok etm eyi başara­

maması ya da her doktrinin kendi içindeki çeşitli güçlükleri yok et­

mekten çok diğerlerindeki güçlükleri göstermeye daha hazır olma­

sı, istikrarsızlığın kalıcılığını göstermekledir. Sonuç olarak benim söylemek islediğim , bu kalıcı durumun her sorumluluk yorumuna girmesi gerektiğidir (girmek “zorunda olduğu”dur).

Bu doktrinlerin her birinin ardında uzun bir gelenek vardır ve eğer doğru yoldaysam, sadece sorumluluk üzerine yapılan çağdaş tartışmalar değil; bunlardan önce gelen tartışmaların tarihi de so­

rumluluk hakkındaki Batı söylemindeki derin istikrarsızlığı açığa vuracaktır.

Eğer Taylor’ın sorumluluk nosyonu Augustinusçu irade ve kayra geleneğine bağlıysa, bu doktrindeki istikrarsızlıklar (bir tan­

rıya sorunlu bir biçimde bağlı olm ası, tutarlı bir irade doktrini oluş­

turmadaki güçlükleri, çekirdek kimliğinden sapan ötekini fethedil­

m esi ya da dönüştürülmesi gereken bir kötülük olarak tanımlama eğilim i) sürekli bir kuşku, muhalefet ve tartışma nesnesi olacaklar­

dır. Aynı şey burada üzerinde durulan diğer doktrinler için de ge- çerlidir. Sartrc’ın kendisi Yahudi karşıtının bakış açısını Augusti- nus’un Hıristiyanlığa döndükten sonra şiddetle karşı çıktığı bir Manicilik formuyla özdeşleştirir. Sartre’m kendi konumu da erken dönem Augustinus’un tuttuğu, g eç dönem Augustinus'un ise bastı­

rılması gereken bir zındıklık olarak karşı çıktığı Pelagiusçu doktri­

ne kayda değer bir biçimde yakındır.7 Zındıklık, bir doktrinin önce 7. Augustinus'un M aniciieıie ve Pelagiusçularta irade ve kötülük konusundaki çatışmaları E.R. Evans'ın Augustine on Evil adlı kitabında (Cambridge: C am b­

ridge University Press, 1982) ve Peter Brown'in Augustine o f Hippo adlı kitabın­

da (Berkeley ve Los Angeles: University of California Press, 1969) sunulmuştur.

Evans, Augustinus'uh kendi konumunu savunm ak için ileri sürdüğü fikirler üze­

kendi kategorilerindeki bir çokanlamlılık yoluyla yarattığı sonra da kendi saflığını sürdürmek için lanetlediği bir günah olarak görülür­

se o zaman Augustinus'un önce kışkırttığı sonra da lanetlediği gü­

nahla olan ilişkisi Batı’daki sorumlulukla ilgili tem el istikrarsızlık hakkında bir şeyler ortaya serer.

Pelagiusçular, Tanrıya inanan erken dönem Sartrecılar olarak, günahlarından kendi çabalarıyla kurtulacaklarına banıyorlardı;

ancak Augustinus, böyle bir inancın inananları, onları kayrası y o ­ luyla koruyan tanrıdan uzaklaştıracağını düşünmüştü. Sartre onun bu tahmininde haklı olduğunu kanıtladı.

Augustinus'un kendisi de tanrısını kötülük lekesinden kurtar­

mak için “özgür irade”y e gereksinim duyuyordu; ancak teolojisi­

nin kendi kendini mükemmel hale getirmeyle ilgili dindışı bir doktrine dönüşmesini engellem ek için bunun uygulanmasını ciddi biçimde sınırlamaya da gereksinim duyuyordu. Özgür irade nosyo­

nuna ek olarak ilk günah bu hesabı güzel bir şekilde denkleştirmiş- ti: Adem'deki ilk ve tek sa f ifadesiyle özgür irade tanrı ile insanlık arasında bulunan ve tanrıyı kötülüğün sorumluluğundan koruyan uçurumu yarattı ve bundan sonra ilk günah mirası düşmüş benliğin irade alanını, kurtuluşu Pelagiusçuların dediği gibi sadece insan iradesine bağlı kılmaktan ziyade tanrı kayrasına bağlı kılacak ölçü­

de sınırladı. Augustinus, tanrısının kadirimutlaklığını korumak için hem irade uçurumuna hem de kayra bağlantısına gereksinim duy­

muştu.

İradenin yargısının fazlasıyla zorlama ve mutlak göründüğü her anda, ilk günah sorumluluğu yerleştirecek bir yer sağladı. O özgür irade fikriyle yarışan başka bir fikir olmadı, ilk fikrin kendi alanın­

daki saflığını koruyacak gerekli bir tamamlayıcı ödevi yüklendi.

Eski “özgür irade ve ilk günah” çiftini yeni “sorumluluk v e suç­

luluk/anormallik” çiftiyle karşılaştırın. Bu çiftlerin ikinci üyeleri kendi dönemlerinde benzer roller oynarlar: İradi sorumluluğun saf­

lığını, hayatın v e eylem in başka türlü olsa böyle bir sorumluluğun inanılırlığını tehlikeye düşürecek boyutlarını massederek korurlar;

özgür irade örnekleri verm e talebini özgür iradenin ne olmadığına

rinde yoğunlaşır. Brown ise hem onun ileri sürdüğü fikirleri hem de rakipleriyle zındıklık hükümleri vererek savaşırken kullandığı kurumsal araçları e le alır.

151

dair örnekler üreterek saptırırlar; ve özgür iradenin arta kalan şey olarak varolmasına izin verirler. Öyle görünüyor ki “özgür irade”

onu kirleten fark edilebilir pislikleri masseden bir ikiz tarafından desteklenmediği takdirde saflığını koruyamamaktadır.

G elgelelim her iki dönemde de iradi sorumluluğun tamamlayı­

cısı görevi görmek üzere ortaya atılan kategori sonunda kendi adına derin güçlükler içine girmiştir: İnanılırlığını ya da içsel bü­

tünlük görünüşünü büyük ölçüde yitirmiştir. İkilem iki düzlemde tekrar tekrar meydana gelir: Ek bir destek gerekliliği Pelagiusçula- rın ve Sartrecıların tek saf bir sorumluluk modeli umutlarını tekrar tekrar alaşağı eder; böyle bir modeli güvenilir kılmadaki yetersiz­

lik ise sürekli olarak, kendini istikrara kavuşturmakta çok ağır güç­

lüklerle karşılaşan bir sorumluluk ikiliği doğurur.

Modern toplumun önceleri, artık (tam olmasa da) miyadını dol­

durmuş olan ilk günah kategorisinin hizmet ettiği işlevlere hizmet etmek üzere yeni bir kategori ortaya çıkarmayı gerekli görmüş o l­

ması olgusu, hem Batı’da sorumluluğun kalıcı istikrarsızlığının hem de bu istikrarsızlığın derinliğini ve kalıcılığını kabullenmenin uzun süredir reddedildiğinin işareti olarak okunabilir. Sorumluluk­

la ilgili Batılı pratikler birbirini kesen iki kutup olarak betim lenebi­

lir. Yatay kutup bir ucunda keşfedilecek derin kimliği, diğer ucun­

da da radikal seçim in biçimlendirdiği benliği içerir. Dikey kutbun ise bir ucunda ilk günah, diğer ucunda da akıl hastalığı vardır. Ne zaman kötülük sorunu dayanılması zor bir hale gelse, o zaman çok çeşitli birey ve gruplar bu çarmıha çivilenmiştir.

Foucault, modern sorumlu suçlu - sorumsuz suçlu ikiliğini bi­

linç düzeyinin altında işleyen stratejik bir araç olarak gördüğünde, sorumluluk çarmıhının siyasetle alakasını yakalamıştır: “Bunlar birbirini güçlendirir. Bir yargı iyi ya da kötü terimlerine göre oluş- turulamadığmda, normal ya da anormal terimlerine göre oluşturu­

lur. V e bu sonuncu ayrımı doğrulamak gerektiğinde, bu da birey için neyin iyi ya da kötü olduğu göz önüne alınarak yapılır. Bunlar Batı bilincinin temel ikiliğini işaret eden ifadelerdir.”8

Taylor ve Sartre iki çağdaş sorumluluk doktrini sunarlar. Bunu da, Augustinusçuluğun ve onun doğurduğu sapkın bir düşüncenin

8. Michel Foucault, Lanauage, Counter, Memory, Practice, der. D.F. Bouchard (Oxford: Blackwell, 1977), 230.

(Pelagiusçuluk) m odem versiyonlarını oluşturarak yaparlar. Bu çağdaş doktrinlerin ikisi de Batı geleneğinin taşlı toprağının derin­

lerindeki köklerden beslenirler. Her kök dönem dönem ötekinin is­

tekleri ya da sınırlarının doğurduğu sabırsızlıklar, zalimlikler, be­

lirsizlikler ve hayal kırıkları tarafından yenilenir ve yeniden oluşturulur. Her biri dönem dönem ya güvenilir bir biçimde elde edemediği ek bir destek gereksinimi ya da bu gereksinim e başvur­

maksızın kendini temellendirme yolundaki başarısız çabası tarafın­

dan karmakarışık bir hale gelir. Son olarak da her biri defetmek için yeterli kaynağa sahip olmadığı sapkın bir düşünceye (modern Manicilik) yönelik ayartılar yaratır. Bu doktrinler hep birlikte

dan karmakarışık bir hale gelir. Son olarak da her biri defetmek için yeterli kaynağa sahip olmadığı sapkın bir düşünceye (modern Manicilik) yönelik ayartılar yaratır. Bu doktrinler hep birlikte