• Sonuç bulunamadı

Bu ilk görüşe örnek olarak rasyonel seçim kuramcılarını, çoğu Amerikan eko

C. ÖZGÜRLÜK VE ZORUNLU OLUMSALLIK

5. Bu ilk görüşe örnek olarak rasyonel seçim kuramcılarını, çoğu Amerikan eko

nomi politikçilerini ve John Rawls ve Ronald Dworkin gibi kuramcıları gösterece­

ğim. Georgy Lukacs ve Jürgen Haberm as İkinciye örnek verilebilir. Charles Tay­

lor, Michael Sandel ve Alasdair MacIntyre da üçüncüye öm ek verilebilir.

Aralarındaki farklar yeterince açıktır, beni burada ilgilendiren aralarındaki yakın­

lıklardır. Her biri, benim savunduğum noktadan bakıldığında, kabul ettiği en yük­

derin amaçlara daha uyumlu bir hale gelm ekle daha çok özgürleşir.

Topluluk da benlik v e dünyadaki doğal e ğ ilim e uyum sağlamakla özgürleşir. Özgürlük her şeyden önce daha y ü c e bir yö n e ve armo­

niye uyum sağlamaktır. Bu tabloyu çizen sanatçılar sonra kendi aralarında, gerçeğe dönüştürülmüş bir toplulukta bireysel çeşitlili­

ğe ne kadar ödün verileceği konusunda tartışırlar.

Özgürlük fikri açısından bu üç konum da aynı çerçeveye soku­

labilir. Yatay eksenlerdeki kategorilerin egem enlik v e uyum sağla­

ma, dikey eksendekilerin birey ve kolektiflik olduğu bir matris dört özgürlük kuramına yer sağlamaktadır.6 U yum için az da olsa belli bir yer açan egem enlik kuramcıları, kolektif özgürlüğün yeri ola­

rak devlete daha çok inanan bireycilik kuramcıları, egem enliğin buyruklarını biraz daha fazla kabul eden topluluk kuramcıları ara­

larında anlaşma zeminleri bulmaya çalıştıkça permütasyonlar son­

suz sayıda genişleyebilir. Çatışan bu kuramlar bazı benzerlikler paylaşmaktadır.

İlk olarak, yatay eksende, özgürlüğü egem en lik ve uyuma bağ­

layan doktrinlerin üzerinde ısrar ettikleri şeyler aynıdır: İkisi de benlik ve doğa hakkındaki diğer bütün varsayım ve standartların değerlendirileceği bir ölçüt sağlayan bir dizi varsayım aracılığıyla şeylerin düzeninin ilke olarak ya insanın egem en liğin e ya da insa­

nın en yüce özüne yaklaşan bir uyuma tâbi olm asını talep eder. Hiç değilse son tahlilde, dünya şu ya da bu biçim de bizim için olm alı­

dır. Dış doğayı ve bütünlüklü benliklerin oluşturulduğu insani mal­

zemeyi içeren bu dünya, ya bizim için yapılm ış olm alı ya da onu egem enliğim iz altına almamıza elverecek kadar plastik bir niteliğe sahip olmalıdır.

Dünyanın üzerindeki irade ve güç sahibi Tanrı'nın yitirilm esin­

den doğan boşluğu kapatmak için dünyanın içinden telafiler talep eden görüşleri nitelemek üzere kullanabileceğim iz ontolojik narsi­

sizm terimi, çatışan grupların her birinin ço k biçim li olum sallık fikrini ehlileştirmesine izin verir: Bu yönsem elerin her biri ölüm ­

sek olasılıkların içerdiği belirsizliklere yeterince dikkat gösterm eyen birer top­

lumsal ontolojiye başvurmaktadır.

6. Bu olası mevkilerden biri -dünyada daha yüce bir yön de arayan bireyci- boş kalmıştır. Belki W illiam Jam es ve Ralph W aldo Em erson, A m erikan düşüncesin­

de bu konumu temsil etmektedirler. İşin doğrusu, onlar üzerinde bundan emin olacak kadar çok çalışm adım .

F lÖ N lK im lik - F o r k lılık 49

sallığı etkili bir müdahaleye karşı koyan, beklenmedik, tehlikeli bir olay, inatçı bir koşul, yalnızca zamanlama açısından tesadüf eseri olan kaçınılmaz bir sonuç, insan ve doğadaki ayrıntılı tasarıya karşı direnen bir durum olarak görüp ehlileştiren ontolojik varsa­

yımlara başvururlar. Belki de dünyanın şu ya da bu şekilde bizim için yaratılmış olduğu yolundaki ısrarlarıyla bütün bu yönsemeler, mikro olumsallıklardan oluşan bir dünyanın bir küresel olumsallık dünyasına dönüşmüş olduğunu maskelemektedir.

İkinci olarak dikey eksende, her konum idealizmini egem enlik sorunsalı terimleri içine yerleştirme eğilimindedir. D evlet ya öz­

gürlük ve demokrasinin cisim leşm iş en yüce halidir ya da bireysel özgürlük alanını koruyan anayasal güvencelerin barındırmışıdır.

Bu çerçevedeki konumlardan hiçbiri egem enlik sorunsalının kendi­

sini yeniden düşünmek için çaba göstermez, bunun nedeni belki de her birinin böyle bir çabanın ülke-devletteki demokrasinin temel önkoşulunu alıp götüreceğini düşünmesidir.

Bu tartışmaların oluşturduğu çerçeve dışında düşünmek pek kolay değildir ve ben de eksiksiz ya da müdahale gerektirmeyen bir biçimde bunu yapmaya hazır olduğumu iddia etmiyorum.

Ancak bugün bu sınırlan zorlamaya çalışmak önemli olabilir.

Çünkü bu tartışmalarda özgürlük hakkında düşünülürken olum sal­

lığın yola gelm ez ve zorunlu niteliği yeterince dikkate alınmaz ve bastırılır. Özgürlük egemen devletin sınırları içinde kapatılır;

çünkü demokrasi sadece burada kurumlaştınlabilir. Özgürlük eg e­

menlik ve uyuma bağlı hale gelir, çünkü dünyaya şu ya da bu amaca tâbiymiş gözüyle bakılmaktadır (en azından örtük biçimde):

Bize bu kadarcık bir şey de borçlu olsun canım. Rakip taraflar ara­

sındaki bu ısrarcı bağlar ayrımsandıktan sonra daha önce özetlenen hayat ve ölüm fenomenolojisi içindeki serinkanlılık dürtüsünün ne­

reden geldiğini belirleyebiliriz. Söz konusu tarafları birbirine bağ­

layan şey gizliden gizliye laik teselliden medet ummalarıdır belki de. Eğer Tanrı (büyük harfle) öldüyse (ya da en azından ciddi bi­

çimde yaralandıysa), o zaman Dünya’nın kendisi şu ya da bu bi­

çimde bizim için olmalıdır: Ya egem enliğim ize ya da varlığın ken­

disindeki uyumlu bir yöne uyum sağlama arayışımıza tâbi olmak zorundadır. Birbirlerinin ikizi olan egem enlik ve gerçekleştirme projelerine kazınmış olan bu medet umuş hem geç modernliğin

içerdiği tehlikeleri ve disiplini şiddetlendirmekte hem de bunları daha inandırıcı bir biçimde dramatize edebilecek yorumlan perde­

lemektedir belki de.

Günümüzde bireysellikte ve bağlılıktaki bozulma bazılarını bu tartışmaların yer aldığı çerçeveye meydan okumaya yöneltebilir.

İlk olarak modern nihilizmin kaynaklan ve içerimleri üzerine N i­

etzsche v e H eidegger’in yaptığı tartışmayla odağa alınan ve bu tar­

tışma üzerine kafa yoran Foucault ve Kundera gibi çağdaş düşü­

nürler tarafından kristalleştirilen çağdaş durum, dünyanın bu iki biçimden birinde bize doğru bir eğilim göstermesi gerekliği şeklin­

deki modern talebin yeniden ele alınmasını teşvik eder. Kundera ve Foucault, en azından en güçlü yazılarında, dünyanın istenilen biçime girebilme niteliği ya da insana sunduğu kayra hakkmdaki teselli verici varsayımlara karşı koymaktadırlar. İkisi de özgürlük hakkında düşünürken dünya ile insanların en müthiş tasarıları ara­

sındaki yola getirilmez uyumsuzluklar, karşı koymalar ve kopuk­

luklarla yüzleşirler. İkisi de dünyadan daha az şey talep ederek bu modern özgürlük stratejileri ile bağımlı belirsizliğin, genel hıncın ve tehlikeli sistematik olumsallıkların doğuşu arasındaki bağlara dikkati çekerler. İkisi de varoluşsal hınca boyun eğdirm eye çalışır­

lar.

İç ve dış doğanın tanrı tarafından tasarlanmamış ve insan dü­

şüncesinin düzenlem esine kolayca tâbi tutulabilecek bir yer olma­

ması nedeniyle insan bilgisine, projelerine ve herhangi bir normal bireylik ve uyumlu toplum modeline inatla direnen unsurlar içerdi­

ğini varsayalım. Bu uyumsuz unsurların kurulu birlik ve anlaşma­

lara girdiklerini ve izlediğim iz amaçlarda tedirginlikler yarattıkları­

nı varsayalım. Normal benlik, ortak iyi ve adaletle ilgili her değerli tasarı, içerdiği bağlılık ve karşılıklı bağımlılık kalıpları yoluyla hayat için çok önemli bir şeyler gerçekleştirirken saydamlığına, tu­

tarlılığına ve tepkisel yeteneğine ket vuran ve hayatın bağımlı ol­

duğu diğer unsurlarıyla uyumunu bozan direnişlerle karşılaşır. Her tasarı eskilerine boyun eğdirirken yeni olumsallıklar doğurur. Her­

hangi bir tasarının talep ettiği şeyler ne derece mükemmeliyetçi ise bunları elde etm eye çağrılan benliklere o derece fazla disiplin uy­

gulaması gerekir.

Belirsizliklere pek tahammülü olmayan bazıları bu formülas-51

yonlarda yalnızca uyumsuzluk, direniş v e çatışma algılıyor olabi­

lirler; fakat oluşturmaya çalıştığım özgürlük fikri için bunlardaki bağlılık, duyarlılık ve karşılıklı bağımlılığın da duyulması çok önemlidir.

Her halükârda, bu varsayımlarla gözden geçirilm iş bir özgürlük fikri, en azından kaba hatlarıyla ortaya çıkabilir. Bu, bir yandan insan hayatında toplumsal tasarıların gerekliliğini ve arzu edilirli- ğini olumlarken bir yandan da benlikte ve dünyada bilinm eye ka­

palı ve düzenleme çabalarına direnen şeyler olduğunu takdir eden;

bir yandan özgürlüğün dünya ve benliğe verilmiş olan her türlü toplumsal forma karşı sürdürülen topyekûn bir savaşa indirgene- meyeceğinde ısrar ederken bir yandan da özgürlük resminin içine uyumsuzluk ve olumsallığın girmesine saygıyla yaklaşan bir fikirdir.

Böyle bir perspektif disiplinin kıskacını gevşetm ek ve genel hıncı dizginlem ek için sarf edilen üç ayaklı bir çabayı destekleye­

bilir. Bunu, ilk olarak hıncın en derin kaynağını olum sallığın safdı- şı bırakılmasına izin vermeyen bir dünyadan olum sallığı kaldırma­

yı isteyen modern arayışta bularak, ikinci olarak çağdaş normallik ve ortak iyi standartlan tarafından bozguna uğratılan ve boyun eğ­

dirilen benliğe ve onun dünyasına kaybettiklerini geri vererek ve üçüncü olarak da her şeyi kontrol altına alma ya da uyuma sok­

mayla ilgili modern düşleri gevşeterek yapabilir.

Heidegger'in dediği gibi özgürlük, “gizlediğini ışığa açarak giz­

leyen ... perdenin perdeleyen şey olarak görülmesine izin veren­

dir.”7 “Perdenin perdeleyen şey olarak görülmesine izin veren”

7. Martin Heidegger, “T h e Question Concerning Technology," The Question Concerning Technology içinde, 2 5 . Önceki cüm lede Heidegger, “H er türlü açığa vurma bir sığınm a ve gizlenm e içindedir” der. Anladığım kadarıyla, buradaki fikir Varlık'ın gizem ine, düşüncede farklılığın varolmasına izin verm ek, belirli bir z a ­ manda düşünürlerin ulaşabilecekleri Varlık-varitk ilişkisinde olabileceği kadar varolm asına izin verm ek için çaba harcayarak yanıt vermektir. H eidegger ço­

ğunlukla sanki yukarda saptanan “uyum" konumlarından birine uyuyormuş gibi okunmaktadır. Ben onu bu şekilde okumuyorum, ancak eğer bu türlü bir okum a hüküm sürmeye devam ederse, çizm eye çalıştığım geç m odem söylemin çerçe­

vesinin kıyısında değil, içinde olacaktır. G eç modern durum hakkında en ufuk açıcı düşüncelerin ve modernlik çerçevesi içinde düşünen karşıt fikirli düşünür­

ler arasındaki yakınlıkların ortaya serilebileceği düşünce kesişimi -Nietzsche, Heidegger (benim okuduğum kadarıyla) ve Foucault- beni ilgilendirir. Heideg­

ger'in ufuk açıcı bir okuması Reiner Schürmann tarafından yapılmıştır; bkz. H ei­

degger on Being a nd Acting: From Principles to Anarchy, ing. çev.

Christine-cümlesini her şeyin bir bilgi kalıbına sokulduğu ve organize kulla­

nım için depolandığı modern çerçevelem eye karşı bir ifade olarak yorumluyorum. Çerçevelemenin yarattığı perdeyi kendinde Var- lık'ın sergilenmesi için kaldırmamız anlamına gelm iyor bu; Var- lık'ta, onunla yeni bir uyum ilişkisine girmek için doğaya hâkim ol­

mayı bırakmamızı söyleyen daha yüce bir yön bulmamız anlamına da gelmiyor. Çerçevelemenin, açığa vurduğu dünya ile bizatihi' açığa vurma tarzıyla gizlenen dünya arasındaki yola gelm ez iliııti- sizliği yeterince değerlendiremediği, perdelemeyi perdelediği anla­

mına geliyor. Her açığa vurma gizler de. Bizim bilişsel kapasitemi­

ze denk düşsün diye tasarlanmamış ve insanın düzenlemesine sonuna kadar açık (son tahlilde bile) plastik bir m alzemeden yapıl­

mamış bir dünyada daima bir perde olmak zorundadır. Dolayısıyla, bu cümle bizi ideallerimiz ile onları gerçekleştirmek için yaslan­

mak durumunda olduğumuz dünya arasındaki farkı gerekliği gibi (yani bu farkın kendisini de daha yüce bir standart ya da üstbilgi düzeyine çıkarmaya uğraşmaksızın) değerlendirmeye çağırmakta­

dır.

İnsan, dünyanın tek bir görüş ya da çatışan görüşlerden oluşan bir grup tarafından asla tükelilemeyeceğini olumladığı zaman kendi idealleriyle daha özgür bir bağ kurar. Dünya onu anlamaya ve düzenlemeye çalıştığım ız sistemlerin hepsinden daima daha zengindir. Artık zorunluluk daha tikelleşmiş, bu arada olumsallık da daha evrenselleşmiştir; olumsallık zorunluluk halesiyle kuşatı­

lır; çünkü her tikellik, onu yaratmak ve onunla yüzleşmek zorundadır.

Benim Heidegger'im (daha birçok var) egem en olm a ve bütün­

leştirme dürtülerini, benlik ve dünyanın içerdiği, bu dürtülerden sapan unsurlara daha çok yer açarak gevşetm em izi ister. Olumsal­

lığı dünyadan defedecek projelerin Varlık'taki fiili ya da olası her­

hangi bir ilkeye denk düşmediğini anladıkça, açtığım ız bu yer daha Marie Gros (Bloomington: Indiana University Press, 1987). "'Özgün’ (original) ve 'özden türeyen' (originary) arasındaki fark bize Batı'daki başat biçimlerine karşıt olarak mevcutlaşmanın (presenting) kendisi konusunda bir şeyler söyler; yani, bunun ilkesi olmadığını, anarşik olduğunu.... A m a Batı felsefesinin başlangıçtaki sorusu bu sorunun kristalleştiği odak noktalarını yıkm adan tersine çevrilmeye çalışıldığı sürece Heidegger'in neden şunu iddia edebildiği anlaşılm az kalacak­

tır; “Varlığın hakikatine ulaşmak için bir yol bulmak ancak ‘kuralları kurumsallaş­

tırmaktan' vazgeçersek mümkün olur1" {a.g.y., 149).

53

da kavranır hale gelecektir. Ontolojik uzamın bu şekilde genişletil­

mesi düzenlenmiş uzamda yeni özgürlüksüzlük noktaları tanımlar.8 Örneğin, cinsiyet ikiliği ilkesine göre tanımlanan bir hayat tarzın­

da, sahip olduğu beden bu hayat tarzının yapay olarak tanımlanmış

“erkek” ve “dişi” şemalarına uymayan bir insanın, cinselliğinin olumsal formasyonları da yine bu hayat tarzının “erkek” v e “dişi”

kavrayışlarına uymayan bir insanın bu ikilik tarafından nasıl tanım­

lanıp niteliksizleştirildiğine bir göz atalım; bu durumda “erdişi”nin varsayımsal haklan artacaktır. Burada yeni bir özgürlük iddiası vardır ve bu, çağdaş beden kuramlarında yerleşm iş son teleoloji parçasına meydan okuyan, başka alanlarda çeşitli olanaklar yaratan ve bu alanda ara durumlara da olanak tanıyan, davasını ortak ha­

yatta yürürlükte olan öteki standart ve kısıtlamalarla çatışarak sa­

vunan bir iddiadır.9