• Sonuç bulunamadı

Benim kimliğim seçtiğim , istediğim ya da nza gösterdiğim şeyler­

den çok ne olduğum, ve nasıl tanındığımdır. Seçm e, istem e ve rıza gösterme yoğun benlikten doğarlar. Bu yoğunluk olmadan, bu edimler olmaz; bu edimlerin benim olduğu ancak bu yoğunluk sa­

yesinde anlaşılır. Aynı şekilde, bizim kim liğim iz de olduğum uz şey ve yola çıktığım ız temeldir.

Bir kimlik toplumsal olarak kabul edilmiş bir dizi farklılıkla olan ilişkisi yoluyla oluşturulur. Bu farklılıklar onun varlığı için hayati önem taşır. Eğer onlar farklılık olarak birlikte varolmasaydı, kimlik de onlardan farkı sayesinde ve kendi sağlam lığı içinde va- rolmazdı. Bu vazgeçilm ez ilişki içinde, yerli yerine oturmuş kim­

likleri, sanki yapıları şeylerin doğru düzenini ifade ediyormuş gibi

düşünülen ve yaşanılan sabit formlar halinde dondurma yönündeki ikinci bir dizi eğilim yerleşmiştir ve bu eğilimlerin de araştırılma­

ları gerekir. Bu tür baskılar hüküm sürerken kimliğin (ya da kim­

likler alanının) varlığının sürdürülmesi bazı farklılıların ötekiliğe, kötülüğe ya da onun yerine geçebilecek birçok şeyden birine dö­

nüştürülmesini gerektirir. Kimlik varolmak için 'farklılığa gereksi­

nim duyar ve kendi kesinliğini güven altına almak için farklılığı ötekiliğe dönüştürür.

Bu nedenle kim lik farklılığı tanımlama yetisine bağımlı olan ve farklılık olarak tanımladığı kendiliklerin onlara uyarlanan tanımla­

ra karşı çıkma, direnme, onları alaşağı etme ya da tersyüz etme eğilimlerine karşı zayıf, kaypak ve güvenilm ez bir deneyimdir. Sa­

bitleştirmeye çalıştığı farklılıklarla karmaşık, siyasi bir ilişki için­

dedir. Özkimlikten farklı olanların tamamlayıcı kimlikler, çatışan kimlikler, negatif kimlikler ya da kimliksizlikler olarak görülmesi düzeyinde çeşitlemeler; farklılığın sesinin hastalığın, daha aşağı ya da daha kötü olmanın belirtisi olarak ya da kendisine kulak veril­

mesi gereken bir şey olarak duyulması düzeyindeki çeşitlemeler;

başka-kimliklere ne ölçüde kendi kendini seçm e ya da kendi kültü­

rel kaderini kendisi belirleme niteliği atfedildiği düzeyindeki çeşit­

lemeler; kişinin kendi kim lik iddiasının ya kendi gücü ya da karşıt iddiacıların gücü tarafından engellenm esi düzeyindeki çeşitlem eler ve benzerleri, bu karmaşıklığı sezdirir. Zevk düşkünü, yosm a, e ş­

cinsel, travesli, çocuklara cinsel tacizde bulunan sapık v e deli bu türlü derecelendirmelerin sadece birkaçını birey düzeyinde; yaban­

cı, terör örgütü, ‘kara kıta’ ve barbar da kültür düzeyinde göster­

mektedir.

Bu tür karmaşıklıklar bu ilişkilerdeki siyasi boyutları gösterir.

Farklılığın taşıyıcısı belki sizin takdirinize açık ya da hoşgörünüze değer biri, belki kimlik iddiasını yıkmaya çalıştığınız bir öteki, belki siz onun bazı eğilimlerini negatif kimliğinin bir parçası ola­

rak tanımlarken kendisi bunlan pozitif kim liğiyle bağdaştıran biri­

dir, belki kendisine ötekilerce dayatılan negatif kim liği ya da sizin bir kimlik olarak tanımayı reddettiğiniz sefil bir varoluş biçimini (Örneğin “deliliği”) içselleştiren biri, belki de isim sizliğin getirdiği özgürlüğü korumak için onu herhangi bir kamusal kimlik geliştir­

meye zorlayan baskıya direnen isim siz bir benlik v e benzerleri ola­

93

bilir. Bu sonsuz tanım, karşı-tanım ve karşı-tanımlann karşıtları oyununda iktidar önemli bir rol oynamaktadır.

Peki ya insan tek ve tutarlı bir dizi kimlikle sorunsuz bir biçim­

de yekvücut olsun diye tasarlanmamışsa, doğal ya da doğru kimlik iddiasının daima bir abartı olmasına karşın kimlik dürtüsü içerme­

yen bir hayat da olanaksızsa o zaman ne olur? Ya kimliğin doğru­

luğunu özgür bir konsensüs, aklın gerektirdikleri, doğanın zorunlu­

lukları ya da bir tanrının emirlerinde temellendirerek sabitleş­

tirmeye yönelik (dilin ataletinin, insani varoluş biçiminin ruhsal dengesizliklerinin ve enerjiyi kolektif eylem e girişmek için sefer­

ber etmeyi amaçlayan toplumsal baskıların üst belirlediği) güçlü dürtüler varsa o zaman ne olur?

Bu kombinasyon gerçekleşirse güçlü bir kimlik bir dizi farklılı­

ğı doğası itibarıyla kötü, akıldışı, anormal, deli, hasta, ilkel, cana­

var, tehlikeli ya da anarşik -yani öteki- olarak kurmaya çalışacaktır.

Bunu kendini doğası itibarıyla iyi, tutarlı, tam ve rasyonel olarak güvenceye almak ve eğer meşruluk kazanacak olursa kesinliğini ve insanları kolektif eylem e geçirme gücünü çözecek olan ötekinden kendini korumak için yapar. B öylece oluşturulan ötekiler grubu artık güçlü kimliğin doğruluğu için hem çok önemli hem de teh- ditkâr hale gelir. Tehdit yalnızca ötekinin doğru kim liği yenm ek ya da yaralamak amacıyla yapabileceği eylemlerden değil; onun öteki olarak varolma tarzının görünürlüğünden de kaynaklanır.

E ğer doğal ya da içsel bir kimlik yoksa, dışlayıcı bir kimliğin kendi oluşturduğu farklılıklarla ilişkisi her zaman bir iktidar boyu­

tu içerir. E ğer bir toplumun elverişli kıldığı kimliklerle insandaki bu olanakları aşan, onlara direnen veya onları yadsıyan şeyler ara­

sında her zaman için bir ayrılık varsa, o zaman doğru kim liğe sahip olunduğu iddiası oluşturduğu ötekinin gölgesi tarafından sürekli zor duruma düşürülür. Bu “eğeri’ler büyük ve üzerinde tartışılabilir laflardır; içerimleri bakımından büyük, duruş noktaları bakımından tartışmaya açıktırlar. Benim gibi- onların yörüngesinde düşünen herkes zaman zaman uygulanmalarındaki katılığı ve onlara bağış­

lanan statüyü gözden geçirmelidir. Daha uyumlu ve teleolojik kim­

lik/farklılık kavramları peşinde onları bir tarafa bırakan biri de aynı şeyi yapmalıdır.

Farklılık paradoksunun birçok boyutu ve formülasyonu vardır.

Bunlardan biri, doğru bir kimlik olm adığı takdirde herhangi bir kimliği doğruymuş gibi gösterme girişiminin iktidar gerektirmesi olgusudur, öte yandan gerçekleştirilebilir bir doğru kimlik varsa kimlikleri çoğulculaştırma ve siyasallaştırma girişimi en yüce iyi­

nin ele geçirilmesinin aleyhine işler. Eğer bu iddialardan hiçbirini kesin bir biçimde ortaya koyacak durumda değilsek kimlik ve fark­

lılık arasındaki çifte çatışma ve karşılıklı bağımlılık ilişkisi kuram­

sal bilgi sorununu pratiğin bir paradoksu haline getirir. Çünkü kendi doğruluğu içinde kimliği güven altına alan pratik, ötekiliğin bastırılmasını içerebilir. Yerleşik kimlikleri sorunsallaştıran pratik­

se hakiki bir kimliğin tanınmasını önceden engelleyebilir.

Burada bu konuyla doğrudan ilgilenm eyeceğim . Bu konuyla farklılık paradoksunu bu ontolojik “e ğ e r ’e bir yanıt tasarlayan bir felsefe içinde doğduğu biçim iyle ele alarak dolaylı bir biçimde il­

gileneceğim . Burada düşünce kendisi tarafından seçilen dilde örtük ya da açık, bilinçli ya da bilinçsiz olarak toplumsal bir ontoloji or­

taya koymadan ilerleyem eyeceği için bir kestirim (projection) su­

nulmaktadır. Bu perspektife kestirim gözüyle bakılmaktadır; çünkü kanılın bir parçası olarak perspektifin kendisine başvurmadan onun doğruluğunu kanıtlama ya da gösterme yolu bulamam. Ben bu kes- tirimi seçtiysem bunun nedeni... en azından kısmen teleolojik ku­

ramların tarihinin onların ciddi içsel güçlükler tarafından kuşatıldı­

ğını açığa vurması, kısmen çağdaş söylem de bu alternatifin göreli eksikliğinin şu sıralar söylem üzerinde hegem onya kuran çatışan kestirimlere sabit ve güvenli bir yer vermesi, kısmen de bu alterna­

tif perspektifin gündeme getirilmesinin akademik siyasi söylemin ontolojik boyutunu siyasallaştırmaya yardımcı olmasıdır. Hiçbir olumlayıcı kuram ontolojik varsayımlara başvurmadan ilerleyemez;

günümüzde birçok siyasi kuram karşıt kuramların varsayımlarına ara sıra dikkati çekerken kendi varsayımlarını gizlemektedir.1 1. Bu toplumsal ontolojiye karşılaştırmalı bir savunm anın yapılam ayacağı bir

‘'kestirim'' gözüyle bakıyorum. Belki de en iyi savunm a hem yaşanan ontolojiler hem de formel olarak geliştirilmiş olanlann eleştirel bir tarihi düzeyinde ortaya konur. Burada örnek olarak Hans Blumenberg'in, The Legitimacy o f the Modern

^ffe'ini (İng. çev. Robert M. W allace, Cambridge: M IT Press, 1983) verebiliriz.

Blumenberg teleolojik/aşkın felsefelerin, karşılaştıkları içsel sorunların ve bu tür bir felsefenin başa çıkm ak zorunda kalacağı engellerin yeni versiyonlarının izini sürer. Michel Foucaulfnun The O rder o f Things'i de (Londra: Tavistock, 1970),

95

Bu kestirim kimliği varlıktaki daha yüce bir uyum üzerine otur­

tan teleolojik kuramlara meydan okur ve akla, normal bireye ya da söylemin alışveriş içindeki yasalarına doğru bir kim liği oluşturma­

ya yeterli araçlar gözüyle bakan aşkın felsefeleri belirsiz hale geti­

rir. Kendisinin de bu ikinci türden varsayımlara başvurduğunu yad­

sımaz, daha çok bu varsayımlarda bulunurken bile onları sorun- sallaştırmaya çalışır.

Kimliğin farklılıkla olan ilişkisindeki paradoksal unsur, kişisel ya da kolektif kimliklerden vazgeçilem em esi; ama yine de bu kim­

likler üzerine doğruluk damgasını basma yönündeki çeşitli dürtüle­

rin, farklılıkları ötekiliğe, ötekiliği de doğru kimlik görüntüsünü güvenceye almak için yaratılan günah keçilerine çevirme işlevi görmeleridir. Farklılığa hakkını vermek doğru bir kimlik vaadini feda etmek demekken, doğru bir kimliğe sahip olmak da farklılığa haksızlık etmek demektir.

Örneğin, akıldan yoksun olma durumu ya da (daha çağdaş bir deyimle) ciddi bir anormallik olarak delilik rasyonel failin kim li­

ğiyle ve normal bireyle çifte ilişki içindedir: Bir dizi anormal dav­

ranış ve ikisinin de onun karşıtı olarak tanımlandığı “şiddetli tutku­

lar” ortaya koyarak normalliğin ve pratik aklın oluşturulmasına yardım eder, öte yandan da çoğaldıkları takdirde normalin dengesi­

ni bozacak özellikleri kendinde somutlaştırarak bunları tehdit eder.

Delilik ve sonuçları normallikle çifte ilişki içindedir: Hem onu oluşturur hem de tehdit ederler ve kurulan normallik, m esela, özel birtakım kurumsal sınırlar, olanaklar ve zorunluluklar içeren sağ­

lamlaştırılmış bir kimlik biçiminde yorumlanmaktan çok içsel ola­

rak doğru kimlikmiş gibi yorumlandığı takdirde, bu tehdit iyice ciddileşir.

Kimliğin farklılıkla çifte ilişkisi bu ilişkideki en güç siyasi m e­

selelerin söylem sel olarak gizlenm esini teşvik eder. Bu gizlem ele­

rin oluşturduğu sarmal özetle şöyle anlatılabilir: Öncelikle, kişinin teleolojik ve aşkın felsefelerin inandırıcılığına ilişkin bir kuşkusu

[Kelim eler ve Şeyler, çev. M.A. Kılıçbay, imge Y „ 1994] iyi bir örnektir. Bu, mo­

dern episteme'rlin sonluluk konusunda kendilerini temeilendirmekten aciz varsa­

yımlar öne sürdüğünü gösteren “İnsan ve ikizleri” konusundaki yazıda doruk noktasına ulaşır. Bu düzeyde benim kendi çabam şurada bulunabilir: Political

Theory and Modernity (Oxford: Blackwell, 1988).

varsa, özel bir grup kim liğe ayrıcalık bağışlanmadan toplumsal yaşam olanaksızken tarihsel olarak kurulmuş kimlik sistemlerinin çoğunun, yarattıkları ve olumsuzladıkları farklılıklardaki keyfi fet­

hetme unsurunu perdeledikleri kuşkusu da artar. Ancak, bu kuşku bir kere düşünceyi etkiledi mi, bu itirafın yarattığı yeni etik para­

doksları eritme yolunda tepkisel bir dürtü doğar. Çünkü eğer şiddet ile gerçekleştirim arasında ayrım yapmayı sağlayacak aşkın bir temel yoksa, kimliğin oluşturulmasının şiddet içerdiği izlenimi nasıl temellendiriliyor, diye sorulur. Bu yeni endişe bazı kimliklere aşkın bir ayrıcalık bağışlama arayışını tekrar alevlendirir. Kimlikle farklılığın ilişkisindeki şiddeti sergilemek ve ona tepki göstermek yönündeki ilk itki yerini artık olumlanan kim liği (iyi olanı) belir­

sizlikten uzak, kapsamlı ve kirden arınmış kimlik olarak gören bir etiği yine haklı çıkarma girişimine bırakır genellikle.

Burada düşünce ileri geri hareket eder. Düşünürler kendileri suçlanmamak için birbirlerini suçlarlar. Aşkın olanın reddedilişin- deki o çirkin an'ın tanınması, olumlanmasındaki çirkin an’ın örtül­

mesini teşvik eder. Olumlanmasındaki çirkin unsurun kabulü de redded ilişi ndeki çirkin an’ın örtülmesini sağlar.

Farklılığın paradoksunu aşkın bir çözüm içinde eritmeyi redde­

den düşünürlere karşı Anglo-Amerikan kuramcılarının bu yakınlar­

da gösterdiği tepkilerde bu tür bir eğilim ayrımsanabilir. Eleştir­

menlerin N ietzsche, Heidegger ve Foucault'nun kim likle farklılık arasındaki ilişkinin paradokslarını araştırmalarına karşı takındıkları tavır bu araştırmaları onların düşüncesindeki bir ahlâkdışı unsur, kendi kendiyle çelişm e ve tutarsızlığın ifadesi olarak görme şeklin­

dedir. Bir dizi etik kaygıyla (bir paradoksu gözler önüne serme ve içindeki şiddetle yüzleşm e kaygısıyla), bu mesajı iletenlerin kişi­

liklerine karşı ahlâki bir suçlama yöneltilerek yüzleşilir; onların Şiddet, özçelişki ve tutarsızlıktan arınmış etik bir bakış açısı formü­

le edemedikleri öne sürülür. Eleştirmenler, paradoks kodunu tutar­

sızlık suçlamasına dönüştürürler v e hasımlarını, kendi tanımladık- lan günahı işlem iş olmaya kolayca mahkûm ederler.

F7f,>" /K im lılc-F ıırl(lıh k 97