• Sonuç bulunamadı

Olumsallığın yola gelm ez karakterini ve insan ilişkilerindeki direnişleri vurgu

C. ÖZGÜRLÜK VE ZORUNLU OLUMSALLIK

8. Olumsallığın yola gelm ez karakterini ve insan ilişkilerindeki direnişleri vurgu

lamak için uyumsuz uyumluluklardan oluşan bir toplumsal ontoloji kabul ettiğim­

de, dünyanın kendisinin bizim hiçbir zam an bilemeyeceğimiz bir kaos olduğunu bildiğimi söylemiyorum. Öncelikle, bu toplumsal ontoloji çoğunlukla örtük kalan siyasi yorumdaki diğer kestirimlerle rekabet eden tartışılabilir bir kestirimdir. İkin­

cisi, çalışm a ve çabalarım ızdan ayrı olarak dünyanın kendisinden söz etm ez, in­

sanın iç ye dış dünyayı düzenlem esinden söz eder; özünde bağıntısal bir pers­

pektiftir. Üçüncüsü, bu dünyanın bir kaos olduğunu söylem ez, ancak benliğin ve dünyanın her türlü düzenlenişinin belli alımlanabilirlik ve düzenlenebilirlik dere­

celeriyle olduğu kadar direnişlerle de karşılaştığını söyler. Burada önemli olan ya dünyanın (kapitalist ya da sosyalist) bir çeşit egemenlik biçimine eğilimli ol­

duğunu ya da varlıkta onu dikkatle dinleyecek olanların duyabileceği içsel bir uyum olduğunu koyutlayan örtülü perspektiflerden birine düşmemektir. Modern öncesi bir kestirim olarak gördüğü İkincisinden kaçm aya çalışan modern düşün­

cenin büyük bölümü düşüncesizce ilkinin tuzağına düşer. Toplumsal bir ontoloji ortaya çıkarm adan geç m odern siyaset konusunda düşünmek, bence, kişinin düşüncesinin bilinçdışı bir biçimde çağım ızın iki ana akım ından biri tarafından yönlendirilmesi olasılığını arttırmaktır. Bu akımların her ikisinden birden kaçını- lam az, ancak bazı düşünürler bunların hegem onyasına karşı çıkm ak için strate­

jiler geliştirebilirler.

9. Michel Foucault, Herculin Barbin: Being the Recently Discovered Mem oirs of a Nineteenth-Century French Hermaphrodite, ing. çev. Richard McDougall, (New York: Pantheon, 1980) adlı kitabın basımıyla birlikte “hermafrodit" m esele­

sini özgürlük meselesinin içine sokar. Bu anıların yazarı Alex/Alexina'nın ortaya koyduğu m eseleleri Politics a n d Ambiguity adlı kitabımın 10. bölümü olan

“W here the W ord Breaks o ffta inceliyorum. D aha yakın bir geçm işte, Judith Butler G ender Trouble (N ew York: Routledge, 1990) adlı kitabında, Fouca- ult'nun Alex/Alexina ile ilgili yazdıklarını eleştirel bir bakışla derinlem esine ince­

lemiştir.

Bu şekilde düşünüldüğünde, özgürlük arayışı, her ne kadar bunu kusurlu bir biçim de ve dolaylı yoldan yapsa da yerleşmiş kimliklerin olumsal, ilişkisel karakterine dikkati çekerek farklılığa daha çok yer yaratmaya çabalar. Bunu yalnızca hoşgörü alanını g e­

nişleterek değil, sonraki bölümlerde de göreceğim iz gibi tartışmacı saygı siyasetini -ortak aidiyetin yollarından birinin çatışma oldu­

ğu, çatışmadaki demokratikleştirici unsurlardan birinin de rakip ta­

rafların varoluşun gizemlerine yanıt verme tarzlarına saygı duyma duygusunu yeşertme olduğu bir siyaseti- hayatın yeni köşe bucak­

larına taşıyarak da yapar. Bu, elbette, alternatif ideallerle rekabete girmeyi bekleyen ve gerçekliği yorumlarken, gelecekteki olasılık­

ları düşünürken ve bugünün tehlikelerini saptarken tartışmacı bir diyaloga girdiğimiz realistlerin, neo-realistlerin. cemaatçilerin ve bireycilerin karşı idealizmlerinin değerlendirilmesini sağlayan bir idealizmdir.

En genel (ve idealist) fikir genel hınç siyasetine iki cepheden saldırarak boyun eğdirmektir. Bunların ilki, seçmenlerin büyük bir çoğunluğunu bütünün kültürel ve maddi hayatının dışında bırakan toplumsal adaletsizlikleri ortadan kaldırmak, İkincisi de kimlik, so­

rumluluk v e ötekilik konularında toplumsal dogmatizmi güçlendi­

ren varoluşsal hınç biçimlerini eleştirmektir. Bu iki “cephe” bu viz­

yonun içinde ne apayrı yerlerde ne de tam olarak uyumlu bir beraberlik içindedirler. Bir özgürlük siyaseti ikisinde birden etkili olmadıkça ikisinden birinde fazla ilerleme kaydedemez, bu neden­

le ikisi karşılıklı bağımlıdırlar. Her biri kolayca ötekinin hakkına tecavüz edilebilecek bir alan oluşturduğu için de birbirleriyle çatış­

ma halindedirler. Bundan sonraki bölümlerde en büyük dikkati ikinci cepheye sarf ederken ilkini de gözden kaçırmayacağım. Bu geçmişte yaptığım vurguyu şöyle ya da böyle tersine çevirmek demek.10

İkinci cepheyle uğraşmayı reddeden düşünce biçimi çoğunlukla kendi ideallerinin içerdiği adaletsizlikleri araştırmadaki isteksizli­

10. Michael Best ile birlikte yazdığım ,The Politicized Econom y (Lexington, Mass.: Heath, 1976; ikinci baskı, 1982) ve A ppearance a n d Reality in Politicdte (Cambridge: Cam bridge University Press, 1981) dile getirilen ideallerin önemli yanlarını desteklediğim halde artık bu kitapların burada ortaya konulan meseleyi göz ardı ettiklerini düşünüyorum.

55

ğinden tanınabilir. Zorunlu olmayan bir adaletsizlik bazılarına vu­

rulan, hak edilm em iş ve var olan düzende ortadan kaldırılabilecek bir darbedir. Sistem sel bir adaletsizlik hak edilm em iş ve var olan düzende ortadan kaldırılamayacak bir darbedir. Zorunlu bir adalet­

sizlik ise hak edilm em iş ve başka bir adaletsizlik yapılmadan tama­

mıyla ortadan kaldırılamayacak bir darbedir. Kendi ideallerindeki sistemsel ve zorunlu adaletsizliklerle hesaplaşmayan kuram ve hayat görüşleri buradaki görüşe göre onlara can veren varoluşsal hınç kaynağını gizlemişlerdir. Elbette, bunun nasıl ve ne zaman ol­

duğu, meselenin ortaya konduğu daha genel perspektif gibi daima tartışmaya açıktır.11 Fakat yine de bu görüş insanın kuramlarını üretirken en coşkulandığı anlarda kendisine sorması gereken bir soruyu gündeme getirir: Kendi idealimde ne gibi bir adaletsizlik saklıyorum ki adaletsizliğin olmayacağı bir dünya düşü kurabiliyo­

rum?

Düşünce açıkça formüle edilm emiş gizli hınç biçimlerine kulak verdiğinde, insani formasyonlar ile bunlardan sapanlar arasındaki farklara daha duyarlı bir hale gelebilir. Benlik, normallik ve öteki- lik formlarındaki tarihsel çeşitlemeleri de tarihsel olarak hegemo- nik olan her formasyondaki zorlama ve olumsallık unsurunun işa­

retleri olarak görür, böylece geç modem hayatta özgürlük ve özgürlüksüzlük m eselelerinin ortaya konabileceği alanları çoğaltır:

Geç modernlik döneminin kendisi (kolektif olarak örgütlenmiş bir 11. Bu bölüm ilk olarak 1985'te yazıldı ve Princeton Üniversitesi'nin Siyaset Bili­

mi Böjümü'nde, 1986 baharında, dinleyicilere sunuldu. O zam anlar Richard Rorty’ıiin olumsallık düşüncesi hakkında bir dizi m akale yazıyor olduğunu öğ­

rendim. Bu m akaleler sonradan Contingency, Irony an d Solidarity (Cambridge:

Cambridge University Press, 1989) [Olumsallık, İroni ve Dayanışm a, çev. M.

Küçük-A. Türker, Ayrıntı V ., 1995] adlı kitabında bir araya getirildi. Kısa bir ya­

zışm adan sonra, ikimiz de olumsallığın dilini konuştuğumuz halde farklı siyasi görüşler içinde olduğumuzu fark ettik. Benim açım dan, Rorty doğada telosun yi- tirilişini onun esnekliğine dair örtük bir varsayım la telafi ederek, burada kısaca anıştırılan “egemenlik" perspektifine düşmektedir. Kişisel özel alanda ironi ve yaratıcılığı, kamu alanında da liberalizmin ironik olmayan bir versiyonunu öve­

rek bireyci/kolektivist bölünmeyi sürdürmektedir. Olumsallığa duyulan hınç m e­

selesinin son çalışm asında çok az yer aldığı ve olumsallığın küreselleşmesiyle dünya egemenliği projesinin m odem siyasette oynadığı rol arasındaki olası iliş­

kilerin hiç araştırılm am ış olması gözümden kaçm adı. Rorty’nin savunduğu konum hakkındaki, aram ızdaki farklılıklardan bazılarını ortaya koyan kısa bir eleştiri için şu yazım a bkz.: “Review Symposium on Richard Rorty”, History of the Hum an Sciences (Şubat 1990), 101-102.

faili olmayan karşılıklı bağımlılıklar sistem i), devlet (kolektif ey­

lemlilik ve toplumsal disiplinin merkezi olarak), normalleştirilmiş benlik (bireysel eylem lilik ve özdisiplinin merkezi olarak), bu nor­

mallik standardı tarafından üretilen dışsal öteki ile normalleştirme­

ye karşı direnen benlikteki öteki (içsel öteki). Bunların her biri po­

tansiyel bir özgürlük ve kısıtlama alanı haline gelir.

Bu alanların ve taleplerinin her birini diğerleriyle aynı hizaya getirmek imkânsızdır. Yani özgürlük düşüncesi en temelinde her özgürlük alanının ötekine fırsat tanıdığı v e onu sınırladığı, onu ta­

mamladığı ve ona karşı çıktığı siyasi bir düşüncedir. Siyasi bir öz­

gürlük kuramı arlık her iddianın diğerlerine bağlandığı, birçok ka­

tılımcının dünyanın bu karşılıklı bağımlı ve çatışan unsurlar arasında kusursuz bir düzen kurulmasına elverişli olm adığım peşi­

nen anladıkları bir ortamda önceliklerin mücadele ettiği bir kuram haline gelmiştir. B öyle bir düşünme biçimi özgürlük düşüncesinin siyaset düşüncesiyle sıkı sıkıya bağlantılı olduğu bir kuramı öne çı­

karmaktadır.

Kısmen ortadaki iki alan şim diye kadar söylem üzerinde hâkimiyet kurmuş olduğu, kısmen de çağdaş siyaseti güç duruma sokan genel hıncın büyük bölümü zıt kutuplarda yer alan bu iki alanın ürünü olduğu için bana kalırsa, günümüzde, ilk ve son iki alana özel bir dikkat sarf edilmelidir. Özgürlüğün objektifini dünya-sistemsel etkilerin kolektif kontrolün dışına çıktığı ve farklı­

lığın normalleştirmeye direndiği yerlere odaklamak, kendini ger­

çekleştirme veya devlet rasyonelliği adına bireyleri geliştirme, dü­

zeltme, onlara yardım etme, onları kontrol etm e, kusursuz hale getirme, onlara karşı belli bir tavır takınma, onları sınama ya da onlara engel olma isteklerinin sarmalına yeni bir vizyonla bakmak demektir. Ayrıca geç modernliğin küresel olum sallık deneyimi ile olumsallığı hayatı yoğun biçimde örgütleyerek kontrol altına alma dürtüsü arasındaki sapkın ilişkiyi yeniden gözden geçirmek de­

mektir.

57