KUR’ÂN-I KERİM’DEKİ SORU VE CEVAPLARIN MAKSATLARI VE METODU
2. KUR’ÂN-I KERİM’DEKİ SORU VE CEVAP METODU
2.4. Soru ve Cevap Uygunluğu
َﻲِﺳاَوَر ﺎَﻬﻴِﻓ ﺎَﻨْﻴَﻘْﻟَأَو ﺎَهﺎَﻧْدَﺪَﻣ َضْرَﻷاَو ﺎَﻨْﺘَﺒْﻧَأَو
ٍﺞﻴِﻬَﺏ ٍجْوَز ﱢﻞُآ ْﻦِﻣ ﺎَﻬﻴِﻓ “Onlar, üstlerindeki göğü nasıl yapmışız, süslemişizdir bir
bakmazlar mı? Onda hiçbir çatlak da yoktur. Arzı (yeryüzünü nasıl) yaydık, ona sağlam dağlar attık, onda gönül açan her çiftten bitirdik?!” (Kâf, 50/6-7) ayetleri ve ِﻖْﻠَﺨْﻟﺎِﺏﺎَﻨﻴِﻴَﻌَﻓَأ ﺪﻳِﺪَﺝ ٍﻖْﻠَﺧ ْﻦِﻣ ٍﺲْﺒَﻟ ﻲِﻓ ْﻢُه ْﻞَﺏ ِلﱠوَﻷا “Biz ilk yaratışta yorulduk mu(ki dinlenmeye çekilelim veya artık hiçbirşeyi yeniden yaratmayalım) ? Hayır; onlar yeniden yaratılmaktan şüphe etmektedirler.” (Kâf, 50/15) ayetindeki istifhâmlarla karşılık vermiştir660.
2.4. Soru ve Cevap Uygunluğu
Soru sorulduğunda, cevabın soruya uygun olarak verilmesi gerekir661. Cevabın soruya uygunluğu, sorunun cevapta kullanıldığı fiille cevap verilmesi; soru fiille sorulmuş ise cevabın fiile verilmesi gibi özellikler aranır.
Kur’ân-ı Kerim’de bunun örneklerini görelim:
Cevabın, soruya uygun olabilmesi için, sorunun cevapta aynen tekrar edilmesi gerekir.
اﻮُﻟﺎَﻗ َﻚﱠﻨِﺉَأ َﺖْﻧَﻷ
ﻲِﺧَأ اَﺬهَو ُﻒُﺳﻮُﻳ ﺎَﻧَأ َلﺎَﻗ ُﻒُﺳﻮُﻳ “Yoksa sen, sen Yusuf musun? dediler. “ Ben Yusuf’um, bu da kardeşimdir. dedi.” (Yusuf, 12/90) ayetindeki soruda bulunan “ﺖﻧا” (sen) zamirinin cevabı olarak “ﺎﻧا” (ben) cevabı buna uygun düşmektedir.
َلﺎَﻗ ْﻢُﺗْرَﺮْﻗَأَأ َلﺎَﻗ ﺎَﻧْرَﺮْﻗَأ اﻮُﻟﺎَﻗ يِﺮْﺻِإ ْﻢُﻜِﻟَذ ﻰَﻠَﻋ ْﻢُﺗْﺬَﺧَأَو اوُﺪَﻬْﺷﺎَﻓ
َﻦﻳِﺪِهﺎﱠﺸﻟا ْﻦِﻣ ْﻢُﻜَﻌَﻣ ﺎَﻧَأَو “Bunu kabul ettiniz
mi? ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı? demişti” (Âl-i İmrân, 3/81) ayeti kerimesi de “ﻢﺗرﺮﻗا ” (kabul ettiniz mi?) ve “ﺎﻧرﺮﻗا” (kabul ettik) fiilleri de yine bu ا konuya misal olmaktadır662.
اﻮُﻟﺎَﻗ اﻮُﻠَﺒْﻗَأَو ْﻢِﻬْﻴَﻠَﻋ
َنوُﺪِﻘْﻔَﺗ اَذﺎَﻣ “Geri dönerek, "Ne kaybettiniz?" dediler.” (Yûsuf, 12/71)
ayetindeki “نوﺪﻘﻔﺗ” (kaybettiniz) ve ٌﻢﻴِﻋَز ِﻪِﺏ ﺎَﻧَأَو ٍﺮﻴِﻌَﺏ ُﻞْﻤِﺣ ِﻪِﺏ َءﺎَﺝ ْﻦَﻤِﻟَو ِﻚِﻠَﻤْﻟا َعاَﻮُﺻ ُﺪِﻘْﻔَﻧ اﻮُﻟﺎَﻗ “Hükümdarın su kabını kaybettik, onu getirene bir deve yükü mükâfat verilecek, buna
660 Diğer bir örnek için bkz. Kâf, 50/30.
661 Zerkeşî, IV, 42; Suyûtî, İtkân, I, 626.
ben kefil oluyorum" dediler.” (Yûsuf, 12/72) ayetindeki “ﺪﻘﻔﻧ ” (kaybettik) da, sorunun
cevapta aynen tekrar edilerek uygunluk gösterdiği durumun örneklerinden bazılarıdır663. Cevabın isim cümlesi veya fiil cümlesi olması açısından soruya uygunluğu ise, cevapta aranılan bir başka özelliktir. Soru şayet isim cümlesi ise, cevap isim cümlesi; soru fiil cümlesi ise, cevapta fiil cümlesi olarak gelmelidir. Yukarıda verilen ayetlerde bu özellikler de açıkça görülmektedir. Fakat, soru ve cevap arasında görülen bu uygunluk bazen açıkça görülmez. Bu uygunluğun ayette hazfedilimiş olması muhtemel kelimeler dikkate alındıktan sonra değerlendirilmeye tabi tutulması daha uygun olur. Zerkeşî (Ö. 794/1392) ve Suyûtî (Ö. 911/1505)’nin, soru ve cevap arasındaki uygunluğa bu yorumu katmadan yaptığı değerlendirmeler yanında, İbnü’l-Enbârî (Ö. 577/1181)’nin, hazfi söz konusu olan kelimelerle takdîrî mânâya işareti şu örneklerde görülmektedir:
Zerkeşî (Ö. 794/1392) ve Suyûtî (Ö. 911/1505), اًﺮْﻴَﺧ اﻮُﻟﺎَﻗ ْﻢُﻜﱡﺏَر َلَﺰْﻧ َأ اَذﺎَﻣ اْﻮَﻘﱠﺗا َﻦﻳِﺬﱠﻠِﻟ َﻞﻴِﻗَو “Sakınan kimselere: "Rabb’iniz ne indirdi?" denince, "İyilik" derler.” (Nahl, 16/30)
ayetinde, fiil cümlesiyle gelen soruya fiil cümlesiyle cevap verildiğini söylemişlerdir664. İbnü’l-Enbârî (Ö. 577/1181) ise, ayette, şekli uygunluk görülmemesine rağmen; “ لﺰﻧا اﺮﻴﺧ” (iyilik indirdi) takdiri ile ayetteki uygunluğu ortaya koymaktadır665.
Yine, İbnü’l-Enbârî (Ö. 577/1181), ﻦﻴِﻟﱠوَﻷا ُﺮﻴِﻃﺎَﺳَأ اﻮُﻟﺎَﻗ ْﻢُﻜﱡﺏَر َلَﺰﻧَأ اَذﺎَﻣ ْﻢُﻬَﻟ َﻞﻴِﻗ اَذِإَو “Onlara: "Rabb’iniz ne indirdi?" diye sorulsa: "Geçmiş milletlerin masallarını" derler.” (Nahl, 16/30) ayetinde de uygunluk görülmüyorsa da, “ﻦﻴﻟوﻻا ﺮﻴﻃﺎﺳاﻮه” (O geçmiş milletlerin
masallarıdır) şeklinde bir mahzuf mübteda takdiri ile ayetteki uygunluk anlaşılmış olur.
Öteki ayete ise, “اذ ﺎﻣ” (ne?) kelimesi “ ﻢﻜﺏر لﺰﻧا ﺊﺷ ىا” (Rabbiniz ne indirdi?) mânâsındadır. Durum böyle olunca, sual mansub olduğu için cevabı da bu açıklama ile daha iyi anlaşılacağı üzere mansub olmuştur666.
Çok az da olsa bu uygunluğu bulunmadığı da görülür :
ِ َكَﺄَﺒْﻧَأ ْﻦَﻣ ْﺖَﻟﺎَﻗ اَﺬَه
ُﺮﻴِﺒَﺨْﻟا ُﻢﻴِﻠَﻌْﻟا ﻲِﻧَﺄﱠﺒَﻧ َلﺎَﻗ “O, bunu peygamberin diğer bir eşine haber verince, Allah da peygambere durumu bildirmiş.” (Tahrim, 56/3) ayetinde, soru isim cümlesi, cevap ise fiil cümlesiyle gelmiştir.
663 Firûzâbâdî, I, 115; Akk, s. 319.
664 Zerkeşî, IV, 47; Suyûtî, İtkân, I, 629-630.
2.4.1. Cevabın Soruya Uygun Geldiği Yerler
Kur’ân-ı Kerim, makul olan her soruya cevap vermiştir. Bu cevaplar, çoğunlukla gerek muhteva, gerek lafız olarak soruya uygunluk arzetmektedir. Bazen, cevap daha faydalı bir hale büründürülmek için, sorunun yapısına uygunluk göstermeyebilir. Cevabın soruya uygunluk gösterdiği durumlarda, cevap bazen sorudan uzun, bazen de kısa olabilir. Bu durumu görelim:
2.4.1.1. Cevabın Sorudan Uzun Oluşu
Sorunun muhtevası gereği cevap bazen sorudan daha kapsamlı olabileceği gibi yerine göre bazen daha kısa da olabilir667. Sorudan daha kapsamlı olarak gelen cevaplar şu ayet-i kerimelerde açıkça görülmektedir:
ْﻞُﻗ
ِﺮْﺤَﺒْﻟاَو ﱢﺮَﺒْﻟا ِتﺎَﻤُﻠُﻇ ْﻦِﻣ ْﻢُﻜﻴﱢﺠَﻨُﻳ ْﻦَﻣ “Sizi kara ve denizin karanlıklarından kim kurtarır?” (En’âm, 6/63) ayetine, ٍبْﺮَآ ﱢﻞُآ ْﻦِﻣَو ﺎَﻬْﻨِﻣ ْﻢُﻜﻴﱢﺠَﻨُﻳ ُﻪﱠﻠﻟا ْﻞُﻗ “De ki: Ondan ve bütün sıkıntılardan
sizi Allah kurtarıyor.” (En’âm, 6/64) şeklindeki cevapta ziyadelik görülmektedir.
ﺎَﻣَو
ﻰَﺳﻮُﻣﺎَﻳ َﻚِﻨﻴِﻤَﻴِﺏ َﻚْﻠِﺗ “Sağ elindeki nedir ey Musa?” (Tâhâ,
20/17) ayetine, ُﺄﱠآَﻮَﺗَأ َيﺎَﺼَﻋ َﻲِهَلﺎَﻗ ﺎَﻬﻴِﻓ َﻲِﻟَو ﻲِﻤَﻨَﻏ ﻰَﻠَﻋ ﺎَﻬِﺏ ﱡﺶُهَأَو ﺎَﻬْﻴَﻠَﻋ
ُبِرﺂَﻣ
ىَﺮْﺧُأ “O asâmdır. Ona dayanıyorum ve onunla
davarıma yaprak silkeliyorum ve onda benim daha bir çok ihtiyaçlarım var.” (Tâhâ, 20/18) ayette, Allah Teâla’nın, kendisine hitabından zevk alan Hz. Musa (a.s.), soruya karşı cevabı uzatmıştır.
Hz. İbrâhim (a.s.)’in babasına ve kavmine: َنوُﺪُﺒْﻌَﺗ “Neye tapıyorsunuz?” (Şuarâ, 26/70)ﺎَﻣ
ayetindeki sorusuna, kavminin: َﻦﻴِﻔِآﺎَﻋ ﺎَﻬَﻟ ﱡﻞَﻈَﻨَﻓ ﺎًﻣﺎَﻨْﺻَأ ُﺪُﺒْﻌَﻧ “Putlara tapıyoruz, onlara
kulluk ediyoruz dediler” (Şuarâ, 26/71) şeklinde cevabı uzatarak vermesi putlara tapmaktan gurur duyduklarını ve bu tapınmaya devam edeceklerini bildirmek içindir. Bu şekilde uzun cevap vermek, soruyu soranın öfkesini de arttırmış olmaktadır.
2.4.1.2. Cevabın Sorudan Kısa Oluşu
Kur’ân-ı Kerim, beliren şüpheleri gereken kesin cevaplarla ortadan kaldırarak, muarızlarının gerçeği bulmasına yardımcı olmaktadır. Bunu da tartışmalarda
666 İbnü’l-Enbârî, II, 77.
muhataplarına çok kısa cevaplar vermek sûretiyle uygulamıştır. Tartışmanın uzaması amacı hedefinden saptırıp, muarızın tepkisini çoğaltacağından, çok kısa, kısa olduğu kadar da mantıklı cevaplar vermeyi daha faydalı bulmuştur. Bu durumu görelim:
اَذِإَو ﻰَﻠْﺘُﺗ ﱠﻟا َلﺎَﻗ ٍتﺎَﻨﱢﻴَﺏ ﺎَﻨُﺗﺎَﻳﺁ ْﻢِﻬْﻴَﻠَﻋ َنﻮُﺝْﺮَﻳ ﻻ َﻦﻳِﺬ ﺎَﻧَءﺎَﻘِﻟ ُﻪْﻟﱢﺪَﺏ ْوَأ اَﺬَه ِﺮْﻴَﻏ ٍنﺁْﺮُﻘِﺏ ِﺖْﺉا “Ayetlerimiz
kendilerine açık açık okununca, bizimle karşılaşmayı ummayanlar, "Bundan başka bir Kur'ân getir veya bunu değiştir" dediler.” (Yûnus, 10/15) ayetindeki soruya: ﻲِﻟ ُنﻮُﻜَﻳ ﺎ َﻣ ْﻞُﻗ ﻲِﺴْﻔَﻧ ِءﺎَﻘْﻠِﺗ ْﻦِﻣ ُﻪَﻟﱢﺪَﺏُأ ْنَأ “De ki: Onu kendi tarafından değiştirmek, benim için imkansızdır.” (Yûnus, 10/15) ayetiyle cevap verilmesi de cevabın sorudan daha kısa olduğunun misalini teşkil eder668.
2.4.2. Cevabın Soruya Uygun Gelmediği Yerler
Kur’ân-ı Kerim, bazen muhatabın beklentisi yönünde cevap vermez, cevabı başka bir mecraya taşır. Bu, sözü, sorulandan daha faydalı bir yöne yönlendirmek için veya soru soranın kasıtlı soru sorması durumunda görülür:
2.4.2.1. Bilgece Cevap
Sözü, kasdettiği mânânın dışına hamlederek, soru soran kimseye, beklentisinin dışında bir şekilde cevap vermek bilgelik/hikmet ister. Böylelikle, soruyu, bu şekilde sorması veya bu mânâyı kasdederek sormasının daha uygun olacağı muhataba hissetirilmiş olur669. İhtiyar bir adama yaşının kaç olduğu sorulduğunda, soran kişiye yumuşak bir üslup ile sıhhat ve kuvvetinin yerinde olduğunu haber vererek, sıhhatin yaşdan daha önemli olduğunu hissettirmesi bilgece cevap örneği olarak değerlendirilebilir670.
Bazen, soru şöyle sorulmalıydı uyarısı yapılmak istenircesine, sorulan soruya istenen cevap verilmez. Buna üslûbu’l-Hakîm denmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de de bu üslûbu görmekteyiz:
َﻚَﻧﻮُﻟَﺄْﺴَﻳ ْﻦَﻋ
ﱢﺞَﺤْﻟاَو ِسﺎﱠﻨﻠِﻟ ُﺖﻴِﻗاَﻮَﻣ َﻲِه ْﻞُﻗ ِﺔﱠﻠِهَﻷا “Sana hilallerden soruyorlar. De ki: Onlar
insanlar ve hac için vakit ölçüleridir.” (Bakara, 2/189) ayetinde, cevap, soruyu soranın beklentisi doğrultusunda verilmemiştir. Çünkü, ayette, ayın niçin önce iplik gibi ince
668 Zerkeşî, IV, 45-46; Suyûtî, İtkân, I, 628.
669 Cârim, I, 296.
ince büyüyerek dolunay halini aldığı, daha sonra aynı şekilde küçülerek eski haline döndüğü sorulmaktadır. Verilen cevap ise, soruyu yanıtlamaktan çok, esas sormaları gereken şeyi kendilerine işaret etmekte ve sormadıkları o şeyin daha önemli olduğunu hissettirmektedir671. Böylelikle sorunun mecrası değiştirilerek, cevap, insanlara fayda sağlayacak bir tarzda verilmiş olmaktadır672.
َﻚَﻧﻮُﻟَﺄْﺴَﻳ اَذﺎَﻣ
ِﻦْﻳَﺪِﻟاَﻮْﻠِﻠَﻓ ٍﺮْﻴَﺧ ْﻦِﻣ ْﻢُﺘْﻘَﻔﻧَأ ﺎَﻣ ْﻞُﻘَﻧﻮُﻘِﻔﻨُﻳ َﻦﻴِﺏَﺮْﻗَﻷاَو
ِﻞﻴِﺒﱠﺴﻟا ِﻦْﺏاَو ِﻦﻴِآﺎَﺴَﻤْﻟاَو ﻰَﻣﺎَﺘَﻴْﻟاَو “Sana
(Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Verdiğiniz hayır (mal), ana-baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir.” (Bakara, 2/215) ayetinde ne infak edeceğini soranlara, ne infak etmeleri gerektiği değil, nereye infak etmeleri gerektiği hatırlatılacak bir cevap verilmiştir673. Cevabın bu şekilde verilmesi, sadakanın yerini bulmasının, verilmesinden çok daha önemli olduğuna dikkat çekmektedir674.
2.4.2.2. Kasıtlı Soruya Cevap
Kur’ân-ı Kerim, sorulan her soruya karşılık vermiştir. Kasıtlı yöneltilmiş soruyu bile karşılıksız bırakmamıştır. Kasıtlı soruyu, muhatabının beklentisinin dışında cevaplandırarak, sanki bu kastın hissedildiğini kendisine bildirmek istemiştir. Nitekim, Hz. Peygamber (s.a.s.)’i üzmek, zor durumda bırakmak için ruh ve Zülkarneyn hakkında soru soranlar, hiç ummadıkları bir cevapla karşılaşarak hayal kırıklığına uğramışlardır675. Böylelikle, bu tarz tuzak sorulara verilen mücmel cevaplar, kasıtlı soru yöneltenlerin hilelerine karşılık olmuştur676.
671 Zerkeşî, IV, 42-43; Suyûtî, İtkân, I, 626-627; Cârim, I, 295-296; Salih, Subhî, Mebâhis fî Ulûmi’l-Kur’ân, 17. Baskı, Beyrut, 1988, s. 153.
672 Şâtıbî, IV, 218,
673 Zerkeşî, IV, 43; Cârim, I, 297.
674 Cârim, II, 158.
675 Bkz. Bu çalışma, s. 224-226.
676 Zerkeşî, IV, 44; Suyûtî, İtkân, I, 628-629. Kasıtlı sorulara verilmiş cevaplar için ayrıca bkz. Bu çalışma, s. 204-231.
İKİNCİ BÖLÜM
KUR’ÂN’DA BULUNAN DEĞİŞİ K KONULARDAKİ SORULAR VE