• Sonuç bulunamadı

Edatlar ile Başlayan Cevaplar

KUR’ÂN-I KERİM’DEKİ SORU VE CEVAPLARIN MAKSATLARI VE METODU

2. KUR’ÂN-I KERİM’DEKİ SORU VE CEVAP METODU

2.2. Kur’ân-ı Kerim’deki Cevap Şekilleri

2.2.1. Edatlar ile Başlayan Cevaplar

Kur’ân-ı Kerim’deki cevaplar, sorunun ve soruyu yöneltenin durumu dikkate alınarak verildiği için çok çeşitlidir. Bu çeşitlilik, Kur’ân ifadesinin zengin anlatımını da ortaya koymaktadır. Şimdi cevap çeşitlerini görelim:

2.2.1. Edatlar ile Başlayan Cevaplar

Kur’ân-ı Kerim’deki sorulara verilen cevaplarda, ya cevap edatları kullanılarak veya istifhâm cümlesi cevapta aynen tekrar edilerek cevaba başlanır:

621 Ebû Şâme, I, 361; İbn Cezerî, I, 378

Arap dilinde, cevap edatları, “neam: ﻢﻌﻧ”, “belâ: ﻲﻠﺏ”, “î: يا,” “ecel: ﻞﺝ ”, “ceyr: ﺮﻴﺝ”, أ

“en:ن ”أ 623, “lâ: ﻻ ”, “kellâ: ﻼآ ”’dır624. Bu edatlardan, neam, belâ , î, ve kellâ’nın

Kur’ân-ı Kerim’de kullanıldığını görmekteyiz. Cevap edatları dışında Arapçada idrab için kullanılan “bel: ﻞﺏ”’in de Kur’ân-ı Kerim’de, soruların cevabı olarak kullanımı bulunmaktadır. Bu edatları ayrı ayrı ele alalım:

2.2.1.1. “Î: إي ”

Î, evet mânâsında kullanılan bir cevap edatıdır625. Söylenen sözü doğrulamak (ﺮﺒﺨﻤﻟا ﻖﻳﺪﺼﺗ), öğrenmek isteyene bildirmek (ﺮﺒﺨﺘﺴﻤﻟا مﻼﻋإ), istekte bulunana vaad

mânâsı taşır626. “î vallahi: ﷲاو ” şeklinde, yeminle birlikte kullanılırي إ 627.

Bu edat, Kur’ân-ı Kerim’de sadece َﻦﻳِﺰِﺠْﻌُﻤِﺏ ْﻢُﺘْﻧَأ ﺎَﻣَو ﱞﻖَﺤَﻟ ُﻪﱠﻧِإ ﻲﱢﺏَرَو يِإ ْﻞُﻗ َﻮُه ﱞﻖَﺣَأ َﻚَﻧﻮُﺌِﺒْﻨَﺘْﺴَﻳَو “O gerçek midir?" diye senden sorarlar. De ki: "Evet, Rabbim hakkı için o gerçektir, siz

Allah'ı aciz kılamazsınız.” (Yûnus, 10/53) ayetinde, müşrikler, alay (istihzâ) etmek için628

kendilerine vadedilen azabı ve yeniden dirilmenin haberini sormaktadırlar629. Bu ayetteki cevap edatı, söylenen sözü doğrulamak için değil; öğrenmek isteyene bildirmek mânâsında kullanılmıştır.

2.2.1.2. “Bel: ﻞﺏ”

Bel, hayır, yok, daha doğrusu veya fakat tabirlerinden biri ile ifade edilebilen bir

edattır630.

Arap dilindeki cevap edatları arasında yer almadığı halde, Kur’ân-ı Kerim’de, kendisiyle cevaplara başlanılan bir edat olarak karşmıza çıkmaktadır.

Bel, Kur’ân-ı Kerim’de, çoğunlukla istifhâm-ı inkârîye cevap olur: ْﻞُﻗ ْنِإ ْﻢُﻜَﺘْﻳَأَرَأ ْﻢُآﺎَﺗَأ َأ ْوَأ ِﻪﱠﻠﻟا ُباَﺬَﻋ َنﻮُﻋْﺪَﺗ ِﻪﱠﻠﻟا َﺮْﻴَﻏَأ ُﺔَﻋﺎﱠﺴﻟا ْﻢُﻜْﺘَﺗ ْنِإ

َﻦﻴِﻗِدﺎَﺻ ْﻢُﺘﻨُآ “De ki, "Üzerinize

Allah'ın azâbı gelse veya kıyamet saati size gelse, Allah'tan başkasına mı yalvarırsınız?

623 Havârizmî, Kâsım b. Hüseyin (Ö. 617/1220), Şerhu’l-Mufassal fî San’ati’l-İ’râb (et-Tahmîr), Thk. Dr. Abdurrahman b. Süleyman el-Useymîn, 1. Baskı, Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî, Beyrut, 1990, IV, 99.

624 Aydın, Süleyman, Hurûfü’l-Meânî ve Dilâlâtühâ fi’l-Kur’âni’l-Kerîm (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Kahire, 1993, s. 120.

625 İbnü’l-Enbârî, I, 415; Zerkeşî, IV, 251; Ebu’s-Suûd, IV, 154; Ebu’l-Bekâ, s. 160; Mütercim Âsım, IV, 870.

626 Suyûtî, İtkân, I, 500.

627 İbnü’l-Enbârî, I, 415; Havârizmî, IV, 102; Ebu’l-Bekâ, s. 160; Mütercim Âsım, IV, 870.

628 Zemahşerî, II, 241; Bikâî, IX, 139; Ebu’s-Suûd, IV, 154.

Doğru iseniz bana bildirin.” (En’âm, 6/40) ayetine, َءﺎَﺷ ْنِإ ِﻪْﻴَﻟِإ َنﻮُﻋْﺪَﺗ ﺎَﻣ ُﻒِﺸْﻜَﻴَﻓ َنﻮُﻋْﺪَﺗ ُﻩﺎﱠﻳِإ ْﻞَﺏ َنﻮُآِﺮْﺸُﺗ ﺎَﻣ َنْﻮَﺴﻨَﺗَو “Hayır; sadece O'na yalvarırsınız; dilerse yalvardığınız şeyi giderir, siz de O'na koştuğunuz ortakları unutursunuz.” (En’âm, 6/41) ,

ﻲِﻓَأ ْمَأ ٌضَﺮَﻣ ْﻢِﻬِﺏﻮُﻠُﻗ اﻮُﺏﺎَﺗْرا َﻳ ْمَأ ْﻞَﺏ ُﻪُﻟﻮُﺳَرَو ْﻢِﻬْﻴَﻠَﻋ ُﻪﱠﻠﻟا َﻒﻴِﺤَﻳ ْنَأ َنﻮُﻓﺎَﺨ َﻚِﺌَﻟْوُأ َنﻮُﻤِﻟﺎﱠﻈﻟا ْﻢُه “Kalplerinde

hastalık mı var, yoksa şüphelenmişler midir, yahut Allah'ın ve peygamberinin onlara haksızlık yapacağından mı korkmaktadırlar? Hayır; onlar sadece zalimdirler.” (Nûr, 24/50), ُلﻮُﻘَﻴَﺳ َنﻮُﻔﱠﻠَﺨُﻤْﻟا َﻚَﻟ ْﻦِﻣ ﺎَﻨَﻟ ْﺮِﻔْﻐَﺘْﺳﺎَﻓ ﺎَﻧﻮُﻠْهَأَو ﺎَﻨُﻟاَﻮْﻣَأ ﺎَﻨْﺘَﻠَﻐَﺷ ِباَﺮْﻋَﻷا َنﻮُﻟﻮُﻘَﻳ ْﻦَﻤَﻓ ْﻞُﻗ ْﻢِﻬِﺏﻮُﻠُﻗ ﻲِﻓ َﺲْﻴَﻟ ﺎَﻣ ْﻢِﻬِﺘَﻨِﺴْﻟَﺄِﺏ ُﻚِﻠْﻤَﻳ ْﻢُﻜَﻟ اًّﺮَﺿ ْﻢُﻜِﺏ َداَرَأ ْنِإ ﺎًﺌْﻴَﺷ ِﻪﱠﻠﻟا ْﻦِﻣ ْﻢُﻜِﺏ َداَرَأ ْوَأ ﺎًﻌْﻔَﻧ اًﺮﻴِﺒَﺧ َنﻮُﻠَﻤْﻌَﺗ ﺎَﻤِﺏ ُﻪﱠﻠﻟا َنﺎَآ ْﻞَﺏ “Bedevilerin savaştan geri kalmış olanları, sana: "Bizi mallarımız ve ailelerimiz alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile" diye. Dilleriyle, gönüllerinde bulunmayanı söylerler; de ki: "Allah size bir zarar gelmesini dilerse, yahut bir fayda elde etmenizi dilerse, O'na karşı kimin gücü bir şeye yeter? Kaldı ki, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Fetih, 48/11)

ayetlerindeki bel sorulmuş sorulara verilen cevabın başında yer almıştır631.

2.2.1.3. “Belâ: ﻲﻠﺏ”

Belâ, neam gibi bir cevap harfidir632. Bu edat, Arap dilinde tasdik için kullanılan bir edattır. Yalnız olumsuz (menfî) cümlenin cevabı olarak kullanılır633. Belâ’nın sonundaki elifin ziyade olduğu, söylenmekle beraber, bu elifin kelimenin aslından olduğu kabul edilmiştir. Bu edatın iki kullanımı bulunmaktadır.

Belâ, mutlaka olumsuz (menfi) bir cümleden sonra gelir. Kendinden önce bulunan

olumsuzluğu ortadan kaldırır 634.

Bunun Kur’ân-ı Kerim’deki örneklerinden bazılarını görelim:

ﺎَﻣ ﺎﱠﻨُآ ْﻢُﺘْﻨُآ ﺎَﻤِﺏ ٌﻢﻴِﻠَﻋ َﻪﱠﻠﻟا ﱠنِإ ﻰَﻠَﺏ ٍءﻮُﺳ ْﻦِﻣ ُﻞَﻤْﻌَﻧ

َنﻮُﻠَﻤْﻌَﺗ “Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk!” (derler.

Melekler onlara cevap verirler): “Hayır, Allah sizin yaptıklarınızı biliyor” (Nahl, 16/28)

ayetinde mânâ, kötülüğü işlediniz şeklinde olur.

630 Elmalılı, V, 3689.

631 Diğer birkaç örnek için bkz. Secde, 32/3; Sebe’, 34/32; Tûr, 52/33, 36; Kamer, 54/25.

632 Mütercim Âsım, IV, 504.

633 Zemahşerî, I, 391; İbnü’l-Enbârî,I, 99; II, 325; Havarizmî, IV, 99; Ebu Hayyân, VIII, 376; Firûzâbâdî, II, 275; Bilmen, II, 117-118.

اﻮُﻤَﺴْﻗَأَو َﺪْﻬَﺝ ِﻪﱠﻠﻟﺎِﺏ ْﻢِﻬِﻧﺎَﻤْﻳَأ ﺎًّﻘَﺣ ِﻪْﻴَﻠَﻋ اًﺪْﻋَو ﻰَﻠَﺏ ُتﻮُﻤَﻳ ْﻦَﻣ ُﻪﱠﻠﻟا ُﺚَﻌْﺒَﻳ ﻻ ﱠﻦِﻜَﻟَو َنﻮُﻤَﻠْﻌَﻳ ﻻ ِسﺎﱠﻨﻟا َﺮَﺜْآَأ “Allah

ölen kimseyi diriltmez!” diye Allah’a yemin ettiler. Hayır diriltecektir, (bu), O’nun gerçek olarak üzerine (aldığı, kesin olarak yerine getireceği) bir vaiddir. Ama insanların çoğu bilmez.” (Nahl, 16/38) ayetinde mânâ, onları yeniden diriltir şeklinde olur. اﻮُﻟﺎَﻗَو َﻞُﺧْﺪَﻳ ْﻦَﻟ َﺔﱠﻨَﺠْﻟا َﻚْﻠِﺗ ىَرﺎَﺼَﻧ ْوَأ اًدﻮُه َنﺎَآ ْﻦَﻣ ﻻِإ ْﻞُﻗ ْﻢُﻬﱡﻴِﻧﺎَﻣَأ اﻮُﺗﺎَه ﻦﻴِﻗِدﺎَﺻ ْﻢُﺘﻨُآ ْنِإ ْﻢُﻜَﻧﺎَهْﺮُﺏ َ “- Dediler

ki: "Yahûdî veya Hıristiyan olmayan hiç kimse kesin olarak cennete giremez." Bu, onların kendi kuruntularıdır. De ki: "Eğer doğru sözlüyseniz, kesin-kanıtınızı (burhan) getirin.” (Bakara, 2/111), ْﻢُه ﻻَو ْﻢِﻬْﻴَﻠَﻋ ٌفْﻮَﺧ ﻻَو ِﻪﱢﺏَر َﺪْﻨِﻋ ُﻩُﺮْﺝَأ ُﻪَﻠَﻓ ٌﻦِﺴْﺤُﻣ َﻮُهَو ِﻪﱠﻠِﻟ ُﻪَﻬْﺝَو َﻢَﻠْﺳَأ ْﻦَﻣ ﻰَﻠَﺏ َنﻮُﻧَﺰْﺤَﻳ “- Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” (Bakara, 2/112) ayetinde mânâ, oraya başkalarını sokar şeklinde olur635. Kur’ân-ı Kerim’deki örneklerini gördüğümüz bu anlam ve kullanım belâ’nın cevap edatı olarak kullanımı olmadığı için tezimizle ilgisi bulunmamaktadır.

Tez konumuzla ilgili olan belâ, olumsuzluk bildiren cümledeki sorunun cevabı olarak kullanılır ve olumsuzluğu ortadan kaldırır636:

Belâ’nın, hakiki veya mecazi istifhâma cevap olarak kullanımı arasında fark yoktur.

Bu istifhâmın, “ﻢﺉﺎﻘﺏﺪﻳزﺲﻴﻟأ ” (Zeyd ayakta değil midir?) misalinde olduğu gibi hakiki

istifhâm olabileceği gibi, gayri hakiki istifhâm da olabilir. Bu konu ile ilgili Kur’ân-ı Kerim’deki birkaç örneği görelim:

ْذِإَو ْﻦِﻣ َﻚﱡﺏَر َﺬَﺧَأ ﻲِﻨَﺏ َمَدﺁ ْﻢِﻬِﺴُﻔﻧَأ ﻰَﻠَﻋ ْﻢُهَﺪَﻬْﺷَأَو ْﻢُﻬَﺘﱠﻳﱢرُذ ْﻢِهِرﻮُﻬُﻇ ْﻦِﻣ ُﺖْﺴَﻟَأ َمْﻮَﻳ اﻮُﻟﻮُﻘَﺗ ْنَأ ﺎَﻧْﺪِﻬَﺷ ﻰَﻠَﺏ اﻮُﻟﺎَﻗ ْﻢُﻜﱢﺏَﺮِﺏ ِﺔَﻣﺎَﻴِﻘْﻟا ﺎﱠﻧِإ

َﻦﻴِﻠِﻓﺎَﻏ اَﺬَه ْﻦَﻋ ﺎﱠﻨُآ “Rabbin, Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyyetlerini almış ve onları kendilerine şâhit tutarak : "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti) "Evet (buna) şâhidiz!" dediler. Kıyâmet günü "Biz bundan habersizdik! demeyesiniz diye. (A’râf, 7/172) ayetinde olduğu gibi belâ bazen, takrîrî istifhâma cevap olur olur637.

635 Diğer birkaç örnek için bkz. Bakara, 2/80-81; Âl-i İmrân, 3/75-76; Teğabûn, 64/7.

636 Firûzâbâdî, II, 275; Suyûtî, İtkân, I, 506.

َأ ْم ﻻ ﺎﱠﻧَأ َنﻮُﺒَﺴْﺤَﻳ ُﻊَﻤْﺴَﻧ

َنﻮُﺒُﺘْﻜَﻳ ْﻢِﻬْﻳَﺪَﻟ ﺎَﻨُﻠُﺳُرَو ﻰَﻠَﺏ ْﻢُهاَﻮْﺠَﻧَو ْﻢُهﱠﺮِﺳ “Yoksa biz, onların sırlarını ve gizli

konuşmalarını işitmez miyiz sanıyorlar? Hayır, işitiriz ve yanlarında bulunan elçilerimiz de (her yaptıklarını) yazarlar.” (Zuhruf, 43/80),

ُﺐَﺴْﺤَﻳَأ ْﻦﱠﻟَأ ُنﺎَﺴﻧِﻹا َﻊَﻤْﺠَﻧ

ُﻪَﻧﺎَﻨَﺏ َيﱢﻮَﺴُﻧ ْنَأ ﻰَﻠَﻋ َﻦﻳِرِدﺎَﻗ ﻰَﻠَﺏ ُﻪَﻣﺎَﻈِﻋ “İnsan, bizim kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? Evet, Biz onu, parmak uçlarına varıncaya kadar bütün incelikleriyle yeniden yapmaya Kâdiriz.” (Kıyâme, 75/3-4)

ayetlerinde olduğu gibi tevbihi istifhâma cevap olur638.

Menfi cümle içerisinde yer alan tüm bu istifhâma belâ ile cevap verilerek, mânâ müsbete dönüştürülmüş olur.

Bazen belâ ve cevabın gerisi mahzuf olur:

َﺲْﻴَﻟَأ ِﻢَﻜْﺣَﺄِﺏ ُﻪﱠﻠﻟا

َﻦﻴِﻤِآﺎَﺤْﻟا “Allah, hükmedenlerin en iyi hükmedeni değil midir?” (Tin, 95/8), َﺲْﻴَﻟَأ ﻰَﺗْﻮَﻤْﻟا َﻲِﻴْﺤُﻳ ْنَأ ﻰَﻠَﻋ ٍرِدﺎَﻘِﺏ َﻚِﻟَذ “Bunları yapan Allah'ın ölüleri

diriltmeğe gücü yetmez mi? (Kıyâme, 75/40) ayetlerinde olduğu gibi bazen de belâ mahzuf olur639.

2.2.1.4. “Kellâ: ﻼآ ”

Nefy için de kullanılan bu edat, bazen, cevab harfi olarak da cümledeki yerini alır. Yok ve değil mânâlarına gelir640. Kur’ân-ı Kerim’deki birkaç örneğini görelim:

َﻊَﻠﱠﻃاَأ ْمَأ َﺐْﻴَﻐْﻟا َﺬَﺨﱠﺗا

اًﺪْﻬَﻋ ِنﺎَﻤْﺣﱠﺮﻟا َﺪْﻨِﻋ “O görülmeyeni mi biliyor, yoksa Rahman katından bir söz mü almıştır?” (Meryem, 19/78) ayetine, اًّﺪَﻣ ِباَﺬَﻌْﻟا ْﻦِﻣ ُﻪَﻟ ﱡﺪُﻤَﻧَو ُلﻮُﻘَﻳ ﺎَﻣ ُﺐُﺘْﻜَﻨَﺳ ﻼَآ “Hayır, söylediğini yazacağız ve onun azâbını uzattıkça uzatacağız.” (Meryem, 19/79),

ْﻞُﻗ َﻦﻳِﺬﱠﻟا ﻲِﻧوُرَأ ْﻢُﺘْﻘَﺤْﻟَأ

ُﻢﻴِﻜَﺤْﻟا ُﺰﻳِﺰَﻌْﻟا ُﻪﱠﻠﻟا َﻮُه ْﻞَﺏ ﻼَآ َءﺎَآَﺮُﺷ ِﻪِﺏ “De ki: “O'na taktığınız ortakları bana gösterin.” “Yoktur ki! O, güçlü olan, Hakim olan Allah'tır.” (Sebe’, 34/27),

ْﻢَﻟَأ ﱠنَﺄِﺏ ْﻢَﻠْﻌَﻳ َﻪﱠﻠﻟا

ىَﺮَﻳ “Allah'ın herşeyi görmekte olduğunu bilmez mi?” (Alak, 96/14) ayetine,

ﻼَآ ﻌَﻔْﺴَﻨَﻟ ِﻪَﺘْﻨَﻳ ْﻢَﻟ ْﻦِﺌَﻟ ًَﺎ

ِﺔَﻴِﺻﺎﱠﻨﻟﺎِﺏ “Hayır. Ama bundan vazgeçmezse, andolsun ki, onu

alnından...” (Al

ak, 96/14) ayetlerindeki cevaplara kellâ ile başlanmıştır.

638 Suyûtî, İtkân, I, 506.

639 Beğavî, VII, 188; Hâzin, VII, 188.

2.2.1.5. “Neam: ﻢﻌﻧ ”

Neam, evet mânâsında kullanılan bir cevap harfidir641. Haber verilen bir şeyin, menfi veya müsbet oluşunu tasdik etmek için kullanılan bir cevap edatıdır642.

Söylenen sözü doğrulamak (ﺮﺒﺨﻤﻟا ا ﻖﻳﺪﺼﺗ), istekte bulunana vaad ( ﺐﻟﺎﻄﻠﻟ ﺪﻋو) ve öğrenmek isteyene bildirmek (ﺮﺒﺨﺘﺴﻤﻟامﻼﻋإ) mânâsı taşır643.

Neam, Kur’ân-ı Kerim’de öğrenmek isteyene bildirmek ve istekte bulunana vaat için

kullanılırken; konuşulanı doğrulamak için kullanılmaz:

Allah Teâla’nın kafirlere vaat ettiklerinin tahakkuk edeceğini kesinlikle bilmelerine rağmen cennetliklerin, cehennemlik olanlara yönelttikleri: ﺎًّﻘَﺣ ْﻢُﻜﱡﺏَر َﺪَﻋَو ﺎَﻣ ْﻢُﺗْﺪَﺝَو ْﻞَﻬَﻓ“...Siz de Rabbinizin vadettiğini gerçek buldunuz mu?” şeklindeki sorularına verilen “ْﻢَﻌَﻧاﻮُﻟﺎَﻗ

“ ‘Evet’ derler” (A’râf, 7/44) cevabı öğrenmek isteyene bildiri kabildendir. Buradaki soru ve verilen cevap ile takrir ve tevbih ifade edilmiştir.

İnkârcıların: َنﻮُﻟﱠوَﻷاﺎَﻧُؤﺎَﺏﺁَوَأ َنﻮُﺙﻮُﻌْﺒَﻤَﻟ ﺎﱠﻨِﺉَأ ﺎًﻣﺎَﻈِﻋَو ﺎًﺏاَﺮُﺗ ﺎﱠﻨُآَو ﺎَﻨْﺘ ِﻣ اَﺬِﺉَأ “Yâni biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı, biz mi diriltecekmişiz? Evvelki atalarımız da mı?” (Saffât, 37/16-17) sorularına verilen َنوُﺮِﺧاَد ْﻢُﺘْﻧَأَو ْﻢَﻌَﻧْﻞُﻗ “De ki: "Evet hem de zelil ve hakir

Ayrıca Firavun’un büyücülerinin: َﻦﻴِﺒِﻟﺎَﻐْﻟا ُﻦْﺤَﻧ ﺎﱠﻨُآ ْنِإ اًﺮْﺝَﻷ ﺎَﻨَﻟ ﱠنِإ اﻮُﻟﺎَﻗ َ “Yenecek olursak bize şüphesiz bir mükâfat var değil mi?" dediler.” (A’râf 7/113) şeklindeki sorusuna, Firavun

َلﺎَﻗ ْﻦِﻤَﻟ ْﻢُﻜﱠﻧِإَو ْﻢَﻌَﻧ

َﻦﻴِﺏﱠﺮَﻘُﻤْﻟا “Evet, yenerseniz gözdelerden olacaksınız" dedi.” (A’râf 7/114)

şeklinde cevap vermiştir. Buradaki neam, hem öğrenmek isteyene bildiri, hem de istekte bulunana vaat mânâsındadır.

(Saffât, 37/18) ayetleri de bunun misalini teşkil eder.

Söylenen sözü doğrulamak, konuşmacının, dinleyiciye bir soru yöneltmediği halde dinleyicinin anlatılan konuşmayı doğrulamak için evet demesidir. Yani ortada sorulmuş bir soru olmadığı halde dinleyenin evet demesi. Mesela “Ahmet ders çalışmıyor”

641 Halebî, V, 326; Suyûtî, İtkân, I, 567; Mütercim Âsım, IV, 504; Bilmen, II, 117-118.

642 Havarizmî, IV, 99; Suyûtî, İtkân, I, 506; Bilmen, II, 117-118.

sözüne, dinleyenin evet cevabını vermesi gibi644. Bu şekliyle neam edatının Kur’ân-ı Kerim’de anlamında kullanımı yoktur.