• Sonuç bulunamadı

Fiillerle Sorulan Sorular

KUR’ÂN-I KERİM’DEKİ SORU VE CEVAPLARIN MAKSATLARI VE METODU

2. KUR’ÂN-I KERİM’DEKİ SORU VE CEVAP METODU

2.1. Kur’ân-ı Kerim’deki Soru Çeşitleri

2.1.3. Fiillerle Sorulan Sorular

Kur’ân-ı Kerim’de, istifhâm edatlarıyla sorulan sorular dışında, bazı fiillerle de sorular sorulmuştur. Fiillerle sorulan bu soruların hakiki istifhâma delâlet ettiği, sorularda muhatabın Hz. Muhammed (s.a.s.) olduğu ve bu soruların çoğunlukla, öğrenmek maksadıyla sorulduğu görülmüştür561.

Şimdi bu fiilleri ve Kur’ân-ı Kerim’deki kullanımlarını ele alalım:

2.1.3.1. “Süâl: لاﺆﺴﻟا / ﻚﻧﻮﻟﺄﺴﻳ”

Süâl, Arap dilinde, istemek ve sormak anlamları taşıyan562 “ ﺳل ” fiilinin sülasi ﺄ

mücerred mastarıdır. Çoğulu “ﺔﻠﺌﺳﻻا” şeklinde gelir563. İsm-i faili, isteyen ve soran anlamı taşıyan “ﻞﺉﺎﺴﻟا” 564, ism-i mefulu, kendisine sorulan anlamı taşıyan “لﺆﺴﻤﻟا” kelimesidir565.

Fîrûzâbâdî (Ö. 817/1414), bu kelimenin iki farklı anlamı olan istemek ve sormak arasında bir ilgi kurmak için şöyle bir yaklaşımda bulunur: “Süâl, bir bilgiyi veya ona ulaştıracak şeyi istemek, bir mal veya ona ulaştıracak şeyi istemek olmak üzere iki anlamda kullanılır. Bilgi istendiğinde, cevabı dil ile verilir. Ya da onun yerine, el ile verilir ki bu da yazmak sûretiyle veya işaretle olur. Mal istendiğinde ise onun cevabı el ile verilir. Ya da bu görevi, vaad etmek ve ya reddetmek sûretiyle dil yerine getirir.”566.

Kur’ânı- Kerim’de, süâl kökünden türemiş fiillerin, soru sormak, mal talebinde

bulunmak ve sorgulamak gibi farklı anlamları ifade eden kullanımları yer almaktadır:

Soru Sormak İçin Kullanımı:

559 Bkz. Bu çalışma, s. 66.

560 Bkz. Bu çalışma, s. 71.

561 Bkz. Bu çalışma, s. 194-204.

562 İbn Manzur, XII, 459-460.

563 İbn Manzur, XI, 318.

564 Yesûî, Lous Ma’luf, el-Müncid fi’l-Lüğa, Beyrut, 1960, s. 316.

565 Yesuî, s. 360.

“لاﺆﺴﻟا”, “لﺄﺴﻳ / لﺄﺳ” fiilinin, sülasi mücerred mastarıdır567. Bu fiil, ikinci mefulünü bizzat kendisi, ya da “ﻦﻋ” harfi ceriyle aldığında, bir bilgi istemi (soru sormak) için kullanılır568.

Kur’ân-ı Kerim’de de bu kullanımı görmekteyiz, şöyle ki;

َﻚَﻧﻮُﻟَﺄْﺴَﻳَو ْﻦَﻋ

ْﻢُﻜْﻴَﻠَﻋ ﻮُﻠْﺗَﺄَﺳ ْﻞُﻗ ِﻦْﻴَﻧْﺮَﻘْﻟا يِذ

اًﺮْآِذ ُﻪْﻨِﻣ “Sana Zülkarneyn'i sorarlar, "Onu size

anlatacağım" de.” (Kehf, 18/83).

َنﻮُﻘِﻄﻨَﻳ اﻮُﻧﺎَآ ْنِإ ْﻢُهﻮُﻟَﺄْﺳﺎَﻓ اَﺬَه ْﻢُهُﺮﻴِﺒَآ ُﻪَﻠَﻌَﻓ ْﻞَﺏ َلﺎَﻗ “İbrâhîm: "Belki onu şu büyükleri yapmıştır, konuşabiliyorlarsa onlara sorun" dedi.” (Enbiyâ, 21/63).

ْﻢُﻬَﻟَﺄَﺳ ﺎَﻬُﺘَﻧَﺰَﺧ

ﺮﻳِﺬَﻧ ْﻢُﻜِﺗْﺄَﻳ ْﻢَﻟَأ “Bekçileri onlara: "Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?" diye sorarlar.” (Mülk, 67/8) ayetlerinde bu fiil, soru sormak anlamlarında kullanılmıştır569.

Bu fiilin, Kur’ân-ı Kerim’de, farklı siğalarda kullanımı söz konusudur. Kur’an-ı Kerim’de, mazi, muzari, emir, nehy-i hazır, ism-i meful olarak kulanımı bulunan bu fiilin, soru sormak kökünün, ism-i fail ve mastar kullanımı bulunmamaktadır.

Soru sormak anlamında kullanılan bu fiilin, Kur’ân-ı Kerim’deki çeşitli kullanımları görelim: اَذِإَو يِدﺎَﺒِﻋ َﻚَﻟَﺄَﺳ ﻲﱢﻨَﻋ ﻲِﻧﺎَﻋَد اَذِإ ﻲِﻋاﱠﺪﻟا َةَﻮْﻋَد ُﺐﻴِﺝُأ ٌﺐﻳِﺮَﻗ ﻲﱢﻧِﺈَﻓ اﻮُﺒﻴِﺠَﺘْﺴَﻴْﻠَﻓ َنوُﺪُﺷْﺮَﻳ ْﻢُﻬﱠﻠَﻌَﻟ ﻲِﺏ اﻮُﻨِﻣْﺆُﻴْﻟَو ﻲِﻟ

“Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da dâvetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.” (Bakara, 2/186) ayetinde, fiilin mazi olarak kullanımı;

ُلَﺄْﺴَﻳ ُمْﻮَﻳ َنﺎﱠﻳَأ

ﺔَﻣﺎَﻴِﻘْﻟا “(Durmadan) "Kıyâmet günü ne zaman?" diye sorar.” (Kıyame, 75/6)

ayetinde, muzari fiilin tekil (müfret) olarak kullanımı;

َﻚُﻟَﺄْﺴَﻳ ُسﺎﱠﻨﻟا ْﻦَﻋ ﱠﻞَﻌَﻟ َﻚﻳِرْﺪُﻳ ﺎَﻣَو ِﻪﱠﻠﻟا َﺪْﻨِﻋ ﺎَﻬُﻤْﻠِﻋ ﺎَﻤﱠﻧِإ ْﻞُﻗ ِﺔَﻋﺎﱠﺴﻟا َﺔَﻋﺎﱠﺴﻟا ًﺐﻳِﺮَﻗ ُنﻮُﻜَﺗ “İnsanlar senden

kıyametin zamanını soruyorlar; de ki: "Onun bilgisi ancak Allah katındadır; ne bilirsin,

567 Yesuî, s. 316.

568 İsfehânî, s. 250; Firûzâbâdî, III, 164; Suyûtî, İtkân, I, 631; Kattân, Mennâ’, Mebâhis fi Ulûmi’l Kur’ân, Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 1414/1993, s. 206.

belki de zamanı yakındır.” (Ahzâb, 33/63) ayetinde muzari fiil, “َﻚُﻟَﺄْﺴَﻳ” şeklinde tekil (müfret) ve muhatap ve muttasıl zamir olan “ك” ile birlikte kullanımı görülmektedir.

َنﻮُﺒَﺴْﺤَﻳ ْﻢَﻟ َباَﺰْﺣَﻷا اﻮُﺒَهْﺬَﻳ ﻲِﻓ َنوُدﺎَﺏ ْﻢُﻬﱠﻧَأ ْﻮَﻟ اوﱡدَﻮَﻳ ُباَﺰْﺣَﻷا ِتْﺄَﻳ ْنِإَو ِباَﺮْﻋَﻷا اﻮُﻧﺎَآ ْﻮَﻟَو ْﻢُﻜِﺉﺎَﺒْﻧَأ ْﻦَﻋ َنﻮُﻟَﺄْﺴَﻳ ﺎَﻣ ْﻢُﻜﻴِﻓ اﻮُﻠَﺗﺎَﻗ

ﻼﻴِﻠَﻗ ﻻِإ “Bunlar, düşman birliklerinin gitmediklerini sanıyorlardı. Bu birlikler tekrar gelmiş olsalardı, kendileri çöllerde bedevilerin yanında bulunup, sadece sizin haberlerinizi sormayı dilerlerdi. Aranızda olsalar ancak pek az savaşırlardı.” (Ahzâb, 33/20) ayeti, çoğul ve gaib kipiyle ve muhatap ve muttasıl zamir olan “ك” zamiri olmaksızın kullanılmıştır.

Bu fiilin, emr-i hazırı ise, “is’el: ﻞﺌﺳا”570 ve “sel: ﻞﺳ”571 olmak üzere, iki farklı şekilde kullanılmıştır. Bu iki emrin aslı, “ﻞﺌﺳا’”dir. Kelimenin okunuşunda hafiflik (kolaylık) olması için hemze terkedilmiş, harekesi de kendinden önceki harfe verilmek sûretiyle “ﻞﺳ” olmuştur572. Bu iki emir kipinin de, fe ve vav harfleriyle vasledilmeleri halinde “ﻞﺌﺳا” kelimesinin ilk harfi olarak bulunan hemze vasledilmez ; fiil, “ﻞﺌﺳﺎﻓ ” ve “ﻞﺌﺳاو”

şeklinde kalır573. Bu kullanımların Kur’ân-ı Kerim’deki örneklerini görelim:

ْﻞَﺳ ْﻢَآ َﻞﻴِﺉاَﺮْﺳِإ ﻲِﻨَﺏ ْﻢُهﺎَﻨْﻴَﺗﺁ ِﺪْﻌَﺏ ْﻦِﻣ ِﻪﱠﻠﻟا َﺔَﻤْﻌِﻧ ْلﱢﺪَﺒُﻳ ْﻦَﻣَو ٍﺔَﻨﱢﻴَﺏ ٍﺔَﻳﺁ ْﻦِﻣ ﺎَﻣ بﺎَﻘِﻌْﻟا ُﺪﻳِﺪَﺷ َﻪﱠﻠﻟا ﱠنِﺈَﻓ ُﻪْﺗَءﺎَﺝ

“İsrâîloğullarına sor, onlara apaçık nice âyetler verdik, Allah'ın nimetini, kendisine geldikten sonra kim değiştirirse, bilsin ki, Allah'ın cezâsı şüphesiz şiddetlidir.” (Bakara, 2/211) ْﻢُﻬْﻟَﺄْﺳاَو ِﺔَﻳْﺮَﻘْﻟا ْﻦَﻋ ﻲِﺘﱠﻟا ِﺖْﺒﱠﺴﻟا ﻲِﻓ َنوُﺪْﻌَﻳ ْذِإ ِﺮْﺤَﺒْﻟا َةَﺮِﺿﺎَﺣ ْﺖَﻧﺎَآ ْذِإ ْﻢِﻬﻴِﺗْﺄَﺗ ﻻ َمْﻮَﻳَو ﺎًﻋﱠﺮُﺷ ْﻢِﻬِﺘْﺒَﺳ َمْﻮَﻳ ْﻢُﻬُﻧﺎَﺘﻴِﺣ َنﻮُﺘِﺒْﺴَﻳ

نﻮُﻘُﺴْﻔَﻳ اﻮُﻧﺎَآ ﺎَﻤِﺏ ْﻢُهﻮُﻠْﺒَﻧ َﻚِﻟَﺬَآ ْﻢِﻬﻴِﺗْﺄَﺗ “Onlara, deniz kıyısındaki kasabanın durumunu

sor. Cumartesi yasaklarına tecavüz ediyorlardı. Cumartesileri balıklar sürüyle geliyor, başka günler gelmiyorlardı. Biz onları, yoldan çıkmaları sebebiyle böylece deniyorduk.” (A‘râf, 7/

163) ayetlerinde bu fiilin emr-i hazırının iki farklı şekilde kullanımı görülmektedir.

569 Diğer birkaç örnek için bkz.: Bakara, 2/186, 189, 215, 217, 219, 220, 222, Mâide, 5/4; A’râf, 7/187; Enfâl, 8/1; İsrâ, 17/85; Tâhâ, 20/105; Ahzâb, 33/20; Tekvîr, 81/8.

570 Bkz. A’râf 7/163; Yûnus, 10/94; Yûsuf, 12/50, 82; Nahl, 16/43; İsrâ, 17/101; Enbiyâ, 21/7, 63; Mü’minûn, 23/113; Furkân, 25/59; Zuhruf, 43/45.

571 Bkz. Bakara, 2/211; Kalem, 68/40.

572 İbnü’l-Enbârî, I, 149; Râzî, VI, 2; İbn Manzur, I, 318-319.

ﺎَﻳ اﻮُﻨَﻣﺁ َﻦﻳِﺬﱠﻟا ﺎَﻬﱡﻳَأ ْﻦَﻋ اﻮُﻟَﺄْﺴَﺗ اﻮُﻟَﺄْﺴَﺗ ْنِإَو ْﻢُآْﺆُﺴَﺗ ْﻢُﻜَﻟ َﺪْﺒُﺗ ْنِإ َءﺎَﻴْﺷَأ ﺎَﻬْﻨَﻋ ﺎَﻬْﻨَﻋ ُﻪﱠﻠﻟا ﺎَﻔَﻋ ْﻢُﻜَﻟ َﺪْﺒُﺗ ُنﺁْﺮُﻘْﻟا ُلﱠﺰَﻨُﻳ َﻦﻴِﺣ ُﻪﱠﻠﻟاَو

ٌﻢﻴِﻠَﺣ ٌرﻮُﻔَﻏ “Ey İnananlar, size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kur'ân indirilirken onları sorarsanız size açıklanır, (ama üzülürsünüz). Allah sorduğunuz şeyleri affetmiştir. Allah Bağışlayan'dır, Halim'dir.” (Mâide, 5/101) ayetinde, aynı fiilin nehy-i hazır kipi kullanılmıştır.

َنﻮُﻟﻮُﺌْﺴَﻣ ْﻢُﻬﱠﻧِإ ْﻢُهﻮُﻔِﻗَو “Onları durdurun; çünkü onlar sorguya çekileceklerdir (onlar

yaptıkları herşeyden mesuldürler).” (Saffât, 37/24) ayetinde ise bu fiilin ism-i mefûlünün kullanımı görülmektedir.

Sarf ilmi yönüyle incelendiğinde, bu kadar zengin kullanımı bulunan bu fiilin, ençok

ﻚَﻧﻮُﻟَﺄْﺴَﻳ şeklinde, muzari fiilin, muhatap zamiri olan muttasıl “ك” ile kullanılmış olduğu

dikkatimizi çekmiştir. Fiilin bu haliyle kullanımı, bu zamirle kendisine soru yöneltildiği belirtilen kişinin, Hz. Peygamber (s.a.s.) olduğunu da iş’âr etmesi yönüyle çok anlamlıdır. Zira, ayette anlatılmak istenen, yalın bir anlatımla ifade edilmemiş, sana

sorarlar şeklinde, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in varlığı ve fonksiyonunun hissettirilmek istendiğine dikkat çekilecek bir anlatım kipi kullanılmıştır.

ﻚَﻧﻮُﻟَﺄْﺴَﻳ kalıbıyla, Kur’an-ı Kerim’de on beş kez soru sorulduğu574; bu sorulardan, hemen çoğunun, müminler tarafından sorulduğu; tüm bu soruların cevabının verildiği ve bu kadar az ve yerinde soru sorma özelliğinin Hz. Muhammed (s.a.s.)’in ümmetine ait olduğu bize ulaşan bilgiler arasındadır575.

İsrâ sûresinin 85. ve Kehf sûresinin 83. ayetlerinin sebeb-i nüzûlünden anlaşıldığına göre, Ruh ve Zülkarneyn hakkında soru soranların, sahabe olmayıp, Mekke müşrikleri veya Yahûdîler olduğu anlaşılmaktadır576. A’râf sûresinde577 ve Nâziât sûresinde578

kıyamet ile ilgili sorulan üç sorunun da inkârcılar tarfından yöneltildiği düşünüldüğünde, Kur’ân-ı Kerim’de sahabenin bu lafızlarla sorduğu soru sayısı on olmaktadır.

574 Bkz. Bakara, 2/189, 215, 217, 219,219, 220, 222; Mâide, 5/4, A‘râf, 7/187, 188; Enfâl, 8/1; İsrâ, 17/85, Kehf, 18/83; Tâhâ, 20/105; Naziât, 79/42.

575 Zerkeşî, IV, 52.

576 Bkz. Suyûtî, İtkân, I, 630.

577 Bkz. A’râf, 7/187-188.

Bu fiilin, Kur’ân-ı Kerim’de, başlarına aldıkları edatlar ile ilgili olarak, mânâya yaptığı katkılar sebebiyle şunlar da aktarılabilir:

َﻚَﻧﻮُﻟَﺄْﺴَﻳ ْﻦَﻋ

ِﺔﱠﻠِهَﺄْﻟا ٍلﺎَﺘِﻗ ِماَﺮَﺤْﻟا ِﺮْﻬﱠﺸﻟا ْﻦَﻋ َﻚَﻧﻮُﻟَﺄْﺴَﻳ (Bakara, 2/217) ve ْﻦَﻋ َﻚَﻧﻮُﻟَﺄْﺴَﻳ

ِﺮِﺴْﻴَﻤْﻟاَو ِﺮْﻤَﺨْﻟا (Bakara, 2/219) ayetlerinde, fiil atıf harfi olan vav olmaksızın gelirken;

َﻚَﻧﻮُﻟَﺄْﺴَﻳَو

نﻮُﻘِﻔﻨُﻳ اَذﺎَﻣ (Bakara,2/219)ِ, ﻰَﻣﺎَﺘَﻴْﻟا ْﻦَﻋ َﻚَﻧﻮُﻟَﺄْﺴَﻳَو (Bakara, 2/220), ِﺾﻴِﺤ َﻤْﻟا ْﻦَﻋ َﻚَﻧﻮُﻟَﺄْﺴَﻳَو

(Bakara, 2/222) ayetlerinde aynı fiil vav harfi alarak gelmiştir. İlk ayetlerde vav harfi almaksızın gelen bu fiil, değişik zamanlarda; diğer üç ayetteki atıf harfiyle gelen bu fiiller, soruları aynı zamanda sorulduğu için atıf harfini zorunlu kılmıştır579

(Bakara, 2/189),

.

Ayrıca Kur’ân-ı Kerim’de َﻚَﻧﻮُﻟَﺄْﺴَﻳ ile sorulan soruların cevabına başlanırken, cevabın başında yer alan “ﻞﻗ” (de ki) kelimesi başına fe edatı almazken,

َﻚَﻧﻮُﻟَﺄْﺴَﻳَو ْﻦَﻋ

ِلﺎَﺒِﺠْﻟا

ﺎًﻔْﺴَﻧ ﻲﱢﺏَر ﺎَﻬُﻔِﺴﻨَﻳ ْﻞُﻘَﻓ “Sana dağları soruyorlar. De ki : "Rabbim onları

ufalayıp savuracak.” (Tâhâ, 20/105) ayeti “ ﻞﻘﻓ ﺖﻠﺌﺳ ” (sorulacak olursa hemen de ki) ﻮﻟ

şeklinde bir takdir sebebiyle, fe harfi alarak gelmiştir.

Yine Kur’ân-ı Kerim’de bu süallerin cevabına “ﻞﻗ” (de ki) şeklinde başlanırken;

اَذِإَو يِدﺎَﺒِﻋ َﻚَﻟَﺄَﺳ ﻲﱢﻨَﻋ

ٌﺐﻳِﺮَﻗ ﻲﱢﻧِﺈَﻓ “Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz

onlara yakınım.” (Bakara, 2/186) ayetinde, insanın, dua halinde en şerefli bir makamda olması ve bu haldeyken kendi ile Rabb’i arasında her hangi bir vasıta bulunmadığını göstermek için “ﻞﻗ” (de ki) kelimesi hazfedilmiştir580.

Bir Şey İstemek İçin Kullanımı:

Süâl , Kur’ân-ı Kerim’de, mal veya herhangi bir şey istemek için de kullanılmaktadır.

Bu mânâyı yüklendiğinde, ya kendisi ya da men harfi ceriyle müteaddi olur581. Fiilin bu anlamıyla, Kur’ân-ı Kerim’deki kullanımını görelim:

اﻮُﻟَﺄْﺳاَو ﱠﻠﻟا ْﻦِﻣ َﻪ

ِﻪِﻠْﻀَﻓ “Allah’ın lütuf ve ihsânını isyetin.” (Nisâ, 4/32)

.

ﺎًﻗْزِر َﻚُﻟَﺄْﺴَﻧ “Senden rızık istemiyoruz.” (Tâhâ, 20/132).

579 Râzî, VI, 66; Zerkeşî, IV, 54; Suyûtî, İtkân, II, 993-994; Kardâvî, Yusuf, el-İbadetü fi’l-İslâm, 15. Baskı, Kahire, Mektebet-ü Vehbe, 1985, s. 159.

580 Zerkeşî, IV, 54; Suyûtî, İtkân, II, 993-994; Kardâvî, s. 159.

اَذِإَو ﱠﻦُهﻮُﻤُﺘْﻟَﺄَﺳ ﺎًﻋﺎَﺘَﻣ

ٍبﺎَﺠِﺣ ِءاَرَو ْﻦِﻣ ﱠﻦُهﻮُﻟَﺄْﺳﺎَﻓ “Peygamber'in hanımlarından, lüzumlu bir şey isteyeceğiniz zaman da bir perde arkasından isteyin.” (Ahzâb, 33/53) ayetlerinde de görüldüğü gibi bu fiil herhangi bir şey (mal) istemek için de kullanılmaktadır582.

Sormak fiili ile kök harfleri aynı olan bu kullanımın, tez konumuzla ilgisi bulunmamaktadır.

Sorgulamak Anlamında Kullanımı:

Süâl’in, Kur’ân-ı Kerim’deki taşıdığı anlamlardan biri de sorgulamak olarak karşımıza

çıkmaktadır: ْﻮَﻟَو ْﻢُﻜَﻠَﻌَﺠَﻟ ُﻪﱠﻠﻟا َءﺎَﺷ ًﺔﱠﻣُأ ُءﺎَﺸَﻳ ْﻦَﻣ يِﺪْﻬَﻳَو ُءﺎَﺸَﻳ ْﻦَﻣ ﱡﻞِﻀُﻳ ْﻦِﻜَﻟَو ًةَﺪِﺣاَو ﱠﻦُﻟَﺄْﺴُﺘَﻟَو ﱠﻤَﻋ َنﻮُﻠَﻤْﻌَﺗ ْﻢُﺘﻨُآ ﺎ “Allah

dileseydi, hepinizi bir tek ümmet yapardı; fakat (O), dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir (doğru yolu isteyeni doğru yola iletir, sapmak isteyeni de saptırır) . Ve siz mutlaka yaptığınız şeylerden hesâba çekileceksiniz.” (Nahl, 16/93).

ﱠﻦُﻠِﻤْﺤَﻴَﻟَو ْﻢُﻬَﻟﺎَﻘْﺙَأ ﻻﺎَﻘْﺙَأَو ﺎﱠﻤَﻋ ِﺔَﻣﺎَﻴِﻘْﻟا َمْﻮَﻳ ﱠﻦُﻟَﺄْﺴُﻴَﻟَو ْﻢِﻬِﻟﺎَﻘْﺙَأ َﻊَﻣ اﻮُﻧﺎَآ

َنوُﺮَﺘْﻔَﻳ “Onlar kendi ağırlıklarını

kendi ağırlıkları yanında daha nice ağırlıkları yüklenecekler ve uydurup durdukları şeylerden kıyamet günü sorguya çekileceklerdir.” (Ankebût

, 29/13). اﻮُﻠَﻌَﺝَو َﺔَﻜِﺌﻠَﻤْﻟا اوُﺪِﻬَﺷَأ ﺎًﺙﺎَﻧِإ ِنﺎَﻤْﺣﱠﺮﻟا ُدﺎَﺒِﻋ ْﻢُه َﻦﻳِﺬﱠﻟا ْﻢُﻬَﻘْﻠَﺧ نﻮُﻟَﺄْﺴُﻳَو ْﻢُﻬُﺗَدﺎَﻬَﺷ ُﺐَﺘْﻜُﺘَﺳ “Onlar, Rahman’ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Yaratışlarını mı görmüşler? Onların bu şâhidlikleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir.” (Zuhruf, 43/19) ayetlerinde geçen süâl kökünden türemiş fiillerin sorgulamak anlamında kullanılmış olduğu görülmektedir. Bu kullanımı biraz açmak gerekirse, şunları söyleyebiliriz:

ﱠﻦَﻟَﺄْﺴَﻨَﻠَﻓ َﻦﻳِﺬﱠﻟا

َﻦﻴِﻠَﺳْﺮُﻤْﻟا ﱠﻦَﻟَﺄْﺴَﻨَﻟَو ْﻢِﻬْﻴَﻟِإ َﻞِﺳْرُأ “Andolsun ki, kendilerine peygamber

gönderilenlere soracağız, peygamberlere de soracağız.” (Â’raf, 7/6). Taberî (Ö. 310/922) ve Vâhidî (Ö. 468/1075), ayetin, ümmetlerin, peygamberlerinin kendilerine Allah’ın emir ve nehiyleri konusunda yaptıkları tebliğlerin gereğini yerine getirip getirmedikleri;

582 Diğer birkaç örnek için bkz. En’âm, 6/90; Hûd, 11/29, 51; Furkân, 25/57; Şuarâ, 26/109, 127, 145, 164.

peygamberlerin ise Allah’ın kendilerini görevlendirdiği elçilik görevini îfâ edip etmedikleri konusunda sorguya çekileceklerini ifade ettiği görüşündedir583.

Kurtubî (Ö. 671/1272) bu ayetle ilgili olarak, inkârcıların, muhasebe edileceğini, ahirette onlara hesap sorusu sorulacağı bir yer bulunduğunu belirtiyor. Ayetin, inkârcıların sorguya çekileceğini takrir; aynı zamanda onları kınama (tevbih) ve rezaletlerini ifade etme anlamı içerdiğini kabul ediyor. Peygamberlerin süâlinin ise inkârcılara istişhad şeklinde olacağı görüşündedir584.

Bikâî (Ö. 885/1480), bu ayetteki süâl’den maksadın, isyankar olanları tevbih ve takri’; itaatkar olanları tazim ve teşrif ifade ettiği görüşündedir585.

Fîrûzâbâdî (Ö. 817/1414) de ayetteki süâl ile ilgili olarak, muhasebe sorusu sorulacağına dair görüşünü belirtmektedir586.

Süleyman Ateş ise, bu sorgulamanın, öğrenme sorgulaması olmayıp, azarlama ve itab sorgulaması olduğunu kabul etmektedir. Ayetlerin akışından, dünya tutkusuna kapılıp ahireti hatırlamayan nankör insanlara, kendilerine verilen nimetlerin hesabının sorulacağı sonucunu çıkarmaktadır587.

َﻚﱢﺏَرَﻮَﻓ

َﻦﻴِﻌَﻤْﺝَأ ْﻢُﻬﱠﻨَﻟَﺄْﺴَﻨَﻟ “Rabbin hakkı için biz onların hepsine mutlaka soracağız.” (Hicr, 15/92). Zemahşerî (Ö. 538/1143), ayetteki sorgunun, tehdit ve azarlama (vaid ve takri’) ifade etmekte olduğunu kabul etmektedir588. Râzî (Ö. 606/1209) ve Fîrûzâbâdî (Ö. 817/1414), Allah Teâlâ’nın hesap soracağına dair, zatına yemin ettiğini belirtmektedir589.

ِﻪﱠﻠﻟﺎَﺗ

ﺎﱠﻤَﻋ ﱠﻦُﻟَﺄْﺴُﺘَﻟ ْﻢُﺘْﻨُآ

َنوُﺮَﺘْﻔَﺗ “Allah’a and olsun ki siz, bu uydurduğunuz şeylerden mutlaka sorgulanacaksınız.” (Nahl, 16/56). Râzî (Ö. 606/1209), bu ve benzeri ayetlerde Allah Teâlâ’nın, müşriklerin sorguya çekileceğine dair yemin etmiş olduğunu ve bunun da son

583 Taberî, VIII, 120 ; Vâhidî, Ebu’l-Hasen Ali b.Ahmed (Ö. 468/1075), el-Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-Azîz, Thk. Safvân Adnân Dâvûdî, Dâru’l-Kalem, Beyrût, 1415, I, 387.

584 Kurtubî, VII, 164.

585 Bikâî, VII, 358.

586 Firûzâbâdî, III, 166.

587 Ateş, Süleyman, Kur’ân Ansiklopedisi, Kur’ân Bilimleri Araştırma Vakfı, İstanbul, ts., X, 533; IV, 537.

588 Zemahşerî, II, 399.

derece şiddetli bir tehdit olduğunu ifade etmiştir590. Vâhidî (Ö. 468/1075), ayetteki süâlin, tevbih süâli olduğu şeklindeki görüşünü belirtmiştir591. Ebu’s-Suûd (Ö. 982/1574), Allah Teâlâ’nın, bu sorgulamasının, kınama (tevbih) ve azarlama (takri’) üslûbunda yapılacağını ifade etmektedir 592.

Bu ayetlerde, süal kökünden türemiş olan fiillerin, insanların hesaba çekileceği ve sorgulanacağını ifade ettiği anlaşılmaktadır. Hem de bu, kendilerine sunulan nimet ve imkanları değerlendirmeyenleri kınama içeren bir sorgulama ve hesaba çekmedir. Yoksa, Allah Teâlâ, ma’lumu i’lâm kabilinden bir sorgulamaya yönelmiş olmakta değildir. Bu ayetlerdeki “süalin, tevbih ifade ettiği ve tüm asilere şamil olduğu, bu tevbih ve mücâzât süâlinin, gerek inanan, gerek inkâr eden, kendilerinden bekleneni yerine getirmeyen herkesi kapsadığı” şeklindeki Elmalılı (Ö. 1361/1942)’nın görüşü isabetli olmuştur kanaatindeyiz593. “Sonra da nimetlerden sorulacaksınız.” (Tekâsür, 102/8) ayeti bu kanaati edinmemize imkan vermektedir. Peygamberlerin sorgulamasına gelince, onların sorgusunun istişhad şeklinde olacağını benimseyen Kurtubî (Ö. 671/1272)’nin görüşüne katıldığımızı ifade etmek isteriz. Çünkü, “Allah,

peygamberleri topladığı gün, "Size ne cevap verildi?" der.” (Maide, 5/109) ayetinde, Allah Teâlâ’nın, peygamberlere yönelttiği bir soru vardır. Kendilerine yöneltilen bu sorunun istişhada delâlet ettiği, bu sebeple, ahirette kendilerine sorulacak soruların da bu kabilden olduğu anlaşılmaktadır.

2.1.3.2. “İftâ: ءﺎﺘﻓﻹا / ﻚﻧﻮﺘﻔﺘﺴﻳ”

İftâ, kuvvetli ve mükemmel genç ve dinç anlamı taşıyan fetâ kelimesinden alınmıştır. Bu kelime gençleştirip, kuvvetlendirmek demektir. Bu kullanım ile, sanki bir kimsenin müşkilini/problemini halledenin, onu kuvvetli ve dinç bir genç haline getirmiş olduğu ifade edilmektedir594.

590 Râzî, XX, 53-54.

591 Vâhidî, I, 610.

592 Ebu’s-Suûd, V, 121.

593 Elmalılı, IX, 6065. Diğer birkaç örnek için bkz. Nahl, 16/93; Ankebut, 29/13; Saffât, 37/24; Zuhruf, 43/19.

“Fetvâ: يﻮﺘﻓ ”, “davâ: يﻮﻋد” vezninde; “fütyâ: ﺎﻴﺘﻓ”, “rüya: ﺎﻳؤر ” vezninde ve “ifta: ءﺎﺘﻓﻻا” mânâsına konulmuş isimlerdir. İfta, sorulan bir müşkili halletmek için açıklamak

demektir595.

Fetva, müşkili çözmek ve açıklamak üzere soruya verilen cevaptır596. Zor, bir olayda hak olan hükmü açıklamak ve bu hükmü uygulayacak kimsenin kalbine bir kuvvet vermektir. Müftî de bu kuvveti verebilmek için ehliyet, salâhiyet, ahlak ve metânetine îtimat edilen kişidir. İslâm ve ihsan sahibi ve hüküm çıkarmaya muktedir ulemâdan olmak müftiliğin şartlarındandır. Asıl ifta Allah’a raci’dir. Hz. Peygamber (s.a.s.) ise iftâ-i iftâ-ilâhî iftâ-ile iftâ-ifta etmek zorundadır597.

Fetvâ kökünden türemiş ve istifal babından bir fiil olan istiftâ ise, fetva istemek anlamı

taşır598.

İfta

kökünden türemiş, fetva vermek (soruyu açıklamak için verilen cevap) ve fetva

istemek (soruya açıklama istemek) fiillerinin, Kur’ân-ı Kerim’de, farklı siğalarda

kullanımı söz konusudur. Bu kullanımları görelim:

Fetva vermek anlamındaki kullanım, iki kez muzari, üç kez emri hazır olmak üzere beş

kez kullanılmıştır:

ْﻞُﻗ ْﻢُﻜﻴِﺘْﻔُﻳ ُﻪﱠﻠﻟا

ﱠﻦِﻬﻴِﻓ “De ki: "Onlar hakkında fetvayı size Allah veriyor.” (Nisâ, 4/127)

ayetinde iftâ fiilinin “ْﻢُﻜﻴِﺘْﻔُﻳ ” (size fetva veriyor) şeklindeki if’âl babının muzari

kullanımı bulunmaktadır. Aynı ibareyi, aynı sûrenin 176. ayetinde birkez daha görmekteyiz. َلﺎَﻗَو َﻊْﺒَﺳ ىَرَأ ﻲﱢﻧِإ ُﻚِﻠَﻤْﻟا ٍتاَﺮَﻘَﺏ ُآْﺄَﻳ ٍنﺎَﻤِﺳ ٍﺮْﻀُﺧ ٍتﻼُﺒْﻨُﺳ َﻊْﺒَﺳَو ٌفﺎَﺠِﻋ ٌﻊْﺒَﺳ ﱠﻦُﻬُﻠ َﺮَﺧُأَو ﻲِﻧﻮُﺘْﻓَأ ُﻸَﻤْﻟا ﺎَﻬﱡﻳَأﺎَﻳ ٍتﺎَﺴِﺏﺎَﻳ ْﻢُﺘﻨُآ ْنِإ يﺎَﻳْؤُر ﻲِﻓ ﺎَﻳْؤﱡﺮﻠِﻟ

نوُﺮُﺒْﻌَﺗ “Hükümdar: "Ben, yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yediğini; yedi yeşil başak ve bir o kadar da kurumuş başak görüyorum. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yormasını biliyorsanız rüyamı söyleyiniz." dedi.” (Yusuf, 12/43)

ayetinde bu fiilin emr-i hazır kullanımı dikkatleri çekerken; aynı kullanımı “ﻲﻧﻮﺘﻓا” (bana söyleyiniz) (Yusuf, 12/46) ve “ﺎﻨﺘﻓا” (bize söyleyiniz) (Neml, 27/32) şeklinde iki kez

595 Mütercim Âsım, IV, 1114; Elmalılı, III, 1483-1484.

596 Mütercim Âsım, IV, 1114.

597 Elmalılı, III, 1483-1484.

daha görmekteyiz. Bu ayetlerdeki kullanım, dini bir boyuttan ziyade, herhangi bir iş ile ilgili olarak yorum ve açıklama istemi olarak dikkatleri çekmektedir.

Fetva istemek anlamı taşıyan fiilin ise tüm kullanımının istifal babından olduğunu

görmekteyiz. Kur’ân-ı Kerim’de istifal babından bu fiilin muzari, emr-i hazır ve nehy-i hazır siğaları dışında kullanımı bulunmamaktadır. Kur’ân-ı Kerim’de geçen bu kullanımları görelim:

َﻚَﻧﻮُﺘْﻔَﺘْﺴَﻳَو ﻲِﻓ

ِءﺎَﺴﱢﻨﻟا “Kadınlar hakkında senden fetva isterler” (Nisâ, 4/127) ve (Nisâ, 4/176), ayetlerinde geçen “ﻚَﻧﻮُﺘْﻔَﺘْﺴَﻳ”(senden fetva isterler) ; ِنﺎَﻴِﺘْﻔَﺘْﺴَﺗ ِﻪﻴِﻓ يِﺬﱠﻟا ُﺮْﻣَﻷا َﻲِﻀُﻗ “Sorduğunuz iş işte böylece kesinleşmiştir.” (Yusuf, 12/41) “نﺎَﻴِﺘْﻔَﺘْﺴَﺗ” (sorduğunuz) kelimelerinde olmak üzere üç kez fiili muzari olarak kullanımı bulunmaktadır.

ْﻢِﻬِﺘْﻔَﺘْﺳﺎَﻓ ﺎًﻘْﻠَﺧ ﱡﺪَﺷَأ ْﻢُهَأ

ْمَأ

بِزﻻ ٍﻦﻴِﻃ ْﻦِﻣ ْﻢُهﺎَﻨْﻘَﻠَﺧ ﺎﱠﻧِإ ﺎَﻨْﻘَﻠَﺧ ْﻦَﻣ “Allah'a eş koşanlara sor: Kendilerini

yaratmak mı daha zordur, yoksa Bizim yarattığımız gökleri yaratmak mı? Aslında Biz kendilerini özlü ve yapışkan çamurdan yaratmışızdır.” (Saffât, 37/11) ve ُتﺎَﻨَﺒْﻟا َﻚﱢﺏَﺮِﻟَأ ْﻢِﻬِﺘْﻔَﺘْﺳﺎَﻓ

ْﻢُﻬَﻟَو

َنﻮُﻨَﺒْﻟا “Putperestlere sor, kızlar senin Rabbinin de erkekler onların mı?” (Saffât, 37/149) ayetlerinde olmak üzere iki kez emr-i hazır;

ﻼَﻓ ﻻِإ ْﻢِﻬﻴِﻓ ِرﺎَﻤُﺗ ًءاَﺮِﻣ

اًﺪَﺣَأ ْﻢُﻬْﻨِﻣ ْﻢِﻬﻴِﻓ ِﺖْﻔَﺘْﺴَﺗ ﻻَو اًﺮِهﺎَﻇ “Bunun için, onlar hakkında, (bu kısaca anlatılanın dışında) kimseyle tartışma ve onlar, hakkında kimseden bir şey sorma.” (Kehf, 18/22) ayetinde de bir kez nehy-i hazır olarak kullanımı bulunmaktadır.

Kur’ân-ı Kerim’de, َﻚَﻧﻮُﺘْﻔَﺘْﺴَﻳَو ibaresi ile kadınlar599 hakkında soru soran kişi olarak, Havle binti Hakîm’in isminin geçtiği ve kardeşinin kızları hakkında sorduğu; kelâle600 hakkında soranın ise, Câbir b. Abdillah olduğu ifade edilmektedir601.

Bu iki konuda, kendisinden fetva istenen Hz. Peygamber (s.a.s), Allah Teâlâ tarafından kendisine bildirilen cevabı vermiştir.

Bazen, aynı lafızla, Allah Teâlâ, Hz. Peygamber (s.a.s)’den sormasını ister:

ْﻢِﻬِﺘْﻔَﺘْﺳﺎَﻓ ﺎًﻘْﻠَﺧ ﱡﺪَﺷَأ ْﻢُهَأ

ْمَأ

ﺎَﻨْﻘَﻠَﺧ ْﻦَﻣ “Allah'a eş koşanlara sor: Kendilerini yaratmak mı daha

zordur, yoksa Bizim yarattığımız gökleri yaratmak mı?” (Sâffât, 37/11). Ayette soru

599 Bkz. Nisâ, 4/127.

600 Bkz. Nisâ, 4/176.

inkârcılara, aczlerini bildirme ve Yaratanın kudretini kabullendirme (takrir) için yöneltilmiştir602.

2.1.3.3. “Nebe’ : ﺄﺒﻨﻟا / ﻚﻧﺆﺒﻨﺘﺴﻳ”

Sülasisi “nebe: ﺒﻧﺄ ” olan bu fiil, haber vermek, bildirmek, iletmek anlamları taşır603. Aynı sülasi kökten türemiş ve istif’âl babından kullanılan muzari bir fiil olan “ﻚَﻧﻮُﺌِﺒْﻨَﺘْﺴَﻳ” َ

(haber edinmeye çalışmak ve soruşturmak) konumuzla ilgili bir fiil olarak karşımıza çıkmaktadır.

َﻚَﻧﻮُﺌِﺒْﻨَﺘْﺴَﻳَو ﱞﻖَﺣَأ

َﻮُه

َﻦﻳِﺰِﺠْﻌُﻤِﺏ ْﻢُﺘْﻧَأ ﺎَﻣَو ﱞﻖَﺤَﻟ ُﻪﱠﻧِإ ﻲﱢﺏَرَو يِإ ْﻞُﻗ “O gerçek midir?" diye senden sorarlar. De ki: "Evet, Rabbim hakkı için o gerçektir, siz Allah'ı aciz kılamazsınız.” (Yûnus, 10/53). Müşriklerin, Hz. Muhammed (s.a.s.)’e kendilerine vadedilen azabı ve yeniden dirilmenin haberini sordukları bu ayette604 alay (istihzâ) kastettikleri ifade edilmiştir605.

َ َﻚَﻧﻮُﺌِﺒْﻨَﺘْﺴَﻳ fiili Kur’ân-ı Kerim’de, sadece bu ayette (Yûnus, 10/53)

kullanılmış olmaktadır.

2.1.4. Değerlendirme

Kur’ân-ı Kerim’de, fiillerle sorulan sorular, süâl, iftâ ve nebe’ fiilerinden türemiştir. Bu fiiller, soru sormak için, istif’âl babından; yeselûneke, yesteftûneke ve yestenbiûneke ibareleriyle kullanılmışlardır.

Süâl kökünden türemiş fiillerin Kur’ân-ı Kerim’deki kullanımları dikkate alındığında,

üç ayrı anlam taşıdığı tesbit edilmiştir. Soru sormak, bir şey istemek ve sorgulamak. Soru sormak için de, bu fiilin muzari gaib ve çoğul siğasının, muttasıl zamir olan kef’in kullanımıyla, yeselûneke şeklindeki kullanımının çokluğu dikkatleri çekmiştir.

Kur’ân-ı Kerim’de, yeselûneke ibaresi ile, çoğunlukla, inananlar Hz. Peygamber

(s.a.s.)’e soru sorarlarken, bazen de inkârcılar bu ibareyi kullanmışlardır. Buradan, inananların, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in vahyin muhatabı olduğunu kabul ettikleri için,

602 İbn Manzur, XV, 148.

603 İbn Manzur, I, 162.

604 Şeyhzâde, III, 19.

inkârcıların ise, nübüvveti inkâr için sorunun muhatabı olarak, seçmiş olabilecekleri şeklinde bir kanaat edinmiş bulunmaktayız.

Montgomery Watt, Kur’ân-ı Kerim’in kullandığı yes’elûneke kalıbını, Kur’ân üslûbunun özeliklerinden biri olarak görür. Bu ibareyi, Kur’ân’ın değişik didaktik

biçimleri içersisinde bir klişe olarak kabul eder. Bu ifadenin, Hz. Muhammed (s.a.s.) ve müslümanları ilgilendiren bir sorunu ele almak için kullanıldığını ve bu klişenin genel ilgiye neden olduğunu söyler. Bu ifadenin tekrarlanmasının, İslâm’la bağlantılı tavır ve uygulamaların etkili bir yolu olduğunu da ifade eder606. Watt’ın, bu kullanımı (yeselûneke), Kur’ân üslûbunda klişe bir ifade olduğu şeklindeki değerlendirmesine katıldığımızı belirtmek isteriz, çünkü mü’minler ne zaman öğrenmek için bir soru sormuşlar ise bu ibareyi kullanmışlardır607. Fakat, genel ilgiye neden olma sebebi diyerek ifade etmek istediği, bu ayetlere tarihi bir değer atfetmekten ibaret ise, buna katılamayacağımızı belirtmek isteriz. Çünkü, bu ayetler çoğunlukla, hüküm bildiren ayetlerdir ve bu ayetlerin neshedildiğine dair hiçbir bilgi yoktur. Ayrıca, bir muzari fiilin süreklilik arzetmek için kullanıldığı da hatırlandığında, onun bu görüşünün, dil incelemesi yönüyle de doğru olmayan bir yaklaşım olduğu söylenebilir. Kısaca, müslümanlar bugün aynı ibarenin yine muhatabıdırlar.

Süâl kökünden türemiş, ve sorgulama anlamı taşıyan fiil, bu anlamda kullanıldığı tüm

ayetlerde, ahiret ile ilgili kullanılmış olup, muhasebe ve sorgulama ifade etmektedir. Bu sorgulamanın yapılacağının ifade edilmesinde, hem tekit lâm-ı, hemde tekit nun’unun kullanılması da, son derece önemli bir uyarı olduğunu göstermektedir. Bu uyarıya kulak asmayanların ise hesaba çekilmelerinin, kabahatlerinnin gözler önüne serilerek, kınama ve azarlama zeminine taşınacağı uyarısı yapılmak istenmiştir.

İftâ kökünden kullanılan fiillerin, Kur’ân-ı Kerim’de iki kez istif’al babından kullanımı

bulunmaktadır. Bu iki kullanımda sorulmuş olan sorular, kelâle ve kadınlar hakkındadır. Bu ayetlerde, fetva istenen alan, din sahasıdır ve fetvayı veren de Allah Teâlâ’dır. Ayetlerdeki bu kullanıma bakarak, Elmalılı Hamdi Yazır’ın, “Asıl ifta Allah’a raci’dir, Hz. Peygamber ise iftayi ilâhî ile ifta etmek zorundadır”608,

şeklindeki

606 Watt, s. 93.

607 Bkz. Bu çalışma, s. 194-204.

görüşüne katıldığımızı da belirtmek isterim. Bu fiilin, ifal babından emr-i hazır kullanımı da bulunmaktadır. Bu kullanımlarında, dini bir boyuttan ziyade, herhangi bir iş ile ilgili olarak yorum ve açıklama isteme mânâsı taşımaktadır.

Nebe’ kökünden, istifal babına aktarılmış ve yestenbiûneke ibaresi ile Kur’ân-ı

Kerim’de birkez soru sorulmuştur. Bu fiilin, süâl ve iftâ köklerinden türetilmiş sorulardan farklı olarak, öğrenmek maksadı taşımadığı, kasıtlı olarak ve istihzâ için soru yöneltildiği tesbit edilmiştir.