• Sonuç bulunamadı

KUR’ÂN-I KERİM’DEKİ SORU VE CEVAPLARIN MAKSATLARI VE METODU

1. KUR’ÂN-I KERİM’DEKİ SORU VE CEVAPLARIN MAKSATLARI

1.2. İkna Etmek

Kur’ân-ı Kerim, muhatabı yönlendirmek için, istifhâmın etkili üslubunu kullanmakla birlikte, bazen de kümeler halinde, ardarda gelen veya mukayeseli şekilde yer alan sorular yöneltmek sûretiyle onu ikna etmek ister.

1.2.1. Ard Arda Gelen Sorularla İkna

Kur’ân-ı Kerim’de, bazen sorular kümeler halinde ard arda gelir. Muhataba her yönden sorular yöneltilir. Bu sorular, taşıdığı içeriğin her yönüne ait kapsamlı, detaylı, açık ve etkileyici, cevabı kabul etmeye, hem duyguları, hem de mantığı hazırlayıcı sorulardır. Bu tür ard arda gelen sorularla muhatap ikna edilmek istenmiştir:

اَو ِءﺎَﻤﱠﺴﻟا ْﻦِﻣ ْﻢُﻜُﻗُزْﺮَﻳ ْﻦَﻣ ْﻞُﻗ َﻻ ْﻦِﻣ َﺖﱢﻴَﻤْﻟا ُجِﺮْﺨُﻳَو ِﺖﱢﻴَﻤْﻟا ْﻦِﻣ ﱠﻲَﺤْﻟا ُجِﺮْﺨُﻳ ْﻦَﻣَو َرﺎَﺼْﺏَﻷاَو َﻊْﻤﱠﺴﻟا ُﻚِﻠْﻤَﻳ ْﻦﱠﻣَأ ِضْر ُﺮﱢﺏَﺪُﻳ ْﻦَﻣَو ﱢﻲَﺤْﻟا ا َﻷ ﻓَأ ْﻞُﻘَﻓ ُﻪﱠﻠﻟا َنﻮُﻟﻮُﻘَﻴَﺴَﻓ َﺮْﻣ

َنﻮُﻘﱠﺘَﺗ “(Ey Muhammed) De ki: “Gökten ve yerden

sizi rızıklandırıp duran kimdir? Yahut (faydalanıp durduğunuz) kulak ve gözlerinize asıl sahip olan kimdir? Ölüden diriyi, diriden de ölüyü kim çıkarıyor? Bütün işleri bir düzen içinde kim idare ediyor. Onlar “Allah” diyeceklerdir. De ki: “O halde niçin sakınmıyorsunuz?” (Yûnus, 10/31) ayetleri, müşriklerin iş işten geçmeden terhib ile durum değerlendirmesi yapmaya kendilerini sevk etmektedir. Bu hatırlatma, onları, kendilerini bekleyen, korkunç sondan kurtarmak ve kurtuluşa götürmek için bir vesile kabul edilmiş ve bu da ihbârî anlatımla değil, istifhâm yoluyla yapılmıştır. Buradaki istifhâm, takrîrîdir ve ihbârî anlatımdan beklenenden daha fazlasını yapması beklenmektedir. Çünkü bu üslup benliklerde önemli bir etki ve iz bırakmaktadır.

Buradaki sorular, cevap ister, ki; bu durum da, yerinde ve uygun bir cevap verebilmek için bir tefekkürü, etraflıca düşünmeyi zorunlu kılar. Düşünerek başka cevabı da olmayan doğru cevabı bulan muhatap, bunu itiraf etmek zorunda kalır. Zaten soru sorulan kişiden de bu beklenmektedir. İşte bu, ikna edilmek istenen muhataba verilmek istenen mesajı teyit ederken, onun delilini de iptal eder. Şüphesiz bu yönleriyle istifhâm ihbârî anlatımdan daha etkilidir.

“Gökten ve yerden sizi rızıklandırıp duran kimdir?” (Yûnus, 10/31) ayetindeki istifhâm, takrîrî bir istifhâmdır. Müşrikler, rızkı verenin Allah olduğuna inanıyorlar, rızkı, şirk

koştukları şeylere nisbet etmiyorlardı. O halde, onların, kendilerine yöneltilen bu soruya cevapları “Allah” olmak zorundadır. Bu ifade, Allah’ın kendi üzerlerinde büyük nimetleri olduğuna işaret etmektedir. Çünkü rızkın gökten geldiği konusunda açıklama, bu yönüyle de dikkatlerini kendilerine nimeti verene yönlendirme vardır177.

Bu ayetlerdeki anlatımdan maksat, müşriklerin uluhiyet konusundaki kanaatlerini reddetmek, onlara karşı delil ortaya koymaktır. Bunu onlardan kim itiraf ederse, artık onlara karşı delil açıkça ortaya konmuş olur. İtiraf etmeyenlere ise, göklerin ve yerin, bir yaratıcısının bulunmasının kaçınılmazlığı ortaya konmuş olur. Zaten bu konuda aklı bulunan hiç kimse tartışmaz, teredddüt etmez. Çünkü bunu böyle olduğu neredeyse kesin bir bilgi (zorunluluk) seviyesindedir178.

Kur’ân’ın hedefi, insanları doğru yola irşad olduğu için, beşer aklına tenezzülât-ı ilâhiyye kabilinden, ilzâmî delil kullanarak bu hedefi gerçekleştirmek ister. Kur’ân, insanların fıtraten doğru bilecekleri, emniyetli, faydalı ve garantili neticeleri, kendilerinin zıdları olan tehlikeli, korkulu ve şüpheli olanlarıyla mukayese ettirerek, onları düşündürmeye ve ikna etmeye çalışır179. Bunu muhataba ardarda yönelttiği istifhâmlar ile yapar. Çünkü, istifhâmda, muhatabı kabule mecbur bırakan (ilzam), benliklerde son derece etkili ve güçlü bir yön vardır180. Ardarda gelen bu sorular vav, fe veya em gibi atıf harfleri ile peşpeşe dizilerek m

uhatabı ilzam eder:

Allah Teâlâ, Tûr sûresinde: َنﻮُﻨِﻗﻮُﻳ ﻻ ﻞَﺏ َضْرَﻷاَو ِتاَوﺎَﻤﱠﺴﻟا اﻮُﻘَﻠَﺧ ْمَأ ْﻢُه ْمَأ ٍءْﻲَﺷ ِﺮْﻴَﻏ ْﻦِﻣ اﻮُﻘِﻠُﺧ ْمَأ َنﻮُﻘِﻟﺎَﺨْﻟا “Yoksa kendileri, hiçbir hâlık olmadan mı yaratıldılar. Yoksa yaratan kendileri midir? Yoksa gökleri, yeri onlar mı yarattılar? Hayır, onlar düşünüp kesin inanmazlar” (Tûr, 52/35-36). Yani müşrikler, gökleri ve yeri kendilerinin yarattıklarını kendileri de söylemiyorlar. Hiçbir sebep olmadan bir varlık vücûda gelmez. Onlar, göklerin ve yerin bir varlık olarak ortada durduğunu da görüyorlar. Kendilerinin de mükemmel bir sanat eseri olduklarını kabul ettikleri halde, kendilerini, kendilerinin yarattığını da söylemiyorlar. Öyleyse, akıllı kimsenin yapacağı, bunları yaratıp var eden bir varlığı

177 Bereke, Abdülğani Muhammed Sa’d, Üslûbu’d-Da’veti’l Kur’âniyye Belâğaten ve Minhâcen, 1. Baskı, Mektebet-ü Vehbe, Kâhire, 1403/1983, s. 172.

178 Kurtubî, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed (Ö. 671/1272), Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, el-Mektebetü’l-Arabiyye, Kâhire, 1387/1967, VIII, 335. Aynı konudaki diğer birkaç ayet için bkz. Ankebut, 29/61, 63.

kabul etmek değil midir? Aklın başka çıkacak yolu yoktur. Bunu kabul etmemek ise, düşünmemek, inadından inkâr etmek olur181. Tûr sûresindeki em edatı ile ard arda sorulan bu sorular, muhataptan cevap almak için değil, onun, inkârını ikrara dönüştürmek ve ilzam etmek için yöneltilmiştir182.

Neml sûresinin 59. ayetinden 64. ayetine kadar geçen altı ayetlik bölümde de inkârcılara ard arda sorular yöneltilmektedir: ﺎﱠﻣَأ ٌﺮْﻴَﺧ ُﻪﱠﻠﻟاَأ ﻰَﻔَﻄْﺻا َﻦﻳِﺬﱠﻟا ِﻩِدﺎَﺒِﻋ ﻰَﻠَﻋ ٌمﻼَﺳَو ِﻪﱠﻠِﻟ ُﺪْﻤَﺤْﻟا ْﻞُﻗ

َنﻮُآِﺮْﺸُﻳ

َﻟ َنﺎَآ ﺎَﻣ ٍﺔَﺠْﻬَﺏ َتاَذ َﻖِﺉاَﺪَﺣ ِﻪِﺏ ﺎَﻨْﺘَﺒْﻧَﺄَﻓ ًءﺎَﻣ ِءﺎَﻤﱠﺴﻟا ْﻦِﻣ ْﻢُﻜَﻟ َلَﺰﻧَأَو َضْرَﻷاَو ِتاَوﺎَﻤﱠﺴﻟا َﻖَﻠَﺧ ْﻦﱠﻣَأ ﺎَهَﺮَﺠَﺷ اﻮُﺘِﺒْﻨُﺗ ْنَأ ْﻢُﻜ

َأ ء

َنﻮُﻟِﺪْﻌَﻳ ٌمْﻮَﻗ ْﻢُه ْﻞَﺏ ِﻪﱠﻠﻟا َﻊَﻣ ٌﻪَﻟ “De ki: Hamdolsun Allah’a, selâm O’nun seçtiği kullarına, Allah mı hayırlı, yoksa ortak koştuğu şeyler mi? Gökleri ve yeri kim yarattı? Size gökten (kim) su indirdi, onunla sizin bir ağacını dahî bitiremeyeceğiniz gönül açan bahçeler bitirdi? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Hayır, onlar (hakdan) sapan bir kavimdir.” (Neml, 27/59-60) . Bu ayetler okununca akıllı olan kimsenin cevabı değişik olamaz. Göklerde ve yerde bunlara kâdir olamayan, bir fayda ve zarar veremeyen mabudların çokluğunda bir fayda yoktur. Allah hiçbir şey ile kâbil-i kıyas olamayacağından bu mukayesenin müşriklere sırf bir serzeniş olduğu bellidir183. Ortak koştukları şeyler ile herşeyin yaratıcısı olan Allah arasında bir eşitliğin söz konusu bile edilemeyeceği, müşrikleri ilzam eden, halleriyle tebkit ve tehekküm ifade eden bu üslup ile ortaya konulmuştur184.

Çünkü, bu ayetlerde gökleri ve yeri yaratan, gökten su indirip onunla güzel bahçeler bitiren Allah’ın gücü ve kudreti öncelikle ortaya konulmakta, sonra da, bir ağacı bile meydana getirmekten aciz olan varlıklarla karşılaştırılmaktadır. Çizilen kainat tablosu ve yeryüzündeki binbir çeşit sebze ve meyve dolu bahçeler, eşsiz bir sanat esri olarak gözler önüne serilirken; aynı zamanda bunlar, sonsuz bir yaratma gücüne sahip bir yartıcıya işaret etmektedir. Öte yanda ise,

180 Elmaî, Zâhir Âvâd, Menâhicü’l-Cedel fi’l-Kur’âni’l-Kerim, Matba’atü’l-Ferazdak et-Ticariyye, Riyad, 1404/1984, s. 76.

181 Ulutürk, Kur’ân-ı Kerim Allah’ı Nasıl Tanıtıyor, s. 240-241.

182 Firûzâbâdî, I, 441.

183 Ulutürk, Kur’ân-ı Kerim Allah’ı Nasıl Tanıtıyor, s. 241-242.

bir ağacı bile bitirmeye gücü yetmeyen, uydurma tanrıların acziyeti ortaya konmaktadır185.

Ayetlerde bulunan, ard arda gelen istifhâmlar ile muhatap kendilerini kabule mecbur bırakacak etkili ifadelerde ilzam ile ikna edilmektedir186.

1.2.2. Mukayeseli Sorularla İkna

Kur’ân-ı Kerim’de, bazen iki istifhâm edatı aynı ayette ard arda gelmektedir. Bu ifade tarzının bir mukayese söz konusu edildiğinde kullanımı dikatlerimizi çekmiştir. Kendisiyle mukayese yapılan bu ayetlerin de çoğunlukla Allah ile uydurma tanrılar arasında olduğu ve muhatabın ilzam edilmek istendiği görülmektedir. Bu üslup ile, Allah’ın varlığına ve birliğine işaret eden fiil ve sıfatlara dikkatler çekilir. Böyle ayetlerde inkârcıların taptıkları şeylerin Allah Teâlâ’nın bu özelliklerinden hiçbirini taşımadığı, böylece onların tanrı olamayacağı fikri pekiştirilmiş, muhatap ikna edilme yoluna gidilmiş olur. Allah Teâlâ ile inkârcıların uydurma tanrıları arasındaki bu mukayesenin örneklerinden bazılarını görelim:

Yusuf (a.s) hapishane arkadaşlarına hitaben: ُﺪِﺣاَﻮْﻟا ُﻪﱠﻠﻟا ْمَأ ٌﺮْﻴَﺧ َنﻮُﻗﱢﺮَﻔَﺘُﻣ ٌبﺎَﺏْرَأَأ ِﻦْﺠﱢﺴﻟا ِﻲَﺒِﺣﺎَﺻﺎَﻳ

ُرﺎﱠﻬَﻘْﻟا “Ey benim zindan arkadaşlarım (düşünün bir kere) çeşitli tanrılar mı iyi, yoksa her şeyi (hükmü altında tutan) tek ve mutlak hâkim olan Allah mı?” (Yûsuf, 12/39). İnsan tabiatı zaten tek varlığa ve bir noktaya dayanmak ihtiyacı duymaktadır. Birçok varlıklar, müteferrik ilâhlar, insanın bu tabiî meyil ve insiyakına istinatgâh olamazlar187. Ayetteki istifhâm, bir istib’ad ifadesi olarak bu durumu zaten açıkça ortaya koymaktadır188. Mukayeseli sorular, inkar eden ile inananın durumunun, hiçbir şeyi göremeyen kör ile, kendisine hiçbir şey gizli kalmayan gören kişinin mukayesesinin yapıldığı189 R

a’d sûresinde de görülmektedir: ِﻪﱠﻠِﻟ اﻮُﻠَﻌَﺝ ْمَأ ُرﻮﱡﻨﻟاَو ُتﺎَﻤُﻠﱡﻈﻟا يِﻮَﺘْﺴَﺗ ْﻞَه ْمَأ ُﺮﻴِﺼَﺒْﻟاَو ﻰَﻤْﻋَﻷا يِﻮَﺘْﺴَﻳ ْﻞَه ْﻞُﻗ

ُﻗ ْﻢِﻬْﻴَﻠَﻋ ُﻖْﻠَﺨْﻟا َﻪَﺏﺎَﺸَﺘَﻓ ِﻪِﻘْﻠَﺨَآ اﻮُﻘَﻠَﺧ َءﺎَآَﺮُﺷ

ُرﺎﱠﻬَﻘْﻟا ُﺪِﺣاَﻮْﻟا َﻮُهَو ٍءْﻲَﺷ ﱢﻞُآ ُﻖِﻟﺎَﺧ ُﻪﱠﻠﻟا ْﻞ “De ki: Körle gören,

185 İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ İsmail (Ö. 774/1373), Tefsiru’l-Kur’ânil-Azîm, Dâru’l-Marife, Beyrut, 1413/1993, III, 381-382; Kutup, V, 2654-2656; Saka, Şevki, Kur’ân-ı Kerim’in Davet Metodu, 2. Baskı, Seha Neşriyat, İstanbul, 1991, s. 212.

186 Aynı konudaki diğer birkaç ayet için bkz. Ra’d, 13/16; Yûnus, 10/59-60, 77; Neml, 27/59-64; Kasas, 28/71-72; Secde, 32/26-27; Saffât, 37/ 149- 156; Tûr, 52/30-43; Kamer, 54/15-32, 42-44; Vakıa, 56/58-72; Kalem, 68/35-41.

187 Ulutürk, Kur’ân-ı Kerim Allah’ı Nasıl Tanıtıyor, s. 241.

188 Zemahşerî, II, 321; Nesefî, II, 222.

yahut karanlıkla nûr bir olur mu? Yoksa Allah’a, O’nun yarattığı gibi yaratan ortaklar mı buldular da (ikisinin) yaratması birbirine benzer mi göründü? De ki: Her şeyin yaratıcısı Allah’tır. O her şeye üstün gelendir.” (Ra’d, 13/16).

Bir mukayese de, ُﻢﱠﻨَﻬَﺝ ُﻩاَوْﺄَﻣَو ِﻪﱠﻠﻟا ْﻦِﻣ ٍﻂَﺨَﺴِﺏ َءﺎَﺏ ْﻦَﻤَآ ِﻪﱠﻠﻟا َناَﻮْﺿِر َﻊَﺒﱠﺗا ْﻦَﻤَﻓَأ “Allah'ın rızasına uyan kimse, Allah'ın hışmına uğrayan, yeri de cehennem olan adam gibi olur mu?” (Âl-i İmrân, 3/162) ayetindeki istifhamda görmekteyiz. Buradaki istifhâm hemzesinin, inkâr ifade ederek, “Allah’ın rızasına sarılıp da onunla kurtuluşa erenler ile, Allah’ın rızasından yönünü çevirip, ilâhî hışma uğrayanlar arasında açık fark olduğu, yapılan mukayese ile bu iki grup arasında eşitliğin söz konusu bile olamayacağı” ifade edilmiş olmaktadır190. Halebî (Ö. 756/1355) de aynı mânâyı kabul etmiş ve ayetteki istifhâmın nefy ifade ettiğini belirtmiştir191.

Ayrıca imân ve şirk mensupları için şu ayetlerdeki mukayeseli istifhâmlar ile de hasım ilzam edilmiş olmaktadır:

َنﻮُﻘﱠﺘُﻤْﻟا َﺪِﻋُو ﻲِﺘﱠﻟا ِﺪْﻠُﺨْﻟا ُﺔﱠﻨَﺝ ْمَأ ٌﺮْﻴَﺧ َﻚِﻟَذَأ ْﻞُﻗ “De ki: “Bu mu iyi, yoksa korunanlara va’dedilen ebedî cennet mi?” (Furkân, 25/15);

ُﻳ ْﻦَﻤَﻓَأ

ِﺔَﻣﺎَﻴِﻘْﻟا َمْﻮَﻳ ﺎًﻨِﻣﺁ ﻲِﺗْﺄَﻳ ْﻦَﻣ ْمَأ ٌﺮْﻴَﺧ ِرﺎﱠﻨﻟا ﻲِﻓ ﻰَﻘْﻠ “(...) O halde, ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi?” (Fusssilet, 41/40);

ﺎًّﻳِﻮَﺳ ﻲِﺸْﻤَﻳ ْﻦﱠﻣَأ ىَﺪْهَأ ِﻪِﻬْﺝَو ﻰَﻠَﻋ ﺎًّﺒِﻜُﻣ ﻲِﺸْﻤَﻳ ْﻦَﻤَﻓَأ

ٍﻢﻴِﻘَﺘْﺴُﻣ ٍطاَﺮِﺻ ﻰَﻠَﻋ “Şimdi yüzüstü kapanarak yürüyen mi doğru gider, yoksa dosdoğru yolda yürüyen mi?” ( Mülk, 67/22);

İstifham edatlarıyla yöneltilmiş soruları müstakil olarak incelemiş olmamıza rağmen192,

bir üslup özelliği olarak dikkatimizi çektiği için bu kullanımı ayrıca inceleme gereği hissettik. Mukayeseli sorularda, çoğunlukla istifhâm-ı inkârî üslubunun kullanılmış olduğu görülürken, bu inkârı tekit eden ikinci bir istifhâm edatı aynı ayette peşpeşe gelmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de yöneltilmiş mukayeseli soruların daha çok, Allah’ın varlığı, birliği, ahiret hayatı, öldükten sonra dirilme, hidayeti kabul vb. hususlarda olduğunu görüyoruz. Kur’ân, bu mukayeseli soruları muhatabı önce ikna etmek sonra

190 Râzî, VII, 176; Elmalılı, II, 1219.

191 Halebî, III, 468.

da susturmak için kullanmıştır193. Çünkü bu üslup ile mukayese yapılan iki şeyden hangisinin daha üstün ve daha hayırlı olduğu açıkça ortaya konmuş ve muhatap, ilzam edilmiş olmaktadır194. Bu tür istifhâmlarda kullanılan istifhâm edatı çoğunlukla hemze, bazen de hel’dir. Böylesi mukayeseli istifhâmlarda, mukayese edilenin (makîs) ve kendisiyle mukayese edilenin (makîsün aleyh) arasında “ْمَأ” edatı görülmektedir.

1.3. Öğretmek

Allah Teâlâ, soru ve cevap metodunu, muhatabı bilgilendirmede de kullanmaktadır. Bu üslupta, yeselûneke formunda Hz. Peygamber (s.a.s.)’e öğrenmek maksadıyla sorulan sorulara verilen cevaplarla öğretim hedeflenir.

Günlük hayatta, bilinmeyen birşeyi öğrenmek için sorular sorulmaktadır. Kur’ân-ı Kerim’de bu tür sorular az da olsa bulunmaktadır. Bu, Cenab-ı Hakkın bir öğretim metodudur. Genel öğretimin de vazgeçilmez bir tekniğidir. Allah Teâlâ, mü’minlerin sorularına Kur’ân-ı Kerim’de yer vermiş, onları cevaplandırmış, bununla hem soran muhataba hem de mesaj kendine ulaşan herkese öğretme yoluna gitmiştir195.

Allah Teâla’nın yönelttiği sorular topluma öğretmek, tebkit, tenbih içindir. Yoksa Allâmu’l-Ğuyûb olan Allah öğrenmek için soru sormaktan müstağnidir196.

Kur’ân-ı Kerim, bütün hitap tarzlarını en iyi şekilde kullanırken, istifhâm üslûbunu da en ince bir tarzda ele almıştır. Benliklerde iz bırakan ve duygulara tesir ederek harekete geçiren tarzda eşsiz ifade örnekleri vererek, bu üslûba apayrı bir misyon yüklemiştir.