• Sonuç bulunamadı

Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikasında Değişim ve Büyüyen Hedefler

politikasında statükoculuğu, yani Lozan Antlaşması’yla kazanılan sınırların devamını amaçlamıştır. Bu politikanın nedenleri ise yeni kurulan devletin dış politikada farklı seçenekleri değerlendirecek bir gücünün olmaması, Osmanlı’nın dağılma sürecinde genişleme yönünde izlenen politikaların başarısızlıkla sonuçlanması ve Mustafa Kemal’in bir lider olarak gerçekçi bir yaklaşımla, dönemi içinde sınırları değiştirecek bir harekete girişmemiş

83 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, 5. Baskı, İstanbul, Alfa Yayınları, 2004, s.175.

84 Arı, Uluslararası İlişkiler…, s.175.

85 Ramazan Gözen, İmparatorluktan Küresel Aktörlüğe Türkiye’nin Dış Politikası, Ankara, Palme Yayıncılık, 2009, s.45.

86 Arı, Uluslararası İlişkiler…, s.176.

30

olması gösterilmektedir.87 Bu bağlamda statükocu politika, mevcut güç dengesinin korunması adına şekillendiği için, bu aynı zamanda Batının uluslararası siyasetteki üstünlüğünün de devamını desteklemek anlamına gelmektedir.88 Fakat unutmamak gerekir ki, bu dönemin koşulları içinde statükonun korunması, Türkiye’nin toparlanma ve güçlenme süreci için gereklidir. Bu durum, dış politikada Batıcılık ilkesinin oluşması sonucuna da doğurmuştur.

Ancak Batıcılık yalnızca siyasi bir dış politika hedefi olarak seçilmemiş, aynı zamanda Tanzimat dönemi ile başlayan bir kalkınma ve modernleşme hamlesinin devamı olmuştur.89 Soğuk Savaş dönemine kadar dış politikada Batıcılık ilkesinin yanında çok yönlü bir dış politika da oluşturulmak istenmiştir. Kurtuluş Savaşı’nın İngiltere ve Fransa’nın da içinde yer aldığı Batı’ya karşı, Sovyetler Birliği’nin de desteği ile gerçekleşmiş olması, bu dönemde Batı ile olan mesafeli ilişkilerle birlikte Sovyetler Birliği ile yakın ilişkiler kurularak, bir denge siyasetinin oluşmasına neden olmuştur.90 Bu dönemde Afganistan ve İran ile yakın ilişkiler kurulmuştur. Türkiye, Osmanlı egemenliğinde bulunan topraklarda hak talep etmemiş ve böylece bağımsız olan Orta Doğu ülkeleriyle de ilişkiler geliştirilerek dış politika sahaları artırılmıştır.91

Atatürk’ün ölümünün ardından cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü de dış politikadaki statükocu ve batıcı yaklaşımı sürdürmüştür. Bu dönemde II. Dünya Savaşı’na doğru bir kutuplaşmanın başlamış olması, savaş öncesi ve esnasında İtalya’nın Akdeniz’e yönelik yayılmacı politikaları, Türkiye’nin dış politikasındaki korumacı algıyı artırmıştır.92 II. Dünya Savaşı sırasında ise Türk dış politikasının iki amacı bulunmaktadır. Bunlar; işgale uğramamak ve savaşa girmemektir. Yani korumacılık bu dönemde de sürdürülmüştür.93

II. Dünya Savaşı’nın bitmesinin ardından başlayan Soğuk Savaş, Türk dış politikasındaki tehdit algısını ortadan kaldırmamış, aksine değişerek artmasına neden olmuştur. 1925’te Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında imzalanan, 1935’te de on yıl uzatılan Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması’nın, 1945’te Sovyetler Birliği tarafından uzatılmayacağı

87 Baskın Oran, ”Türk Dış Politikasının Temel İlkeleri”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular Belgeler Yorumlar, Baskın Oran (Ed.), Cilt:1, 12. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2006, s.47-48.

88 Oran, “Türk Dış…”, s.49.

89 Oran, “Türk Dış…”, s.50-53.

90 Gözen, İmparatorluktan Bölgesel…, s.22.

91 Mehmet Gönlübol, Olaylarla Türk Dış Politikası 1923-1995, Ankara, , 9. Baskı, Siyasal Kitapevi, 1995, s.88-91.

92Kemal Çiftçi, Tarih Kimlik ve Eleştirel Kuram Bağlamında Türk Dış Politikası, Ankara, Siyasal Kitapevi, 2010, s.237-238.

93 Baskın Oran, “Savaş Kaosunda Türkiye: Göreli Özerklik-2”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular Belgeler Yorumlar, Baskın Oran (Ed.), Cilt:1, 12. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2006, s.387.

31

duyurulduğunda, Türkiye için yeni ve daha büyük bir tehdit ortaya çıkmıştır.94 Uluslararası sistemin Doğu ve Batı olarak iki bloğa bölündüğü ve Türkiye’nin Sovyetler Birliği’ni tehdit olarak algıladığı bir ortamda, birçok devlet gibi Türkiye’nin de blok dışı bir dış politika izlemesi mümkün değildi. Türkiye Sovyet tehdidine karşı safını belirlemiş ve NATO ittifakı içinde yer almıştır.95 1960-1980 yılları arasında hem Arap dünyasında yaşanan yapısal değişim hem de iki kutuplu sistem arasındaki yumuşama Türkiye’nin kısmen çok taraflı ilişkiler kurmasını sağlamıştır. Yine bu dönemde Kıbrıs meselesinden dolayı Türkiye ile Batı bloğu arasında bir çatlağın oluşması da Türk dış politikasındaki farklılaşmayı etkileyen bir başka unsur olmuştur.96

Soğuk Savaş sonrasında iki kutuplu sistemin ortadan kalkması ve yerine belirgin bir uluslararası ilişkiler sistemin gelmemesi, devletlere dış politikada daha özgün ve özgür hamleler uygulayabilme imkânı sağlamıştır. Buna rağmen Türkiye’nin dış politikasının temelinde radikal bir değişim yaşanmamış ve Türk dış politikası ABD ve NATO merkezli olarak devam etmiştir.97

Bununla birlikte bu süreçte Türk dış politikasında bazı değişiklikler meydana gelmiştir. 1987-1993 döneminde Turgut Özal’ın dış politikayı yönlendiren isim olarak, “Yeni Osmanlıcılık” diye adlandırılan bir değişime adım attığı görülmüştür. Özal yeni dünya düzeni ile tarihi ve İslami değerler arasında bağlantı kurmaya çalışmış, tarihi Osmanlı coğrafyasında Türkiye’nin etkinlik kurması hedeflemiştir.98 Aynı zamanda yeni dünya düzenindeki egemen güç ABD de eski Osmanlı coğrafyasında etkinliğini artırmaya çalışmıştır. Bu ortak çıkar zemin nedeniyle Türkiye’nin ABD temelli ilişkilerinde bir değişim yaşanmamıştır.

1990 sonrası Türk dış politikasının hedefleri açısından ortaya çıkan en önemli fırsat ise bağımsızlığını kazanan Türk cumhuriyetleri olmuştur. Türk cumhuriyetleri Türk dış politikası için yeni bir saha olmanın yanında aynı zamanda yeni bir hedef olarak da algılanmıştır.99

94 Erel Tellal, “SSCB ile İlişkiler”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular Belgeler Yorumlar, Baskın Oran (Ed.), Cilt:1, 12. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2006, s.501.

95 Baskın Oran, “Batı Bloğu Ekseninde Türkiye”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular Belgeler Yorumlar, Baskın Oran (Ed.), Cilt:1, 12. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2006, s.496.

96 Ömer Kürkçüoğlu, Melek Fırat, “Arap Devletleriyle İlişkiler”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular Belgeler Yorumlar, Baskın Oran (Ed.), Cilt:1, 12. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2006, s.784.

97Ramazan Gözen, “Türk Dış Politikası’nda Değişim Var mı?”, Türkiye’nin Değişen Dış Politikası, Der. C. Yenigün, E. Efegil, Ankara,, Nobel Yayınları, 2010, s.25.

98 Davutoğlu, Stratejik Derinlik…, s.85.

99 Mehmet Gönlübol, Hakan Bingün, “1990-1995 Dönemi Türk Dış Politikası”, Mehmet Gönlübol (Ed.), Olaylarla Türk Dış Politikası 1919-1995, Ankara, Siyasal Kitapevi, 9. Baskı, 1996, s.652.

32

Türkiye’nin hem laik hem de demokratik ve serbest piyasa ekonomisine geçmiş Batılı kimliği ile Türk cumhuriyetleri için model bir ülke olacağını düşünülmüştür. Bu amaç doğrultusunda Türkiye ile Türk cumhuriyetleri arasında sıkı ilişkiler kurulmuştur. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel 27 Nisan – 3 Mayıs 1992’de tarihlerinde Azerbaycan, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan ve Türkmenistan’ı ziyaret etmiş ve bu ziyaret sırasında ekonomi, ulaştırma, kültür ve televizyon yayınları konularında 41 anlaşma imzalanmıştır. Türkiye’nin daveti ile 30-31 Ekim 1992’de Ankara’da gerçekleşen Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları zirve toplantısının sonunda yayımlanan bildiride de işbirliğinin geliştirilmesi ve uluslararası alanda ortak hareket edilmesinin kararlaştırıldığı duyurulmuştur.100

Türkiye’nin Türk Cumhuriyetleri’ne yönelik ilgisi doksanlı yılların başında karşılıksız kalmamıştır. Çünkü Türk Cumhuriyetleri’nde Türkiye’ye karşı hem duygusal yakınlık vardır hem de Türk Cumhuriyetleri’nin Batı ile yakınlaşma çabası için Türkiye önemli bir ülke olarak görülmüştür.101 Bu dönemde dış politikada Türkçü eğilimlerin güçlendiği de görülmüştür. Türk dünyasına yönelik geliştirilen dış politikada ve Türkiye’de düzenlenen zirvelerde Alparslan Türkeş’in etkisi bu durumun bir delili olmuştur.102 Bu dönemde Türk dış politikasında Türk Cumhuriyetleri ile bütünleşme bir hedef haline getirilmiştir. Fakat doksanlı yıllar Türkiye için kriz yılları haline gelmiştir. 1990-1991’de ABD’nin Körfez Harekâtı, 1992-1994 Azerbaycan-Ermenistan Savaşı, 1992-1996 Bosna Savaşı, 1996 Yunanistan ile Kardak Kayalıkları Krizi, Ermenistan’ın soykırım iddiaları, doksanlı yıllarda tırmanan PKK terörü ve 1994 ekonomik krizi Türkiye’nin enerji harcaması gereken sorunlar olarak karşısına çıkmıştır. Dolayısıyla bu dönemde Türkiye dış politikada hedef büyütmek yerine mevcut krizlerin yönetimiyle meşgul olmak zorunda kalmıştır.

1995’ten sonra iktidara gelen koalisyon hükümetlerinin kendi ideolojik yaklaşımlarına göre dış politika üretmeleri sonucu, Orta Asya Türk dış politikasında ikinci plana atılmıştır.103 Ayrıca 1995’te Gümrük Birliği ile birlikte AB’ye üyelik süreci Türk dış politikasının öncelikli konusu haline gelirken 1997’de Avrupa Birliği Lüksemburg zirvesinde tam üyelik vizyonunun verilmemesi Türkiye’yi kısa süreli de olsa tekrar Avrasya seçeneği üzerine itmiştir. Fakat Türkiye bu seçenek üzerinde fazla durmamıştır. Bu dönemde Türk Cumhuriyetleri ile Türkiye arasındaki ilişkiler de eski heyecanını kaybetmiştir. Çünkü ne

100 Gönlübol, Bingün, “1990-1995 Dönemi…”, s.698-699.

101 Elif Hatun Önal Kılıçbeyli, “21. Yüzyıl Türk Dış Politikası Türkiye-Orta Asya İlişkileri”, Türk Dış Politikası Son On Yıl, Y. Demirağ, Ö. Çelebi(Ed.), Ankara, Palme, 2011, s.249.

102 Önal Kılıçbeyli, “21. Yüzyıl…”, s.249-250.

103 Önal Kılıçbeyli, “21. Yüzyıl…”, s.251.

33

Türkiye ne de Türk Cumhuriyetleri karşılıklı olarak beklentileri karşılayamamıştır. Türk Cumhuriyetleri yeni bağımsızlıklarını kazanmış devletler olarak Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini kendi egemenliklerini kısıtlayıcı bir tehdit olarak görmüşlerdir. Aynı zamanda doksanların sonuna gelindiğinde ekonomik olarak da toparlanma sürecine giren Türk Cumhuriyetleri bir “ağabey”e ihtiyaç duymadıklarını göstermişlerdir.104 1999’da AB’nin Türkiye’yi aday ülke olarak ilan etmesiyle birlikte, AB yeniden Türk dış politikasının merkezine oturmuştur.105 AB’ye üyelik sonraki yıllarda da Türk dış politikasının ana maddesini oluşturmaya devam etmiştir.

Kasım 2002’de Türkiye’de gerçekleşen iktidar değişikliği ile birlikte Türkiye çok yönlü bir değişim sürecine girmiştir. Değişimin sinyalleri tek başına iktidar olan ANAP döneminde verildiği gibi yine tek parti iktidarında değişim yaşanmaya başlamıştır.

Türkiye’deki bu değişim uluslararası alanda yaşanan büyük değişimlerle aynı zamanda gerçekleşmiştir. 2001 yılıyla birlikte uluslararası ilişkilerde yeni bir döneme girilmiştir. 11 Eylül saldırıları, farklı bir tehdit anlayışı etrafında devletleri bir araya getirirken, aynı zamanda farklı kutuplaşmalara da neden olmuştur. Devletlerin niteliği, tehdit algılamaları, sistem içerisindeki etkinlikleri sorgulanmaya başlamıştır. Tehdit algılaması anlamında, 11 Eylül saldırılarıyla birlikte ABD’nin yeni tehdit algısı belli olmuş ve bu tehdit Rusya ve Çin gibi diğer büyük devletlerin çıkarlarıyla da örtüşmüştür. İslam ve terörizm kelimelerinin yan yana kullanılmasıyla tanımlanan bu yeni tehdit algısı ya da korkusu, büyük devletler için ortak tehdit olarak benimsenmiştir. Böylelikle uluslararası sistemin birçok belirsizliği sorgulanmaya devam ederken, tehdit algılaması konusunda bir sonuç ortaya çıkmıştır. Ortak tehdidin belirlenmesine rağmen, tehdide karşı alınan önlemlerde veya mücadelede devletlerin, özellikle ABD’nin, uluslararası hukuku görmezden gelerek hareket etmesi, yeni tartışmaları beraberinde getirmiştir. ABD önce Afganistan’ın işgali ile Orta Asya’ya, sonrasında ise Irak’ın işgali ile Orta Doğu’ya müdahalede bulunmuştur. Bu ise uluslararası alanda yeni kamplaşmalara yol açmıştır.

Bu süreçte içeride nispeten siyasi ve ekonomik istikrar sağlayan Türkiye, dış politikada yeni açılımlar ve yeni hedefler ortaya koymuş, bu çerçevede bölgesel bir güç hatta küresel güç olma hedefine yönelmiştir.106 Bu dönemde Başbakan’ın dış politika danışmanı

104 Mustafa Aydın, “Kafkasya ve Orta Asya ile İlişkiler”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular Belgeler Yorumlar, Cilt: 2, Baskın Oran (Ed.), İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s.390-393.

105 Önal Kılıçbeyli, “21. Yüzyıl…”, s.252.

106 “Türkiye Küresel Güç Olacak”, Türkiye Gazetesi, 31.05.2011.

34

olan Davutoğlu jeopolitik tanımlamalarını yaparken kullandığı, yakın kara havzası, yakın deniz havzası ve yakın kıta havzası kavramlarını Türkiye’nin dışa doğru kademeli olarak açılacağı havzalar olarak nitelendirmiştir. Bu bağlamda, yakın kara havzasında etkin güç olmak öncelikli hedef olarak öne çıkmıştır. Bu durumda yakın kara havzasının sınırları ile Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarının birbirine yakın olması ve oluşturulan dış politika,

“Yeni Osmanlıcılık” bağlamında tekrar gündeme gelmiştir. Davutoğlu’nun merkez ülke yaklaşımını örneklendirmek adına Osmanlı Devleti’ni göstermesi,107 dış politika yaklaşımını anlattığı konuşmalarda “Orta Doğu ve Balkanlarda sınırların kalkmasını istiyoruz…

Türkiye’nin zihnindeki resim ile bütün bu coğrafyayı bütünleştirmek istiyoruz”108 demesi, dış politikadaki Osmanlı algısını güçlendirmiştir. Türkiye’nin Orta Doğu’da izlediği dış politika Türkiye dışında da Osmanlı’nın yeniden canlanması olarak yorumlanmıştır.109

2008’e kadar AB’ye üyelik süreci Türk dış politikasının öncelikli hedefi olmuşken, 2008 sonrasında Türkiye’nin dış politikasında Orta Doğu’ya yönelen hedeflerle birlikte yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönemde Batı ile ittifakı sürdürmek ve statükoyu korumak hedefini sürdüren Türkiye, Orta Doğu’da düzen kurucu ülke pozisyonuna geçmeyi hedeflemiştir.110 Dış Politika hedefinin bununla da sınırla kalmayacağını, Davutoğlu, “Ankara artık dünya düzeni kuranlar arasında olacak” sözleriyle duyurmuştur.111 Davutoğlu, dış politika’nın büyüyen hedeflerini Ankara’da 180 büyükelçinin katılımıyla düzenlenen ve rutin hale getirilen “Vizyon Diplomasisi: Türkiye Perspektifinden Küresel ve Bölgesel Düzen” başlığını taşıyan konferansta şu şekilde açıklamıştır:

- “Yeni bir dünya kurulacaksa, o düzenin temel taşını atan ülkelerin başında (biz) geleceğiz.”

- “Yeni dönemde Türkiye’nin rolü aktif bir ülke rolüdür. Küresel olaylarda sözü dinlenen, alternatif çözümler üreten bir ülke.”

- “Bize biçilen rolleri dar gördüğümüzü ilan etmek zorundayız. Buna ister eksen kayması densin, ister başka türlü, tarih sahnesine çıktığımızda, bizimle birlikte bir tarih konuşacak.”112

107 Davutoğlu, “Turkey’s Foreign…”, s.80.

108 “Osmanlı Vurgusu”, Cumhuriyet, 28.12.2010.

109 Harold Rhode, “Turkey:Edoğan’s New Ottoman Region”, http://www.gatestoneinstitute.org/2259/turkey-erdogan-ottoman-region, (14.07.2011)

110 Sinan Ülgen, Güneşte Bir Yer veya On Beş Dakikalık Şöhret, Türkiye’nin Dış Politikası’nı Anlamak, Carnigie Papers, (Aralık 2010), s.10.

111 Sami Kohen, “Dış Politika Bilançosu”, Milliyet, 28.12.2010.

112 Sami Kohen, “Dış Politikada Yeni Hedefler”, Milliyet, 05.01.2011.

35 B. Dış Politika Araçlarının Etkin Kullanımı

Davutoğlu dönemi Türk dış politikasında yaşanan değişim dış politika araçlarında ve araçların kullanımında da görülmektedir. Soğuk Savaş döneminde güvenlik ekseninde dış politika üreten Türkiye, 2003 sonrası dönemde çok yönlü ve çok boyutlu dış politika yaklaşımının başarılı bir sonuç alabilmesi için dış politika araçlarını da çeşitlendirmiş ve etkinleştirmiştir. Türkiye dış politikasını güçlendirmek için, uluslararası örgütlerde etkinliğin artırılması, dış politikayı güçlendirecek kurumların oluşturulması veya var olan kurumların etkinleştirilmesi, potansiyel sosyo-kültürel gücün dış politikaya yansıtılması ve jeopolitik konumun sağladığı avantajların maksimum ölçekte kullanılması amaçlanmıştır. Bu bağlamda uluslararası örgütler ve Türkiye’deki bazı kurumlar bir dış politika aracı olarak etkin hale getirilmiştir.

1. Uluslararası Örgütlerde Etkinlik ve Görünürlük

Türkiye Soğuk Savaş döneminde ve Soğuk Savaş sonrasında birçok uluslararası örgüte ve işbirliğine katılarak dış politikada bir çeşitlilik sağlamıştır. BM, NATO, AB, İKÖ, ECO, KEİ ve Türk Cumhuriyetleri ile D-8 zirveleri bu çeşitliliği sağlayan örgüt ve işbirlikleridir.113 Türk dış politikası için NATO, Türkiye ile ABD ilişkilerinin en yakın noktası, AB geleneksel dış politika yaklaşımındaki Batıcılığın en önemli parçası, İKÖ İslam coğrafyası ile birlikte jeopolitik ve jeokültürel bir açılım alanı olmuştur. Soğuk Savaş sonrasında ECO’nun Orta Asya’yı içine alacak şekilde genişlemesi, KEİ’nin kurulması, Türk Cumhuriyetleri ve D-8 zirveleri ise Türk dış politikasının yeni açılım sahalarını yansıtmaktadır. Tüm bu örgütlerin varlığı dış politikada etkileyici bir görüntü vermekle birlikte uygulama alanında hepsinin ayrı ayrı sorunları mevcuttur.114

Soğuk Savaş sonrası yeni sistem ile birlikte canlanan BM içinde Türkiye de daha etkin bir rol üstlenmeye başlamıştır. En son 1961’de BM Güvenlik Konseyinde geçici üye olan Türkiye, 2003’te 2009-2010 yıllarında Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine aday olduğunu duyurmuştur. 2008’de yapılacak olan seçimler için çalışmalar çok önceden başlatılmıştır.

Seçim için bir tanıtım filmi hazırlanmış, Türkiye’nin laik, demokratik, istikrarlı ve büyüyen bir ekonomiye sahip ve uygarlıklar arası köprü niteliğinde bir ülke olduğu anlatılmıştır.115 Bu

113 Davutoğlu, Stratejik Derinlik…, s.222.

114 Davutoğlu, Stratejik Derinlik…, s.223.

115 Funda Keskin Ata, “Uluslararası Örgütlerle İlişkiler: BM’de Türkiye”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular Belgeler Yorumlar, Cilt: 3, Baskın Oran (Ed.), İletişim Yayınları, İstanbul, 2013, s. 811.

36

süreçte özellikle Afrika ülkeleriyle ilişkiler geliştirilmiştir. Türkiye 2005’te Afrika Birliği Örgütü’ne gözlemci ülke olmuştur. 2008’de ise Afrika Birliği Türkiye’nin stratejik ortağı olduğunu duyurmuştur. Mayıs 2008’de de Türkiye Afrika Kalkınma Bankası’na üye olmuştur.116 Türkiye’nin Afrika ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmesi BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği seçimleri için düşünülmüş olsa da bu tek gerekçe değildir. Afrika ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesi ile aynı zamanda Türk dış politikası için yeni sahaların açılması sağlanmıştır. 17 Ekim 2008’de yapılan oylamada Türkiye gerekli olan 128 oyun üstünde 151 oy ile Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçilmiştir.117 Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçilmesi dünyada Türkiye’nin artan etkinliğini göstermesi açısından önemli olduğu gibi oylamada 151 oy alması da Türkiye’nin etkin rolünün dünyada geniş bir kabul gördüğünün göstergesi olmuştur. Bu oy sayısı neticesinde Türkiye dış politikada attığı adımlarda daha özgüvenli davranma imkânı bulmuştur.

Türk dış politikasında etkili bir başka uluslararası örgüt olan NATO, Türkiye’nin ABD ile ittifak zeminini oluşturması bakımından oldukça önemlidir. Soğuk Savaş sırasında Türkiye’nin jeopolitik öneminin yanında yeni dönemde de NATO’nun üstlendiği küresel terörle mücadelede yoğunlaşılan Orta Doğu bölgesi için de Türkiye’nin konumu ve tarihi rolü önem arz etmektedir. NATO’nun 1999 Vaşington Zirvesi sonrasında başlayan küresel terörle mücadele konsepti Türkiye ve ABD arasında yeni işbirliği zeminini de belirlemiştir.118 Türkiye jeopolitik konumu itibariyle Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu ve Orta Asya stratejik hatlarına müdahil olabilecek bir ülke olarak NATO’nun küresel misyonları açısından önemlidir.119 Bu bağlamda Türkiye’nin etrafındaki bölgelerin çatışma ve kriz bölgeleri olduğu düşünüldüğünde, NATO’nun bu bölgelerde etkinlik kurarken Türkiye ile birlikte hareket etmesi, Türkiye’nin de bu bölgelerde etkinliğini artırmasını sağlayacaktır.120 NATO’nun Orta Asya bağlantıları sağlanması ve Rusya’nın Orta Asya’ya tekrar nüfuz etmesinin engellenmesi için de Türkiye’nin önemli bir konumda olduğu değerlendirilmektedir.121 Türkiye-NATO ilişkileri farklı zeminlerde gelişmeye devam ederken, Türkiye NATO içindeki etkinliğini artırmaya çalışmıştır. 2010’da Türkiye’nin yürüttüğü kulis çalışmalarının sonucunda Hüseyin Diriöz, NATO Genel Sekreter Yardımcılığına getirilmiştir. Diriöz’ün, NATO savunma

116 Ata, “Uluslararası Örgütlerde…”, s. 811.

117 Ata, “Uluslararası Örgütlerde…”, s. 811.

118 Armağan Kuloğlu, “60 Yıllık İttifak: NATO-Türkiye”, Orta Doğu Analiz, C.1, S. 4, (Nisan 2009), s.57.

119 Davutoğlu, Stratejik Derinlik…, s.233.

120 Kuloğlu, “60 Yıllık…”, s.63.

121 Richard Weitz, “Towards A New Turkey-NATO Partnership in Central Asia”, Turkish Policy Quarterly, C.5, S.2, (Yaz 2006), s.2.

37

politikasından, üye ülkelerin ulusal ve toplu savunma ve güç planlarını destekleyici mekanizmaların planlanmasından, savunma reformundan, AB dâhil diğer uluslararası örgütlerle savunma politikası işbirliği, lojistik ve nükleer (caydırıcılık) politikalardan sorumlu olduğu bildirilmiştir.122 31 yıl aradan sonra bir Türk’ün, NATO’nun genel sekreter yardımcılığına getirilmesi, Türkiye’nin NATO içindeki etkinliğinin artmasının bir göstergesidir.123

Türk dış politikasının çok yönlü hale getirilmesinde önemli bir araç olarak görülen örgüt ise, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ‘dır. İİT yalnızca Orta Doğu ve Afrika bölgesinde değil Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte Avrasya coğrafyasını da kapsayan bir kurum haline gelmiştir.124 Dünyanın birçok yerine dağılmış olan Müslüman nüfus dolayısıyla İİT, yalnızca bölgesel bir örgüt değil bir medeniyetin bağlarını oluşturmaktadır.125 Türkiye etkinlik kurmak istediği Osmanlı coğrafyasında önemli bir örgüt olan İİT’de etkinliğini artırmaya çalışmıştır.

Bu arada 2005’de Ekmeleddin İhsanoğlu’nun İİT Genel Sekreteri olması sağlanmıştır.

ECO ve KEİ ise Soğuk Savaş sonrasında Avrasya jeopolitiğinde büyük beklentilerin oluşmasına neden olan örgütlerdir. ECO yayılmış olduğu geniş coğrafyada yer alan ülkeler arasındaki çıkar çatışmaları, Türkiye’nin ECO’nun genişleme sürecinden sonra,126 İran’ı

ECO ve KEİ ise Soğuk Savaş sonrasında Avrasya jeopolitiğinde büyük beklentilerin oluşmasına neden olan örgütlerdir. ECO yayılmış olduğu geniş coğrafyada yer alan ülkeler arasındaki çıkar çatışmaları, Türkiye’nin ECO’nun genişleme sürecinden sonra,126 İran’ı