• Sonuç bulunamadı

Yeni Dış Politikanın Getirdiği Riskler

Türkiye’nin yeni dış politikasına yöneltilen bu eleştiriler yanında dış politikanın üstlendiği riskler de vardır. Pro-aktif dış politika ilkesinin her ne kadar Türk dış politikası bağlamında bütün bölgelere yönelik bir ilke olduğu iddia edilse255 de Türkiye’nin Orta Doğu’da daha etkin bir dış politika izlemekte olduğu görülmektedir. Orta Doğu, bölgesel bir güç olmak isteyen Türkiye için aktif olunması gereken bir bölgedir. Bu bölgedeki siyasi

253 Eslen, “Türkiye Küresel…”

254 “Sayın Bakanımızın İzmir Ticaret Odasında Dünyadaki Gelişmeler ve Türkiye'nin Dış Politika Vizyonu konulu hitabı, 09 Nisan 2011”, http://www.mfa.gov.tr/sayin-bakanimizin-izmir-ticaret-odasinda-dunyadaki-gelismeler-ve-turkiye_nin-dis-politika-vizyonu-konulu-hitabi-09_04_2011.tr.mfa, (10.02.2013).

255 Aras, Davutoğlu Era…, s.11.

70

dengelerin değişimi Türkiye ile doğrudan bağlantılıdır. Bölgede, özellikle İran, Irak ve Suriye’deki siyasi hareketlilikler Türkiye’yi doğrudan etkileyecektir. Türkiye’nin bölge üzerindeki tarihi ve kültürel geçmişi, bölgeyi tanımak ve kültürel yakınlık açısından bir avantaj olduğu gibi aynı zamanda Türkiye’ye bölgesel bir misyon da yüklemektedir.

Türkiye’nin Orta Doğu’daki etkinliğinin sınırları ise sorumluluk ve milli çıkarlar ile savaş riski arasındaki hattı oluşturmaktadır. Türkiye’nin ilk olarak İsrail ile yaşadığı gerginlik, Libya’ya müdahale tartışmaları ve son olarak Suriye’ye müdahale konuları, Türkiye’nin gündeminde savaş ihtimaline yer vermiştir.

Türkiye, pro-aktif dış politika ilkesiyle, Orta Doğu coğrafyasında, yani tarihi gurur kaynağı olarak ön plana çıkan Osmanlı Devleti’nin büyük oranda hâkim olduğu coğrafyada etkin bir dış politika izlemeye çalışmaktadır. Orta Doğu’da lider ülke rolüne soyunmak, krizleri çözmek, model ülke olmaya çalışmak ve ekonomik etkinlik sağlamak bazı riskleri de berberinde getirmektedir. Orta Doğu’nun taşıdığı risklerin temel sebebini siyasi sınırlar oluşturmaktadır. Orta Doğu’nun siyasi sınırları, bölgeyi potansiyel kriz ve çatışma alanı durumuna sokmaktadır. Orta Doğu’da siyasi hatlar, fiziki ve sosyo-kültürel hatlar ile uyuşmamaktadır.256 Bununla birlikte bölgedeki Arap devletlerinin, olması gerekenden daha dar sınırlara hapsedildiklerini düşünmesi, devletlerin sınırlara yönelik strateji geliştirmesine neden olmaktadır.257 Ayrıca Orta Doğu’daki su sorunu bölgeyi potansiyel çatışma alanına dönüştürmektedir. Bu bağlamda İsrail-Suriye-Türkiye ilişkilerindeki çatışma ve ittifak ihtimallerinde su sorunu büyük önem arz etmektedir.258 Büyük güçlerin Orta Doğu’yu bir rekabet sahası halinde kullanmaları da, bölgedeki etnik ve dini unsurların güçlendirilerek mücadele aracı haline getirilmesine neden olmaktadır. Bölgesel dinamiklerin sürekli hareketli ve dinç tutulması, gerilimi de sürekli olarak beslemektedir.

Orta Doğu’da savaş riski olduğunu destekleyen bir diğer durum da bölgedeki siyasal yapıların anti-demokratik olmalarıdır. Tarihsel olarak, hiçbir savaşın liberal demokrasi ile yönetilen toplumlar arası gerçekleşmediği görüşü259 Orta Doğu’daki çatışmaları ve savaşları yönetim anlayışları çerçevesinde bir zemine oturmaktadır. Bununla birlikte demokratik Batı dünyasında gelişen diplomasi kültürü içerisinde kullanılan dış politika araçları ile Orta Doğu’da kullanılan dış politika araçlarının farklılığı da savaş riskini arttırmaktadır. Dış politikada iki devlet arasında gerilimin tırmandırılması sırasında en son başvurulacak araç olan askeri müdahale, Orta Doğu’da öncelikli bir seçenek olarak değerlendirilebilmektedir.

256 Davutoğlu, Stratejik Derinlik…, s.140.

257 Davutoğlu, Stratejik Derinlik…, s.361.

258 Davutoğlu, Stratejik Derinlik…, s.138.

259 Michael W. Doyle, "Liberalism and World Politics", The American Political Science Review, (Aralık 1986), s.80.

71

Türkiye ile İsrail arasında yaşanan Mavi Marmara Krizi buna bir örnektir.260 Türkiye bu olayda kendisini bir anda savaşın eşiğinde bulmuştur.

Orta Doğu’da geçmişten gelen kriz ve çatışma alanlarının yanında Tunus’la başlayan halk hareketleriyle birlikte bölgedeki dinamik yapı daha da hareketlenmiştir. Bu değişim sancısının yarattığı çatışmalar ve Orta Doğu’nun geleneksel kriz ve çatışmaları bölgede savaş riskini arttırmaktadır. Bu şartlar altında Orta Doğu’da lider ülke olmak isteyen Türkiye de savaş riskini üstlenmektedir. Türkiye’nin bölgesel politikaları her ne kadar barışçıl söylemlerle ve işbirliği süreçleriyle şekillendirilmek istense de Orta Doğu barışçıl çözümlerin garantisini vermemektedir. Davutoğlu’nun Orta Doğu’daki sorunun kaynağını ortadan kaldırmak adına, sorunların iç çatışmaya dönüşmeden Türkiye’nin liderliğinde bir medeniyet açılımı ile işbirliği sürecinin oluşturulması yönündeki yaklaşımının261 doğru bir yaklaşım olduğu söylenebilir, ancak süreç tahmin edildiği gibi ve kontrollü bir şekilde ilerlememiştir.

Öyle ki, ülkeler bir anda iç çatışmaya sürüklenmiş ve bunun sonucunda bölgede tesis edilmek istenen işbirliği üzerine yapılan konuşmalar; yerini kimin, ne zaman, nereye müdahale edeceği tartışmalarına bırakmıştır.

Davutoğlu Orta Doğu ile ilgili yaptığı bir benzetmede, bölgenin iyi örülmemiş bir taş duvar olduğunu, taşlardan birinin oynatılması halinde duvarın yıkılabileceğini ve duvarın yıkmadan yeni bir şeklin verilmesi için ise, aynı anda birden fazla taşın hareket ettirilmesi gerektiğini belirtmiştir.262 Bu benzetme, sürecin yıkılma ve yıkılırken birilerini altında bırakma riskini yansıtmaktadır. Bu bağlamda Türk dış politikasının karar alıcılarının Orta Doğu’da etkinlik ve değişim için savaş riskini üstlerine almaları gerekmektedir çünkü bölgenin doğası Türkiye savaşmayı istemese bile onu bu noktaya taşıyabilmektedir. Orta Doğu’da kontrollü bir dış politikanın aynı istikamette ve istikrarda süremeyeceği görülmektedir. Yeni bir krizle savaşın eşiğine gelindiğinde, savaşmak istemeyen devlet eşikte ayak diretse bile dengesini kaybederek veya başkası tarafından itilerek eşiğin öbür tarafına geçme ihtimali de yüksektir.

Savaş riski alınarak girişilen sert söylemli dış politikada ise diğer devletler de söylem veya eylemlerini sertleştirmeye devam etmiş, fakat Türkiye savaşa doğru tırmanan krizlerde tekrar diplomasi seçeneğine dönmüştür. Bu tür yumuşama hamleleri de Türkiye’nin inandırıcılığını yitirmesine neden olmuş ve bir prestij sorunu ortaya çıkmıştır. Filistin’in haklarını korumak adına İsrail’e karşı izlenen politikalar neticesinde 9 Türk vatandaşının

260 Ümit Özdağ, Şanlı Bahadır Koç, “Mahalleye Hoş Geldin: Türkiye’nin Ortadoğu’da İlk Günü”, 21. Yüzyıl Dergisi, S:18, (Haziran 2010), s.5-12.

261 Davutoğlu, Stratejik Derinlik…, s.137.

262 Davutoğlu, Stratejik Derinlik…, s.323.

72

İsrail tarafından öldürülmesi, Suriye’de ise Esat karşıtı izlenen siyaset sonrasında bir Türk jetinin düşürülmesi ve beraberinde iki pilotun şehit edilmesi ve bunlara karşılık Türkiye’nin sonuçsuz kalan diplomasi yollarını denemesi, Türkiye’nin itibarını ve caydırıcılığını ortadan kaldırmıştır.

Davutoğlu dönemi, Batı merkezli uluslararası sistemin de değişmesiyle Türk dış politikasının da değişime uğradığı bir dönem olmuştur. Bu dönem içinde Türkiye merkezli olarak dünyayı dönüştürme ideali ile teorik bir dünya kurgulanmıştır. Bu dünyanın teorik zeminini, algılarını ve ilkelerini uygulamak hem mevcut imkân ve kaynaklar açısından hem de uluslararası ve bölgesel şartlar açısından mümkün değildir. Yeni dış politika hedefleri Türkiye’de yeni bir dönemin heyecanını yansıtmış ve ilk başta bu idealin gerçeğe taşınabileceği varsayılmıştır. Fakat izlenen siyasetin idealist teorik düzlemi bölgedeki diğer devletlerin barış ve işbirliğine olan karşıt tutumları neticesinde hayal kırıklığı ile sonuçlanmıştır. Suriye ve İsrail ile savaşın eşiğine gelen Türkiye, kendi haklarını korumak konusunda yetersiz kalarak bölgesel güç iddiasının bile tartışılmasına yol açmıştır.

73

İKİNCİ BÖLÜM

DAVUTOĞLU DÖNEMİ’NDE TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA ORTA ASYA YAKLAŞIMI

I. Türkiye’nin Stratejik Zihniyetinde Orta Asya

Orta Asya, jeopolitik öneminin dışında, Türk tarihinin başlangıç noktası olarak da ayrı bir yere sahip olmuştur. Farklı dönemlerde Orta Asya ile Anadolu arasındaki ilişkiler dönemin koşullarının da etkisiyle farklı algılamalarla şekillenmiştir. Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türklerle Orta Asya’da kalan Türkler arasındaki sosyal, kültürel ve siyasi bağlar Sovyetler Birliği dönemine kadar kesintisiz olarak devam etmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte yeniden başlayan ilişkiler kaldığı yerden ve aynı şekilde devam etmemiş, tarihin ortaya çıkardığı farklı algılarla yeniden şekillenmiştir. Türkiye ile Orta Asya Türk Cumhuriyetleri arasındaki bugünkü ilişkilerin anlamlandırabilmesi için geçmişteki ilişkilerle birlikte Türk stratejik zihniyetindeki Orta Asya ya da tarihteki adıyla Türkistan’ın yerinin değerlendirilmesi gerekmektedir.