• Sonuç bulunamadı

Smart ve Dört-boyutçu Zaman Anlayışı

Belgede Zaman, Tanrı ve dört-boyutçuluk (sayfa 181-188)

teorisinin de aleyhinde görülebilecek birtakım dezavantajları vardır. Bu dezavantajlardan birisi, solucan teorisi, değişimden sonra ortaya çıkan “yeni” özdeşliği açıklayabilse de değişen nesnenin değişimden “kurtulup kurtulmayacağı” yönündeki problemdir.

Örneğin kil, heykel olduktan sonra “kil” niteliğini yitirirse solucan teorisyeni “kil heykelden önce var” diyebilir mi? Bu dezavantajı ortadan kaldırmanın en iyi yolu Sider’ın aşağıda açıkladığı gibi olabilir:

Eğer L kili (lump) S heykelini (statue) t zamanında oluşturuyorsa, L ezildikten sonraki zamanda özdeş olmadığı halde L ve S, t zamanında özdeştir. (…) Muğlak ve konvansiyonel özdeşlik durumlarında, çoklu gönderge adaylarına verilen isimler belirli zamanlarda özdeştir fakat diğer zamanlarda özdeş değildirler.

Örneğin şu anda özdeş olmayan ancak 1865 yılında özdeş olan “Bookbinder”

ismi, B1 ve B2 restoranları arasındaki isim olarak muğlaktır.473

Bu çözüm esasında zaman yolculuğu paradoksları gibi paradoksların çözümünde de uygulanabilir. Zaman yolculuğundaki en önemli problemlerden birisi olan “aynı anda aynı yerde olma” (bilocation) sorununa solucan teorisi ile de açıklama getirilebilir.

Yukarıda sayfa 104’te, Smart’ın zamanın akışı metaforuna karşı çıktığından bahsetmiştim. Smart buna ek olarak şöyle demektedir:

Zamanda ne kadar hızda gideriz ya da zaman ne kadar hızlı akar? Zamanın akışı hangi birimlerle ölçülür? Saniye başına…ne? Saniye başına saniye değil elbette!

Grünbaum’un bu argümana metrik bir itiraz olduğu gerekçesine dayanarak itiraz ettiği doğrudur. Ona göre zamanın akışı nosyonu herhangi bir metrik unsur içermeyen niteliksel kavramdır. Ondan anladığım kadarıyla o, zamanın akışını deneyimimizin farkındalığı ve bu farkındalık eyleminin kendisi içinde, daha önceki eylemlerimizin farkında olduğumuz olaylar setinin yanı sıra bir olay olması sebebiyle savunuyor. Örneğin hafıza stokumuz devamlı değişiyor.

Grünbaum’un “zamanın akışını” bu şekilde karakterize edişinde aşırı derecede kavrayışlı olduğunu inkâr etmiyorum ve eğer “zamanın akışı” ile kastedilen buysa o zaman gerçekten böyle bir akış vardır. Ancak ben onun dikkatini çektiği olguların zaman içinde hareket anlamında akışı açıklayan bir illüzyon olduğunu görmeyi tercih ediyorum.476

Smart’ın bu açıklamasından hareket edersek onun Dört-boyutçuluğunu daha iyi anlayabileceğimizi düşünüyorum. Smart bu görüşünü benzerini 1949 tarihinde kaleme aldığı The River of Time makalesinde de sürdürür.

Smart bu makalede, zamanın akışının nehre benzetilmesindeki soruna değinir. Ona göre

“zamanın nehri” metaforu “vahşi bir şiirsel imgelemin sonucu” değildir.477 Bize göre doğa, “bir şekilde doğaldır.”478

Böyle bir ifadeyi kullanmak bizim için ne kadar doğal ve hatta işe yarar olsa da felsefi açıdan bazı problemler oluşturmaya başladığını kısa sürede fark etmek mümkündür. Yine Smart’ın sorduğu gibi:

Uzayda harekete nispetle ‘ne kadar hızlı’ diyerek sormak mümkündür. Örneğin ekspres bir tren saniyede 88 fit hareket edebilir. ‘Ne kadar hızlı hareket ediyor?”

sorusu ‘saniyede 88 fit’ cevabıyla kesin bir sorudur. Cevabı bilmiyor olabiliriz fakat ne gibi bir cevap gerektiğini bilebiliriz. ‘Zamanda ne kadar hızlı ilerliyorum?’ sorusu veya ‘dün zaman ne kadar hızlı aktı?’ sahte-soruları ile kıyaslayın. Buna nasıl bir cevap vereceğimizi bilmiyoruz. Ne türden ölçümleri yapmak zorundayız? Cevabımızın açıklanacağı hangi birimlerin olduğunu bile bilmiyoruz. ‘Zamanda -/saniye hızla ilerliyorum?’ böyle başlarız ve sonra durmak zorunda kalırız.479

476 J.J.C. Smart, a.g.e., s.17-18.

477 J.J.C. Smart, “The River of Time”, Mind, New Series, Cilt 58, Sayı 232, Ekim 1949, s. 483.

478 J.J.C. Smart, “The River of Time”, s.483.

479 J.J.C. Smart, “The River of Time”, s.483.

Benzeri bir çıkarsamaya fizikçi Sean Carroll’da da rastlarız. Carroll’a göre;

Bunu şöyle düşünün: zaman akıyorsa hızını nasıl belirleriz? ‘Saatte x saat’ türü bir şey olmalıdır-birim zamanda bir zaman aralığı. Ben de size x’in kaç olacağını söyleyebilirim: her zaman1. Zamanın hızı saatte 1 saattir, evrende ne olursa olsun.

Tüm bunlardan çıkarılacak ders, zamanın akan bir şey olarak düşünülmesinin pek de doğru olmayacağıdır. Çekici bir eğretilemedir, ama sıkı bir incelemeye dayanamaz. Bu düşünme tarzından kurtarmak için, kendimizi evrenin içinde konumlanmış, zamanın da etrafımızda aktığı şekilde tasavvur etmekten vazgeçmek yararlı olur. Tersine, evreni -tüm o çevremizdeki dört boyutlu uzay-zamanı -dış bir perspektiften izliyormuşuz gibi, bir şekilde belli bir varlık olarak düşünelim.480

Smart’ın A serisi ifadelerine karşı bu açıklaması oldukça bilinen ve tartışılan bir açıklama olmuştur. Mozersky’nin belirttiği gibi bunlardan en günceli Tim Maudlin ve Huw Price arasındaki tartışmadır.481

Smart’ın daha iyi anlaşılması için bu tartışmaya bakalım. Bu tartışma nedir?

Zamanın geçtiğini savunan Maudlin’in şu önermelerden oluşan cümlelerinden hareket edelim:

Bir saatlik zamanda örneğin, benim zamansal pozisyonum nasıl değişecektir?

Açıkçası bir saat daha ileri gelecekte, ölümüme bir saat daha yakın ve doğumumdan bir saat uzakta olurum. O hâlde zaman bir saat başına bir saat veya bir saniye başına bir saniye veya saat başına 3.600 saniye oranınca geçecektir. Bu cevaba nasıl kesin bir itiraz olabilir? Price ‘diğer olasılıkların noksanıyla yaşamamız gerekir’ demektedir ki yaşamalıyız: zorunlu ve a priori olarak zaman eğer geçiyorsa, saniye başına saniye oranında geçer…

(…)Price’ın ‘daha temel’ itirazı nedir? Bu, korkarım ki, bir kafa karışıklığıdır.

Saniye başına saniye, belirli bir kurdan serbest olan bir dolar başına bir dolardan daha boyutsuz bir sayı değildir.482

Price’ın buna cevabı aşağıdaki gibidir:

480 Sean Carroll, a.g.e., s.36.

481 M. Joshua Mozersky, a.g.e., s.171.

482 Tim Maudlin, a.g.e., s.261-262.

Maudlin’in önerisine cevap olarak size X kurunda verdiğim paranın bir grafiğini düşünün. Size verdiğim para miktarında siz Y kurunda bir para verin. Böyle bir grafikte, kur değişiminin adil oranını işaret eden düz bir çizgi olacaktır:

Maudlin’in söylediği gibi kur değişimi eşit satın alma gücü anlamındaki çizgide bulunan noktalarda yer alır. Ve X ve Y aynı kurdayken, bu çizginin eğimi 1 olur.

Buraya kadar tamam. Fakat zamansal durumda iki eksen olduğu zaman?

(…)Problem bu miktarların zorunlu olarak a priori eşit uzunlukta olmaları değildir. Problem bunların tam da aynı şeyler olmalarıdır.483

Burada Price’a katılmak mümkündür. Analitik önermelerin doğası düşünüldüğünde bu normaldir. Aksi halde, “bekârlar, evli değildir” dediğim zaman evli olmayanlar ve bekârlar arasındaki ilişki Maudlin’in iddia ettiği gibi analitik olmayan bir önerme olarak değerlendirilmek zorunda kalacaktır. 1 dakika başına 1 dakika (ya da 1 dakika başına 60 saniye) gibi bir oran sadece analitik olarak düşünülebilir. O hâlde onu Price’ın söylediği gibi a priori bir önermede “başka herhangi bir önermeden” farksız olmalıdır ki özdeşlik yasası gereğince onu analitik olarak eşitlememiz mümkün olsun.

Smart’ın zaman akışı ile ilgili ortaya koyduğu argümanların temelinde tam olarak bu fikrin gelişimi yatar. Smart’ın, 1949 tarihli makalesinde yukarıda birkaç kere benim de bahsettiğim Eddington’ın sözünden sıklıkla bahsetmesinin sebebi budur; “olaylar olmaz;

onlar oradadır ve biz onlara denk geliriz.”484

Gerçek dünyada zaman ile ilgili tecrübe ettiğimiz pek çok şey hakkındaki bilgimizi genelde onun hakkında telaffuz ettiklerimiz ile ölçme eğiliminin doğal bir sonucudur bu.

Yeşil bir muz sarıya, daha sonra kahverengiye dönüşür çünkü doğal eğilimin bu yönde olduğuna yönelik algının aksine düşünmenin doğal olmadığı fikrini kabul etmek zorunda kalırız. Tıpkı bu muz örneğinde olduğu gibi Smart bu dönüşme (aslında İngilizce orijinalindeki “become” yani ana anlamı ile oluşa gelme) düşüncesinde bir şeylerin yanlış olduğunu fark etmiştir; “trafik ışığı yeşilken kırmızıya dönüşür fakat kırmızıya dönüşme dönüşmez485.” Dönüşmenin kendisinin Türkçe de dâhil pek çok dilde dönüşlü (refleksif) bir ifade olduğunu hatırlarsak ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır; zamanın

483 Huw Price, a.g.e., s.19/26.

484 J.J.C. Smart, a.g.e., s.483.

485 J.J.C. Smart, a.g.e., s.486.

doğasını belirten böylesine bir ifade kendi içinde ve kendisi için doğru bir sonuç vermez.

Bir nesnenin değişimi bir anlamda da böyle bir “oluşu” ifade ettiği için esasında zamanda değişim ile ifade edilen şey olayın meydana gelmesi ya da oluşması değildir; biz farklı anlar içerisinde, bizim sadece onu zamanla tanımlayabileceğimiz bir “an” deneyimi yaşarız. Olayların zamanın akışı içerisinde kendisi için nasıl olduğunu bilmek zordur ancak “zaman aktığı” için olayın olduğunu söylemek bu sebeple mümkün değildir.

Dolayısıyla zamanın ölçümünde hassasiyet ne olursa olsun, değişimi “birebir” anlamak ve bu değişimin temelde bir zaman akışı sağladığını düşünmek arasında fark olmalıdır.

Böyle bir değişim için bir atom saatini bu iş için seçebiliyor olsaydım da fark eden bir şey olmazdı, çünkü ne bu konudaki ifadelerim ne de atom saatiyle ölçüyor olmam zamanın gerçek geçişini değil dönüşümün oranını verir. 5 saniyelik bir ölçüm zamanın akışı -o da varsa- ile ilgili bilgi verir; kendisi ile ilgili değil. Dolayısıyla oran matematiksel bir gerçekliktir; zamanın geçişi değil. Aksi hâlde matematiksel gerçekliğin de “geçmiş”

olması gerektiğini düşünürdük ve bu da başka bir absürtlük ile sonuçlanırdı. “5+2=7”

işlemi, bir dakika önce ile bir dakika sonra ayrı sonucu vermez.

Benzer şekilde uzayda ışık hızına yakın bir cisim ile şu an dünyada benim geçirdiğim zaman arasındaki oran mesela 1/5 oranında değişiyorsa, bu oran -ivmelenmeyi bir yana bırakırsak- kat’i bir orandır. Hiç kimsenin, matematiksel bir ifadenin mesela 1/5’in, 1/5 olmadığını düşünmesi imkânsızdır. Ancak aynı oran ile ilgili ölçüm 1/6 olsaydı bu değişimin matematiksel bir nicelik olduğunu düşünmekte gecikmezdik. O hâlde burada bir niceliksel değişim olduğunu belirtmek gerekir.486 Kısacası söylemek istediğim şudur;

zamanın metrik olarak ölçümüyle tanımlanan analitik sonuç (1 saatin 60 dakika olması

486Michael Lockwood, The Labyrinth of Time isimli eserinde “ilk başta ikna edici görünse de bu argümanın kipsiz argümanı savunanlar aleyhine kendi kendini kanıtlayan bir önerme” olduğunu söyler ve ekler; “şimdi kipsiz görüşe göre bir şeyin zamanla değişmesi için onun basitçe farklı saat zamanlarında farklı özellikleri olması gerekir. Böylece bir bukalemunun veya sonbahardaki yapraklarının renginin değişmesi için farklı saat zamanlarında farklı renkler olması gerekir…Ve hareket etmek için trenin farklı saat zamanlarında farklı yerlerde olması gerekir. O hâlde kipsiz görüşü savunanların zamanı saat zamanıyla bağlı belirli niteliklere eşitlemeleri gerekir. Bkz. Michael Lockwood, The Labryinth of Time: Introducing The Universe, Oxford University Press, 2005, s.14.

Doğrusu bu çok kuvvetli bir argümandır. Ancak Zenon’un paradoksuyla bir karşılaştırma yapılarak incelenebilir mi? Yukarıda s.75 ve 76’da bunu incelemiştim. Eğer Russell’ın hareket ile ilgili analojisini buraya da uygularsak olası bir çözümün mümkün olduğunu düşünüyorum.

gibi) sadece analitik bir sonuç olarak zamansal geçişin kendisini tanımlamaya yeterli değildir.

Smart’ı bu bağlamda düşündüğümüzde daha anlaşılır olacaktır. O da aşağıdaki paragrafta benzer bir ifadeyle bunu savunur:

Eğer geçmiş, şimdi ve gelecek olayların gerçek özelliğiyse, o hâlde 1965 yılında şimdi olan bir olay bu tarihte gerçek, başka bir tarihte gerçek değildir (ve bu da neden bu gibi bir olayın 1965’te vuku bulduğu hakkındaki açıklamanın olması gerektiği anlamına gelir). Gerçekten de her olay bu ya da şu zamanda ‘şimdidir’

ve bu ‘şimdi’ nosyonu doğada bir olayı diğerlerinden ayırmak için objektif bir özelliğe sahip değildir. Biz, uzay-zamanın dört-boyutlu diliyle konuştuğumuzda, ne olaylardan ne de şeylerin değiştiğinden konuşuruz zira o şeyi, zaman dilimleri başkalarından farklı ya da farklı olmayan dört-boyutlu bir varlıkla nosyonunu değiştirmiş oluruz. Fakat değişimdeki kalıcılığın olduğu dilimizde bile olayların değişmediğini düşünmek zorundayız. Şeyler (ve süreçler) oluşa gelir, değişir veya aynı kalır; oysaki bir olayın (mesela bir futbol maçının) ‘oluşa geldiğini’

veya ‘değiştiğini’ söylemek absürttür.487

Yukarıda sayfa 104 ve devamında W.L. Craig’in, Smart’ın Williams’ın makalesinden sonra “zaman nehri” metaforuna yönelik yaklaşımının giderek değiştiğinden bahsettiğini söylemiştim. Bu değişimi Mozersky, “onun refleksif ifade analizinden uzaklaşarak

‘zamansal dilin tarih analiz teorisi’ dediği bir teoriye yakınlaşmak suretiyle gerçekleştirdiğini söylemektedir.”488 Bunu Mozersky’nin formülleştirdiği şekilde aktarırsak;

(TA) a. ‘e/t*şimdide’nin’ t zamanındaki ifadesi sadece ve sadece e/t*, t ile eşzamanlı ise doğrudur.

b. ‘e/t*geçmişte’nin’ t zamanındaki ifadesi sadece ve sadece e/t*, t’den önce ise doğrudur.

c. ‘e/t*gelecekte’nin t zamanındaki ifadesi sadece ve sadece e/t*, t’den daha sonra ise doğrudur.489

Bu önermeler sistemi, Smart’ın “Genel düşüncelerin bir özelliği evrenin tamamı hakkında başka türden bir antroposentrik yansıtması olmasıdır. Birisi kolaylıkla geçmiş, şimdi ve gelecek nosyonlarının evrene objektif olarak uyarlanabileceği fikrine kapılabilir”490

487 J.J.C. Smart, Philosophy and Scientific Realism, Londra: Routledge&Kegan Paul, 1963, s.134.

488 M. Joshua Mozersky, a.g.e., s.175.

489 M. Joshua Mozersky, a.g.e., s.175.

490 J.J.C. Smart, a.g.e., s.132.

ifadesinin tam olarak yansımasıdır.

Ancak Smart’ın refleksif ifade analizini bir yana bıraktığımızda, zamansal dilin tarih analizi konusundaki bu önermeleri ne kadar isabetlidir? Bu noktada W.L. Craig, Quine’ın Smart’a yönelik bir eleştirisini hatırlatır.491 Quine’ın Smart’a yönelik kısaca yazdığı Reply to J.J.C. Smart başlıklı risalesinde şöyle bir eleştiri getirmektedir:

Onun (Smart’ın) endeksli tanımlarla bağlantılı tartışmasında, okurlar için (Smart için olmasa da) iki açıklayıcı yorum gerekebilir. Birisi endeksli tanımların ortadan kaldırılması benim kipi ortadan kaldırma motivasyonlarımdan en az olanıdır. Diğeri de dilin endeksli tanımlar olmaksızın öğrenilebileceği veya koordinatlarının düzeltilebileceğini sağlamakla uğraşmıyorum.492

Burada, Quine’ın demek istediğini açarsak; Quine tıpkı Smart gibi zaman konusunda Dört-boyutçuluk ve kiplerin elimine edilmesini savunurken, onun amacı aslında olgusal gerçekliklerin ontolojik olarak tanımlanmasının mantıksal formülünü bulmaktır. Ve bu anlamda başarılı olmuştur. Ancak Smart’ın bu konudaki yaklaşımında sorunlu olan kısım ise yukarıda dipnot 486’da Lockwood’un eleştirisinde ifade ettiğim gibi endeksli tanımların elimine edilmesinin metafiziksel tanımlamalar için yeterli olmasıdır. Aksi halde neden bir analoji bu kadar “tehlikeli” olabilir?

Diğer bir eleştiri de analojilerin kendiliğinden endeksli tanımları gerektirmesidir. Aksi durumda düşünce deneylerinde kullanılmaları mümkün olmazdı. Her ne kadar analoji filozofun alet çantası içerisinde mantık, çıkarımlar ve kıyasın yanında en zayıf organonlardan birisi de olsa bu konunun da akılda tutulması gerekir.

Ancak Smart’ın kimi açılardan çok keskin ve aşırı pozitivist görünen bu indirgemeciliği bir Dört-boyutçu açısından önemlidir. Çünkü tıpkı felsefenin diğer nesnelerinde olduğu gibi zamanla ilgili psikolojik ve hipotetik hangi argümanların savunulup savunulmayacağını ve onun varoluşsal önermelerle açıklanıp açıklanamayacağını öngörebilmemiz gerekir. Smart’ın Dört-boyutçuluğundaki bu ayrıntıya bu sebeple dikkat

491 William Lane Craig, a.g.e., s.39.

492 W. Von Orman Quine, “Reply to J.J.C. Smart”, edt. Lewis Edwin Hahn ve Paul Arthur Schilpp, The Philosophy of W.V. Quine: Expanded Edition, ABD: Library of Living Philosophers, Open Court Publishing Company, 1998, s.518.

çekmek gerekir. Ve zamanla ilgili varsayımlarımızda nerede nasıl bir çizgi çekebileceğimiz için bize bir rehberlik vazifesi de görür. Tıpkı Lewis ve Quine gibi Smart’ın Ezelicilik ve Dört-boyutçuluğun tanımı açısından buna ihtiyacımız vardır.

Smart’ın “demistifikasyonu” bu açıdan temel alınması gereken bir önermeler zincirini oluşturur. Bu önermeler ile zamanın varlığının gerçekdışı olup olmamasından çok onun geçişi ile ilgili problemlerdir ve bunların üstesinden gelmeyi ancak kipleri elimine eden Ezelici ve Dört-boyutçu formüllerle başarabiliriz. Zira Smart’a göre;

Böylece kipsiz konuşma şeklinin eleştirisinden uzak da olsa bence bu saf bir kazanımdır. Olayların bizim kipsiz dilimizde geçmişlik, şimdilik ve geleceklik açısından değişimlerini tercüme etmedeki başarısızlık, sadece üstü örtülü bir şekilde kiplerin ve ‘geçmiş’, ‘şimdi’ ve ‘gelecek’ kelimelerinin refleksif ifadelerinin tanımı olarak anlaşılabilir.493

Smart’ın bu yöndeki katkısı açıktır. Ancak Smart’ın neden refleksif ifade analizini bırakıp zamansal tarih analizine giriştiğinin altında yatan sebep ise Craig’in açıkladığı gibi “(i) Reichenbach bir ifadenin zamanı ve olay arasındaki B-ilişkisini ortaya koyarken, Smart ifadenin kendisini ve ilgili olay arasındaki ilişki arasındaki B-ilişkisini ortaya koymaktadır.”494 Smart’ın belki de yetersiz bulduğu refleksif ifade analizinin yerini zamansal tarih analizinin almasının nedeni budur.

Belgede Zaman, Tanrı ve dört-boyutçuluk (sayfa 181-188)