• Sonuç bulunamadı

B. Siyasal Kültür Analizleri ve Siyasal GeliĢme

3. Siyasal Kültür ve Siyasal Yapı

Siyasal kültür, kültürün siyasetle ilgili kısmıdır. Siyasal sembolleri, değerleri, inançları, tutumları, beklentileri, amaçları içerir. Siyasal yapı ise anayasa ve kanunlar gibi siyasal kurumları, devlet ve siyasal partiler gibi örgütlenmeleri, parti sistemleri

162 ve hükümet koalisyonları gibi Ģekillenmeleri içerir.431 Siyasal kültür üzerine yapılan araĢtırmalar, büyük ölçüde toplumun siyasal yapısından çok, bireylerin bu yapıya iliĢkin inançlarını incelemeyi amaçlamıĢtır. Diğer bir deyiĢle, siyasal kültür incelenirken devlet, iktidar, siyasal partiler gibi kurumlardan ziyade, bireylerin bu yapılara iliĢkin ilgileri, düĢünceleri ve değerlendirmeleri ön plana çıkmıĢtır.432 Kalaycıoğlu da, demokratikleĢme süreci açısından siyasal kültür ve siyasal yapı iliĢkisini siyasal kültür lehine yorumlamıĢtır. Ona göre demokratikleĢme sürecinde kural ve kurumların iyi seçilmesi, siyasal değer, inanç ve tutumlardan oluĢan siyasal kültür olgusundan görece olarak daha önemsizdir.433 Siyasal kültür ve yapı iliĢkisinin siyasal geliĢme kavrayıĢı açısından yerini, „geliĢmekte olan ülkelerde demokratikleĢme ya da istikrarı sağlayacak yolun kurumlardan mı yoksa siyasal kültürden mi geçeceği‟ sorusu belirlemiĢtir. Siyasal geliĢme kavrayıĢında demokratikleĢme vurgusundan istikrar vurgusuna geçiĢ, bu sorunun cevabını verebilir. Siyasal geliĢmenin demokratikleĢme anlamında siyasal kültüre atfedilen belirleyicilik, istikrar ve düzen anlamında “geliĢtirilecek ulusların” kültürel anlamda hazır olmadıkları gerekçesi ile kurum ve kurallara yönelmiĢtir.

Weil, siyasal kültür ve yapı iliĢkisi tartıĢmalarının, II Dünya SavaĢı‟ndan itibaren üç temel duruĢ sergilediği sonucuna ulaĢmıĢtır. AraĢtırmacıların birinci nesli, iĢlevselci bir temelde ele alınan siyasal kültürün siyasal yapı ve rejimlerin belirlenmesinde temel bir rol oynadığını tartıĢmıĢlardır. Almond ve Verba‟nın çalıĢmasını bu kategoride görmüĢtür. Ġkincisi, siyasal kültürün yapı ve rejimlerin kurumlarını takip ettiğini kabul eder. Burada ilk duruĢa yöneltilen eleĢtirilerin çoğu,

431 Weil, “Political Culture…”, Research on Democracy and Society, s.67.

432 Ġnan Özer, “Siyasal Kültür, Demokrasi ve Demokratik Değerler”, Hacettepe Üniversitesi ĠĠBF Dergisi, c.14, s.1, Temmuz 1996, ss.71-98, s.84.

433 Kalaycıoğlu, “Türkiye‟de…”, Türkiye‟de Demokratik Siyasal Kültür, s.48-49.

163 Marksist olmak zorunda olmayan materyalist bir duruĢ sergilemiĢtir. En radikalini rasyonel seçim teorisi uyarlamıĢtır. EleĢtirileri ikna edici olmasına rağmen teorik çerçevesi çok inandırıcı olmamıĢtır. Bu yüzden araĢtırmacılar siyasal kültürün nedensel etkisini tamamen inkar edememiĢlerdir. Böylelikle, Almond tarafından siyasal kültür ve yapı iliĢkisine üçüncü bir duruĢ eklenmiĢtir. Bu da, siyasal kültür ve siyasal yapının birbirlerini kompleks bir Ģekilde etkilediğidir. Ancak Weil‟e göre, karĢılıklı etkileĢim iddia olmaktan öteye pek gidememiĢtir. Çünkü ne Almond ne de diğer yazarlar, karĢılıklı etkileĢimin nasıl olduğuna iliĢkin detay verememiĢlerdir.

Bunun yerine, bazen yeni verileri merkeze alarak ilk yaklaĢımın doğru olduğunu, siyasal kültürün temel öneme sahip olduğunu tartıĢmak eğilimine girmiĢlerdir.434

Almond, siyasal kültür konusunun çeĢitli sorular etrafında dönen bir polemiğe neden olduğunu savunmuĢ ve bunlardan birisini “siyasal kültürün siyasal yapı ve davranıĢtan analitik ayrıĢması üzerine oluĢan uyuĢmazlık” olarak tanımlamıĢtır. Bu uyuĢmazlığı Almond, bahsettiğimiz gibi, siyasal kültür ve siyasal yapının birbirini etkilediği iddiası ile çözümlemeye çalıĢmıĢtır.435 Bu polemik çerçevesinde, kendisinin de siyasal kültürü önceleri ulusal nüfusa ve onun alt gruplarına yayılan siyasal olguya yönelik biliĢsel, duygusal ve değerlendirici eğilimler olarak tanımladığını, daha sonra ise Anglo-Amerikan, Kıta Avrupası, totaliter ve sanayi öncesi siyasal sistemlerin performanslarını karĢılaĢtırmaya çalıĢan bazı kültürel hipotezler önermek için kullandığını belirtmiĢtir.436

Almond, The Civic Culture‟da, siyasal kültüre belirleyicilik atfettikleri eleĢtirisini kabul etmemektedir. Gerekçe olarak, çalıĢma boyunca belirli ülkeler içinde spesifik kültürel Ģekillerin geliĢimini belli tarihsel deneyimlere referansla

434 Weil, “Political Culture…”, Research on Democracy and Society, s.65-66.

435 Almond, “The Intellectual…”, The Civic Culture Revisited, s.26.

436 A.g.e., s.26.

164 açıkladıklarını sunmuĢtur. Amerika‟da Ġngiliz kurumlarının mirası, Meksika devrimi gibi tarihsel olayları örnek göstererek, siyasal kültüre hem bağımlı hem bağımsız bir değiĢken olarak yaklaĢıldığını kanıtlamaya çalıĢmıĢtır.437 Bu savunma kısmen geçerli olabilir, ancak çalıĢmalarında ampirik verilerle pekiĢtirilen siyasal kültür sınıflandırması ve siyasal kültür tiplerinin belli siyasal sistemlerle örtüĢtürülmesi, siyasal kültür temelinde yükselen bir çalıĢma olduğunu doğrulamaktadır. Duverger, benzer bir eleĢtiri getirmiĢtir. Siyasal yapıların özelliklerine kayıtsız kalmalarının, her türlü karĢılaĢtırmayı yanıltıcı hatta anlamsız kıldığından söz etmiĢtir.

Meksika‟nın adeta bir tek parti niteliği taĢıyan, hakim bir partinin egemen olduğu bir ülke olmasına karĢılık, diğer dört ülkenin çoğulcu demokrasiler oldukları ihmal edildiğinde, anketin bir kısmı tüm anlamını yitirmektedir. Amerikan siyasal kültürünü adeta masalsı bir bütünleĢme imgesi olarak göstermek, araĢtırmanın yapıldığı yılların hemen ardından patlak veren köklü çatıĢma faktörlerini görmezden gelmek olur. 438

Almond‟un kendini savunmak için ileri sürdüğü siyasal kültür ile siyasal yapıyı karĢılıklı olarak iliĢkilendirme çabalarını, Aristo ile Platon‟u karĢılaĢtırmasından baĢlatabiliriz. Almond‟a göre, Aristo siyasal kültür açısından Platon‟dan daha modern ve daha bilimseldir. Çünkü yalnızca siyasal kültür değiĢkenlerine önem atfetmez. Bir yanda toplumsal tabakalaĢma değiĢkenleri diğer yanda siyasal yapı ve performans değiĢkenleri ile siyasal kültürün iliĢkisini ele almıĢtır. UlaĢılabilir en iyi yönetimi orta sınıfın hakim olduğu karma bir yönetim biçimi olarak görmüĢtür. Karma yönetim, oligarĢik ve demokratik ilkelerle organize olur, bunun için yönetimde zengin ve soyluların yanında yoksul ve alt gruptakilere de

437 A.g.e., s.29.

438 Duverger, Siyaset Sosyolojisi, s.88-92.

165 temsil hakkı verilir. Böyle bir yönetim, refah geniĢ ölçüde dağıtıldığında, geniĢ bir orta sınıf devletin karakterini belirlediğinde en verimli Ģekilde iĢleyecektir.439 Amerikan siyaset bilimi genel olarak Aristo‟yu Platon‟a tercih etmiĢtir. Bu tercihin arkasında Aristo‟nun Platon‟dan farklı olarak, pozitivist siyaset teorisi ile daha tutarlı bir Ģekilde olgulara önem vermesi ve bu yüzden daha „bilimsel‟ olarak görülmesi yatmaktadır. Ayrıca, Aristo‟nun Atina demokrasisinin aĢırılıklarının eĢlik ettiği istikrarsızlık problemine bir cevap olarak önerdiği karma yönetim modeli, yüzyıllar sonra da demokrasinin yol açabileceği aĢırılıklara karĢı koruyuculuk sağlamayı sürdürmektedir. Altta belirtileceği üzere, bu minvaldeki düĢünceler hakim düzenin tehlikeye girdiği dönemlerde yoğun rağbet görmüĢtür. Amerikan siyaset bilimcilerinin, siyasal geliĢme kavrayıĢı açısından geliĢmekte olan ülkelerin istikrarsızlıklarına çare olarak bu düĢünceleri benimsemesi ĢaĢırtıcı değildir. Platon, Aristo‟nun aksine varolan sorunların çözümünün mevcut düzende gerçekleĢemeyeceği düĢüncesiyle, ideal düzen arayıĢında bir düĢünür olmuĢtur. Bu yönüyle Amerikan siyaset bilimine kaynaklık edemeyeceği ortadadır.

Almond, bu tercihinin ve sebeplerinin ardından Civic Culture çalıĢması özelinde, siyasal kültür ve siyasal yapı karĢılıklı etkileĢimini yönlendiren tarihsel uğraklarına devam etmiĢtir. Civic culture çalıĢmasına katkıda bulunan en kadim entelektüel gelenekler arasında güçler ayrılığı fikrini etkileyen Aristo, Polybius ve Cicero‟nun karma yönetim modelini görmüĢtür. Orta sınıfın hâkimiyetinde karma yönetim tipi, siyasal liderler ve resmi görevlilerin hoĢgörüsüyle bağdaĢan ılımlı bir siyasal katılım öngörmektedir. Almond‟a göre bu yaklaĢım, civic kültürün „dengeli farklılıklar‟ olgusuna karĢılık gelmektedir.440 Ġlerleyen dönemlerde Fransız Devrimi,

439 Almond, “The Intellectual…”, The Civic Culture Revisited, s.3.

440 A.g.e., s.17.

166 Amerikan demokratik tecrübesi ve 18. ve 19. yüzyılda Ġngiltere‟nin demokratikleĢmesinin, siyasal teorisyenler arasında benzer tepkiler ürettiğini yazmıĢtır. Amerika‟daki demokrasiyi incelerken Tocqueville, kendilerini önceleyenler gibi karma yönetim/yurttaĢlık kültürü teorisini tekrarlamıĢtır.

Tocquevillle‟e göre, çoğunluk tiranlığı ve kitle demokrasisi tehlikeleri Amerika‟da güçlerin kurumsal ayrılığına ek olarak meĢru aristokrasi tarafından engellenmiĢtir.

Ġstikrar garantisi olarak, güçler ayrılığı ve aristokratik etkiye Tocquevillle, Amerikan siyasal kültürünün karakterini de etkilemiĢtir. Amerikan demokrasisinin istikrarı, onun coğrafyası ve ekolojisi ile anayasa ve kanunları kadar, hatta hepsinden önemlisi toplumdaki insanların ahlaki ve entelektüel karakteristikleri anlamına gelen geleneklerine de bağlıdır. Almond, Ġngiliz demokratikleĢme sürecinde 19. Yüzyılda, daha önceki Ġngiliz radikallerine karĢıt olarak çoğunluk tiranlığının tehlikelerini ve demokrasinin tamamen gerçekleĢtirilmesinin ahlaki yetersizliğini hatırlatan düĢünürün, John Stuart Mill olduğunu belirtmiĢtir. Bu doğrultuda Almond‟a göre, Mill bir çeĢit karma yönetimi benimsemiĢtir.441

Siyasal kültür ve siyasal yapı iliĢkisinde Almond, son tarihsel uğrak olarak, II. Dünya SavaĢı sonrası totaliter hareketlerin yükseliĢinin oluĢturduğu, demokratik istikrar Ģartlarını arayan bir baĢka teorik dalgadan söz etmiĢtir. Demokratik istikrarsızlık ve çöküĢü, kitle toplumunun bir sonucu olarak görmüĢtür. Kitle toplumu, demogojik liderlik ve otoriter hareketlere duyarlı hale gelen anomik kitleler yaratmıĢtır. SanayileĢme, kentleĢme ve demokratikleĢme süreçlerinin bir ürünü olabileceğini söylediği, bu durumun modernleĢme güçlerinin anomik sonuçlarına karĢı duran toplumsal ve ekonomik örgütlenmelerin varlığıyla engellenebildiğini

441 A.g.e., s.19.

167 belirtmiĢtir. Almond Tocqueville‟in, Amerikan demokrasisinin baĢarı ve istikrarını gönüllü kuruluĢların hakimiyeti ve Kıta Avrupalılara karĢıt olarak Amerikalıların iĢbirlikçi yaratıcılıklarına bağlamasını bu açıdan değerlendirmiĢtir. Diğer bir deyiĢle, 1930 ve 40‟ların kriz onyıllarında demokratik istikrarsızlık ve çöküĢün tekrarında, çoğulcu hipotez kısmi bir açıklama olarak görülmüĢtür. Bu bakıĢ açısıyla, çıkar grupları ve farklı toplumsal gruplar kitle toplumunun zararlarını azaltmıĢtır. Çoğulcu teori ile demokratik istikrarın karma yönetimi ve civic kültür teorisi ile ortak noktalarını, yetenekli seçkin ve alt seçkin grupların geliĢimi ve bireylerin toplumsal yapıya entegre olması, yabancılaĢma ve antagonizmanın yoğunluğunun azalması olarak sıralamıĢtır.442 Bu yolla, sistemle bütünleĢen tehlikeli çoğunluğun dile getireceği talepler, sistemin içinde kalıp istikrarsızlık yaratmayacaktır. Siyasal geliĢme kavrayıĢı açısından da kapitalist sistemle özdeĢleĢtirilen Hür Dünya içindeki azgeliĢmiĢ ülkelerin aĢırılıkları ya da sosyalist kutba dahil olma riski engellenmiĢ olacaktır.

Ġstikrar ve denge unsuru olarak ortaya çıkan çoğulcu teori, yapısal-iĢlevselci yaklaĢımın bir ürünüdür. Daha yakın zamanlı bir çalıĢmasında, Almond‟a göre yeni devletçi yaklaĢım içinde yer alan yazarlar, yapısal-iĢlevselci yaklaĢımı, hükümeti, kamu kararlarının Ģekillenmesinde birbiri ile yarıĢan ya da çeliĢen ekonomik çıkar grupları ve toplumsal hareketlerin bulunduğu bir arena olarak görmüĢlerdir. Bu kararlar yine söz konusu yazarlara göre, talep eden gruplar arasında karların dağıtımı olarak algılanmıĢtır.443 Yapısal-iĢlevselci teorinin, bu Ģekilde toplumsal olarak indirgemeci olarak algılanması Almond‟a göre, yapısal iĢlevselciliğin yapısal kısmına dikkat çekilmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu kısım ona göre devlet

442 A.g.e., s.20.

443 Gabriel A. Almond, “The Return the State”, A Discipline Divided Schools and Sects in Political Science, Newbury Park, London, New Delhi, Sage Publications, 1990, s.196-197.

168 kurumları ile bağlantıyı sağlamaktadır. Ayrıca, yapısal iĢlevselcilik bazı yönlerden siyaset biliminin kendisi kadar eskidir. Örneğin, Amerikan demokrasisinin ana gövdesini oluĢturan güçler ayrılığı, bir yapısal iĢlevselci teoridir ve Montesquieu‟dan beri siyasal teorinin merkezi olmuĢtur.444

The Civic Culture çalıĢması bahsedilen bu entelektüel geleneğin mirasçısıdır

ve Almond‟a göre tarih laboratuvarında istikrarlı demokrasi teorisini açıklamaya çalıĢır. Ġngiliz ve Amerikan demokrasisi 1920 ve 30‟ların krizinde bir dereceye kadar dayanıklılık göstermiĢtir, Almanya ve Ġtalya bunu baĢaramamıĢtır. Almond‟un örneklendirdiği ve feyz aldığı tarihsel geleneklerin ortak özelliği, demokrasinin aĢırılıklarından ve halka duyulan güvensizlikten kaynaklanan endiĢeleri yansıtmasıdır. Sözkonusu tehlikeleri önlemek için baĢvurulan çözümler, karma anayasa/karma yönetim, güçler ayrılığı, orta sınıf gibi temalar çerçevesinde dönmektedir. Böylelikle, tüm tarihsel dönemlerde zenginin yoksuldan korunması için verilen mücadelelerin ortak bir çizgide ilerlediği ortaya çıkmaktadır. Almond bir anlamda, siyasal geliĢme kavrayıĢının demokratikleĢme ve istikrar anlamına geliĢinin bir sentezini yapmıĢtır. Demokrasiye duyulan güvensizlik beraberinde istikrar kaygılarını da getirmiĢtir.

Almond, siyasal kültür literatürüne iliĢkin eleĢtirilerin farkında olarak temel eleĢtirinin, kültür ve yapı arasındaki iliĢkiye „kültür yapıyı üretir‟ imasıyla nedensel bir bağlantı atfedilmesi olduğunu tekrarlamıĢtır.445 Bu nedensel iliĢkinin tersine iĢleyebileceğini, bu nedenle komünist ülkelerde yapılan siyasal kültür çalıĢmalarına ihtiyaç duyulduğunu savunmuĢtur. Bu bakıĢ açısıyla, komünist ülkelerdeki gerçek

444 A.g.e., s.210-211.Ayrıca yukarıda bahsedilen çoğulcu teoride kitlelerin aĢırılıklarını engelleme iĢlevi yükledikleri çıkar grupları ve farklı toplumsal grupların kökenini de Montesquieu‟nun despotun ya da halkın aĢırılıklarını frenleyecek ara kurumlar ya da ara erkler olarak adlandırdığı yapılara dek götürebiliriz.

445 A.g.e., s.28.

169 siyasal kültür ile resmi komünist siyasal kültürün karĢılaĢtırılması, kültürel değiĢkenlerin açıklayıcı gücünün bir çeĢit testi olabilir. Daha açık bir ifadeyle, komünist hale gelen toplumların siyasal kültürleri yeni düzeni kolay bir Ģekilde kabulleniyorsa, siyasal kültürün açıklayıcı değerinin marjinal olduğu kabul edilebilecektir.446Almond, komünist ülkelerin siyasal kültürlerine iliĢkin Brown ve Gray‟in Political Culture and Political Change in Communist States447 adlı çalıĢmasını referans alarak, burada siyasal tutumların dönüĢümüne iliĢkin yeterli veri elde edilmediğinden söz etmektedir. Bahsettiği çalıĢmada yeni bir sosyalist insan yaratmanın baĢarısızlığa uğradığını yazmıĢtır. ÇalıĢmanın en güçlü vurgusu, komünist siyasal sistemlerin verdiği kurumsal güce rağmen toplumsallaĢma ve eğitimin komünist süreçlerinin göreli baĢarısızlığıdır. Bu araĢtırmalar Almond‟a göre, komünizm öncesi tutumların, dönüĢtürmek için harcanan büyük çabaya rağmen inatçı olabildiğini göstermektedir. Siyasal kültür, inatçı bir değiĢken olmadığı gibi esnekliğinin de bir sınırı vardır.448 Siyasal kültür kavramı bu yönüyle anti-komünist mücadelede yerini bulmuĢtur.

C. Kalkınma Ġdeali W.W. Rostow ve Anti-komünizm

W.W. Rostow‟un ekonomi merkezli kalkınma araĢtırmalarını irdelemeden önce, siyasal geliĢme kavrayıĢını temel alan bir çalıĢmada yer almasının nedenini açıklamak gerekmektedir. Bunun için siyasal geliĢme literatüründe metodolojik ve teorik düzeyde ortaya çıkan değiĢmelere bakmak yeterli olacaktır.

446 A.g.e., s.30.

447 Archie Brown ve Jack Gray, Political Culture and Political Change in Communist States, New York, Holmes anda Meier, 1977.s.12‟den akt., a.g.e., s.31.

448 A.g.e., s.31-32., Almond‟un komünizm ve siyasal kültür iliĢkisine iliĢkin ayrıntılı görüĢleri için bkz. Gabriel A. Almond, “Communism and Political Culture”, A Discipline Divided Schools and Sects in Political Science, Newbury Park, London, New Delhi, Sage Publications, 1990, ss.157-169.

170 1. Yeni Politik Ekonomi

Siyasal geliĢme araĢtırmalarına, daha önce vurgulandığı gibi 1950‟lerden 1960‟ların ortalarına dek davranıĢsal teori hâkim olmuĢtur. 1960‟ların sonlarında ise hem metodolojik hem kuramsal anlamda yükselen krize metodolojik anlamda verilen yanıt, davranıĢsalcılığın yetersizliği olarak dile getirilmiĢtir. DavranıĢsalcı teorinin krizinin ve çözümlenme çabalarının ilk sinyalleri 1960‟ların ortalarından itibaren siyasal kültür ve siyasal toplumsallaĢma analizlerinde verilmeye baĢlanmıĢtır.

Amerikan siyaset biliminde ve özel olarak siyasal geliĢme araĢtırmalarında sosyolojik modelin ağırlıklı olduğu bu dönemin belirgin özelliği ilk bölümde belirtildiği gibi, Parsonscı değer uzlaĢmasının etkisinde düzen temelli bir yaklaĢıma doğru yönelmektir. Bu uzlaĢmayı sağlayan bireyler rasyonel değildirler ve kültürel yapının değerleri ile yönlendirilmektedirler.449 Sosyolojinin baskın olduğu sözkonusu 1950 ve 60‟lı yılların ardından beliren siyasal geliĢme kavrayıĢındaki krize, teorik düzlemde modernleĢme teorisinin krizi eĢlik etmiĢtir. ModernleĢme teorisine ideolojik ve etnosentrik boyutlarının yanında, sosyolojik bir yaklaĢım sergileyerek ekonomiyi bir değiĢken olarak ihmal etmesinden kaynaklanan eleĢtiriler yükselmiĢtir. II. Dünya SavaĢı‟nın ardından oluĢan iyimser ortamda, ekonomik problemler kuramsal ya da metodolojik sorunlar olarak görülmediği için yalnızca teknik problemlere indirgenmiĢtir.450 Dünya nüfusunun büyük çoğunluğu sözkonusu araĢtırmaların nesnesini oluĢturan Üçüncü Dünya ülkelerinde yaĢamaktaydı; ancak uluslararası ekonomide halklar ve uluslar arasındaki gelir ve refahın dağılımı bu oranı yansıtmamıĢtır. KarĢılaĢılan katı toplumsal problemlerin üstesinden gelebilmek

449 Bu konuda ayrıntılı analiz için bkz. Higgott, Political Development Theory, s.14, 18-22;

Rogowski, “Rationalist Theories of Politics, World Politics, 296-299.

450 Higgott, Political Development Theory, s.15,19.

171 için ise yüksek sermaye birikimi ve yatırım gerekmiĢtir. Dolayısıyla bu sorunlar yalnızca siyasal ya da toplumsal nitelikli olmayıp hem siyasal hem ekonomik niteliklidir. ModernleĢme teorisi ise geliĢmiĢ ve geliĢmekte olan ülkeler arasındaki dengesizliği açıklamakta baĢarısız olmuĢtur. GeliĢme üzerine çalıĢan siyaset bilimciler bu yüzden geliĢmenin siyasal ekonomisini dikkate almak zorunda kalmıĢlardır.451

Sosyolojik teorinin baskın olduğu modernleĢme ve geliĢme anlayıĢının yetersiz kaldığı sonucuna ulaĢılınca, ekonominin ağırlıklı olduğu bir geliĢme literatürü yaygınlaĢmaya baĢlamıĢtır. Higgott‟a göre, siyasal geliĢmenin daha ekonomistik bir kavrayıĢ haline gelmesi, onu ekonomi biliminden ödünç alınan siyasa çalıĢmaları (policy studies) terminolojisine uyarlanmak zorunda bırakmıĢtır.452 Aynı doğrultuda metodolojik düzeyde de davranıĢsal teorinin ve Parsons‟ın paylaĢtığı rasyonel olmayan birey düĢüncesi yerini kendi çıkarını maksimize etmek için uğraĢan klasik homo economicus modeline bırakmıĢtır.453 Higgott, metodolojik ve kavramsal düzeyde ortaya çıkan sözonusu değiĢimlerin “yeni politik ekonomi”

(new political economy) baĢlığı altında toplandığını belirtmiĢtir. Bu dönem ancak

1970‟lerin baĢından itibaren etkisini yoğun olarak hissettirmiĢtir.454 Dolayısıyla Rostow ve onun ekonomi odaklı kalkınma analizleri, modernleĢme paradigmasından, geliĢme literatürünün yeni bir aĢamasını temsil eden “yeni politik ekonomi” çağına geçiĢ kategorisi olarak anlam kazanmaktadır. Baran ve Hobsbawm, Rostow‟un teorisinin ekonomik kalkınma araĢtırmalarında ortaya koyduğu yeniliklerden

451 Raymond B. Pratt, “The Underdevelopment of Political Science of Development” , Studies in Comparative International Development, vol.8, no.1, s.88.

452 Higgott, Political Development Theory, s.14.

453 Rogowski, “Rationalist Theories Of Politics, World Politics, s. 297.

454 Higgott, Political Development Theory, s. 20; Siyaset bilimi ve rasyonellik iliĢkisi hakkında ayrıca bkz.; Gabriel A. Almond ve Stephen G. Genco, “Clouds, clocks, and the study of Politics”, World Politics, vol.29, no.4, 1977,s.508.

172 bahsederken, bu teorinin yirminci yüzyılda unutulan siyasal ekonomiyi belki de ilk kez yeniden keĢfettiğini ifade etmiĢlerdir.455 Ancak siyasal geliĢme kavrayıĢında metodolojik ve kavramsal düzeyde meydana gelen değiĢimlerin özsel bir değiĢiklik olmadığını da tekrarlamamız gerekmektedir. Çünkü değiĢen ekonomik ve toplumsal koĢullar çeĢitli revizyonları gündeme getirse de, yeni aĢamada da komünizmle mücadele ve Üçüncü Dünya‟nın kapitalist ekonomiye kazandırılma düĢüncesi ana güdüleyici unsur olmuĢtur. Bu anlamda bir geçiĢ düzeyi olarak Rostow‟un çalıĢmalarında bu sürekliliğin ve değiĢimin izlerini sürmek mümkün gözükmektedir.

Yeni politik ekonomi ve ona iliĢkin yaklaĢımlar ise bu yaklaĢımları ortaya çıkaran koĢullarla birlikte üçüncü bölümde ayrıca analiz edilecektir.

2. W.W. Rostow: Ekonomik Büyümenin AĢamaları ve Komünist Olmayan Bir Manifesto

Rostow‟un The Stages of Economic Growth, A Non-Communist Manifesto isimli kitabı, baĢlığından anlaĢıldığı gibi ekonomik büyümenin aĢamalarına iliĢkin bir teori ile birlikte komünist olmayan bir manifesto oluĢturmak istemiĢtir. Bir baĢlıkta toplanmasının nedeni iki amacın birbirinden ayırt edilemez hale gelmesidir.

Ġlk olarak, BirleĢik Devletler dıĢ politika alanında uygulama alanı bulan „aĢamalar yaklaĢımı‟ndan söz etmek gerekmektedir. Rostow‟un ekonomik kalkınma yaklaĢımının diğer ekonomik temelli kalkınma yaklaĢımlarından daha çok adının anılması, Amerikan dıĢ politika ve siyaseti içinde etkili bir isim456 olmasından ve

455 Paul A. Baran, Eric Hobsbawm, “The Stages of Economic Growth”,Kyklos, vol.14, fasc.2, s.235.

455 Paul A. Baran, Eric Hobsbawm, “The Stages of Economic Growth”,Kyklos, vol.14, fasc.2, s.235.