• Sonuç bulunamadı

A. Dönemsel KoĢullar

Siyasal geliĢme belirtildiği gibi, Soğuk SavaĢ koĢullarının belirleyiciliği altında oluĢmuĢ Amerikan kökenli bir kavrayıĢtır. Soğuk SavaĢ koĢulları ile özellikle vurgulanmak istenen, ABD‟nin Ġkinci Dünya SavaĢı‟nın ardından Üçüncü Dünya ülkelerine karĢı tutumudur. Kesselman, ABD‟nin klasik sömürgeciliğin tasfiyesi ile bağımsızlığını kazanmıĢ yeni uluslara iliĢkin tutumunun, giderek Avrupa‟nın klasik sömürgecilik dönemlerindeki sömürge devletlerine iliĢkin tutumuna benzediğini belirtmiĢtir. Sözkonusu tutumun, Amerika‟nın desteklediği ekonomik ilerleme ve siyasal istikrar olmaksızın bu ülkelerin komünizme dönüĢebileceği tehdidine karĢı geliĢtirildiğini savunmuĢtur.71 Leys de aynı Ģekilde, yeni ulusların Soğuk SavaĢ döneminde esas tehlike olarak görülmelerinin geliĢme teorisinin oluĢumunda belirleyici unsurlardan biri olduğunu ifade ederek, yeni bağımsızlığını kazanmıĢ devletlerin geliĢimini konu edinen bir alana bu tehlikenin korkusunun kaçınılmaz

70 Huntington ve Dominguez, Siyasal GeliĢme, s.1.

71 M. Kesselman, “Order Or Movement? The Literature of Political Development as Ideology” , World Politics, vol.26, no.1, 1973, s. 139.

31 olarak yansıdığını açıklamıĢtır.72 ABD, Ġkinci Dünya SavaĢı‟ndan sonra bütün sömürge sahibi ülkeleri, bu sömürgelerden kurtulma ve küresel boyutta birleĢik bir kapitalist imparatorluk tasarısına girmeye teĢvik etme veya zorlama amacını benimsemiĢtir. Bu nedenle II. Dünya SavaĢ‟ından sonraki çözüm, çok taraflı kurumlar ağı ve tartıĢmasız bir ABD liderliğinin karmaĢık birleĢimi çerçevesinde olmuĢtur. Geriye bakıldığında çok taraflılığa yapılan vurgu, komünizm ve Üçüncü Dünya Milliyetçiliğinin ABD‟ye meydan okuduğu ve ABD‟nin en azından baĢlıca müttefiklerinin birliğini ve rızasını güçlendireceği bir kurumsal çerçeveye ihtiyaç duyduğu gerçeğinin bir sonucudur.73

Tarihsel ve dönemsel koĢulların etkisiyle ortaya çıkan ve pratik kaygılar güden Amerikalı geliĢme teorisyenleri belirttiğimiz gibi, tarihsel çerçeveyi gözardı etmiĢlerdir. Yükselen kapitalizmle ortaya çıkan ilk düĢünürler ise geliĢme teorisinin geniĢ bir tarih algısının içine yerleĢtirilmesini gerekli görmüĢlerdir. Ancak böyle bir algılama, Soğuk SavaĢ dönemi teorisyenlerinin diğer düĢünürlerin yanında, Marx‟ı da ciddiye alması anlamına gelecektir. Marx‟ı ciddiye almak, yükselen savaĢ koĢullarında ve sonrasında yalnızca bilimsel olmamak anlamına gelmemektedir.

Herhangi bir Marksist yaklaĢım, ABD küresel hegemonyasının düĢünsel yapıtaĢlarına engel olacağı için bu alanda çalıĢanların iĢlerini kaybetmelerinin de en temel gerekçesini oluĢturmuĢtur.74 Dolayısıyla Soğuk SavaĢ, yarattığı histerik anti-komünizm atmosferi dolayısıyla, baĢta ABD olmak üzere tüm ülkelerde düĢünce özgürlüğünü kısıtlamıĢ, hatta yer yer yoketmiĢtir.75 Bununla birlikte geliĢme teorisyenlerinin çoğu, çalıĢmalarının bilimselliğine özel vurgu yaparak ideolojik

72 Leys, The Rise and…., s.5.

73 Aijaz Ahmad, “Günümüz Emperyalizmi”, Ed. L. Panitch ve C. Leys, çev. Ergin Bulut, Socialist Register 2004, Günümüzde Emperyalizm ve Emperyal Tehdit, Ġstanbul, Alaz Yayıncılık, s. 67.

74 Leys, The Rise and Fall…., s.6

75 Taner Timur, Toplumsal DeğiĢme Ve Üniversiteler, Ankara, Ġmge Kitabevi, 2000, s.240.

32 olmadıklarının altını çizmiĢtir. Amerikan bilimsel hegemonyası içindeki geliĢme teorisinden farklı düĢünmek ya da geliĢmenin farklı yollarından söz etmek ise ideolojinin kendisi haline getirilmiĢtir. Evrensellik ölçütü çerçevesinde yaratılan bilim-ideoloji ikiliği, bilim karĢıtı olarak suçlanmanın temel referansı haline gelmiĢtir.

Üçüncü Dünya‟daki sosyal ve siyasal değiĢmenin akademik ilgi alanı haline gelmesi ve II. Dünya SavaĢı sonrası BirleĢik Devletler dıĢ politikasına eĢlik etmesinin pek çok nedeninden söz edilebilir. II. Dünya SavaĢı ile yükselen faĢizm ve Nazizm, Stalinizm, 1929 Büyük Buhran‟ın ardından oluĢan depresyon etkisi, McCartizm, Soğuk SavaĢ geliĢme söylemini etkileyen ana faktörlerdir. Üçüncü Dünya ülkelerindeki sosyal ve siyasal değiĢim çalıĢmaları ile meĢgul olan liberal teorisyenler için 1945 sonrası Afrika, Asya, Latin Amerika ve Ortadoğu‟da yeni bağımsızlığını kazanmıĢ ulusların sanayileĢtiği veya yarı sanayileĢtiği tarih olmuĢtur.

SanayileĢmenin oluĢturduğu, kentleĢme, okur-yazarlığın geniĢlemesi, eğitim ve medya gibi değiĢiklikler modernleĢmenin belirtisi olarak görülmüĢtür. Ancak asıl beklenti, sanayileĢme ile oluĢacak ekonomik Ģartlardaki ilerlemelerin daha demokratik rejimlerin oluĢumuna yol açacağı üzerinedir. Böyle rejimlerin sosyalizm ya da komünizmin cazibesine kapılmayacağı da düĢünülmüĢtür. On yıldan daha kısa bir süre içinde, sonuçlar ekonomik geliĢmenin siyasal geliĢmenin en önemli boyutu olarak görülen demokrasiye ulaĢtırmadığını göstermiĢtir.

Siyasal geliĢmenin ilk öğrencileri, Üçüncü Dünya ile ilgili araĢtırmalarında beklentilerinin gerçekleĢmediğini görmeye baĢlamıĢlardır.76 Hungtinton, 1967 yılında “Siyasal GeliĢme ve Siyasal Bozulma” adlı makalesinde siyasal geliĢmenin

76 Gendzier, Managing Social…, s.5.

33 her zaman ileriye doğru bir değiĢim olarak görülmesinin yanlıĢlığını kanıtlamak için geliĢmekte olan ülkelerde demokrasi ve yarıĢmacılık yerine otokratik askeri rejimler ve tek parti rejimleri yönünde bir eğilimin baskın olduğu, istikrar yerine darbe ve isyanların yarattığı bir kargaĢa ortamınının varlığını gözler önüne sermiĢtir.77 Bu kanıtlar doğrultusunda Huntington „siyasal geliĢme‟ yerine „siyasal değiĢme‟

kavramının kullanılmasını, bu kavramın bozulmaları da içine alacağı ve herhangi bir normatiflik içermeyeceği gerekçesi ile savunmuĢtur.78 Böylece siyasal geliĢmenin düz çizgisel bir ilerleme ile gerçekleĢmemesi, egemen siyaset bilimi içinde içerilerek ve meĢrulaĢtırılarak geliĢme karĢıtı söylemler bilimsellik sınırının dıĢına atılabilmiĢtir.