• Sonuç bulunamadı

11 Eylül‟den sonra, Amerikan yönetimi ve kamuoyunda müslümalığa karĢı ön yargı oluĢmuĢ ve hemen her terör olayını müslümanlarla bağdaĢtıran bir düĢünce geliĢmiĢtir. Bu yaklaĢımla, Ortadoğu devletleri baĢta olmak üzere Afrika ve Güney Asya ülkelerinin barıĢ ve istikrarı bozacağı imajı verilmektedir. Gerek Amerikan basınında, gerekse diğer Batılı devletlerin yayınlarında Ortadoğu, büyük bir terörist yapının vatanı olarak gösterilmektedir. Ancak bu devletlerin bölgeye yönelik yaklaĢımlarında Ġslam tarihi ya da siyasal Ġslama yönelik yeterli araĢtırma ve donanım olmadığı anlaĢılmaktadır. Bunun en iyi örneklerinden biri de ABD‟nin 2003‟te Irak‟a düzenlediği operasyon öncesinde, bölgeyi yeterince tanımadıklarının anlaĢılması ve ġii felsefesini de bilmemelerinden kaynaklanan stratejik hatalardır. Ortadoğu‟da Ġslam sadece bir dini olgu değildir, siyasi bir boyutu da vardır. Ancak bu kavramın içini eksik doldurarak, Ġslamı bölgeye yönelik oluĢturulan politikaların bir amacı haline getirmek de, telafisi mümkün olmayan sonuçlara neden olabilir.

ABD‟nin ġii kaygısından önce siyasal Ġslam kavramının geliĢimini kısa da olsa özetlemek gerekmektedir. Öte taraftan siyasal Ġslamın uluslararası iliĢkilere yönelik tavrını, tarihsel açıdan tam olarak analiz etmek zordur. Bugün Ġslam felsefesi

doğrultusunda hareket eden eylemciler ya da düĢünürler iki farklı alanda kutuplaĢmıĢlardır. Bunlardan ilki i) Allah yolunda ilerlerken bu dünyada müminin gücüne dayalı siyasi eylemin radikal ve güç kullanarak uygulanıĢ Ģeklidir. Diğeri ise ii) “Ġslamcı reformculuk” olarak tanımlanan daha esnek bir bakıĢ açısı doğrultusunda hareket etme olarak tanımlanabilir. Daha ılımlı yaklaĢımla hareket eden anlayıĢ, Suudi Arabistan, Ürdün, Fas gibi monarĢik rejimlerde uygulanmaktadır. 1979‟da Mekke‟deki Büyük Cami‟ye yapılan saldırı ve 1982‟de Suriye‟de Müslüman KardeĢler ile Esad rejimi arasındaki kanlı çatıĢmalar ise, siyasal Ġslamın katı yüzünün ön plana çıktığı iki önemli olay olarak gösterilebilir. Bu olaylar aynı zamanda batı nezninde Ortadoğu‟yu tanımlayan olumsuz bir imaj olarak gösterilmektedir.186

Ancak baĢta ABD olmak üzere Batılı devletleri tedirgin eden asıl olay 1978‟de Ġran‟da gerçekleĢen devrimdir.

Siyasal Ġslamın kendi içinde bölünmesiyle ortaya çıkan gruplar, zamanla Arap ülkelerinin yönetimlerinde söz sahibi olmuĢlardır. Ürdün ve Tunus‟ta bu akımların üyeleri, hükümette yüksek makamlara getirildirler. Benzer eğilimler Suudi Arabistan, Fas ve Mısır‟da da hissedildi.187

Suriye‟de, Alevi rejimine duyulan güven zamanla artsa da, Hafız Esad da dini teĢkilatla uzlaĢmak zorunda kaldı. Tunus‟ta da mevcut laik rejimin, siyasal Ġslama karĢı durmak istemediği anlaĢılmaktadır ve iĢbirlikçi dini bir rejimin sınırları kabul edilmiĢtir.188

Bu noktada siyasal Ġslamcı grupların Ortadoğu‟da laik düzenin önüne geçmek için mevcut rejimlerle iĢbirliğine gittiğini söylemek mümkündür. Örnek olarak, Sudan‟da bu formülün uzun süre iĢe yaradığı anlaĢılmaktadır. Mısır ve Tunus gibi ülkelerde de bu iĢbirliğiyle laik politikaların sınırları herkes tarafından kabul görmektedir. Kuveyt‟te ise siyasal Ġslam ile laik hükümet arasında sağlanmaya çalıĢılan iĢbirliğinin189, aslında bu ülkede

demokratikleĢme sürecinde iĢe yaradığı söylenebilir. Cezayir‟de de benzer bir durum yaĢanmıĢtır. Bu ülkedeki siyasal Ġslamcılar da demokrasiyi kullanarak ülkede söz sahibi

186 Pappe, Ortadoğu’yu Anlamak, s.21. 187

A.g.e., Pappe, Ortadoğu’yu Anlamak, s.27. 188 A.g.e., Pappe, Ortadoğu’yu Anlamak, s.29. 189

Kuveyt‟in demokratikleĢme sürecinde, özellikle 1964‟ten sonra, El-Sabah ailesnin yönetiminde aĢiret demokrasisinin kurulmaya çalıĢıldığı görülmektedir. Bu model, devletin kaynaklarının vatandaĢ olarak kabul edilenlere eĢit dağıtıĢlması ve toplumun genel olarak siyasete daha fazla katılımı üzerine kurulmuĢtu. Bu süreç, Kuveyt Parlamentosu El-Sabah ailesinin Karar verme mekanizmasınadoğrudan karĢı gelme cesareti gösterip deneyimi durdurmaya çalıĢınca 1976‟da olgunlaĢmadan bitti. Pappe, Ortadoğu’yu Anlamak, s. 367

olma yolunu seçtiler. Diğer taraftan Ürdün‟de de siyasal Ġslamın demokratikleĢme süreci içinde kendilerine yer edinmeye çalıĢtıkları söylenebilir.

Siyasal Ġslam, zamanla kendi içinde anlayıĢ olarak bölünerek, geleneksel anlayıĢın yanısıra ılımlı ve radikal Ġslam özelliğini de içinde barındıracak Ģekilde farklı anlayıĢlara bürünmüĢtür. Aslında ABD‟yi kaygılandıran da bu bölüĢüm olmaktadır. Bu bölüĢümün izleri 1978 Ġran devrimine dayanır. Ġran Devrimiyle birlikte Humeyni‟nin yönetime gelmesi ve Amerikan karĢıtı radikal anlayıĢın tüm bölgeye yayılma olasılığı ABD‟nin ġii anlayıĢına daha kaygılı yaklaĢmasına neden olmuĢtur.

ABD‟de ġii kaygısı, Körfez SavaĢı‟nın bitiminde Irak‟ta uygulanan stratejilerde de gözlemlenmiĢtir. SavaĢın bitiminde Kuzey‟de ayaklanan Kürtlere verilen desteğe karĢılık, Irak‟ın güneyinde ayaklanan ġiilere aynı tölerans gösterilmemiĢtir. Irak nüfüsunun %60‟ını oluĢturan ġiiler, Kürtler gibi etnik bir azınlık değil, dini bir grup olarak görülmüĢtür. 1991‟da gerçekleĢen ayaklanmalarda, Kürtlerin devlete karĢı ayaklanmalarına karĢılık ġiilerin rejime karĢı olan ayaklanmaları, Irak‟ın Ġran gibi ġii devletine benzemesi korkusunu doğurmuĢ, hatta ihtimaller arasında Ġran‟la birleĢme senaryoları da göz önünde bulundurulmuĢtur.

ABD ve diğer batılı devletler bölgede dengeleri sarsacak bir yapının oluĢmasına izin vermek istememektedir. Bu kaygıya karĢı alınan ilk tedbirler olarak; i) 1992 yılında 32. paralelin güneyi Irak hava kuvvetleri için uçuĢa yasak bölge ilan edilerek, bu alana ġii bölgeleri olan Necef, Kerbela, Basra ve Nasırıye‟nin de dahil edilmesi, ii) daha sonradan uçuĢa yasak bölgenin ABD tarafından tek taraflı olarak 32. paralelden 33. paralele kaydırılıp, hedefin Saddam Hüseyin olduğunun açıklanması iii) ABD‟nin bölgede yeni yapıların oluĢmasına izin vermek istememesi, iv) Ġran lehine bir geliĢmenin yaĢanmasını engellemeye çalıĢması örnek gösterilebilir. Daha önceki bölümlerde de aktarıldığı gibi, gerek ABD ve Batılı devletler, gerekse bölge ülkelerinden Suudi Arabistan ve Katar, Ġran etkisiyle ġii anlayıĢının yayılmasını engellemek için Irak‟ın bölünmesini istemediği anlaĢılmaktadır. ġii zihniyetinde böyle bir ayrıĢma gündemde olmasa da, batılı ülkeler tarafından her ihtimal göz önünde tutulmaktadır. Irak‟taki ġiilerin, Sünni yönetime tepki gösterdiği zaten bilinmektedir. Ayrıca ġiilerin önemli merkezlerinden Necef, Kerbela gibi Ģehirler Sünni yönetimin

milliyetçi politkalarına muhalefet ettikleri gibi, yıllarca Baas politikasına da muhalefet etmiĢlerdir. Irak‟ta önde gelen ġii liderlerin Ġran‟la olan yakın iliĢkileri de Batı dünyasında ve Arap dünyasından özellikle Suudi Arabistan‟da kaygıları arttırmaktadır. 1980‟de ġiilerin Irak‟taki kalesi olarak bilinen Dava Partisi lideri Ayetullah Muhammed El-Sadr‟ın Saddam tarafından idam edilmesi, Dava Partisi‟nin yasaklanması, bu olayı takiben 1982‟de Dava Partisi‟ne alternatif olarak Ġran destekli Irak Ġslam Devrimi Yüksek Konseyi‟nin açılması, ġiilerin rejime ve yönetime baĢkaldırılarını güçlendiren nedenlerin arasındadır.

Bu etkenler Amerikan yönetimleri için ġiilere karĢı kendince tedbir alması için yeterli görülmektedir. ġii muhalefetin Irak‟ta Kürtler kadar etkin olamamasının nedeni, önce kendi aralarında birlik olamamalarıdır. Aslında ġiiler self-determinasyon talebinden uzak olarak, genel anlamda Irak devleti çatısı altında kendi nüfusları ile uyumlu bir Ģekilde hükümette temsil edilmek istemektedirler.190

Ancak ABD ve Batı dünyası bu durumu gözardı etmektedir.

ABD‟nin, 2003‟te Irak‟a gerçekleĢtirdiği operasyondan önce, ġii Araplar Irak‟ın kaderini belirlemede önemli bir rol üstlenebileceği ihtimalini göz önünde bulundurmuĢlardır. Buna karĢın ABD‟nin bölgedeki müttefiklerinden Kürtlerin savaĢ sonrasında bağımsızlık elde etmesi halinde, nüfusun %60‟ı ġiilerden oluĢan Irak‟ta yeni sınırların ortaya çıkmasıyla birlikte bu defa oranlarının %80‟lere varacağı ve bu durumun ġiilerin lehine olacağı hesaplanmaktadır. Bu nedenledir ki ABD, bağımsız bir Kürt devletine karĢı çıkarak, Kürtleri federasyon formülüyle merkeze çekmeye karar vermiĢtir. Ayrıca Kuzey Irak‟ta kurulacak bir Kürt devletinin Suriye-Türkiye ve Ġran‟da istikrarsızlığa neden olacağı, bölgede etnik siyasetin güçleneceği ihtimalinin göz önünde tutulduğu anlaĢılmaktadır.191

Diğer taraftan, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin bölgede Ġran‟dan sonra ikinci ġii çoğunluklu bir devletin oluĢmasına karĢı çıkacağı ve Irak‟ın da ġii devleti olmasının bölgedeki dengeleri değiĢtireceği düĢünülmektedir. Irak‟ta Kürt devletinin kurulması halinde, Iraklı ġiilerin Ġran‟ın nüfusuna dahil olacağı kaygısı

190

Fulya Atacan, DeğiĢen Toplumlar DeğiĢmeyen Siyaset: Ortadoğu, 1.Baskı, Ġstanbul: Bağlam Yayınları, 2004, s.174.

191

yaygınlaĢmaktadır, ancak bu ihtimal düĢüktür. Zira Iraklı ġiiler de kendi aralarında bölünmektedirler.

Irak‟ta ġii grupların en etkililerinden biri Ayetullah Ali Sistani‟dir. Sistani, diğer Iraklı liderlerle kıyaslanmayacak kadar siyasi ve dini dokunulmazlıklara sahip olmasına rağmen ġiiler arasındaki tek lider değildir. Sistani‟nin Irak‟taki önemli rakiplerinden biri, Ayetullah Muhammed Sadık el-Sadr‟ın oğlu Mukteda el-Sadr‟dır ve Mukteda, Sistani‟yi Saddam Hüseyin rejimine baĢkaldırmadığı için suç ortadğı olarak görmekte, bu nedenle Sistani‟ye olan baskısını arttırmaktadır. Diğer taraftan Mukteda el-Sadr, Ġran destekli Irak Ġslam Devrimi Yüksek Konseyi lideri Ayetullah Abdul Aziz al Hakim‟i tehdit etmektedir. El-Sadr‟ın Ġran ile bağlantıları olduğu kabul edilen bir grubu hedef alması, Irak çözümünü savunanlar ile Ġran‟dan destek sağlayanlar arasındaki ayrımı ortaya koymaktadır. Yani ABD‟nin bölgede ġii karĢıtı uyguladığı politikalar ve Irak‟lı ġiiler karĢısındaki yanılgıları, bölgeyi, ġii felsefesini, bölgedeki ġii grupların yapılarını, genel anlamda da siyasal Ġslam kavramının kendi içinde ayrıĢtırıcı noktalarını bilmemelerinden gelmektedir.

2.1.5 “Anti-Amerikanizm”e KarĢı Mücadele

Arap devletlerinin pek çoğunun barındırdığı gruplarda, ABD‟nin i) Ortadoğu‟da izlediği politikalar, ii) Batı‟nın dünyanın enerji kaynaklarını sömürdüğü düĢüncesi iii) müslüman dünyasına olan önyargı ve iv) militarist politikalar nedeniyle, anti-Amerikanizm yaklaĢımının yaygınlaĢtığı görülmektedir. Özellikle ABD‟nin 2003‟teki Irak iĢgali, Ġran ve Suriye‟ye karĢı uyguladığı politikalar, Ġsrail‟in Filistin topraklarına karĢı düzenlediği operasyonlara ve uygulamalara sessiz kalması nedeniyle, her geçen gün bölgede Amerikan karĢıtı gruplar ve eylemler artmaktadır.

Anti-Amerikanizm, BaĢkan Reagan döneminden baĢlayıp, baba Bush‟un döneminde geliĢerek, Clinton ve W.Bush döneminde yaygınlaĢmıĢtır. Ortadoğu‟da Anti-Amerikanizmin Irak SavaĢı nedeniyle hızla yükseliĢe geçtiği George W. Bush döneminde, Bush hükümeti savaĢ retoriği kapsamında Ortadoğu‟da demokrasiyi inĢa edeceklerini, bölgesel güvenliği sağlayacaklarını ve Ġsrail‟le Araplar arasında barıĢ getireceklerini taahhüt etmiĢtir. Bu politikanın baĢarılı olması durumunda ABD

hükümetinin Soğuk SavaĢ‟ın bitimine kadar Sovyet egemenliğindeki topraklara, demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi anlayıĢının getirilmesinin mümkün olduğunu gösterme fırsatları olacaktı. George W.Bush yönetiminde etkin olan “yeni muhafazakarlar” (neo-conservatifler), Ortadoğu‟da demokrasinin yaygınlaĢma fikriyle Amerika‟nın sempati kazanacağını düĢündülerse de, bu düĢüncenin Arap ve Müslüman dünyasında, Anti-Amerikanizm anlayıĢı etkisiyle iĢe yaramayacağı ihtimali göz önünde tutulmamıĢtır. Washington‟ın isteği ve zorlaması doğrultusunda Ortadoğu‟da inĢa edilmeye çalıĢılan demokrasi fikri, kısıtlı bir alan ve zamanda etkili olmuĢtur.192

Baba Bush gibi George W. Bush da, Ortadoğu‟ya yönelik demokratikleĢtirme stratejisini izlerken Avrupalı müttefiklerinden Amerikan yönetimini desteklemelerini beklemiĢtir. Ancak Avrupa ülkeleri Ortadoğu‟da Amerikan hegemonyasının kurulmasını istemedikleri için, beklenilen destek her iki baĢkan döneminde de verilmemiĢtir.

ABD‟nin Ortadoğu‟da tek baĢına sağlamaya çalıĢtığı “demokratikleĢtirme çabaları” bölgede politik ve sosyal anlamda istikrarsızlığa neden olmuĢtur. Tüm bu etkenlerle giderek yayılan anti-Amerikanizm akımı aslında Ortadoğu‟daki Amerikan sempatizanı olan ülkeleri de olumsuz etkilemiĢtir.

W.Bush‟tan sonraki Amerikan BaĢkanı Barack Obama döneminde bölgeye karĢı daha ılımlı politikalar uygulanmaya baĢlansa da, bu yaklaĢımın da Ortadoğu ülkeleri için pek çok açıdan tatmin edici olmamıĢtır. ABD, anti-Amerikanizm yaklaĢımının geliĢmesinden, Ortadoğu ülkelerindeki monarĢik yapıyı sorumlu tutmakta ve bu yaklaĢımın değiĢmesi için bölgede serbest piyasa ekonomisi ve demokrasinin tesis edilmesini istemektedir.

Reagan‟dan Obama‟ya kadarki Amerikan dıĢ politikasının ortak özelliklerinden biri, Ortadoğu‟da demokratikleĢme çabalarının devam ettirilmesidir. Bu politika sadece Amerikan karĢıtı politikalar izleyen Suriye, Ġran ya da Libya‟ya karĢı değil, Amerika ile yakın iliĢkileri içinde olan Mısır ve Suudi Arabistan‟a karĢı da gözlemlenmiĢtir, ancak bu yaklaĢım da uygulanıĢ açısından Amerikan dıĢ politikasında dönemden döneme farklılık gösterir. Bu ayrıĢma en fazla George W.Bush döneminde

192 Leon Hadar, Sandstorm: Policy Failure in the Middle East, 1.Baskı, New York: Palgrave Macmillan, 2005, s.27.

hissedilmiĢtir. Bush yönetimi içinde iki farklı yaklaĢımın ortaya çıkmıĢtır. i) Bunlardan ilki Amerikan Savunma Bakanlığı‟na bağlı güçlü muhafazakarların, Ortadoğu‟daki demokratikleĢme hareketini hızlandırmaları yönündeki görüĢleri olmuĢtur. ii) Diğeri de Bush hükümetinin DıĢiĢleri Bakanı Colin Powell‟ın demokratikleĢme sürecini daha yavaĢ gerçekleĢtirmek istemesidir.193

Partiler arası ya da parti içinde yaĢanan görüĢ ayrılıklarına rağmen, ABD yönetimine Cumhuriyetçi ya da Demokrat BaĢkan da gelse, Ortadoğu‟da demokratikleĢme sürecinin, devam etmesi fikri ortaktır.

DıĢardan dayatılan bir anlayıĢla Ortadoğu‟daki monarĢik sistemlerin bir anda yıkılıp demokrasinin hakim olması beklenemez. Bu durumda en önemli faktör iç dinamiklerdir. 2011 yılında Tunus‟ta baĢlayan, Mısır‟a sıçrayan halk hareketlerinin ardında ABD‟nin olduğu iddiaları ortaya atılsa da, halkı bu denli harekete geçiren olayların arkasında sosyolojik ve ekonomik nedenler de yatmaktadır. Halkın demokrasi söylemleriyle sokağa dökülmesi, Tunus Devlet BaĢkanı Zeynel Abidin Bin Ali ve Mısır Devlet BaĢkanı Hüsnü Mübarek‟i on yıllar sonra sahip oldukları iktidar mevkiinden istifa etmeye zorlamıĢtır. Bu durum bölgenin demokratikleĢmesi açısından iç dinamiklerin harekete geçmesiyle gerçekleĢen bir geliĢmedir.

Benzer Ģekilde Yemen‟de, Bahreyn‟de, Suriye‟de, Libya ve nispeten Ġran ve Irak‟ta gerçekleĢen ayaklanmalar, bölgedeki dengelerin değiĢtiğinin bir göstergesidir. Ancak demoktatikleĢme süreci sırasında oluĢabilecek siyasi belirsizlikler ve ortaya çıkabilecek otorite boĢluğu öngörülemeyip, tedbir alınmadığı takdirde beraberinde hem söz konusu ülkede hem de uluslararası alanda tehdit içerebilir.

2011‟de Ortadoğu‟da baĢlayan demokratikleĢme hareketlerinin Libya‟ya yansımasında, ABD daha önce bölgeye yönelik uyguladığı politikalara kıyasla farklı bir yol izlemiĢtir. Amerikan BaĢkanı Barack Obama, önceki Amerikan baĢkanlarına göre daha esnek hareket ederek, Libya‟da Muammer Kaddafi‟ye karĢı ayaklanan muhalif güçlerin haklılığı konusunda görüĢ bildirmiĢ, Libya‟ya düzenlenen BM ve sonrasında NATO‟nun devraldığı operasyonda da geri planda kalmayı tercih etmiĢtir. “Obama Doktrini” olarak anılan açıklamada, ABD‟nin bir savaĢı daha, gerek mali gerek insan

193 Ümit Özdağ, Ortadoğu‟da Demokrasi, 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü,2004, http://www.21yyte.org/tr/yazi398- Orta_Doguda_Demokrasi.html (6 Mart 2013).

gücü ya da mevcut kaynaklar açısından (özellikle petrol kaynakları) tek baĢına kaldıramayacağı vurgulanmıĢ, ancak ABD‟nin müttefiklerine destek verecekleri belirtilmiĢtir. Bu durumda ABD, sorumluluğu tek baĢına almak istemediği gibi, aksine bu yükü müttefik güçlere yıkmayı tercih etmiĢtir. Libya‟nın kendi içinde “demokratikleĢme” çabalarına karĢılık, ABD‟nin Irak örneğinin aksine geride durmasının nedeni olarak Libya‟nın doğrudan ABD‟ye karĢı tehdit oluĢturmaması da düĢünülebilir. Anti-Amerikanizm Libya‟da da diğer Arap devletlerinde olduğu gibi sert bir üslupla dile getirilmiĢ olsaydı, ABD‟nin tavrının daha sert olabileceği düĢünülebilir. Ancak içinde bulunulan durumda ABD‟nin kısıtlı rol üstlendiği Libya örneğinde, farklı bir politikayla ABD risk paylaĢımına gittiği anlaĢılmaktadır.

BaĢkan Obama‟nın Libya‟nın demokratikleĢmesi konusundaki yaklaĢımı, aslında ABD‟nin daha önce yaptığı yanlıĢlardan ders çıkarttığının göstergesidir. ABD, kendi çıkarları doğrultusunda Ortadoğu ve Arap devletlerinin demokratikleĢmesi arzusundan vazgeçmeyecektir. Ancak bu süreçte izlenen ya da izlenmesi gereken yolun değiĢtiği görülmektedir. Körfez Krizi ve 2003 Irak savaĢında izlenen rotanın aksine, ABD artık daha temkinli hareket etmek zorunda olduğunu göstermiĢtir. 2011‟de Arap ülkelerinde demokratikleĢme söylemleriyle yayılan olaylar, ABD‟yi kısa bir süreliğine de olsa Ortadoğu konusunda izleyici olmaya zorlamıĢtır. Bu durum ABD‟nin kendi tercihi mi, yoksa Obama Doktrini‟nde belirtildiği gibi zorunluluk mu olduğu baĢka bir tartıĢma konusudur.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

BĠLL CLĠNTON VE GEORGE W. BUSH’UN ORTADOĞU’YA

POLĠTĠK YAKLAġIMLARI

Ġkinci Dünya SavaĢı‟ndan itibaren ABD ile Sovyetler Birliği arasında süregelen çok hedefli rekabet, Ortadoğu‟yu da hegemonya yarıĢının ortasına atarak etkilemiĢtir. Sovyetlerin çöküĢüyle birlikte ABD‟nin uluslararası siyasal sistemde tek güç olması, Ortadoğu‟nun da kaderini belirlemiĢtir. ABD için bölgede sadece askeri değil, ekonomik ve siyasal alanda da üstün olmak gerekmektedir.

Tek kutuplu hale dönüĢen dünya düzeni, beraberinde farklı özelliklere sahip bir sistem getirmiĢtir. 20. yüzyılın ortalarında baĢlayıp bugüne kadar etkisi devam eden uluslararası sistemin etki alanının çok geniĢ olduğunu söylemek mümkündür. Bu özellikler Ģu Ģekilde sıralandırılabilir; i) coğrafi bakımdan gittikçe geniĢleyen ve hiçbir bölgenin bu sistemin dıĢında görülemeyeceği evrensel bir sistem olması, ii) bütün devletleri tam anlamıyla bağlayıcı uluslararası kuralların ve uluslarüstü bir meĢru otoritenin olmaması, iii) bağımsızlığını yeni elde eden devletlerin katılımıyla devlet sayısının hızlı bir biçimde artması. iv) Avrupa‟nın uluslararası sistemin merkezi olma özelliğini yitirmesi. v) teknolojik devrim, vi) nükleer teknolojide yaĢanan geliĢmelerin bir sonucu olarak nükleer silahların ve gönderme araçlarının ortaya çıkıĢıyla, ulusal devletin otoritesinin önceki yüzyıllarla karĢılaĢtırıldığında zayıflamıĢ olmasıdır. Son olarak, vii) uluslararası alanda ekonomik, askeri ve siyasal karĢılıklı bağımlılığın artması ve bunun devletlerin hareket alanını sınırlaması, hatta bazen egemenliklerini sınırlayıcı etkiler doğurmasıdır.194

Bu özelliklere karĢın, günümüzde savaĢ teknolojisi açısından nükleer silahların yanı sıra konvansiyonel silahların tahrip düzeyinin artmıĢ olması, savaĢa baĢvuracak devletler açısından caydırıcı bir unsur olabilmektedir. Ayrıca hızla artan ekonomik bağımlılık, dıĢ politika açısından sorunların savaĢ dıĢında farklı yöntemlerle çözülebilmesinde önemli bir unsur olarak karĢımıza çıkmaktadır. Son olarak iletiĢim teknolojilerinin geliĢmiĢ olması propaganda aracı durumuna gelerek, bu

194

da ülkelerin iç iĢlerine karıĢılmasında ve etkilenmesinde önemli bir yöntem olarak kullanılmaya baĢlanmıĢtır.195

21. Yüzyılda küreselleĢme olgusu ön plandadır. KüreselleĢme; ekonomik, güvenlik, stratejik, sosyal, kültürel, politik ve teknolojik anlamda toplumların entegre olmalarının yanısıra, uluslararası sorunların da küresel boyutta çözüm aranmasına vesile olmaktadır. Bu durum da ekonomik, toplumsal, siyasal sorunların, sadece ortaya çıktığı ülkeyi değil, diğer ülkeleri de ilgilendirdiği ve müdahele etme hakkını elde ettiği bir ortam doğurmuĢtur. Daha önceki bölümlerde açıklandığı gibi, ABD‟nin Ortadoğu‟da demokrasi inĢaa edeceğine dair vaadleri de yine küreselleĢmenin etkisiyle ortaya çıkan müdahele hakkının yansıması olarak karĢımıza çıkmaktadır.

21. yüzyıldaki önemli olgulardan biri de terördür. Özellikle 11 Eylül‟den sonra ABD‟nin “yeni bir dünya düzeni” olarak tanımladığı süreçte terör, Amerikan yönetimi için önde gelen tehditlerden biri olmuĢtur. Bu anlamda kitle imha silahlarının yayılması ve teknolojinin ilerlemesiyle birlikte bu silahların yapımının zor olmaktan çıkması, terör korkusuyla karĢı karĢıya kalan ABD‟yi, terörün yuvası olarak niteledikleri Ortadoğu bölgesi için daha dikkatli kılmaktadır.

Böyle bir konjonktürde, Soğuk SavaĢ‟ın bitiminden iki yıl sonra Demokratik Parti‟den Amerikan BaĢkanı olan Bill Clinton‟ın ve 11 Eylül saldırıları öncesindeki Cumhuriyetçi Parti‟den Amerikan BaĢkanı seçilen George W. Bush‟un bölgeye yönelik politik yaklaĢımlarında farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklar sadece Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasındaki yol ayrımından kaynaklanmayarak, her iki